10. Bölüm

9.6K 514 16
                                    

Şanlı ailesi, yaşadıkları şaşkınlığı bir kenara bırakıp koştular küçük İbrahim'in yanına. Zati iki gündür hastanedelerdi, bağışıklık sistemi iyice çöken bu küçük yavru bazenleri böyle kusma nöbetleri geçirirdi. Hastalığının vermiş olduğu bir solgunluk vardı teninde. Daha yeni yeni belirginleşmeye başladığı saçları ise almak zorunda olduğu ilaçlar yüzünden dökülmüştü. Sevecen bir bebekti İbrahim. Tombul yanakları vardı bir kere vücuduna kıyasla. İnsanın ısırası gelirdi. Mıncıra mıncıra sevmek isterdi insan bu yavrucağı. Amma hastalık onu epey mahsunlaştırmıştı. Çocuksu neşesi kaybolmuştu İbrahim'in. Şanlı ailesi en çokta buna üzülüyordu belkide. Daha küçücük olan bedeni amansız bir hastalıkla cebelleşiyordu İbrahim'in. Burçak hanım ve Cihan bey zaten evlat acısının ne demek olduğunu biliyorlardı. Kızlarını kaybetmişti onlar, bunca yıl öldü bilmişlerdi. Düzenli aralıklarla kabir ziyareti yapmışlardı. Şimdi bir kez daha aynı acıyı yaşamak istemiyorlardı. Küçük İbrahim'in büyüdüğü görmek belkide en çok onların hakkıydı.

Burçak hanım, oğlunun ağlamasını duyduğunda Birçe'nin elini bırakıp gitti yanına. Keza Cihan beyde öyle. Birçe, abilerinin de dikkatinin dağıldığını fark ettiğinde ayağa kalktı. Küçük adımlarla evden çıkıp Hasan emmisinin yanına gitti. Hasan emmi, muhtardan emanet aldıkları atın yanında yeğenini bekliyordu. Birçe istememişti yanında olmasını. Ondan sebep bunca vakit dışarda durmasının.

"Yeğenim? Bir şey mi oldu?"

Birçe omuz silkti. O da bilmiyordu ne olduğunu ve olacağını.

"Küçük çocuk rahatsızlandı galiba, onunla ilgileniyorlar. Ben sana bakayım dedim." dedi Birçe. Kısmen yalandı bu söylediği. Aksine o bunu fırsat bilip ayrılmıştı yanlarından. Hatta niyeti eve gitmekti bir an evvel. Bey babasının vasiyeti bir yana Şanlı ailesiyle yüzleşmeyi kaldıracak halde olmadığını fark etti Birçe.

Bunca zenginliğe, şu koskocaman eve nasıl ola sığamamıştı Birçe? Aklı almıyordu bir türlü. Öldü biliyorduk da ne demekti? Bir insanın ölüp ölmediği nasıl anlaşılmazdı? Birçe sağlıklı düşünemiyordu. İçinde taşıdığı acı onu saçma sapan düşünceleri düşünmeye itiyordu. Halbuki o buraya gerçekleri açığa çıkartmak için gelmişti. Bu hali de neyin nesiydi?

Birçe şu an yalnızca bey babasıyla anasının yattığı döşeğe kıvrılıp uyumak istiyordu. Geleceğe dair hiçbir şey düşünmemek, geçmişin gölgesinde soluklanmamak ve gizemleri araştırmamak. Şimdiden sonra bunları yapabilir miydi sahi? İçi bulanmıştı bir kere, ne yapsa o bulanıklığı gideremezdi. İnsan başına ne gelirse gelsin kabullendiği sürece mutlu olabilir, içine düştüğü mutsuzluk havuzundan çıkabilir. Birçe bir süre daha yeni öğrendiği bu geçek aile meselesini kabullenemeyecekti. Amma bey babasıyla anasının hayır duasını almıştı elbet. Bu günlerde geçecek, Birçe yeni ailesiyle birlikte musmutlu günleri yaşayacaktı Allah'ın izniyle.

Tam Hasan emmisine gitmek istediğini söyleyecekti ki, Mustafa ağası çıktı dışarı koştur koştur. Yüzünde tereddütlü bir ifade vardı. Yaylıma giden hayvanı başka bahçeye kaçmışta onun haberini almış gibi yüreği pır pır etmişti birden bire.

"Birçe, abiciğim! Korkuttun beni!"

Birçe şaşırdı. Niçin korkmuş olabilirdi ki? Soran bakışlarla baktı ağasına.

"Gittin sandım!" dedi Mustafa, neden şimdi sesine endişe bulaşmıştı ki? Fırsat bulsa gidecekti zati Birçe. Ardına bakmak istemeyecek kadar uzaklaşmak istiyordu buradan. Kendisini ait olduğunu hissettiği yere, iki göz odalı evlerine bırakmak istiyordu. Amma şimdi, işte şimdi içinde ılık bir şeyler aktı sanki Birçe'nin. Mustafa ağasının gözlerinde gördüğü endişe onu mutlu etti. İçinden, "Belki de sahiden öldü biliyorlardı beni, ondan düşmediler peşime." Diye geçirdi. İlk kez, bey babasının nasihatı dışında bu aileyi tanımak istedi. Eğer gerçekten de sahi ailesiyse sebeplerini bilmek istedi. Birçe, Mustafa ağasının biricik kız kardeşinin gitmiş olabileceği korkusu sayesinde, ilk kez bu aileyi merak etti.

FELFENAWhere stories live. Discover now