Birçe, on yedi yaşında iki ay evvel annesini kaybetmiş öksüz bir kız çocuğu iken, şimdi de babasının hastalığıyla pençeleşiyordu. Ölüm döşeğindeki bey babasına her baktığında, "Ya o da giderse?" diye üzülüp korkuyordu. Bey babası biricik eşinin, yol...
Birçe, on yedi yaşında iki ay evvel annesini kaybetmiş öksüz bir kız çocuğu iken, şimdi de babasının hastalığıyla pençeleşiyordu. Ölüm döşeğindeki bey babasına her baktığında, "Ya o da giderse?" diye düşünerek üzülüp, korkuyordu. Bey babası biricik eşinin, yol arkadaşının ölümünü kaldıramıyordu. Hasta bedeninin daha fazla direnemeyeceğini hissetmiş gibi çağırdı yanına, tek evladını.
"Birçe... Al yavrum, al bu zarfı. Ben gidiyorum yavrum. Ben annene gidiyorum. Sen de git. Ben gittikten sonra git. Annene, babana, kardeşlerine git. Affet yavrum. Affet. Gitmeli şimdi. Gitmeli..."
Birçe, elinde sadece adresin yazılı olduğu bir kağıt parçasıyla, babasının ruhu çekilmiş vücudunun yanında öylece kaldı. On yedisindeki Birçe, ne yapmalı şimdi? Nereye varmalı? Nereye gitmeli?
🐞
"Kime bakmıştın küçük?"
Birçe, elinde küçücük bir çantayla çaldı bu yabancı insanların kapısını. Kucağında iki yaşlarında bir çocukla dışarı çıkan, sarı saçlarıyla âdeta kendisine olan benzerliğini haykıran bu güzel kadına bakakaldı Birçe. Utanıyordu. Gidecek yeri yoktu. Devlet korumasına girmek istemiyordu. Babasının son dileğini yerine getirecek ve şansını deneyecekti.