《30》'BUGÜN ÖLÜ, YARIN GÖMÜLÜ

Start from the beginning
                                    

Karşımda geniş omuzlarıyla duran Soykan önünde durduğumuz kapıyı açtı. Herkesin dönmek istediği bir ev vardır. Benimki neden burası, neden sığınmak istediğim yer buranın bir odasıydı? Gerçi ev neydi? Bir insan ev olabilir miydi?

Evinizin çatısı tuğladansa binadır, üzerinize yıkılır. Bir insanı eviniz yaptığınızda yıkılan insanın kemikleri canınıza saplanır. Saplanan kemiklerin acısı tuğlaların ağırlığından fazladır. Binanın altında kalırsanız ölürsünüz, kemik yığınları sizi öldürmez, kemiklerin arası nefes aldırır ancak sizi yaşama da döndürmez. Çürürsünüz. İkinizin de ceseti varken biriniz çürük biriniz, ölüsünüz.

O yüzden eviniz tuğladan olsun. Yıkıldığında altında kalın ama ölün.

İnsandan evler sizi birçok duyguyla yarım bırakır. Ya ihanet eder ya da vefat. Örnekleri fazladır. Kemikleri kıran acı kalbi kanatır.

Evim öldü. Enkazı üzerime gömüldü. Neren acıyorsa canın orada atar derdi bir büyüğüm. Canım ruhumda. Ruhu da.

İçeri giridiğimi bile idrak edemeyecek haldeydim. Algımı yerine getiren arkamdan kapanan kapının sesiyle eş zamanlı kulağıma dolan Soykan'ın sesiydi. "Bir şeyler yemek ister misin?" Sorusuyla hızla başımı iki yana salladım. İstemiyordum. Yaşadığım için utanırken yemek yiyemezdim. Midem bulanıyordu üstelik. Ayaklarımın bastığı zeminde biz çıkmadan önce kanı vardı. Şu an yoktu. Kutunun içinde Nefes vardı. Tamamı yoktu. Gözümün önünden o görüntü gitmiyordu. Acının sesi kesilmiyordu.

"Üstünü değiştir o zaman. Sonra dinlen. Yapmak istediğin bir şey varsa söyle bana." Tavırları neden bu kadar babacan geliyordu? Ruhum ikiye bölünmüştü. Biri ondan ölesiye nefret ederken diğeri dakikalar önce o depoda şerefsiz Çağrı'ya yaptıklarını aklıma fısıldıyor, varlığının o kısmına beni ikna etmek istiyordu. Göstermek istiyordu. Zihnimde düşünülecek o kadar çok şey vardı ki hangisini hangi kefeye koyacağımı şaşırmıştım. Zihnim tartmıyor ağırlığı kefeler nasıl alsın?

"Üstümü değiştirip uyumayı denerim. Uyuyabilirsem tabi. Ne yapacağımı bilmiyorum." Sesim belki de saatler öncekine nazaran kısık çıkmıştı. Ağlayışlarım yavaş, gözyaşlarım azdı.

Sözlerime karşılık sakin bir tavırla cevabını aramıza bıraktı Soykan. "Uyku ilacı verebilirim. Evde var." İstemiyordum. Uyuşmak istemiyordum. Nefretimi umutmak, sakinleşmek İstemiyordum. Gerekirse günlerce uyumayayım ama acım ruhumda, nefretim kalbimde kalsın.

"İstemiyorum," dedim kafamı iki yana bir kez daha sallarken. "Bunu benden habersiz de yapma. İstemiyorum." Alışıktı ne de olsa suyuma ilaç katmaya. Heyecanla kabaran içime bu sefer ben kafa tuttum. Şimdi değil diyerek onu bastırdım.

Adımlarım üst kata yöneldiğinde evin içi aydınlıktı. Yüksek camlardan oluştuğu için gün ışığı olduğu gibi etraftaydı. Hızlı adımlarla odaya geçtim. Ardımdan kapanması için bıraktığım kapıyla odanın içinde bulunan kıyafet bölümüne geçtim. Gitmeden önce üzerimden çıkardığım pijama takımına benzeyen bir tane takımı elime alarak banyoya yöneldim.

Banyonun içine girdiğimde ardımdan kapıyı kapattım. Temiz kokan banyonun içini kan kokusu sarmıştı. Parçalanan elinin üzerinde gezdirdiğim botun altına bulaşan kan kokuyu içeriye yaymıştı. Önce onlardan kurtuldum. Ayağımdaki çorapları da çıkardım. Duş almak istiyordum ama regl döneminde duş almak rahatsız hissediyordu. Rahat olmadığım bir dönemde daha da rahatsız olmaya gerek yoktu. Serbest kalan ayaklarımdan sonra üzerimdekilerin tamamından kurtularak pijama takımını giydim. Yakalı ve düğmeli olan üstüyle gerdanım açıktaydı. Orada boynuma taktığı kolye vardı. Aynanın yansımasında koluna saplandığı için kalbini parçalamayan kolyeyle bakışıyordum. Herkes onun kadar şanslı ya da deneyimli değildi. Kalbine saplanan kurşunla hayattan gitmişti biri. Düşünceler zehirliydi. Öyle ki ruhuma kadar morarmış, zehri kanımdan atamamıştım.

MELÂLWhere stories live. Discover now