♾ 48. Bölüm "Müphem"

En başından başla
                                    

Devamını dinleyemedim, çünkü kulaklarım duyduklarım yüzünden uğulduyordu.

Hazar'ın babası yaşıyordu!

Melek teyze (hâlâ alışamadım teyze demeye ama sorun değildi) kocasıyla gizli gizli konuşuyordu!

Ve en büyük problem, Hazar babasının yaşadığını bilmiyordu.

Keşke... keşke pembe şeytanı dinleyip hiç dinlemeseydim.

Toparlanıp birkaç adım geri gittikten sonra sanki mutfağa doğru geliyormuş izlenimi verdim. Kapını eşiğine yaklaşınca Melek teyze beni görüp, "Ya ya, dostlar sağ olsun canım benim. Sorun yok, düşünmeniz yeterli. Ecel bu, ne zaman geleceği belli olmuyor... Evet evet, siz de kendinize iyi bakın. Hayırlı günler." deyip telefonu kapatınca bu kadından gerçekten korkulması gerektiğini düşündüm.

Haksız da sayılmazdım, ben böyle çevirmeyi Sema'da bile görmemiştim.

"Ah, Ilgaz kızım, bir şey mi oldu?"

Bir şey mi olması gerekiyordu? Size aşırı sinirliyim ama bunu bilmenize gerek yok.

"Su içmeye geldim, siz iyi misiniz Melek teyzeciğim? Renginiz atmış sanki?"

Bardakların olduğu dolabı parmağıyla gösterince iki bardak çıkarıp su doldurdum. Birini de ona verdim.

"Bugün şey, çok yoruldum. O yüzdendir kızım," dediğinde doldurduğum suyu büyük yudumlarla bitirdikten sonra bardağı tezgâha koyup gözlerimi Melek teyzenin tedirgin bakışlarına sabitledim.

"Mağlum yıllar çabuk geçiyor, insan gün geçtikçe de yoruluyor tabi." deyip gülümsedim, nefeslendikten sonra devam ettim.

"Bir de cenaze falan, Allah rahmetini esirgemesin. Ölmesi, kötü bir durum gerçekten. Ailesi falan yok mu Selin'in?"

Konuyu başka yöne çekmem, onu rahatlatmıştı.

"Var, var da ailesinin umrunda değil ki. Kızlarının ölüsünü bile görmek istemiyorlar. Hazar'la evlenmesi de büyük etken tabi."

"Allah'tan rahmet dilemekten başka bir şey gelmez elden. Benim çıkmam gerekiyor." deyip hareketlendim. Daha fazla burada kalırsam kendimi kesecektim.

Sema'yla birlikte çıktıktan sonra duyduğum her şeyi Sema'ya anlattım. Kimseye söylememesi için tembihledim. Özellikle Yekta'ya söylememesi için uyardım.

Telefonum titreyince mesajı açıp okudum.

Hakan Çetin: Annen bende Ilgaz

Hakan Çetin: Gelmezsen olacakları ben bile tahmin edemiyorum

Hakan Çetin: *konum*

Zaten annemin onun yanında olduğunu biliyordum, dün onun günlüğünü aldığımı fark etmişti, mesaj göndermişti, geleceğimi de söylemiştim. Peki neden annemle tekrar tehdit ediyordu?

Sema'yla ayrı geldiğimiz için onunla vedalaşıp arabamı hızlıca çalıştırdım.

Hakan'ın evine geldiğimde korumaların arttığını fark ettim. İkiyken 6 olmuşlardı. Sorsam, nedenini söylemeyeceklerini bildiğimden biri tarafından açılan kapıdan girdim. Önümdeki adamı takip ederek salona girdim.

Hakan'ı, elinde fincanıyla bekliyordum. Ama burada değildi. Siyahlar içindeki adama kaşlarımı çatarak baktım.

"Birazdan burada olur." deyip salonu terk etti.

