AŞKIN ÖRTÜSÜ

Oleh gasem2515

162K 10.9K 3.4K

‹ TAMAMLANDI › "Gönlümü bıraksam denize ; taşar mıydı hasret acısından yoksa çeker miydi sularını utancında... Lebih Banyak

TANITIM
-1- AŞK
-2- AŞKLA GELEN
- 3 - ARAYIŞ
- 4 - MUCİZE
Darbe girişimine karşı Halkın Darbesi
- 5 - YENİDEN AŞK
- 6 - İLK ADIM
- 7- ÖLÜMDEN BAŞKASI YALAN
- 8 - SUSARAK ÖZLÜYORUM
- 9 - RÜVEYDA
- 10 - EN KÖTÜ DOĞUM GÜNÜ
- 11 - SAKLI GERÇEK
- 12 - YIKILIŞ
- 13 - HİSSİZ BİR ACI
- 14 - KARAR
- 15 - KERİM
- 16 - BİR PARÇA HUZUR
- 17 - MEDRESE
- 18 - BEKLENMEYEN
- 19 - MAVİ
- 20 - VASİYET MEKTUBU
- 21 - ANNE
- 22 - PATRON
- 23 - EN GÜZEL DERT
- 24 - YENİ ORTAK
- 25 - KARMAŞIKLIK
- 26 - KIZ KARDEŞ
- 27 - EVLENMEK?
- 28 - KÖY
- 29 - İTİRAF
- 30 - NİŞAN
- 31 - DÜĞÜN GÖSTERİSİ
- 32 - KARŞILAŞMA
- 33 - DEPO
- 34 - BABA KAZIĞI
- 35 - LÜTFEN UYAN
- 36 - ÖMER BEY
- 37 - EVLENME TEKLİFİ
- 38 - BEKLENEN NİKAH
- 39 - İMKANSIZ
- 40 - İMTİHAN
- 41 - ÇARESIZLIK
- 42 - PAMUK ŞEKERİ
- 43 - VUSLAT
YENİ HİKAYEDEN BİR KISIM
- 44. - PİŞMANLIK?
45. GÜVEN
46. MÜJDE
47. BÜYÜK ŞOK
- 48 - MAPUSHANE / Kısım 1
- 48 - MAPUSHANE / 2.KISIM
- 49 - BİR AİLENİN DRAMI
- 50 - BEKLEYİŞ
- FİNAL BİLGİLENDİRMESİ -
- 51 - KAVUŞMA
52. MUTLULUK
Özel bölüm
DİKKAT!
Özel bölüm 2
SÜRPRİZ!!!

53. FİNAL

2.6K 153 143
Oleh gasem2515

        Esselamü aleyküm cankuşlar.Bazı sahnelerden dolayı mı yoksa final olacağı için mi bilmiyorum ama bu bölümü yazarken çok hüzünlendim. Yine de okurken keyif almanızı diliyorum. Sizden son kez her bölüm istediğim şeyi isteyeceğim bu kez. Bölüm hakkında yorumlarınızı, kitap hakkındaki yorumlarınızı hatta benim hakkımdaki yorumlarınızı ve satır arası yorumlarınızı bekliyorum. Ama lütfen hepinizden... Her daim yorum yapıp yanımda olan arkadaşlara sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum bu arada. Onlar yanımda olduklarını hissettirdiği için buralara kadar gelebildik biz Kerim ve Rüveyda ile. İyi ki varsınız. İyi ki sizleri tanıdım. Yazarıniz sizleri çok seviyor.. ❤

Sevgili dostum  YusraKoyuncu  , aylar öncesinden bu bölümü isteyen 38elifnisa ve ilk kez kendime ithaf ediyorum 😇

     Upuzun bir yol ve sonunda görünmez bir ışık... Düşün, uçurum diye atladığın bir boşluğun sonunda  bulutun üzerinde buluyorsun kendini. Ve mutluluk hiç bu kadar süpriz olmamıştı. Hiç bu kadar uzamamıştı yıllar ve günler. Hiç böyle zor geçmemişti. İmtihanı yaşadığını bilmemek imkansızdı. O kendisini bir an bile unutturmazken, bastıra bastıra hissettirirken, ne yaşadığını bilmemek imkansızdı. Ve sonundaki mükafata şükretmemek ahmaklıktı...

     Rabbime ne kadar şükretsem ya da nasıl şükretsem hiç bilmiyordum ama hepsi azdı. Benim kardeşim iyileşecek ve hatta belki de yuva kurup mutlu olacaktı. Bir orman dolusu yaprak koysunlar önüme, yaprakların sayınsınca tek tek mutluluğumu sunayım size.

- Kerim, orada mısın?

    Rüveyda'ya cevap veremeden odaya Erdem girdi.

- Kapatmam lazım şimdi. Ben seni ararım birazdan.

    Telefonu kapatır kapatmaz Erdem'e sarıldım. Her ne kadar niye sarıldığımı bilmese de bozuntuya vermeden o da sarıldı bana.

- Kardeşim benim. Kardeş ya bu doktor,  kardeş...

- Hayırdır abi? Öz kardeş olduğumuz falan mı ortaya çıktı?

       Erdem, geri çekilirken soran gözlerle bir bana bir de bize gülümseyerek bakan doktora bakıyordu.

- Hayırdır hayır... Öz kardeş de ne demekmiş? Gözümü kırpmadan canımı verebileceğim insan olman için bir kan bağı mı gerekiyor? Ya da eğer gerekiyorsa bunun için bir kanıt mı lazım?

- Yok be abicim şaka yaptık heralde.

- Geç otur bakalım Erdem. Güzel haberlerimiz var sana.

     Doktorun daveti üzerine ikimiz de karşısındaki koltuklara oturduk.

- Şu an içimde filizlenen umut, umarım bir gün kuruyup da canımı yakmaz doktor.

- Biz de öyle umuyoruz Erdem. Emar sonuçlarına göre hastalığın ilerlemiyor olarak görünüyor. Yani durmuş. Bu durumda ameliyat olma şansın yükselebilir. Ama bir süre daha gözetimimiz altında olmalısın.

     Erdem'in yüzündeki her mimiği heyecanla izliyordum. Henüz genç yaşta olan, kirli sakalının ve dağınık saçlarının verdiği karizmayla karşımızda oturan doktora gözleri parıldayarak baktı.

- Bu söyledikleriniz... Doğru mu Ahmet Bey?

    Doktor Ahmet, 32 diş sırıtarak başını öne eğdi. Sonra o da gözlerinde aynı ışıltıyla baktı Erdem'e.

- Doğru Erdem. Beni de şaşırtacak derecede doğru. Çok fazla ilerlediği için ümidimizi kesmiştik. Hangi yolu denediysek durduramamıştık tümörün büyümesini.

- Ama kardeşim başardı değil mi? Onun gelişi bana dünyaları getirdi.

    Mutluluktan ağlayacak gibi dolan gözleri ve yüzündeki kocaman gülümsemesiyle bana bakan Erdem'e içimden şükür duaları okuyarak baktım. Bu bize yeni bir yolun başlangıcı gibiydi. Yepyeni, bembeyaz bir sayfanın açılışı doluyordu kulaklarıma. O sayfanın hışırtısına uyumla atıyordu kalbim. Gerçekten oluyor muydu? Yeni adımlar atabilecek miydik düşmeden, tökezlemeden?  Yağmur üzerimize yağacak mıydı bizi incitmeden. Sulayacak mıydı gönlümüzdeki çiçekleri? Olacaktı tabi... Kardeşim iyileşecek,  yuva kuracak, oğlum doğacaktı. Ve biz mutlu olacaktık...

*************************

Yazar'dan :

Erdem, evin salonunda put gibi dururken kolundan çekiştirerek bahçeye çıkardı onu Kerim.

- Oğlum gülsene biraz, heyecandan yüzün botoksla dondurulmuş gibi duruyorsun.

- Öyle mi duruyorum gerçekten? Ne tepki vereceğimi bilmiyorum ki abi? İlk defa nişanlanıyorum. Daha kızı da çok tanımıyorum. Sence mutlu olur muyuz abi? Mutlu edebilir miyim Esra'yı ben?

- Bak kardeşim, sen bu evliliği sadece Allah rızası için kabul ettin. Huzur kokulu bir yuvanız olacak sizin. Ben inanıyorum. Esra'yı da seveceksin, o da seni sevecek. Mutlu olacaksınız Allah'ın izniyle.

- Peki ya... Sevemezsem? Ya da o beni sevemezse?

- Nikahta keramet vardır. Sevgiden önce de saygı gelir. Saygı, sevgi kapısının anahtarıdır. Önce bir saygı duyun birbirinize, emin ol devamı kendiliğinden gelecektir.

- Sana güveniyorum abi. Sırf sen ve Rüveyda uygun buluyorsunuz diye ben de sizinki gibi bir yuva kurmak için adım atıyorum. Dua edin de pişman olmayalım.

- Olmayacaksın inşallah.

- Kerim, damat beyi bırak da şu yüzükleri takalım artık.
  
      İmam Bilal'in seslenmesi üzerine Kerim ve Erdem birbirlerine bakıp gülümseyerek içeri adımladılar. Erdem, salona girer girmez kendisine hüzünle bakan annesine ilişti gözleri. Yavaş adımlarla ilerleyerek annesinin tam önünde durdu.

- Anne...

- Söyle oğlum.

- İstemediğini, sırf benim için ses çıkarmadığını biliyorum. Ama inan bana sen de isteyeceksin zamanla.

- Sen istiyor musun ki oğlum?

- İstiyorum anne. Bu kez kalbimin değil, aklımın sesini dinlemek istiyorum. Mutlu olmak istiyorum. Çünkü kalbimi dinledikçe üzüldüm ben. Belki de böyle mutlu olurum. Mutlu olmasam bile en azından üzgün olmam.

      Ayşe Hanım, oğlunun yanağını şefkatle okşarken gözleri doldu. Hastalığı onu iyice eritmişti. Belki de gerçekten mutlu olurdu. Kararına saygı duyuyordu bu yüzden. Karşı çıkarsa üzülüp tekrar hasta olmasından korkuyordu. Nişanlanacağı kız her ne kadar onlara uygun olmasa da Erdem'in üzülmesini göze alamıyordu.

- Sen yeter ki mutlu ol oğlum. Bunun için her şeyi yapmaya hazırım ben.

      Erdem, annesinin yanağındaki avucunu öperek sarıldı annesine.

     Bu sırada Kerim de Rüveyda'nın yanına ulaşmıştı.

- Toprak gözlü. Nasılsın bakalım?

- Çok mutluyum Kerim, çok... 

      Kerim, bir an onun bu mutluluğuna dayanamayıp arkasından sarılınca Rüveyda panikleyerek karnındaki elleri çözmeye çalıştı.

- Ne yapıyorsun Kerim, bıraksana.

- Tamam tamam, bıraktık işte. Bir an önce bitse de şu nişan eve gitsek...

     Rüveyda gözlerini büyüterek arkasında duran Kerim'e döndü.

- Kerim !

- Ne var ya, oğlumu özledim ben. Sen de hiç az değilsin bak toprak gözlü. Hemen bir...

