1. BÖLÜM: KONFERANS

En başından başla
                                    

Bomboş gözlerle ona baktığımda gözlerini devirerek, "Hadi," diye homurdandı. "Geç kalacağız diyorum Bayan Yürüyen Cenaze."

Ona doğru dönmeden elimi arkaya attım ve şemsiyeyi tutup çektim. Defne yanımdan sıyrılarak geçti ve hemen önümde, pembe, üstünde gül desenlerinin olduğu gösterişli şemsiyesini açtı. Açılan şemsiyenin altına girdiğinde yağmurun şemsiyeye vururken çıkardığı seslere kulak kesildim.

"Hareket edecek misin?" diye sorarken huysuzlanıyordu. "Üşüdüm."

Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım, yağmur bana ulaşamasa da öyle güzel yağıyordu ki, bir an gözümü gökyüzünden alamadım.

"Ne güzel yağıyor," diye fısıldadım.

"Bir şey mi dedin?"

"Yağmur."

"Hım?"

"Hiç."

Şemsiyemi açtım. Benim simsiyah şemsiyem, Defne'nin şemsiyesinin yanında tıpkı kızını okula götüren baba şemsiyesi gibi duruyordu. Durdum. Düşüncemin saçmalığı altında ezildiğimi hissettim. Ama en azından gördüğüm kadarıyla öyleydi. İlkokulda, ortaokulda... Kızlarını okula getiren her babanın şemsiyesi siyah, kızlarının rengârenk oluyordu. O yüzdendi belki de bu düşüncenin sebebi.

Yaşadığım değil, gördüğüm şeylerden yola çıkarak hayatımı sürdürmeye alışmıştım ben.

Yağmur şemsiyemin üstünü kaplayan tavana çarpmaya başladı. Sokağın başındaki çöp kovasının içinden kafasını çıkaran gri tüylü kedinin tüyleri yağan yağmurdan dolayı ıslanmış, çok daha koyu bir renge boyanmıştı. Yavaşça zıplayıp çöp kovasının üstüne çıktı ve yere atlayıp kendini yağmurdan koruyabileceği bir yer bulmak için sokağın diğer tarafına doğru koşmaya başladı.

"Üşümüyor musun ya?" diye homurdandı Defne. Bakışlarım yavaşça ona doğru kaydığında bana değil, elindeki cep telefonuna baktığını gördüm.

"Bana mı dedin?"

Bakışlarını kaldırıp bana alaycı gözlerle baktı. "Yok, telefona. Sana diyorum. Trençkotunu üstüne geçirmeye ne dersin? Bence çok muhteşem bir fikir," dedi iğneleyici bir tonlamayla. "Sana baktıkça ben üşüyorum."

"Bakma o zaman."

Defne, "Bir kere şaşırtsana beni," diye homurdandı. "Her neyse. Bugün konferans var, unutmadın değil mi? Bayağı ünlü bir iş adamı konuşmacı olarak katılacakmış, öyle duydum. Senin bölümün işletme değil mi? Belki adamdan bir şeyler kaparsın. O konferansa katıl bence. Ben de katılacağım." Defne telefonunu kapatıp ceketinin cebine koydu.

"Bilmiyordum." Omuz silktim. "Katılacaksa katılsın, bana ne? İşim olmazsa uğrarım."

Defne şemsiyeyi kolunun kenarına sıkıştırıp ellerini birbirine sürterek ısıtmaya çalışırken, "Çok zenginmiş," dedi imalı bir ses tonuyla. "Ve çok da yakışıklıymış."

"Ne yapayım?"

Defne profilime alık alık bakmaya başladığında adımlarımı hızlandırdım. "Yine Merve, yine soğuk nevalelikleri," diye homurdandı arkamdan. Kendi ablam bile bana katlanamazken, diğer insanların bana katlanabileceğini düşünmek elbette büyük ahmaklık olurdu.

Biz yoksulluk çeken bir aile değildik. Babam Mehmet, Fethiye'de nam salmış bir giyim mağazasının müdürlüğünü yapıyordu. Fethiye, yani topraklarında yetiştiğim bu şehir, küçük ama ziyaretçisi bol olan bir tatil beldesi olduğundan babamın kazancı iyiydi. Çoğu insanın buraya alışveriş yapmak ve ünlü koylarda konaklamak için geldiğini biliyordum. Defne'yi beklemedim, fakülte evimize çok uzak bir mesafede değildi. Fakültenin bahçesinden içeri girerken rahatsız edici bakışları üzerimde hissedebiliyordum. Ne zaman bu bahçenin kapısından içeri adım atsam, aynı bakışların tuhaf aurası altında eziliyordum. Acaba aynı şekilde ben onları incelesem nasıl hissederlerdi?

ASİ ÇAKILTAŞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin