Birinci Bölüm: Beklenmeyen Haberler

684 64 28
                                    

Merhaba!!! 💖💖Birinci bölümle karşınızdayım. Resmi olarak yeni bir kurgu başlatmış olduğum için için kıpır kıpır! Aşk, Gurur ve Modern Zamanlar'dan tanıdığımız canımız Cemre'nin hikayesi. 🌻Bunu okumanız için Aşk, Gurur ve Modern Zamanlar'ı okumuş olmanıza gerek yok, ama onu da okursanız çok mutlu olurum tabii. Umarım seversiniz, öpüyorum🌟☀️
🧚‍♀️Düzenli bölümler Aşk, Gurur ve Modern Zamanlar'ın finalinden sonra gelmeye başlayacak. 🧚‍♀️

                          Cemre Kentmen

К сожалению, это изображение не соответствует нашим правилам. Чтобы продолжить публикацию, пожалуйста, удалите изображение или загрузите другое.




Cemre Kentmen

'Cemre ne kadar az vaktimiz kaldığının farkında mısın? Kalıpları tekrar çıkarırsan bu kostümleri asla yetiştiremezsin.' Abim sıkıntıyla ofluyor. Kardeşini yeterince takdir etmemenin sıkıntısı bu, biliyorum canlarım. Maalesef.

Gözlerimi devirip alınmış bir sesle 'Tamam Özgür abartma, ne zaman bir işi yetiştiremediğimi gördün?' diyorum. 'Bir gün değil, bir saat bile geciktirmem. Gerekirse birkaç gece sabahlarım, önemli olan hepimizin içine sinmesi.'

Ben Cemre. Cemre Kentmen. 29 yaşında bir moda tasarımcısıyım. Genel olarak tiyatro ve film sektöründe kostüm tasarımında çalışıyorum. Abimle be ailemin geri kalanıyla da yolumuz iş hayatında böylece kesişmiş oluyor. Bütün ailem gibi, abim de oyuncu, Özgür Kentmen. Tanıyanlarınız bilir, konu iş olunca korkunç birine dönüşebiliyor.

Kentmen Sahnesi'nde yedi hafta sonra çok önemli bir oyunun ilk gösterimi var. Abimin yönetmenliğini yaptığı, kalabalık kadrolu, iki perdelik bir dönem oyunu. Oyuncuların kostüm ölçüleri geçtiğimiz hafta alındı, hepsi için kalıplar çıkarıldı ve kumaşlar çıkan kalıplara göre kesildi.

Fakat ölçüleri alırken her zamankinin aksine ben orada değildim. Benim yerime ölçüleri alan biricik yardımcım Ezgi'nin de istemeden ufak birkaç hatası olmuş işte. Abimi deliye döndüren birkaç hatası. Ama olur böyle şeyler canlarım, haksız mıyım? Hangimiz mesleğimizin en başında türlü türlü hata yapmadık? Hem ne yapmış Ezgi, adam mı öldürmüş? Allah korusun, ağzınızdan yel alsın. Her şeye abim gibi sinirlenecek olursak genç yaşta sekte-i kalpten gideriz. Ya da en azından diş sıkmaktan çenelerimiz ağrır.

Ben yeni ölçüleri oyuncuların çizelgelerine not ederken kafasından dumanlar çıkan abimin telefonu çalıyor. Hızlıca gevşeyen yüz hatlarından arayanı hemen anlıyorum. Ve kendisine uzaklardan pembe kalpli öpücükler yolluyorum. Teşekkürler Nil'cim, mükemmel zamanlama.

Abim telefonu cevaplayıp butiğimin küçük mutfağına geçiyor. Konuşması yaklaşık on dakika sürüyor. On dakikanın sonunda az önceki sinirinin aksine, keyifli bir yüz ifadesiyle yanıma gelip yanağımdan makas alıyor. 'Sana güveniyorum küçük cadı.' diyor. 'Sadece panikledim, kusura bakma.'

Ruh halindeki bu olumlu değişim benim de yüzümü hemen güldürüyor. İşte, kan bağı böyle bir şey...

Sol elimi havada sallayarak kalender bir sesle 'Sorun değil Özgür.' diyorum. 'Alıştık artık.'

'Bak sen.' diyor keyifle gülerek. 'Ben kaçıyorum şimdi. Sana kolay gelsin. En iyisini yapacağını biliyorum. Her zaman en iyisini yaparsın.'

Abimin bana olan güveni elimdeki makası daha büyük bir şevkle çalıştırmama sebep oluyor. Makasın kumaş türüne göre değişen keyifli şaklamalarıyla birlikte akşam ona kadar pek durmadan çalışıyorum. Bu esnada Ezgi de tüm mahçubiyetiyle sessiz sessiz bana yardım etmeye çalışıyor. Saatin ne kadar geç olduğunu fark edince ona kıyamıyorum.

Ezgi benim de mezunu olduğum Mimar Sinan Moda Tasarım Fakültesinde son sınıf öğrencisi. Son sınıfın ne kadar zor olduğunu çok iyi biliyorum. Teslim edilecek projeler, mezuniyet çalışmaları, binbir güçlükle geçilen jüriler.. Okulda böyle yoğun bir tempodayken işte de bu kadar uzun saatler çalışmasına içim el vermiyor.

'Ezgicim,' diyorum yumuşak bir sesle, 'Hadi sen çık. Ben de bir saate burayı kapatır çıkarım. Mesai çizelgene de bugünü ek mesai olarak not al, ay sonunda atlamayalım olur mu?'

Ezgi kısa, dalgalı ve turuncu saçlarını yüzünden çekip ela gözleriyle üzgün üzgün bana bakıyor. 'Cemre, çok naziksin; ama benim hatam yüzünden burdayız.' diyor. 'Bırak sana yardım edeyim.'

Yorgun yüzüne gülümseyerek bakıyorum. 'Sen güzelce dinlen. Bugün hatanı telafi ettin zaten. Üstelik daha çok işimiz var. Ve bana tam performansında lazımsın. Hem yarın dersin var, biliyorum. Hadi, yorma kendini daha fazla.'

Gülümsemem onun yüzünün de gevşemesini sağlıyor, çantasını toparlayıp bana iyi geceler dileyip butikten çıkıyor. Ben de onun çıkmasıyla birlikte yumuşak, tarçın rengi kreton koltuğa kendimi bırakıyorum. Ufak bir molayı hak ettiğimi düşünüyorum.

Gözlerimi biricik butiğimde gezdirirken yüzüme geniş bir gülümseme yayılıyor. Gün sonu olduğu için ahşap zeminin her yer iplik ve kumaş parçalarıyla dolu; ama bütün dağınıklığına rağmen burası benim dünya üzerinde en sevdiğim yer. Buraya yerleşeli aslında 3 ay gibi kısa bir zaman oldu. Önceleri kiralık tuttuğum, küçük ve karanlık, tek oda bir ofiste çalışıyordum. Eski bir hanın içinde olan bu ofisin kendine ait bir tuvaleti bile yoktu. İşin aslı, gerçekten de kendim için daha güzel bir yer kiralama vaktim gelmişti. Daha ait hissedeceğim, aydınlık bir yer. Küçük bir mutfağı ve banyosu olan, yorgun hissettiğim gecelerde koltuğunda uyumaktan gocunmayacağım bir yer.

Göz yormayan gün ışığı rengindeki aydınlatmanın vurduğu açık yeşil duvarlarımda sevgiyle gözlerimi gezdiriyorum. Bu duvarları iki hafta önce Nil ve Ezgi'yle adaçayı yeşiline boyadık. Sonra gidip ofise bir sürü güzel yeşil bitki aldık. Birkaç tane de abimin bahçesinden ve Nil'in balkonundan transfer ettik. Yere kadar uzanan camları olan bu geniş oda, bu sayede benim için dünyanın en huzurlu yerlerinden birine dönüştü. Nil'in dediğine göre, bir yerde severek yaşamanın ilk şartı oraya hayat götürmekmiş. Bugüne kadar çok iyi bir bitki bakıcısı olmasam da şu an etrafımdaki nefes alan yeşil bitkilere ve onların etrafında parlayan led peri ışıklarına bakmak göğsümü huzurla genişletiyor. Sık sık abime ve Nil'e danışarak onları en iyi şekilde yaşatmaya çalışıyorum işte.

Bu huzurlu anın tadına yeterince doyamamışken zilim çalıyor. Bu saatte kimseyi beklemediğim için merakla yerimden kalkıyorum. Butiğin geniş salonundan çıkıp antreye ulaşmak için sağa dönüyorum. Siyah beyaz güvenlik kamerasında kıvırcık saçlı uzun boylu birini görüyorum. Saçlarının rengi grinin bir tonu olarak görünse de aslında koyu bir ateş kızılı olduğunu biliyorum.

Yüzümde keyifli bir gülümsemeyle sokak kapıyı açacak tuşa basıyorum. Misafirim bir kat merdiveni hızlı adımlarla çıkıp tam karşımda duruyor. Çocukluk arkadaşım, oyun arkadaşım, sırdaşım, Tolga.

Kocaman bir gülümsemeyle 'Hoş geldiin.' diyorum. Tolga da yarım bir gülümsemeyle içeri giriyor. Sarılıyoruz. Ama bu sarılmamızda her zamankinin aksine bir tutukluk var.

Ellerimi kollarından çekmeden kendimi geriye çekiyorum. Gözlerim kızıl kahve gözlerini tarıyor. Tolga'nın gözlerini benden kaçırmasıyla şüphelerim kuvvetleniyor.

Kollarını bırakıp kapıyı kapatıyorum. Ellerimi belime yerleştirip karşısına geçiyorum. Aramızdaki boy farkını azaltmak için parmak uçlarıma kalkıp göz teması kurmaya çalışıyorum. Nafile. Bir şeyler olmuş. Tolga'yı üzen ve endişelendiren bir şeyler.

Emreden bir tavırla 'Dökül bakalım Tolga Üstün.' diyorum. 'Ne oldu?'

Tolga derin bir nefes alıyor. 'Levent.' diyor titreyen sesiyle. 'Cemre, Levent Türkiye'ye dönmüş. Çok üzgünüm.'

Peri Işıkları ve Ateş BöcekleriМесто, где живут истории. Откройте их для себя