Bölüm 8 - Ölümün Gerçek Hâli

110 12 59
                                    

Keyifli okumalar ^-^/

ww

“Tadını nasıl buldun?” diye sordu Aram merakla. Aslında dışarı çıkmak istiyordu ama gücünü kısa süre evvel kullandığı için kendini henüz toplayamamıştı. Çevrede bir avcı ihtimali olma riskini göze alıp Narin'in ardından gitse onu da tehlikeye atma ihtimali yüksekti.

Fulya, yüzünü buruşturdu. “Çok acı! Aylardır ilk defa bir şeyin tadını alıyorum.” Ne var ki boş bardağı, Aram'ın elindeki çay tabağına geri koyarken sendeledi. Bardak, yere düşüp kırıldı. “Bir tuhaflık var.”
Genç adam dikkatli bir edayla onu süzdü. “Evet, var.” diye karşılık verdi biraz düş kırıklığı biraz da merakla. “Umduğum etki bu değildi.”

Fulya’nın ayakta duracak gücü kalmamıştı. Destek alabilmek maksadıyla onun kolunu tuttu. “İçim yanıyor sanki.” dedi güç bela. “Çayın geçtiği yerlerde şiddetli bir yanma hissi var. Nefesimi kesiyor.”

Onun elinin kaydığını hisseden Aram, “Müsaadenle!” diyerek Fulya'yı kucağına aldı. Salondaki koltuğun üzerine yatırılan genç kadın acıyla haykırmaya başladı. Vücudu her an belinden kırılacakmış gibi kasılıyor, kıvranıyor, sabit bir şekilde duramıyordu. Nihayetinde etrafa kanla karışmış gelincik çayını kustuğunda Aram, “Zehirlenmişsin.” dedi şaşkın vaziyette.

Ağzındaki kusmuktan geriye kalanları hiç düşünmeden halının üzerine tüküren Fulya’nın söylediği ilk söz, “Bir şeyler yap.” oldu.

Aram hızlıca mutfağa geçti. Beyaz porselenden küçük demliğin içine az evvel kaynattığı sıcak sudan koydu. İçine de bir tutam kurutulmuş kök attı. Demliği ocağın üstüne koyup altındaki ateşi açtı ve iyice kıstı. Sonra da kolundaki yuvarlak kadranlı, kayışı kahverengi deriden, içindeki iskeleti belli olan saate bakarak zamanı kontrol etti. O esnada bir gürültü peyda oldu. Tekrar salona döndüğünde Fulya'yı yerde buldu. Acı içinde kıvranan genç kadının yüzü, elleri ve bütün bedeni kırışmıştı. Kasılırken çatırdayan omurgasının sesi, sıradan insanlar için düşük bir tonda olsa da Aram için kulak tırmalayıcı cinstendi. Üstelik kadının her yanında kesikler belirmeye ve amansız bir koku, etrafa yayılmaya başlamıştı.

“Ölü-yor mu-yum?”

“Bilmiyorum.” Telaşlıydı. Müsaade isteyerek onu tekrar kucağına aldı ve koltuğa koydu. “Tek bildiğim, sizin bizim kadar kolayca ölmediğiniz.”

“Kolay-ca ölmüyor muyuz?” Fulya gülmek istediyse de acı içinde kıvranmaktan fırsat bulamadı. O zaten ölüydü. Ölümü dahi hissetmeden hayata veda etmişti. Bir gün muhakkak her insanın tadacağı bu elzem hâl, ikinci defa tekrarlanabilir miydi? Ancak onun için asıl ölüm, Ağrı Dağı'nda gerçekleşmemişti. Şu anda, evinin en sevdiği odasında son nefeslerini alıyordu ve yanında kimse yoktu. Herkesi uzaklaştırmış, yalnızlığıyla baş başa kalmıştı. Tek şahidi ise bilmek istemediği bir dünyanın sakiniydi.

Ağlıyordu. Gözlerinden yaş yerine kan ve irin akıyordu. Bedeninde açılan yaralarda kırmızı ve yeşilin gelişigüzel karışımı vardı. Yayılan koku, onu dahi rahatsız edecek keskinlikteydi. Tam o esnada, nefesinin donduğunu sandığı sırada gözlerinin önünde Kamer'in kara sisten bir şemaili belirdi. Suratında her zamanki kibirli sırıtışı vardı, bu da ağzını yamultmuştu. Kara gözleri her an saldıracakmışçasına bakıyordu. Sol elini, kurbanının kanına susamış bir tilki gibi öne uzatmıştı. Yamuk dudakları kımıldadı.

SAKLI SOYLAR ¤ Yar-Sub ÇatlıyorHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin