《20》'GERÇEK SANRI'

En başından başla
                                    

"Günah mı çıkarıyorsun?"

İfadesini göremiyordum fakat bana baktığına emindim.

"Hayır, günah çıkarmam için şeytanı taşlamam gerekir."

Bakışlarını tekrar bileğime indirdiğinde ilk düğümü atmıştı. Bez yaraya değdiği andan itibaren artan sızı baskıyla çoğalmıştı.

"Şeytan olduğunu sanmıyorum. Şeytan olabilecek zekaya sahip olduğunu ise hiç."

Zekama laf ediyordu. Kendi zekasını zehire dönüştürdüğü için ölümcül olmayan her zeka ona göre pasifti. Basitti. Hiçlikti.

"Günahlarının şeytana atacağın bir taşla geçeceğini düşünmen senin aptallığın. Pabucunu ters giydirdiğin varlığa söyle yalnızca intiharıyla mümkün günahsız yaşamın."

Nasıl bu raddeye gelmiştik? Dikkatimi dağıtmak için benimle diyalog haline giriyordu. Normalde ağzını açmayacağını biliyordum. Kolumu çekmemem ve karanlıkta onu engellememem için yapıyordu. Yaramı sarmaya çok mu meraklıydı?

"Senin yanında cehennem bana uzak duruyor ama bir gün seni taşlayacağım."

İkinci düğümü attığında fazla kalan uçları sıkıştırmak için bezle uğraşırken sözlerime istinaden parmak uçları tenimde oyalandı. Sabit bir şekilde durdurmak yerine bileğimi okşayan parmaklarıyla dudaklarını araladı.

"Sen günahlarından kurtulmak istiyor olabilirsin. Kurtulmak istiyor musun diye bana sordun mu? Şeytan, günahsız vâr olur mu?"

Hiçbir kötü ithamı ruhuna olumsuz bir durum olarak almıyordu. Memnundu. Kötüyü ve günahı arzuluyordu.

"Bu yaptığın saçmalık ne o zaman? Senden yardım istediğimi hatırlamıyorum. Yardım isteyeceğimi ise hiç sanmıyorum orası ayrı. Ama senin bu yaptığın ne oluyor? Vicdanını falan mı rahatlatıyorsun? Ben senin yüzünden bu haldeyim. Vicdan rahatlat-"

Cümlemi tamamlamama müsaade etmeden sözümü kesti.

"Vicdan rahatlatma? Bırak vicdan rahatlatmayı, karanlıkta bulamadığım vicdanı olduğu yerde bırakıp rahatlayalı çok oldu."

"Şu an ben gerçekten senin için iyi bir şey mi yapıyorum? Yaranı sardım. Mutlu musun? Huzurlu hissediyor musun?"

Daha fazla devam etmesine müsaade etmeden bu sefer ben onu durdurdum.

"Ne yani şimdi de sana benden başka kimse zarar veremez moduna mı geçtik? Bu seviye mi açıldı? Kendime zarar verdim. Beni cezalandırıyor musun? Oyuncağın çizildi. Hasar senden değil diye gururun mu incindi? Açıklaman ne? Çok güvendiğin zekanın mantığı nerede?"

Göremesem bile gülümsediğini hissetmiştim. Samimiyetten uzak alaycı ifade yüzüne takılmadan önce duyulan mırıltı kulağıma ulaştı. Buradan anlamıştım. Hareketlerine alışmıştım. Saptamıştım. Bu çok daha can yakıyordu.

"Yalnızca bir kelimemin sende bunca soruya sebep olması ne güzel. Varlığım bu kadar mı fazla ruhunda?"

"Söylediklerinin hiçbirini ima etmedim. Yanan can benim değil senin. Ben daha çok yansın diye seninleyim."

"Bak! Senin iyiliğin için sardım ya yaranı, tenin tenime değiyor. Bu mesafeden kokunu hissediyorum. Kan karışmış. Kokumu hissediyorsun. Burada, karanlıkta, bir başına, dağın başında, yanımdasın. Sana her istediğimi yaparım. Kim engel olabilir? Cezan? Şayet veriyor olsam bileğini sarmak mı olur? "

Konuşurken başını daha çok yaklaştırmıştı. Nefesi daha çok çarpıyordu tenime geri gittikçe.

Ceza vermiyorsa şu an neden imasıyla canım yanıyor?

MELÂLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin