26.BÖLÜM: KENDİME BİR MEKTUP DAHA

574K 17.3K 2.1K
                                    

Elimdeki kalemi masanın üzerinde duran boş kâğıdın yanına yavaşça bıraktım. Kâğıda ne yazmam gerektiğini düşünürken aklıma yine o gün geldi.

Umut Güven, çatışma esnasında vurulup ölmüştü. Bu bir devrin bitişi gibi görünse de aslında herkes biliyordu, güzel bir dönemin başlangıcı olacaktı.

Anlatılanlara göre duyduğum silah sesleri Kıvanç'ın ihbarıyla olay yerine gelen polisler ve Umut Güven'in adamlarından geliyormuş. Kendini tuvalete kilitleyen Damla'yı sağ salim kurtarmış, bahçede bekleyen Batu'ya kavuşmasını sağlamışlar. Kıvanç ise çok fazla dayanamamış, çatışmaya rağmen polislere zorluk çıkarak yanıma gelmek istemiş. Ama havuza atlayıp beni son anda boğularak ölmekten kurtaran Kesici'ymiş.

     O gün Korkut beni havuzdan çıkarıp bana suni teneffüs yaptıktan sonra Umut Güven'in adamları tarafından vuruldu, başı göğsümün üzerine düştüğünde ve ben feryadı kopardığımda bile silah sesleri kesilmedi. İnsanlar bağırmaya, silahlar patlamaya devam etti. Çatışma sona erdiğindeyse Kesici ve diğer yaralılar hastaneye kaldırılırken bizler karakola götürülerek ifade vermiştik.

Ertesi gün soluğu hastanede alıp Korkut'un sağlık durumuna baktık. Ameliyat iyi geçmişti, Korkut yarası iyileşene kadar hastanede doktorların gözetimi altında kalacaktı. Normal şartlar altında olsaydı, taburcu olduktan sonra eski yaşamına geri dönebilirdi. Ancak olay günü için onun da ifadesi alınınca dosyasının kabarık olması sebebiyle tıpkı Umut Güven'in adamları gibi Korkut için de tutuklama emri çıkarıldı. Ve o kaçmadı, aylardır yaptığı gibi kaçmak istemedi.

"Artık anlıyorum," dedi, teslim olacağını söyledikten sonra. "Neden Hazel'e ihanet edip de sana âşık olduğumu biliyorum."

Nedenini sormadım. O da söylemedi.

Ve işlediği bütün suçlar için hayatında ilk kez kendini pişman hissettiğini, artık hepsinin bedelini gerçekten ödemek istediğini söyleyerek bileklerini uzattı. Kelepçeler altında gözden kayboldu. Korkut'un hayatımdan bu şekilde çıkışına yönelik ne hissettim, bugün bile bilmiyordum.

Kıvanç'ı hâlâ affettiğimi de söyleyemezdim. Toparlanmaya çalışıyordum. Belki zor ve uzun bir süre sonra ancak başarabilecektim iyileşmeyi fakat başarabileceğimden emindim.

Tüm bunların Kıvanç da farkındaydı. Eskisi kadar hissedemediğimi ama hissetmek istediğimin o da farkındaydı. Deniyordum, o da affedilmek için çabalıyordu ama uzun bir süre boyunca ona kendimi eskisi gibi bırakamayacağımı ikimiz de biliyorduk.

Annem, babamı kaybettikten sonra bir de beni kaybetmekten korktuğu için gereğinden fazla korumacı davranmaya başlamıştı.  Bu son olay da bunun tuzu biberi oldu. Artık dışarı çıkarken, gittiğim yere vardığımda, dönmek ve arabadan inmek üzereyken hep ona haber veriyordum. Olay bundan ibaret olsa yine iyiydi... Konuştuğum insanlara, yediğim yiyeceklere, içtiğim içeceklere hatta baktığım yönlere bile karışmaya başlamıştı. Bunun normal olmadığını biliyordum ve annemin bir an önce bir doktora görünmesi gerektiğini düşünüyordum.

Irmak ve Ozan çiftinin ilişkisi sorunsuz bir şekilde sürmeye devam ediyordu. Irmak ara sıra da olsa saçma sapan konular sebebiyle trip atmasa ve Ozan da aşırı umursamaz davranışlar sergilemese, mükemmelin de ötesinde bir ilişkileri olacaktı ama bu da onların nazar boncuğuydu.

Deniz, Elif'in gidişinin ve İnci'nin ölümünün acısını neredeyse atlatmak üzereydi çünkü o Deniz'di. Hayatı boyunca bir kez bile depresyona girmemiş, depresyona nasıl girildiğini bile bilmeyen, hiçbir şeyi kafasına takmayan bir çocuktu. Elif'in gidişiyle İnci'nin ölümü üst üste gelmiş ve Deniz gerçekten üzülmüştü. Sonrasında üzülmeyi kendine yediremediği için eskisi gibi olmaya karar vermiş ve sanırım olmuştu, birkaç gün sonra sanki hiç Elif gitmemiş ve İnci ölmemiş gibi davranmaya başlamıştı ama ben biliyordum, yalnız kaldığında ne kadar çok üzüldüğünü biliyordum.

SOLUCAN 1 ve 2. KitapHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin