Sanırım rahat rahat dertleşebileceğim tek insan Gül teyzeydi. Demirle sevincimi bile paylaşamazken, kendimi anlatmam imkansızdı. Başka da kimsem yoktu zaten. Ha, birde Salim abi vardı ama benim önceden fahişelik yaptığımı bilse, sevdiğim adamı aldattığımı bilse, bir çok kişinin ölümüne sebep olduğumu bilse, eminim hoş karşılamazdı.
Gül teyze benim önceden ne olduğumu ve bir çok yönümü biliyordu zaten. Daha kötü yanlarımı ona anlatabilirdim. Anlatırken utanabilirdin ama o gösterebileceği kadar tepkiyi mezar başında göstermişti zaten.

Not defterimi çıkardım yine ortaya ve içimden gelenleri yazdım Kıvança.

"Gül teyzeye anlatacağım seni. Sana açıklayamadıklarımı ona açıklarım belki. Tıpkı beni bıraktığın için sana vurmak isterken duvara vurduğum gibi. Sana söylemek istediklerimi buraya yazdığım gibi. Senle yaşamak istediklerimi, başkalarıyla yaşamaya zorluyorsun beni. Yapmasaydın keşke.
Belki başkasıyla da gülerim. Başkasıyla da ağlarım. Gezerim, konuşurum. Her şeyi yaparım ama senden başkasına aşık olmam, olamam. Bunu bil."

Defteri kapattım ve kaldırdım. Kıvança söyleyemediklerimi buraya yazmak rahatlatıyordu beni. İçimdeki duyguları döküyordum. Onu o kadar çok özlüyordum ki. Yaşamadıklarımız canımı çok yakıyordu. Onunla gülmek varken ayrı ayrı ağlamak yapabileceğimiz en saçma şeydi.

Fazla zaman geçmeden Gül teyze odamın kapısına vurmuştu. Kalkıp kapıyı açtım ve karşımda dertlerden saçları beyazlamış, omuzları çökmüş ama ona rağmen gülümsemeye çalışan Gül teyzeyi gördüm. Yaşına göre fazla buruşmuş ellerine tatlı paketi duruyordu. Geleceği için odamı toplayabildiğim kadar toplamıştım ama ona rağmen durumumdan utanıyordum. Onu başka bir yerde, daha güzel ve özen gösterilmiş bir yerde ağırlamak isterdim.

"Hoşgeldin." diyerek elindeki tatlıyı aldım ve kapıyı sonuna kadar açarak onu içeri buyurdum.
"Hoşbulduk, yavrum." demesiyle içimde bir sıcaklık yayılmıştı. Annem gibi hissettirmişti. Uzun zamandır hasretini çektiğim bir sevgi sözcüğüydü.
"Kusura bakma, odam yıkık dökük."
"Yok, canım." dedi ve odanın köşesinde duran tahta masanın yanındaki iki sandalyeden birine oturdu. Bana böyle iyi davranabilmesi beni inanılmaz mutlu ediyordu. Sonuçta oğlunu koruyamamıştım.
Ben, bana kızmasına bile hak verirken o fırsat buldukça mezarlıktaki çıkışı yüzünden özür diliyordu. Kocasına kızması gerektiği halde bana kızdığını ve bunun yanlış olduğunu vurguluyordu.
Getirdiği tatlı paketini açtım ve etrafı saran o güzel baklava kokusuyla ağzım sulandı.
"Çatala gerek varmı?" diye sordum. 'Hayır' demesini umuyordum çünkü Salim abiden çatal istemek istemiyordum şu an. Anında baklavaya gömülmek istiyordum.
"Yo." diye karşılık verdi ve ilk tatlıyı o attı ağızına. Bende onu taklit ederek köşeden aldığım bi parçayı ağızıma götürdüm. Tadı mükemmeldi!
"İyi geldi bu." dedim ağızımın dolu olmasına rağmen.
"Afiyet bal şeker olsun!" dedi ve daha fazla yemek istemediğini işaret ederek paketi tamamen önüme koydu.

"Ben seninle biraz dertleşmeye geldim aslında. Geçen mezarlıktada biraz anlattın ama bana oğlumu anlatmanı istiyorum. Son anlarını yani. Çokmu korktu. Acı çektimi fazla?" diye sordu. Çektiği acı yüzünden okunuyordu.
Ona gerçekleri nasıl söylerdim ki? Yangından zehirlendiğini, hastanede yattığını. Bizi orada bulduklarında nasıl büyük bir korkuya kapıldığını nasıl söylerdim? Oğlunun son anlarında ne kadar acı çektiğini ona söyleyemezdim. Ama ona oğlunun cesaretini anlatabilirdim. Beni vurduklarında kaçmak yerine nasıl da her şeye rağmen yanımdan ayrılmadığını, bir kaç saniye de olsa ölümden kaçmayı bıraktığını ona söyleyebilirdim.
"Oğlun, Hüseyin, çok cesurdu son anlarında. Birlikte kaçıyorduk. Şimdi söyleyeceklerimden dolayı belki bana yine kızacaksın ama ben bunu oğlunun ne kadar cesur ve korkusuz olduğunu anla diye anlatıyorum. Biz kaçarken birlikte, beni vurdular." dedim ve onun yüz ifadesine baktım. Acı bir şey duyacaktı. Oğlunun ölümünü anlatıyordum, bu yeterince acıydı zaten.
"Ona kaçmasını söyledim. Gitmesi gerektiğini, kaçabileceğini söyledim. Ama o her şeye rağmen yanımda kaldı ve kaçmadı. Ölümle yüzleşti. Korkmadı. Çok cesurdu. Beni orada korumak için kaldı." diye ekledim ve ellerini tuttum. Ona güç vermeliydim. Çoktan ağlıyordu.
"O garip yavrum hep öyleydi, biliyor musun?" Gülümsedi, göz yaşlarına rağmen.
"Babası içip, içip gelirdi eve. Evi bir birine katar, beni döverdi. İçince bam başka biri olurdu. Sanki canavarlaşıyordu, önüne çıkanı yıkar geçerdi. Aklı olan kaçardı. Ama ben nereye kaçayım? Karısıyım sonuçta. Bana el kaldırdığı her gece Hüseyin dururdu önüne. Bir Hüseyine vururdu, bir bana. Yavrum dayak yiye yiye büyüdü." dedi ve sonunda benide ağlatmayı başardı.

Satılık erkekWhere stories live. Discover now