Karanlık aydınlıklar

173K 5.9K 784
                                    

Elim ayağım titrerken buğulanan gözlerim telefonun ekranını bulanık  görmeme sebep oluyordu. Tekrar tekrar başa alıp okudum mesajı. Kalp atışım hızlandı nefes alışım artık normal değildi.

Evet bir kız için hatta gerçekten seven bir erkek için bile katlanılması güç olan şey başıma gelmişti. Dün gece Burak'ı ararken ona seslenen sevgilisi bugün bana mesaj atmıştı. Hem de Burak'ın telefonundan. Burak buna izin verecek kadar düşmüştü. Sonuçta ben onun yıllardır tanıdığı arkadaşıydım. Belki haberi yoktur diye geçirsem de içimden, ağlamama engel olamıyordum.

İçim gidiyordu ama O içimden gitmiyordu...

'Sakın bir daha Burak'ı arayıp rahatsız etme. Biz onunla çok mutluyuz ve bir mutluluğa engel olacak kadar kötü bir kız değilsindir değil mi?'

Cevap vermek vardı şimdi ama sanırım en güzel cevap sessizlik olacaktı. Burak'ı telefonumdan ve bütün sosyal ağlardan sildim. Yerimden doğrulup eşyaların arasından deli gibi bir defter arıyordum. her tarafı aramama rağmen nereye koyduğumu bilmiyorum. İki elimi başımın arasına koyarak düşünmeye başladım bir o yana bir bu yana koşturuyor hatta mutfağa dolaplara bile bakıyordum.

Kısa bir uğraşın ardında nihayet defter elimdeydi. Hemen hızla arasından ikimizin fotoğrafını buldum. Evet yapacağım son şeyi de yapacak, fotoğrafımızı yırtıp atacaktım. Son bir kez baktım yüzüne derin bir nefes çekerek içime. Sanki karşımdaymış gibi yalvarırcasına baktım gülen gözlerine. 'Ah gülüşüne aşık olduğum adam bir görsen bendeki seni, kimsenin seni sevmesine izin vermezdin bilirim. Madem mutlusun mutluluk senin olsun.' diye geçirdim içimden.

Zaten sevdiğimden haberin olmamıştı vedalarım incitmezdi seni. Zaten kanayan yüreğime merhem olmaya niyetin yoktu, bırak bari dokunma duygularıma da kanayan yaralarım kabul tutsun.

Fotoğrafı avuçlarımın arasında parçalayıp avucumu yumruk halinde kalbime koymuştum. Bir yandan ağlıyor diğer yandan fotoğraf tuttuğum elimle göz yaşlarımı siliyordum.

Elimi yüzümü yıkayıp dışarı çıkmak nefes almak için hazırlanmıştım. Merdivenlerden inerken ayağım takılmış düşmekten son dakika kurtarmıştım kendimi. Dışarı çıkmak istiyordum, dışarı çıkmak, nefes almak, bilmediğim bir yerde içimden geldiği kadar  ağlamak. Kapının önüne gelince Bir taksinin karşı daireye birilerini getirdiğini gördüm. Tam gidecekti ki göz göze gelmiştik ve elimi kaldırdığımı fark etmişti. Hemen arka koltuğa geçip dikiz aynasından bana bakan simsiyah gözlere titreyen sesimle 'gidelim' dedim.

Nereye diye sormadı taksici. Ve ben de beni nereye götüreceğine dair fikir yürütemiyor hatta hiç birşey düşünemiyordum. Taksinin camından kendisini gecenin koynuna bırakan İstanbul'u izliyordum. Şoför genç olduğundan olsa gerek dinlediği müzik arabesk değil slowdu.

Ah şu müzikler ruhun gıdası, aşkın acısı gibi. Nerende yaran varsa tam da orayı tutup acıtıyordu.

Ellerimi dudaklarıma  götürmüş bir yandan tırnaklarımı diğer yandan ise dudaklarımı ısırıyordum. Sesim çıkmasın diye cebelleşirken, Taksicinin bana bakarak, 'ne yapmak geliyorsa içinden onu yap' dedi.

O kadar yumuşak ve teselli eden bir sesi vardı ki, göz yaşlarım daha da hızlandı. Bu hep böyledir zaten hani zar zor tutarsın da kendini birisi sana 'neyin var' dediğinde neyin var neyin yoksa dökersin ya içinden, heh benimki de o hesap.

Yol boyunca hiç cevap vermedim o da birşey demedi. Keşke deseydi. teselli edecek bana bir umut verseydi.çok geçmeden yüksek bir yere getirdi beni. Taksiyi istop edip hızlıca arabadan inip kapımı açtı. Masum bir bebeğin annesine bakar gibi baktım gözlerine. Arabadan indikten sonra eliyle İstanbul manzarasını gösterip yüzüme bakmadan konuştu. 'Bak burası İstanbul !' sesinde biraz sitem biraz nefret ve biraz da şefkat vardı.

AŞKIN MAVİ TONU (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin