14. BÖLÜM: MASUMİYET

Start from the beginning
                                    

"Seni sıkıştırıyordu."

"Ben halledebilirdim!" dedim kelimelerin üstüne basarak.

Yüzündeki ifade kesintiye uğramadı, bana öylece bakmayı sürdürdü. Onun gözlerinde siyah bir makas vardı. Gözlerimi onun makasından kaçırmaya çalıştım, sanki ne zaman gözlerinin içine baksam cümlelerimi var edecek o kelimeleri fişlere ayırıyor, parçalıyordu.

"Ağrın var mı?" diye sordu gözlerini yüzüme dikmiş bir şekilde beni izlerken. Bu alakasız soru yanaklarımın ânında ısınmasına neden oldu.

"Konumuz bu değil," dedim gözlerimi zeminden çekmeden. "Bizi yanlış anlamıştır muhtemelen. Şimdi o salak sürüsüne anlatır Allah bilir."

"Sence bu ne kadar umurumda?" diye sordu, sesi düzdü. Kafamı kaldırıp ona baktım, göz göze geldiğimizde kelimelerimin ucu yandı.

"Senin umurunda olmayabilir ama benim gayet umurumda."

"Ondan hoşlanıyor musun? Size engel mi oldum?" diye sordu, bakışları kademsiz bir şekilde ağırlaşmıştı. Gerçekten gerinip ona sağlam bir yumruk geçirmemek için kendimi sıkarken sertçe yutkundum.

"Biz imkânsızız."

Duraksadı, bakışları cehennemin kapısını bile yakan ateş tarafından kuşatıldı.

"Biz mi?" diye sordu, sesini yöneten bir şeytanın varlığına inandım.

Göğsümü yumruklayan hisler nefesimi hızlandırırken, "Ha-hayır," diye kekeledim. "O ve ben... Yani. Sadece onunla birbirimize benzemiyoruz, hiçbir şekilde ondan hoşlanamam anlamında yani..."

Birkaç saniye yüzümü süzdükten sonra, "Tamam," dedi. "Sakin ol." Koyu renk gözleri kısaca etrafı taradı, kuzguni karalarını tekrar yüzüme çevirdi. "Eve mi gidiyordun?"

"Evet."

Kolundaki siyah kayışlı, oldukça pahalı olduğu her hâlinden belli olan saate kısaca göz gezdirdikten hemen sonra, "Eve gitmek zorunda mısın?" diye sordu.

"Hiçbir zaman zorunluluklarım olmadı," dedim dalga geçer gibi. Ona hayatımın kısa bir özetini çıkarmıştım aslında şu cümleyi kurarak. Bakışları yüzüme yoğunlaşırken aniden bileğimi tuttu, beni kendine doğru çekti. Bedenim onun bedenine doğru çekilirken hemen yan tarafımızdan geçip giden arabanın rüzgârıyla eteğim uçuştu, tüm vücudum Karan'a yaslı durduğundan herhangi bir kaza yaşanmadı.

"Araba," dedi, beni neden kollarının arasına çektiğini açıklamak ister gibi. Aslında araba çok yakınımdan geçmemişti ama yine de beni kollarının arasına çekmişti.

"Araba," diye fısıldadım.

"Ağrın falan yoksa dedem seninle görüşmek istiyor."

Kokusunu içime doldururken, dünyanın yakıcı oksijenine inat bu adamın bedeninde bir yaşam olduğunu, kokusuyla insanlara yaşam dağıttığını düşündüm. Hisler saklandıkları kara delikten bir bir kafalarını çıkarırken, "Ağrım yok," diye mırıldandım. "Birkaç saatimi dedene ayırabilirim."

Araca doğru yürüdük. Karan sürücü koltuğuna geçerken, ben de yanındaki yolcu koltuğuna geçtim. Cipin içi siyah ve sütlü kahve ağırlıklıydı, koltuklar deridendi. Cipini seviyordum. Biz orta gelirdi bir aileydik ve yalnızca birkaç kez zorunlu olarak bindiğim babamın arabası kesinlikle bu kadar lüks değildi. Karan arabanın motorunu çalıştırdıktan sonra direksiyonu sağa kırarak park ettiği kaldırımdan indi ve araba hızla kendini ileri atarak, hiç sarsılmadan dosdoğru ilerlemeye başladı.

ASİ ÇAKILTAŞIWhere stories live. Discover now