4.BÖLÜM: BORDO CADDESİ

847K 24.6K 3.7K
                                    

4.BÖLÜM: "BORDO CADDESİ" 

"Kıvanç!" diye neşeyle seslendikten sonra yanına oturdum.

"Solucan?" diye karşılık verince öfkelenmeden edemedim. Ama bu kez her zaman yaptığım gibi onunla laf dalaşına girmedim çünkü suratındaki artan hüznün farkındaydım.

Onu bulduğum ilk gün anlamıştım. Birileri baksaydı bize, etrafımıza yaydığımız enerjiye bir isim vermek isteseydiler, benimkine neşe derken onunkine kesinlikle hüzün derlerdi. Korktuğum asıl şey, bana kendi hüznünü bulaştırmasıydı.

"Ne zaman bana âşık olacaksın?"

Hazırlıksız yakalandığımı kanıtlarcasına bekledim bir süre. "Bilmem ki..." diye gevelemeye başladım sonra. "En fazla iki ay..."

"İki ay mı?" diye şaşkınca sordu. "Benim bildiğim, kızlar üç güne kalmadan âşık olur."

"Demek ki yanlış biliyormuşsun Kıvanç!"

Öfkeyle soluyup boş parka kısa bir göz attım, parkta tek bir çocuk bile yoktu. Bu beni sevindirdi, onları en azından bugün görmeyecek olmam güzeldi.

"Altmış gün boyunca senin yüzünü görmek zorunda mıyım?"

"Söz verdin," diye dudak bükerken sesim hayal kırıklığına uğradığımı fazlasıyla belli etmişti.

"Sözlerimi tutarım. Ne yapalım, katlanacağım artık..."

Katlanacağım artık mı? Ne yani, ben varlığına tahammül edilemeyecek kadar sıkıcı biri miydim? Asıl sıkıcı olan oydu! Ben soru sormadan veya ona bir şey söylemeden asla benimle konuşmuyor hatta benim yüzüme dahi bakmıyordu.

Onunla bu konu hakkında dakikalarca tartışabilirdim fakat yapmadım ve anlık bir merakla "Neden hiç gülmüyorsun?" diye sordum. Onu daha önce hiç gülümserken görmemiştim.

"Gülecek ne var?" Kıvanç'ın bu cevabını klasik öğretmen sorusuna benzettim. Gülecek bir şey mi var? Söyleyin biz de gülelim. Sadece bu benzetme bile beni güldürmeye yeterken Kıvanç'ın gülecek bir şey bulamaması garipti.

"Şu ana kadar hiç güldün mü peki?"

"Kim bilir..."

"Eğer gülmeyi unuttuysan, ben sana gülmeyi öğretebilirim," diyerek şirin olduğunu umduğum bir gülümseme takındıktan sonra uzanıp dudaklarının kenarlarını iki yana çekiştirmeye çalıştım.

Öfkeli gözlerine rağmen laf etmeden sessizce ellerimi uzaklaştırdı.

"Of!" dedim bunaltılı bir halde. "Böyle yaparak havalı olduğunu falan mı düşünüyorsun? Sadece sıkıcısın, haberin olsun."

Devamında da susmayıp ağzıma ne geldiyse söyledim. Her zaman yaptığı gibi sessizliğini sürdürecek sanıyordum ki artık dayanamadığını belli edercesine bana dönüp "Gözün midene gitsin mi?" diye sordu.

"Ne?" diye şaşırdım. "Gözüm... Ne?"

Tepkime karşılık hiçbir şey söylemeden bana bakmaya devam etti. Gözümün mideme gitmesi demek, bir şekilde çıkarılan gözlerimi yiyerek onları mideme yollamam mı demekti? Biraz önce benden kendi gözlerimi yememi mi istemişti?

Yememi istediği gözlerimi irice büyüterek ona bakmayı sürdürdüğümde, "Suratın, aynı bir solucanın suratı gibi," deyip cebinden bir sigara paketi çıkardı.

Solucanların suratları mı vardı? Hayır, onu geçtim, varsa bile Kıvanç nasıl küçücük bir solucanın suratıyla benimkini benzetebilirdi?

SOLUCAN 1 ve 2. KitapHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin