♾ 21. Bölüm

En başından başla
                                    

"Nasıl yani? Evde de kahveleri kendi mi öğütüyor yoksa?"

Bunu alayla söyleyince gözlerimi devirdim. Dudaklarını birbirine bastırmış gülmemek için zor duruyordu.

Gülsene...

Aff anne, yine ne istiyorsun benden? Bıhtım ya, gerçekten bıhtım!

"Hazar, öyle kampuçuno, enspırenso, latteh kahvelerden içemiyor."

Cappucino, espresso, latte... Annemin deyimiyle kampuçuno, enspırenso, latteh...

"Ee, nasıl kahve içiyorsun sen Hazar? Bu sefer evde kahveyi kendin öğüttüğüne inanacağım."

"Iıı, yok. Ben şu zincir marketlerde satılan kahvelerden içiyorum."

"Sende mi?" Ne sende mi? Sende mi bana aşıkmışsın?

Yani ben aşıkmışım. Bana da annem söyledi.

"Sende mi derken?" Ben de seni seviyorum de. Tüübe tüübee...

"Sende mi seksen beş kuruşluk bim kahvelerinden seviyorsun?"

"Evet. Hem de üçü bir arada."

"Ben onu da seviyorum ama fındık aromalı daha güzel."

Demek fındık aromalı...

"Zevkler ve renkler tartışılmaz."

"Evet..."

"Öyle yani..."

"Peki..."

"Tamam."

Bu konuşmanın sonu nereye gidyordu, bilmem ama içim bir hoş olmadı değil.

"Ee, hadi gidelim bari, sevdiğin kahvelerden var burada. İçeriz beraber."

"Ilgaaağğzz! "

Ilgaz'la olan konuşmamı bir çığlık böldü. Bir annem, bir de bu çığlık yeminle.

Sesin geldiği yöne doğru döndüm. Yanlış hatırlamıyorsam Sema'ydı.

"Ya sen neredesin ya? Oy oyy, ben seni ne kadar özledim, haberin var mı ha?"

Hem kızıyor hem sarılıyordu.

Annem de bana bakıyordu. Gözlerimle 'ne bakıyon anne' dedim. O da 'hiiç, aşık oğluma bakıyomm' dedi.

Umarım yanlış anlamışımdır.

"A- aaa! Hazar da buradaymış. Hoş gelmişsin, sefâ getirmişsin."

"Hoş bulduk."

Annemle tanışma faslı da bittikten sonra, kafeyle restorantı birbirine bağlayan kapıdan geçtik. Burası daha kalabalıktı. Kasa bölümü bile vardı. Yani kahveyi alan gidebiliyordu demek ki.

Kasaya yakın olan boş masalardan birine geçtik. Ilgaz ne içeceğimizi sorarken beni es geçti.

Bu iyiye işaretti...

Ilgaz bana ve kendine kahveyi hazırlamak için giderken, annem de kendi Türk kahvesini yapacağını söyleyip peşinden gitti.

İçeriyi merak ettiği için gittiğini sadece ben biliyordum...

"Ee, Hazar nasıl gidiyor hayat?"

"Yani, iyi gibi."

"Niye iyi değil de iyi gibi? Yoksaa, sen aşık mı oldun? "

"Ne aşık olması? Ben mi aşık olmuşum? Ben kime aşık olmuşum? Benim niye haberim yok? Tabi ki aşık değilim. Hepiniz iyice saçmalamaya başladınız."

Ben konuşunca Sema da söylediğim şeylerden bir şey bulmuş gibi atıldı.

"Benim gibi başka kim saçmalalıyor ki?"

"Annem..."

"Annen de mi aşık olduğunu söylüyor? "

" Evet, kalbim ağrıyor diyorum. Doktorun Ilgaz diyor. Aşıksın oğlum diyor. Ben mi aşık olmuşum Ilgaz'a .Hah, külahıma anlatın siz. Sinir oldum ya... Bıhtım yeminle bıhtım. Kimse anlamıyor beni. Psikoloğa gideceğim. Evet ya. Psikoloğa görünmem gerek."

Sema bana melül melül bakıyordu.

"Ne bakıyorsun Sema?"

"İçinde şöyle bir şarkı çalıyor mu Ilgaz'ı gördüğünde? Aşıksın dırırırım. Aşıksın dırırırım. A-şık-sı-"

"Yeter be Sema! Ben kimseye aşık değilim. Ilgaz'a hiç aşık değilim."

"Anladım ben anladım."

"Ne anladın?"

"Sen oluşan duygularından korkuyorsun. Ilgaz'a alışmamaya çalışıyorsun. Çünkü bir zaman sonra onun senden gelmeden gideceğini düşünüyorsun. Neyse, boş ver şimdi bunları. Kafeyi beğendin mi? Ben dekore ettim."

Konuyu 180 derecenin aksine 270 derece güzel döndürdü. Etrafa şöyle bir baktım. Sanatsal, renkli tablolar hoş küçük avizeler birbirini tamamlamış.

"Güzelmiş. Beğendim."

"Çünkü ben yaptım."

Sema'nın kendini beğenmiş tavrına gülerek gözlerimi devirdim. Uff, sıkıldım ya. Nerede kaldı bunlar?

Etrafta garsonlar dört dönüyordu. Kasadan kahve bardağını alan gidiyordu. Tam o sırada kasanın arkasındaki cam dolabı gördüm. Gözüme takılan cam dolap değildi. Cam dolabın içindeki şeydi.

"Sema?"

"Efendim?"

"Şu...-elimle cam dolabı gösterip- dolabın içindeki şey? "

"Ha, Ayıcık mı?"

"Adı Ayıcık mı?"

"Evet, Ayıcık. Pembe Örgülü Ayıcık deriz."

"Peki... kimin bu... Ayıcık? "

"Ilgaz'ın."

Şok oldum. Ilgaz'ın mıydı?

"Çok eski bir şeye benziyor. Tam olarak... kaç yıldır var?"

Sema parmaklarıyla saymaya başladı.

"Sekiz, dokuz, on, on bir, on iki, on üç, on dört, on beş, on altı... yirmi iki, yirmi üç. On iki yıl etti Hazar."

"Yanlış saymadın mı? Sekizden yirmi üçe on beş yıl var."

Sema, bana doğru eğilip sessizce konuştu.

"Hazar, sana bir sır vereceğim. Ama kimseye söyleme. Ilgaz da biliyor ama çaktırmıyor."

Derin bir nefes alıp konuştu.

"Ben sayı saymayı unutuyorum ya. Mesela bu Ayıcık, Ilgaz'da sekiz yaşından beri var. Parmaklarımla hesapladım ama yanlış yaptım. Olmuyor işte. "

"E, sen de yirmi üçten sekizi çıkarsana."

Sema, yirmi üçten sekizi parmaklarıyla çıkardı. Cevabı bulunca heyecanla atıldı.

"ON BEŞ! BULDUM İŞTE ON BEŞ."

Güldüm ama bu gülüş Sema'nın doğru cevabı bulması nedeniyle değildi.

Bir tevafukla karşı karşıya geldiğim içindi.

Tevafuk, kadere inananların kullandığı bir terim. Tesadüfe değil, tevafuk' a inanılır. Karşımıza çıkan kişi, tesadüfen değil kaderimizde yazdığı için çıkar. Biz Müslümanlar, tesadüfe inanmayız, bizim için tevafuk terimi doğru*-*

AldatılıyoruzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin