♾ 16. Bölüm

En başından başla
                                    

Selin ve Zafer vardı. Sorun bu değildi.

Sol yanımda sancılı bir ağrı vardı. Bu... acıydı.

İki evli insan, ki bu iki kişi birbiriyle evli değil, fan fini fon denen şeyden yapıyordu. Öpüşüyorlardı. Bunda anormal bir şey görmedim. Çünkü iki anormal insanın yaptıklarını sadece ilk kez görünce yadırgarsın, şaşırırsın. Ama ben ilk kez görmüyordum.

Bu yüzden şaşırmadım...

Ama sol yanımda bir acı vardı. Bu acının şaheserleri de bu iki anormal insanın şaheseriydi.
Daha fazla onlara bakmadım.

Burada Selin ve Zafer'den başka kişiler de vardı. Onlarca kapıdaki siyah takımlı adamlar bir şeyler taşıyorlardı.

Üzerimde siyah takım elbise olsaydı; o adamların yanına gider, onlardan biri gibi davranıp ne taşıdıklarını öğrenmeye çalışabilirdim.

Ama lacivert takım giymiştim...

Ne taşıdıklarını öğrenmeye çalışmama gerek kalmadı çünkü iki sakar adam tahta kutuyu taşırken yere düşürdü. Aslında içinde ne olduğu tahmin edilebilirdim. Ama yediremedim.

Silah...

Tahmin ettim, ama yediremedim kendime. Onun yaptığı şeyden ben utandım.

O silahlar nereye gidyordu? Yurt dışına. Peki, bu bulunduğun bir savaşta kendi askerlerini öldürmek sayılmaz mıydı?

Zafer'in yaptığı sadece bir suç degildi. İhanetti. Ilgaz'a değil, bana değil, Selin'e değil...

Bulunduğu ülkesine karşı büyük bir ihanetti.

Önümde duran Ilgaz'a baktım. Şok olmuş, iki eliyle ağzını kapatıyordu. Ağladığını görmedim ama burnunu sessiz bir şekilde çekince ağladığını anladım.

"İşinizi dikkatli yapsanıza lan! "

Ilgaz elini ağzından çekip başını sağa yatırdı. Biraz daha öne eğildi. Ben de eğildim. Zafer bağırınca Selin fırsattan istifade, Zafer'in cebine bir şey koydu.

Hediye mi almıştı Zafer'e?

Zafer, Selin'e dönünce tekrar fan fini fon yaptılar. Öpüştüler falan. Ilgaz'a baktım. İçine içine ağlıyordu. Üzülüyordu tabi ki...

Zafer'e yakıştıracağım tek bir şey olabilirdi. Antilop güvercini...

Ilgaz'ın geriye doğru bir adım attığını görünce kaşlarımı çatıp olay mahalline baktım.

Selin buraya doğru geliyordu. Tam o sırada Ilgaz arkasına dönünce bana çarptı.

Ilgaz ellerini burnuna götürmüş, gözlerinden yaşlar boşalıyordu. Ağlamasını anlıyordum. Ama neden bu kadar çok ağlıyordu?

Patlama ânı gibi bir şey mi yaşıyor şu an? Yoksa acıdan mı? O kadar da kaslı bir bedenim yoktu. Sadece sabahları koşu, yürüyüş yapardım. Burnunun acıması benim suçum da değildi üstelik. Ben mi dedim, arkana bakma?

Selin, bu tarafa bakmıyordu ama buraya doğru elinde telefonla geliyordu. Ilgaz'ı kolundan tutup kendimle beraber sürükledim. Tam bağıracaktı ki, bağırmaması için elimi ağzına bastırdım. Bir elim iki bileğini sarmalamış, bir elim ağzında sürüklüyordum. Hızlıca kapının önündeki basamaklara çıktık. Duvara yaslanmıştım.

Ilgaz, aramızdaki mesafenin yakınlığından rahatsız olmuş olacak ki biraz uzaklaştırdı bedenini. Ses çıkarmaması için hastane duvarlarında işaret parmağını dudaklarına koyan hemşireler gibi sadece 'Şşhh' dedim. İşaret parmağımı dudaklarıma koysam tam bir hemşire olurdu benden.

AldatılıyoruzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin