46. BÖLÜM: SOLUK

Start from the beginning
                                    

"İlk kez nereye gittiğimizi sormuyorsun," dedi, yaklaşık bir saattir arabayı sürüyordu ve tek kelime konuşmamıştık. Sessizliği kıran bu kez ben değildim, Karan'dı.

"Nereye gittiğimizin bir önemi yok," diye fısıldadım solgun bir sesle.

"Öyle mi?"

"Evet. Sonuçta sen yanımdasın."

Vites kolunun üstünde duran büyük eli vitesin başını daha sıkı kavradı. Gözlerimi ön camdan bir an olsun ayırmasam da hemen dibimde olduğu için, gözlerim onun hareketlerini o yöne bakmasam bile analiz edebiliyordu.

Yolculuğun devamında yine sessizlik hakimdi. Üstünden geçtiğimiz yollar, geride bıraktığım bir geçmişin cesediymiş de Karan o geçmişin cesedine ayaklarıyla taşıdığı toprakları döküp üstlerini örtüyordu sanki.

Güneş, göğün bağrında bir sigaranın kül tablasının içinde söndüğü gibi söndü. Gökyüzü turuncu bir ateş topuyken yavaş yavaş ışığını kaybetmeye, grileşmeye başladı. Geçtiğimiz yolların etrafına dikilmiş tabelalara bakmıyordum, gözüm arada sırada o tabelalara dokunsa da zihnim yazıları kabul etmiyordu ve gözlerimi hızla tabelalardan uzaklaştırıyordum.

Belki de gittiğim yeri bilmek istemiyordum.

Sonunda araç çok daha sakin bir caddede ilerlemeye başlamış, Karan radyoyu açmış, arabanın içinde çok da ağır olmayan, yavaş soluklu bir şarkı çalmaya başlamıştı. Caddenin kenarına yerleştirilmiş kaldırımlarda yürüyen kalabalığı izlerken alnımı cama yasladım. Yol kenarlarına süpürülmüş kar birikintileri küçük tepecikler oluşturmuştu.

Eski, ahşap evlerle dolu bir mahalleye girdiğimizde kafamı camdan çekerek doğruldum, gözlerimi ön cama çevirdim. Merakla etrafıma bakınmaya başladım. Mahallenin küçük çocukları kenarda oyun oynuyor, sokak hayvanları çöpün başına toplanmış, çöpün etrafındaki poşetlere umutla kafalarını daldırıp günün onlara getireceği kadarına ulaşarak karınlarını doyurmaya çalışıyorlardı. Arabayı fark eden küçük çocukların gözlerindeki o parıltıyı gördüm, sırtı hâlâ araca dönük olan çocukların omuzlarına vurarak arabayı işaret ederken gerçekten heyecanlı görünüyorlardı.

"Karan abi!" diyerek arabanın önüne doğru koşan uzun boylu, zayıf erkek çocuğuna baktım. Kalbim korkuyla hızlanırken Karan'ın direksiyondaki elini sıkıca kavrayıp endişeyle bağırdım. Çocuk, hareket eden arabaya doğru öyle hızlı koşuyordu ki, aklım yerinden oynamıştı.

"Velet," dedi Karan merhameti ses tonunun duvarlarına kuşatarak. Aracı yavaşlattı, ardından tamamen durdurup arabanın camını indirdi. Çocuk heyecanla camdan içeri baktı.

"Abim gelmiş be!" dedi heyecanlı heyecanlı. Gözleri diğer çocuklara kaydı. "Lan Bekir!" diye bağırdı şiveli bir aksanla. "Billase buraya gelsene!"

Karan güldü. "Ulan tamam, ne bu heyecan? Artist görmüş gibi paniklemesene." Başını iki yana salladı. "Hadi da, çekil önümden de gideyim. Gece çıkacağım dışarı, o zaman giderirsiniz özleminizi."

"Ama Bekir seni görseydi be abi. Ben gece dışarı çıksam bilene o çıkamaz."

Adının Bekir olduğunu düşündüğüm küçük erkek çocuğu koşturarak Karan'ın arabasının önüne geldi. Küçük ellerini arabanın ön kaputuna yasladı, boyu zor yetiştiğinden zıplayarak arabanın ön camına bakmaya çalışıyordu. Karan kornaya bastı, küçük çocuk korkarak yerinden sıçradı, ardından gülerek cama doğru dolandı.

"Aslan abim gelmiş!" dedi gözleri parıldarken. "Ver elini öpeyim abi!"

"Yürü git lan deyyus," dedi Karan şefkatle çocuğa bakarken. "Çekilin önümden, işlerim var. Görüşeceğiz sonra yine."

ASİ ÇAKILTAŞIWhere stories live. Discover now