44. BÖLÜM: ÖTENAZİ

Start from the beginning
                                    

Ruhumun yaralarına tuz basan bakışların sahibinin orada, kapının ağzında dikildiğini biliyordum.

Annemin buz kesmiş ayaklarını avucumla ısıtıp, omzumla annemi yukarı itmeye çalışırken fısıldadım:

"Yardım et bana. Lütfen."

Yüzümü buz gibi ayaklarına yaslayıp, omzumla onu yukarı iterken gözlerimi kapıya çevirdim. Dümdüz duruyordu. Gözlerini annemin buz kesmiş bedenine dikmiş, kirpiklerini birbirine bir kez olsun değdirmeden, ucu bıçaklı bayrağı kalbinin ortasına dikmişler gibi hareketsizce orada öylece bize bakıyordu. Sisler örttü kalbimizi. Yağmur beni yakan ateşin üstüne yağdı ama bu kez değil söndürmek, biraz olsun ıslatamadı.

"Yardım et bize. Lütfen."

Ayaklarım yerde kaydı. Dizlerimin üstüne düştüm, onun çıplak ayakları saçlarım boyunca sürtündü. Sallandı. Tekrar doğrulup kalkmaya çalıştım, ayağım bir kez daha yerde kaydı ve dizlerimin üstüne düştüm.

Siyah gözlerine yayılmış bir kıyamet vardı. Beni öldürmeye başlayan bu zehir, onu yavaş yavaş çözüyordu. Dizlerimin üstünde emekleyerek annemin ayaklarına yaklaştım ve buz tutmuş ayaklarını avuçlarımın arasına alıp ısıtmaya çalışırken, "Durma orada öyle!" diye çığlık attım. "Orada öyle durma! Örtü getir! Ceket getir! Çorap getir! Bana bir ip getir!" Hıçkırdım, gözlerimden bir damla dahi akmadı ama öyle bir hıçkırdım ki, kaburga kemiğimde yürüdü kalbimin tuzlu teri.

Bir el omuzlarımdan tuttu ama o kadar kısa sürdü ki dokunuşu, belki de bu benim hayal gücümdü. Gözlerimi kaldırıp ona baktığımda annemi kucakladığını gördüm. Karan, annemi tuttu ve daha yükseğe kaldırdı. Bakışları annemin yüzüne kilitlenmişti ama ben o bakışları takip edip anneme bakamadım. Bakmadım değil, bakamadım.

"Yapma," diye mırıldandı. "Sana yalvarıyorum, bunu ona yapma."

"Anne," diye fısıldadım ayaklarını avucumla ısıtmaya çalışırken.

Kan bu kadar çabuk soğumayı babamdan mı öğrenmişti?

Annemi oradan indirdiğimizden sonrası sadece yağmur sesiydi benim için. Gök bir şeylere kızgındı. Bağırıyordu, çığlık atıyordu, gözyaşı döküyordu; kendi göğsünde ışıklarını bir yakıyor, bir söndürüyordu. Sırtımı duvara yasladığımda ellerim uyuşuktu. Yerde oturuyordum. Bacaklarımı öylece ileri doğru uzatmıştım. Dışarıda yanıp sönen ambulans ışığını görebiliyordum, koridorun duvarlarını kendi rengine boyuyordu.

Duyularım her şeye kendini kapatmış gibi görünse de algılarım o kadar açıktı ki, gözlerimi kusmak, sesimi kesmek, aldığım kokuları kanatmak istiyordum.

Göğsüm o kadar boştu ki, biri duvar sanıp orayı yumruklasa, eli kalbimin içine girerdi; göğsüm o kadar doluydu ki, biri duvar sanıp orayı yumruklasa, tüm kemikleri kırılır, oluk oluk kan dökerdi.

Birkaç sağlık görevlisi içeri girdi. Biri çığlık atıyordu, attığı her çığlık sokağın altını üstüne getiriyordu. Bu çığlığın sahibinin Defne olduğunu biliyordum ama hiçbir şey hissetmiyordum. O ip koridorun ortasında duruyordu ama annem neredeydi bilmiyordum, aslında biliyordum ama dönüp o tarafa bakmıyordum.

Karan neredeydi bilmiyordum, aslında biliyordum ama dönüp ona da bakamıyordum. Üstü yağmur damlacıklarıyla dolu ceset torbasının fermuarı çekilirken gözlerimi sıkıca yumdum. Soğuk, gırtlağımı oyuyordu. Derinde bir yerde yaşayan diğer kız suskundu, annemi asan ip onun dudaklarını dikmişti.

Durdum. Gözlerimi açtım. Gördüğüm ilk şey duvar oldu. Ardından o duvara bir çift bacak girdi. Ve bir ceset torbası. Ve bir çift ayak daha. Benden uzaklaştırılan o torbaya bakarken göğsümün buruştuğunu, buruşan göğsümün içindeki kalbimin sıkıştığını hissettim.

ASİ ÇAKILTAŞIWhere stories live. Discover now