Birkaç dakika boyunca ayakta sabırsızca beklerken Hakan'ın merdivenlerden indiğini görünce, yüzüm ciddi bir hâle büründü. Salona girdi, koltuğa oturdu. Eliyle yanındaki tekli koltuğu gösterdi.

"Hoş geldin, otursana." dedi.

Gösterdiği koltuğa oturdum, "Annen, emin ellerde. Hastaneden daha iyi bakıyorlar." dedi gülümseyerek.

Bunu zaten geçen gelişimde de söylemişti.

"Biliyorum. Ama onun için gelmediğimi biliyorsun." dedim kaşlarımı kaldırıp direkt ona baktım.

Afalladı, şaşkınlıkla yüzümü inceledi. "Ne için geldin?" dedi.

Anlamamazlıktan mı geliyordu, yoksa attığı mesajı unutacak kadar kardeş olmamız onun gözünde bir hiç miydi?

"Son mesajlara baksana," dedim. "Dün mesaj attın." Elini cebine atıp telefonunu hızlıca çıkarıp açarken bir yandan da konuştu.

"Ben mesajları direkt silerim, bak, mesaj kutuların hepsi boş." diyerek telefon ekranını bana çevirdi.

Kendi telefonumu çantamdan çıkarıp uygulamayı açtım, onunla olan mesajları göstermek için telefonu ona veridm. Dünden beri olan mesajların her birini okurken yüzü şekilden şekle giriyor, bir elini dizlerine sürtüyordu. Okuyup bitirdikten sonra yüzüme dehşetle baktı, ben ne olduğunu anlamadan onun dehşetle açılmış kahve gözlerine bakarken bir anda ayağa kalktı, onunla beraber ben de ayağa kalkarken bir anda sendeliyip yüz üstü düşmesiyle ağzımdan çıkan çığlığa engel olamadım.

İleri atılıp yere çömeldim. "Hakan!" diyerek yanaklarını patakladım. Kapalı gözleri yarı açılınca "Hakan, iyi misin?" Göz kapakları bir açılıp bir kapanıyordu. "Kendine gel, bana bak, Hakan!" Yanaklarına vurmaya devam ettim, adamları çağırmalı mıydım?

Sanki başı ağrır gibi elini başına götürüp gözlerini sıkı sıkı kapattı. "İyiyim Ilgaz. Vurup durma." deyince bir anda ellerimi çektim.

Ne olmuştu ya öyle?

Biraz bekledim. "Tek başına kalkabilir misin?" deyip gözlerimi yüzüne diktim. Başını olumlu bir şekilde sallayıp yerinde doğrularak oturur pozisyona geldi, bir eliyle yerden destek alıp kalkmaya çalışırken düşer gibi olunca tutunması için kolumu uzattım.

Bir koluma, bir de yüzüme baktı, elini koluma koyup destek alarak ayağa yavaşça kalkarken ben de onunla birlikte doğruldum.

Kolumu kendime çektim, "İyi misin?" diye sordum. "İyiyim." dedi sadece. Az önce oturduğu L koltuğa tekrar otururken ben de aynı yerimi alarak tekli koltuğa yerleştim.

"Bence her şeyi anlatmanın zamanı geldi." deyip gözlerimin en derinlerine baktı, konuşmasına devam etti.

"Kardeşim..."

Huuh!

Bölümü daha da uzatıp her zamankinden üç dört kat daha uzun yazmak isterdim ama sizi bunaltmak istemedim.

Bölümü nasıl buldunuz?

Sizce ne konuşacaklar?

Kel Uakari diye hitap ettiğimiz Hakan'la, Pembe Peri Armadillosu Ilgaz, gerçekten kardeşler midir?

Ilgaz gibi ben de size soruyorum, ne oldu ya öyle?

Yıldızlarınızı parlatarak beni sevindirirsiniz diye umuyorum

Diğer bir bölümde görüşmek üzere*-*

Allah'a emanet olun. Seviliyorsunuz💫

AldatılıyoruzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin