《36》'ÖLÜMLE OYUN'

Start from the beginning
                                    

Sherlock Holmes, hayranlığı takıntı derecesindeymiş 14-15 yaşlarında. Titanik'i ondan fazla izlemiş, Jack'in sevdiğinden ayrılmasından çok yolcu listesinde adı olmadığı için ölüm listesinde de olmayışına içerlenmişti. Jack'in intiharıydı o film, dedi. Ölmeden önce gördüğü bir rüya kadar gerçek dışı ve ölüme gidecek kadar da bilinçli diye eklemişti.

Tabi bunlar izlediklerimizden çıkan sonuçlar, gerisi büyük bir gizem zaten. Soykan çok konuşmuştu ama o, uzun konuşmayı sevmezdi. Buna rağmen anlatmıştı. Ekmeğin içini yiyerek dışını ayırdığını, sürekli ellerini yıkadığını, bunu bazen lavaboya girmeden önce bile yapıyormuş, kıyafetlerinin etiketini giyene kadar koparmadığına kadar öğrenmiştim.

Onun gibi biri için çok tuhaf olan huylar, bende farklı hissiyatlara sebep olmuştu. Çoğunun çocukluğundan kaldığı açıktı ve bu içime dokunmuştu. Hafızam iyiydi. Kendi fark ettiklerim de vardı ancak bunları da unutmak istemiyordum. İlgi çekiciydi belki de.

"İtin leşini ne yaptınız?"

Düşüncelerimi bölen sözler Soykan'a aitti. Arabadaydık ve arka koltukta oturan Taha'ya hitaben konuşmuştu. Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Taha eve gelmiş, Soykan'la konuştuktan sonra yola çıkmıştık. Soykan bu sefer evde kalmamı istememişti. Ama günün nasıl geçeceğinden de bahsetmemişti.

"Attık."

"Nereye?"

"25 bölgeye."

"Gömmediniz değil mi?"

"25. Bölge'ye bırakılan leşlerin gömüldüğü nerede görülmüş?"

Taha gülerek sormuştu sorusunu. Dikiz aynasından Soykan'a bakıyordu. Soykan ise memnun ifadeyle onaylıyordu sözleri. 25. Bölge de mi bir gizemdi yoksa ben de her şeyi öğrenebilecek miydim? Soykan'ın orası için söyledikleri aklıma geldiğinde tüylerim diken diken olmuştu.

İkisinin üzerinde olan bakışlarımı onlardan uzaklaştırdım. Gözlerimi yola çevirerek izlemeye başladım. Yaklaşık on dakikanın sonunda araba durmuştu. Otobanın kenarında bulunan ceplere park eden Soykan, gözlerini önümüzde duran arabaya odaklamıştı. Bir problem olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. Soykan'ın yüzü gergin değildi gerçi. Taha'da da herhangi bir hareketlilik yoktu. Yine de emin olmak için öne odaklandığımda arabanın kapısı açılmış ve Aras sürücü koltuğundan elindeki büyük poşetle inmişti.

Rahatlamıştım. Soykan'ın arkadaşlarını, özellikle Aras'ı görmek de içime bir rahatlık veriyordu. Alışıyor muydum onlara yoksa gördüğüm tek kişiler olduklarından mı böyle hissediyordum, bilmiyordum. Aras'ın büyük adımları Soykan'ın kapısının önünde durmuştu. Soykan ise Aras'ın geleceğini bildiğinden kapısını çoktan açmış ve bekliyordu zaten. Aras eğilerek arkadaki Taha'ya bir bakış atmış, ardından da elindeki poşeti uzatmıştı.

"Doğru olanı getirdin değil mi? Bir sıkıntı çıkmasın." Emin olmak isteyen bir tavırla konuşan Soykan poşeti alırken konuşmuştu. Onun sözlerini Aras oyalamış, bedenini dikleştirmişti. Gitmek için hazırlanırken Soykan'ın sesi tekrar yükseldi. "Taha diğer arabaya geç." Keskin sesi arabayı doldurduğunda gözlerim dikiz aynasında Taha'yı buldu. Neden kovuyordu ki Taha'yı? İfadesini ölçmek istercesine dikkatle izliyordum yüzünü ancak Soykan'ın söylediğine bozulmaktan ziyade kendine gelen bir ifadeyle harekete geçmiş, arabadan inmişti.

Aras ve Taha seri hareketlerle kendi araçların giderken kafamı Soykan'a çevirdim. "Neden kovdun Taha'yı? O da hiç sorgulamıyor." Sorumu sorarak bir cevap beklemeye başladım. Soykan sözlerimi dinlerken oturduğu koltukta bana dönmüştü. "Neyini sorgulayacak pezevenk? Gitsin, bizim yanımızda ne işi var çocuk gibi?" Ne yani yalnız kalmak için mi yapmıştı? Gören de yolculukların uzun sohbet eşliğinde geçtiğini sanardı.

MELÂLWhere stories live. Discover now