- Kerim yeter tamam, sus!

      Rüveyda utancından yüzü başındaki pembe şalın rengini alırken tekrar önüne döndü.

- Hadi bakalım, tören başlasın o zaman.

     İmam Bilal heyecanla töreni başlatmak için salonun ortasına yöneldi. Herkes Bilal'in etrafında toplanırken Murat, Merve'nin elini tutarak onu durdurdu.

- Sana böyle bir gün yaşatamadığım için üzgünüm.

       Merve, Murat'ın pişmanlığını görebiliyordu. Ona aşkla bakan gözleri kalbini heyecanlandırıyordu. Başlarda kocası olacak adamdan nefret etse de şu an o da bebeğinin babasına karşı boş değildi. Henüz kimseye söylememişti hamile olduğunu. Sadece kendisi ve Murat biliyordu. Çok küçüktü daha bebeği. Üç haftalık... Gülümseyerek elini tutan eli sıktı.

- Bundan daha güzel günlerimiz olacak bizim. Üzülmene gerek yok. Bebeğimiz bize daha iyi gelecek.

     Birbirlerinin gözlerine aşkla dalarken nerede ve ne durumda olduklarından haberleri yoktu.

- Dayı mı oluyorum ben, yanlış mı duydum?

      Salonun ortasında duran herkes geride kalan ikiliyi beklerken hepsi kulak misafiri olmuştu konuşmalarına. Bunun farkında olmayan Merve, Kerim'in sorusu üzerine utançla başını önüne eğdi. Meraklı gözlere yanıt , Murat'ın başını olumlu anlamda sallaması olmuştu.

- Doğru duydun abi , dayı olacaksın.

- Ama... Şimdi benim kızmam mı gerekiyor yoksa sevinmem mi?

- Yapma be abi, geride kaldı artık kızacağın günler. Yeğenin çok kırılır sonra sana bak.

- Aslında kızamıyorum da zaten. Şaşkınım ama. Şu 5 ay meselesine alışmam biraz zaman alacak galiba.

     Salondaki herkesten kısıkça gülme sesleri yükseldi. Kerim, kardeşine sarılmak için bir hamle yapınca karısının elini bıraktı Murat. Merve, herkesin tebriklerini kısa kısa aldıktan sonra nihayet nişan töreni başlamıştı.

    Yüzükleri takılmaya başlayan iki gencin heyecandan elleriyle beraber kalpleri titriyordu . Esra, karşısındaki adamın henüz onun gibi hisler beslemediğini biliyordu. Ama iyi gelmek istiyordu ona. Rüveyda her şeyi anlattığı gibi Erdem'den de bahsediyordu hep. Onun durumuna kendisinin ve Kerim'in nasıl üzüldüğünü anlatıyordu. Kerim'e aşık olan Berna'nın Erdem'i nasıl üzdüğünü anlatıyordu. Bu iyi yürekli ve oldukça yakışıklı görünen adamın böyle yıkılmasına göz yummak istemiyordu Esra. Şimdi Rabbin'den istediği şey, ona iyi gelebilmekti. Bunun için elinden gelen her şeyi yapacaktı. Gece karası bir takım elbise giymiş olan adama kaçamak bir bakış attı. Yeşil gözleri onu alıp doğaya bırakırken ciğerlerine çektiği hava daha bir anlam kazanıyordu.

   Yüzükler takıldıktan sonra Erdem'e kaçak bir bakış daha atan Esra, göz göze geldiklerinde utanarak başını ışık hızıyla yere eğdi. O da ona bakıyordu demek ki. Böyle bir durumda Erdem'in sırıtması gerekirdi ama Erdem'in yüzünde hâlâ mimik oynamıyordu. Sadece düşünceli bir şekilde Esra'ya bakmaya devam ediyordu. Doğru mu yapıyordu ? Esra güzel kızdı, eğer Rüveyda gibiyse anlaşılabilir biriydi de... Peki ama aşk? Aşık olur muydu bu kıza? Ayak uydurabilir miydi Kerim gibi? Ne fark ederdi ki? Zaten bir çok şeyden ümit kesmiş, vazgeçmişti. Artık ne olacaksa olsundu. Bazen çok kurcalamamak gerekiyordu bir şeyleri.

- Allah mübarek etsin.

- Rabbim hayırlısıyla tamamına erdirsin inşallah kardeşim.

    İmam Bilal ve Kerim 'in sesiyle düşüncelerinden sıyrılan Erdem gülümseyerek herkesin tebriğini aldı birer birer.

- Hadi artık bize müsade o zaman. Hanımlar da rahat etsin.

      Erkekler çıkar çıkmaz feracelerinden kurtulan kızlar rahat bir oh çektiler. İmam Bilal'in karısı Sultan, önceden ayarladığı ses sisteminin başına geçerek ilahi açtı.

- Haydi kızlar, o zaman halay.

- Eveeettt...

      En başta meydana çıkan Rüveyda'yı kolundan tutup geri çıkardılar.

- Bu halle mi halay çekeceksin yengecim? Hayırdır?

- Ya saçmalamayın, bırakın beni. Ben halay çekmek istiyorum.

- Olmaz...

      Kursun bütün kızları hep bir ağızdan itiraz edince Rüveyda'nın dudakları titremeye başladı. Ağlamaya hazırlanıyordu belli ki. Sultan ablası öne atılarak ellerini tuttu.

- Ağlayacak mısın gerçekten? Halay çekemediği için ağlayanını da ilk kez görüyorum.

- Sizi kocacığıma söyleyeceğim. İzin vermediler bana diyeceğim.

- Ya yengecim, abime ne için izin vermediğimizi söylersen bize değil sana kızar bir kere.

- O zaman ben de... Ya ben de halay ya... Lütfen, birazcık en azından.

    Sultan Abla biraz düşünür gibi yapıp tekrar ses sistemine yöneldi.

- O zaman, sen ve Merve için önce birkaç tane yavaş ilahi çalalım. Çok hareketli olmasın.

- Yaşasınnnn...

      Sultan Abla az önce dudakları titreyen oyuncu kıza baktı. Resmen rol yapmıştı halaya girmek için. Çünkü şu an neredeyse havalara uçacaktı. Başa geçerek kahkahalar atmaya başlamıştı bile...

**************************

3 ay sonra :

   Rüveyda'yı kaçıncı arayışımdı bilmiyorum. Saymayı bırakmıştım artık. Ama yine açmıyordu. Sinirle telefonu yanımdaki koltuğa attım. Doğumuna az kalmıştı ve ben her sabah işe aynı korkuyla gidiyordum. Kesin başına bir şey gelmişti ya da doğumu başlamıştı. Bütün hız sınırlarını aşarak, trafik kurallarını ihlal ederek sürüyordum arabayı. Yurt dışındaki üvey teyzem rahatsızlandığı için annem onun yanına gitmişti. Tam da sırasıydı... Önümdeki arabalara korna çalınca bir tanesinden inen adam yanıma doğru ilerliyordu.

- Görmüyor musun kardeşim, kırmızı ışık yanıyor. Ne diye deli gibi basıyorsun kornaya?

- Karım doğum yapacak abi, gidip onu alıp hastaneye yetiştirmem lazım.

- Kuyruğu görmüyor musun delikanlı? 112'yi ara, ver evin adresini.

     Haklıydı. Heyecan, korku ve panikten doğru düzgün düşünemiyordum ben zaten. Hemen acili arayarak evin adresini verdim. Bu sırada hâlâ elimde olmadan kornaya basmaya devam ediyordum. Sonunda evin önüne geldiğimde nefes nefeseydim. Asansörü beklemeden merdivenleri üçer üçer çıktım. Kapıda duran acil teknisyenlerine soran gözlerle baktım.

- Bizi arayan siz miydiniz?

- Evet, bendim. Niye içeri girmiyorsunuz?

- Kapıyı açan yok. Biz açmaya çalıştık ama kilitli diye açamıyoruz. Çilingir de bir şey yapamadı. Son çare itifayeyi aradık. Gelmek üzeredir.

     Adam sözünü bitirmeden hızla kapıya yüklendim kırmak için. Defalarca denedim ama hiçbir şey olmuyordu. Evin anahtarı cüzdanımdaydı ve ben cüzdanımı tabi ki şirkette unutmuştum.Sayısız deneyişimin ardından gelen itifayenin sesiyle hemen aşağı indim. Büyük ısrarlarım üzerine itifayenin balkonuna binerek evimizin balkonuna ulaştım. Eğer bu kadar çok hareket etmeseydim kalbim sesini duyuracak şekilde atmanın aksine şu an durabilirdi bile korkudan. Göreceğim manzaradan korkarak balkon kapısından içeri girdim. Koltukta uzanan Rüveyda'nın yanına bir iki adımda ulaşarak sarsmaya başladım onu.

- Rüveyda, Rüveyda uyan. Aç gözlerini yalvarırım aç.

     Rüveyda gözlerini aralayarak yerinden doğrulmaya çalıştı. Ne oluyordu şimdi? İyi miydi, bir şeyi yok muydu? Anlamıyordum.

- Ne oluyor Kerim, ne işin var senin evde? Erken mi bitti bugün işin?

     Hiçbir şey yokmuş gibi konuşan Rüveyda'ya baktım. Boş gözlerle bakmakla yetindim. Şaka mıydı bu? Bir insanın uykusu bu kadar ağır olamazdı değil mi? Hele ki Rüveyda gibi uykusu tüyden hafif olan birinin...

- Kerim konuşsana... Bu gürültü de ne? Dışarıdan mı geliyor? Birine bir şey mi oldu acaba?

     Vücudumda kalan son dermanla kendimi yere bıraktım ve tam anlamıyla çöktüm. Korkudan elimin ayağımın boşaldığının farkına anca varabiliyordum. Kolumu kaldıracak gücüm kalmamıştı resmen.

- Sen... Uyuyor muydun? Sadece uyuyor muydun?

- Gördüğün gibi işte Kerim, yorulmuştum uyuyakalmışım. Oğlun çok yoruyor beni son günlerde.

- Şikayet etmeyi bırak da git o kapıdakileri gönder.

- Kapıdakiler mi?

- Soru sorma Rüveyda. Hatta mümkünse şu an benimle konuşma.

      Gözlerinin içine bakarak netçe kurduğum cümlelerle gözleri büyüdü. Hiçbir şey demeden öylece kapıya ilerlerken arkasından seslenince durdu.

- Üstüne geniş bir şey giy kapıyı açmadan önce, erkek de var.

      Kapıyı asla ona açtırmazdım ben evdeyken ama şu an ayaklarım beni kaldıramıyordu. Aradan geçen birkaç dakikanın ardından Rüveyda'nın hızla odaya girdiğini ayak seslerinden anlayabiliyordum.

- Kerim ! Sen mi çağırdın gerçekten hepsini? Niye böyle bir şey yaptın?

      Kan dolaşımımı artık hissedebiliyordum. Biraz kendime gelebilmiştim. Yanımdaki sehpadan destek alarak ayağa kalktım. Rüveyda'nın üstüne yürümeye başladığımda geriye doğru yürümeye başlamıştı o da.

- Kerim, neden öyle bakıyorsun?

- Nasıl bakıyorum?

- Ö... Öldürecek... Gibi...

    Sırtı duvara değince irkilerek gözlerini kapattı. Yumruk yaptığım elimi sinirle yanındaki duvara geçirince yerinden zıplayarak açtı gözlerini.

- Ke... Kerim. Korkutma beni, yalvarırım. Ne oluyor?

- Sen ne içtin de uyudun Rüveyda? Allah aşkına sen ne içtin de uyudun? Kuş uçsa duyarsın sen. Defalarca aradım seni, defalarca...

     Sonlara doğru sesim yükselince bu kez gözleriyle beraber kulaklarını da kapattı. Bir an karşımda titreyerek ağlayan kıza bakınca duygularım sarsıldı. Onu nasıl bu hâle getirebilirdim ben? Çok korkutmuş olmalıydım ki deli gibi ağlıyordu. Kendini yere bırakmak üzereyken kollarından tuttum onu.

- Şşhh... Tamam geçti. Bana bak Rüveyda, sakin ol.

      Ağlamaya devam ediyordu. Kendime çekerek sarıldım sımsıkı.

- Tamam, özür dilerim. Ben... Sadece korktum. Sana bir şey oldu diye çok korktum ve kendimi kaybettim. Tamam mı?

     Hıçkırıkları, sessiz gözyaşlarına dönüşürken kendimle beraber onu da yavaşça yere bıraktım. Yerde otururken hâlâ sarılmış vaziyetteydik.

- İyi misin?

      Başını olumlu anlamda sallayıp kollarını boynuma sardı sıkıca.

- Korkuyorum Rüveyda. Annem de yok diye işte... Sana ve oğluma bir şey olacak diye çok korkuyorum. Bu korku çok kötü, çok ağır... Bu korku benim tüm yapraklarımı döküyor. Beni bir kış bahçesinin ortasında bırakıyor yalın ayak.

- Korkma, lütfen korkma. Sen korkup da kış bahçesine düşersen yalın ayak , ben okyanuslara düşerim yüzme bilmeyerek. Boğulur giderim ben , nolursun korkma. Korkma ki hep yanımda oluşunu hissedebileyim. Bebeğimiz de korkmasın. Sen korkma ki biz iyi olalım.

      Başımı aşağı yukarı sallayarak daha çok kendime çektim toprak gözlümü. Kokusunu içime çekerken bir yandan da görmediğim gözlerinden yaşlarını silmeye çalışıyordum...

*************************

Yazar'dan :

    Hastaneden çıkan Bilal ve karısı yine aynı hüzün içerisindeydiler. Karısının elinden tutarak en yakınlarında duran banka oturttu. İmtihanın ne demek olduğunu bilmek kolaydı, ama onu yaşamak ve onunla baş etmek dünya hayatındaki en zor şeydi belki de. Karısının avuç içini öperek alnına götürdü başını öne eğerken. Genelde böyle destek alırdı ondan.

- Sultanım...

- Benim neden çocuğum olmuyor Bilal?

- Ben senin çocuğun da olurum sultanım. Ben sana her şey olmaya hazırım. Yeter ki sen razı ol. Ben şikayetçi değilim, yeter ki sen üzülme.
- Ben senden razı olmayayım da kimden razı olayım Bilal? Ben ve çevrendekiler senden razıyken, Rabbim senden kat ve kat razı olsun.

- Cümlemizden sultanım. Cümlemizden razı olsun ki cennette sana ve bana da çocuklarımızı sevmeyi nasip etsin.

       Bilal'in sözleri üzerine sanki hemen gerçekleşecekmiş gibi inandı Sultan bu hâyâle. Hayaller dualara emanetti. Kalbinden geçirdiği dualarla kocasının boynuna atladı sevinç ve gözyaşları içinde.

      Aynı şekilde karısına sarılan Bilal, telefonu çalınca geri çekilerek ekrandaki yazıya baktı. Arayan kişiyi görünce tebessüm ederek açtı telefonu.

- Söyle Kerimim.

- Abi, müsaitsen bir görüşelim diyecektim. Özlemişim sohbetini.

- Olur tabi. Ama önce yengeni eve bırakmam lazım.

- Tamam abi, sizin mahalledeki kafeye geç o zaman sonra. Ben de oraya geliyorum.

- Tamamdır abicim.

      Telefonu kapatıp karısının meraklı bakışlarına çevirdi gözlerini.

- Rüveyda'ya bir şey olmamış değil mi?

- Yok yok, iyi Rüveyda. Kerim görüşmek istedi sadece. Konuşmaya ihtiyacı var heralde.

- Heralde... Tamam o zaman bekletmeyelim biz de.

       Sultan kalkmadan önce Bilal onu durdurarak gözlerindeki yaşlardan öptü.

- Bu gözler, sadece sevinçten yaş akıtsın isterdim. Ama dünya işte... Ne sen, ne de ben değiştirebiliriz bazı şeyleri. Bu yüzden o güzel kalbini dünyanın üzüntüleriyle yorma boşuna Sultanım. İmtihanlar geliiirr... Geçer...

- Doğru söylüyorsun. Allah'tan gelen her şeye boyun eğdik biz. Eğmeye de devam edeceğiz inşallah.

- İnşallah...

       Karısını yine oturttuğu gibi ellerinden tutup kaldırdı Bilal. Hastane çıkışında bekleyen taksilerden birine binerek evin yolunu tuttular. Sultan'ı eve bırakarak Kerim'in söylediği kafeye ilerledi. İçeri girince pencere kenarında oturan Kerim'i gördü. Karşısındaki sandalyeyi çekip oturdu.

- Buraya gelirken nedense seni tanıdığım ilk günlere gittim.

      Camdan dışarıyı izleyen Kerim, İmam Bilal'in sesiyle bakışlarını ona çevirdi.

- Selam vermeye bile korktuğum günlere mi?

       İkisi de gülmeye başlamıştı ki siparişleri almak üzere gelen garson araya girmişti :

- Ne alırdınız?

- Sen bize iki çay getir.

      İmam Bilal çayları söyledikten sonra Kerim üstündeki siyah hırkayı çıkarmaya çalışarak konuşmaya devam etti.

- Bak bu replik de bana hatırlattı eski günleri. Çaya alışma sebebimsin valla abi.

- Çay güzeldir, zararı yok.

     Bu sırada çayları gelmişti. Kerim, önündeki bardaktan bir yudum alarak dışarıyı izlemeye devam etti.

- Demek ki böyle bir şeymiş dünya ha? Eskiden olsa ahireti bilmediğim gibi dünyada olup bitenlerin ne anlama geldiğini de bilmezdim.

- Böyle tabi dünya. Ne bekliyoruz ki geçici bir hayattan? Zenginlik de geçici fakirlik de... Mal mülk, çoluk çocuk, hastalık dert... Hepsi geçici. Ama cennet ve cehennem haktır.

- Peki ya insanın yakınları? Cehennem onlara hakken, onları affetmek çok zor be abi. Babamı asla affetmeyeceğim. Hakkımı helal edemem ben ona.

- En büyük affedici Allah'tır fakat onun bile affetmeyeceği kulları var. Kuran'da alelen yazıyor bunlar. O özellikleri taşıyanlardansa baban... Vay haline.

- Vay ki ne vay... Zerre kadar da acımıyorum ama biliyor musun?

      İmam Bilal olumlu anlamda başını sallarken Kerim de bakışlarını camdan çekmiş çayını eline almıştı bir yudum daha almak için.

- Peki üvey baban? Yani seni büyüten, öz baban sandığın baban nasıl biriydi?

       Derin bir iç çekerek başını önüne eğdi Kerim. Babasını hatırlamak onu çocukluğuna götürüyordu. O günlerdeki şefkat ve aynı zamanda o günlerdeki hüzün... İkisi de kalbine baskı uygularken hüzün ve huzurun içine aynı anda bürünüyordu.

- Babam... Çok vakit ayırırdı bana Ömer Bey'in aksine. Birçok kez benim için iptal ettiği toplantılarının olduğunu hatırlıyorum. O günler paha biçilemezdi. Neleri versem karşılığında alamam o günleri şimdi. Futbol oynardık beraber çoğu kez.

       Boğazı kurumaya başlayınca çayının son yudumunu içerek bardağı masaya bıraktı.

- Hastalığı sebebiyle uzun bir süre yatağa bağlı yaşadı ölmeden önce. Hastalığının ilerlediği bir gündü. Beni yanına çağırdı. Başucundaki koltuğa oturdum. 'Beni seviyor musun oğlum?' dedi. Küçük kalbim bu soruyla tuhaf bir şekilde kırılmıştı. Onu sevmediğimi mi düşünüyordu? Ben cevap vermeyince bu kez ' Beni gerçek bir baba olarak görüyor musun? ' dedi.  Meğer onun...

    Sesi titreyince susup masada duran boş bardağı sıktı Kerim. Küçük Kerim'in acılarını şimdi tekrar ve daha şiddetli yaşıyordu sanki.

- Meğer onun öz oğlu olmadığımı öğrendiği zamanlarmış. Bu yüzden soruyordu o soruları. Şimdi anlıyorum. Ağlayarak elini tutmuştum iki elimle. ' Seni gerçek bir baba olarak yaşıyorum ' demiştim. Çünkü görmek başka, yaşamak başkaydı... Gülümseyerek elini tutan ellerimi öpmüştü o da. Bu onu... Bu onu son gülümserken görüşüm olmuştu. Uzun bir süre de kabullenememiştim ölümünü. O yüzden okula bir yıl geç başladım ben.

     Kerim, konuşması bitince gözünden akan birkaç damla yaşı silerek karşısında sessizce onu dinleyen adama baktı. O da gözünden akan yaşı silmekle meşguldü.

- Babasızlık zor, bilirim.

     Kerim, onu başıyla onaylayarak masada titreyen telefonunun ekranına baktı. Ekranda arayan tanımadığı numarayı cevapladı.

- Alo ?

- Kerim Bey, ben doktor Ahmet.

     Erdem'in doktoru daha önce hiç aramamıştı Kerim'i. Kalbi gümbürtüyle atmaya başladı Kerim'in. Ters giden bir şey olmamasını umdu.

- Buyrun Ahmet Bey.

- Erdem... Durumu hiç iyi değil. Buraya gelseniz iyi olur. Annesini aradım ama ulaşamadım.

      Sağ gösterip sol vurmak... İşte tam da buydu Kerim'e olan. Mutlu olduk derken hiç ummadık şeyler oluyordu. Yine oluyordu, kalbinin sıkıştığını hissediyordu.

- Kerim, Kerim iyi misin? Ne oldu Kerim, arayan kimdi?

       Düşmemek için masadan destek alan Kerim'in yardımına İmam Bilal yetişti. Yine bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı.

- Erdem...

     Başka bir şey diyemedi. Demesine de gerek yoktu.

- Tamam sakin ol. Hadi toparla kendini, hastaneye gidelim hemen.

     Kerim'in koluna girip peşinden sürükledi Bilal. Elindeki telefonu da almıştı ki telefon yine çalmaya başladı. Ekranda gördüğü ' toprak gözlü ' yazısıyla Kerim'e döndü.

- Kerim, Rüveyda arıyor sanırım.

      Kerim duymuyordu, anlamıyordu. Neler olduğunu, hangi zamanda, nerede olduğunu bilmiyordu. Sadece yürütülüyordu. Erdem'in son zamanlarda iyi olduğuna yaşayarak şahit olmuştu. Hatta Erdem bugün nikah için gün almaya gidecekti.

     Kerim'in iyi olmadığını gören Bilal, diretmeden telefonu cebine atıp  yoluna devam etti.

*********************

Kerim'den :

    Sevmekten istifa etmeli insan. Eğer onların acı çektiğini gördüğünde dayanamayacaksa , sevmekten istifa etmeli insan. Yapabilir miydi peki? Yapılsaydı yapardım. Korkaklık değil bu,  kaçmak değil... Sevgi herşeyiyle güzeldi ; acısıyla , tatlısıyla... Ama ben artık acısını kaldıramıyordum. Ben artık sevmeyi kaldıramıyordum. Bedenimi de... Ayaklarımın üstünde duramayıp yere çökerken önünde durduğum sedyeyi tutuyordum.

- Kerim, bırakmalısın Kerim. İyi değil Rüveyda.

- Beyefendi, lütfen bırakın da işimizi yapalım.

       Niyet ve kısmet işleri farklı olurdu ya hani... Erdem'in acısını yaşamaya geldiğim hastanede, Rüveyda'nın sancısı karşıladı beni. Hastaneye adım atar atmaz çığlık seslerinden tanımıştım onu. Ben yanına ulaşana kadar ise bayılmıştı.

- Durumu iyi değil beyefendi, lütfen biri alsın bunu burdan.

      Ayırmak istiyorlardı, iyi değil diyorlardı. Ben de iyi değildim ama biz birbirimize iyi gelirdik. İyi gelmeliydik... Onu bırakmak istemiyordum. Yanında olmalıydım. Onu bıraktığım için belki de iyi değildi şimdi. Canım yanıyordu. Karşımda baygın duran kadın, eline bir kor parçası almış, canımı yakıyordu.

        Nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde geriye doğru çekildim ve ellerimden kayıp gitti toprak gözlüm. Toprak kaymasının en acı haliydi bu.  Can kaybının kendini en baskın şekilde hissettirdiği bir felaketti. Canım kaymıştı...

- Kerim kendine gelmelisin artık. Bana bak, yüzüme. Erdem içerde can çekişiyor, Rüveyda'nım durumu riskli...

       Bilal Abi lafının devamını getiremeden aklıma gelen şeyle yerden kalkarak koridorda deli gibi dolanmaya başladım.

- Nerede o doktor? Söyleyin bana nerede o Ahmet denen doktor?

- Kerim, sakin ol bak. Şu an kendinde değilsin.

     Koridorda ilerlemeye devam ederken doktor Ahmet'in ameliyathaneden çıktığını görür görmez aramızdaki bir iki adım mesafeyi kapatıp yapıştım yakasına.

- Sen nasıl bir insansın lan? Hani iyiydi benim kardeşim? Nasıl bir insansın sen? Sen benim nasıl kalbimle oynarsın? Doktorsun lan sen doktor! Önce kalbimde çiçekler açtırıp sonra onları kurutamazsın.

- Kerim Bey, lütfen sakin olun. Durum sandığımızdan iyiye gidiyordu. Bu gelişme olanaksızdı zaten. Yanıltıcı bir gelişmeymiş.

- Yanıltıcı gelişme ne lan? Ne diyorsun sen?

- Bakın, beklenmedik bir gelişme vardı. Bu durum şüphe uyandırıcıydı zaten ama görünürde olumsuz hiçbir şey olmadığı için fark edemedik.

- Edeceksin!  Bu senin görevin anladın mı? Fark etmek zorundaydın sen.

- Kerim,  bırak da işini yapsın doktor. Kendine gel Kerim.

- İşini mi yapsın? Daha önce yaptı da ne oldu ha?

- Kerim Bey, acil kana ihtiyaç var. Şimdi arkadaşınız için lütfen sakin olun da bize yardımcı olun.

      Benden sakin olmamı nasıl beklerlerdi? İçimde artık depremlere yer kalmamışken nasıl o sarsıntıları içimde saklayabilirdim ben? Adım atsam dünyayı sarsacak gibiydim içimdeki acılarla. Kalbim baktığı yeri karartacak bir güçteydi artık. Nefesimi sayılı alıp verir gibi zorluyordum kendimi.

    Koridor boyunca önüme çıkan bütün cansız varlıkları tekmeyle savurarak hastanenin bahçesine çıktım. Nefesimi kesik kesik alıp verirken duvarın dibine çöktüm.

- Kerim, iyi değilsin sen. Yaslan bana, doktora görünmelisin.

- Ha... Hayır... Benim... Kan... Bulmam...

- Tamam, bulacağım ben kan. Nefes alamıyorsun Kerim. Hadi lütfen dayan bana. Biri buraya baksın. Yardım edin ! Sedye...

     Nefesim git gide azalıyordu. Önemsiz diye düşündüm ama benim kan bulmam lazımdı. Sedyeye yatırılmamla oksijen tüpünü vermeleri bir oldu. Bir süre sonra nefesim düzene girince kalkmaya çalıştım.

- Ne yapıyorsun Kerim? Hemen uzan yerine.

      Ağzımdaki oksijen maskesini çekerek ne zaman açıldığını bilmediğim gömleğimin önünü iliklemeye başladım.

- Kan bulmalıyız abi.

- Uzan dedim Kerim. Kan bulundu.

- Nasıl? Kim verecek kan?

- Ben vereceğim. Söz dinle biraz uzan ki gideyim artık ben de.

- Ta... Tamam bak uzandım. Hadi git hemen, bekletme kardeşimi abi.

- Tamam. Kalkma ben gelene kadar.

      Başımla onayladım. Bilal abi çıkar çıkmaz  ben de kalkarak çıktım odadan. Bugün herkes aklını kaybetmiş gibiydi. Ben ise kalbimi kaybetmek üzereydim. Koşar adım doğumhanenin önüne ilerledim bu kez. Oysa coşar adım güzel günlere gitmek isterdi yüreğim. İki yol olurdu insanın önünde. Biri iyi , biri kötü... Benim tüm yollarım kötüye delaletti. İki şey olurdu insanın hayatında. Bir iyi, bir kötü giderdi işleri. Böyle dengelenirdi hayat. Sevdiği biri için acı çekerken diğeri onun yanında olup destek olurdu ona. Ne Rüveyda vardı yanımda Erdem'e üzülürken,  ne de Erdem vardı yanımda Rüveyda 'ya kan ağlarken...

- Doktor bey, karım nasıl? Ya oğlum? Nasıl ikisi?

       İçerden yeni çıkan doktorun alnında parlayan terler gösteriyordu içerde zorlandığını. Ödüm kopuyordu o terlere baktıkça. Saç diplerimden ayak tırnaklarıma kadar hissediyordum acıyı. Saatli bomba gibi kulağımın dibinde atıyordu kalbim.

- Bebeğinizin durumu iyi. Ama anne için durumlar pek de iç açıcı değil. Çok kan kaybetmiş. Zaten buraya kendisi gelmeye çalışmış sanırım. Yolda bulmuş birileri. Çok zorlamış kendini...

      Dizlerimin üstüne çökerken dünya benimle beraber bir yıkışa geçmişti. Duyamadım devamını. Suçluluk hissi izin vermiyordu doktoru dinlememe. Kulağımda sadece tek bir cümle asılı kalmıştı. ' Çok zorlamış kendini... ' . Benim yüzümdendi. Onu ne pahasına olursa olsun yalnız bırakmamam lazımdı. Kendi ellerimle bu savaşı kaybetmiştim ben. Toprak kaybetmiştim. Tüm toprağımı,  memleketimi... Yanımdan esip geçen rüzgara döndü yüzünü ruhum. ' Beni de al ' dedi. Bu sorumsuz adamın bedeninde durmak istemiyorum der gibi. Aşık bir adam fakat sevmeyi bilmiyor bu adam. Vefa bilmiyor. Sevmeyi bilmeyen bir aşık bu. Ellerim benim olmak istemiyor gibi bırakmışlardı kendilerini. Gözlerim uzaklara dalmıştı. Onlar da uzakları özlüyordu, gitmek istiyorlardı. Bütün uzuvlarım beni terk etmek istiyordu. Sesim utana sıkıla bir köşeye saklanmışken zor buldum onu da...

- Ya... Yaşıyacak mı? Rüveyda... Ölmez değil mi?

- Elimizden geleni yapıyoruz. Şu an bir şey söylemek için erken. Kan takviyesi yapmamız lazım.

- Ben... Benim kanım uyuşuyor. Son damlasına kadar alın kanımı. Size yalvarırım alın. Hepsini alın. Her şeyimi alabilirisiniz.

      Ellerine yapıştığım doktor benden kurtulmaya çalışarak geri geri adımladı.

- Tamam beyefendi,  lütfen sakin olun. Hemşireyi yolluyorum ben şimdi. İlerden sağdaki odaya geçin,  hazırlanın lütfen.

     Doktor cümlesini bitirir bitirmez hızla dediği yere geçtim. En azından şimdi bir şeyler yapmalıydım. İçime ayak uydurup yıkılamazdım şimdi. Odaya girince kollarımı sonuna kadar açıp sedyenin üzerine uzandım. Uzanmamın ardından odaya giren hemşireyi görünce sonuna kadar sıyırdığım kollarımı daha çok çekmeye çalıştım. Sanki daha çok işe yarayacakmışım gibi...

- Kerim? Her yerde seni arıyorum, ne yapıyorsun sen burada?

     Bilal Abi'ye anlamasını umarak kolumu gösterdim.

- Kan vermem lazım.

- Ben verdim ya Kerimim. Senin kanın Erdem'inkiyle uyuşmuyor ki.

- Rüveyda'ya...

      Durumu anlayınca başını aşağı yukarı sallayarak yanımdaki koltuğa oturdu. Bu sırada hemşire koluma serumu takmış odadan çıkmıştı.

- Demek bir şekilde ödeşiyor insan. Sevginiz gibi bu da karşılık buldu demek birbirinizde.

       Anlamayan gözlerle Bilal Abi'ye baktığımda koltuğunu daha çok yanıma yaklaştırıp elimi tuttu.

- Rüveyda da sana kan vermişti. Sen onu kurtarmak için köye gittiğinde vurulduğun zaman...

        Kalp kalpte vûkû bulurdu. Bizim kalplerimiz vücut bulmuştu aynı zamanda birbirinde.

- Kalbim hangisi için daha çok acıyacağını bilmiyor abi. Biri karım, diğeri kardeşim... Canım yanıyor, ama hangisi için yandığını ayırt edemiyorum. Sadece yanıyor. Dua ederken bile adaleti bulamıyorum. Hangisine en çok dua ettiğimi hatırlamıyorum. Sadece dua ediyorum. Tükenmek üzere olan umudumu ikisi arasında koşuşturmak için elinden tutup ayağa kaldırmak istiyorum.

       Ağzımdan kaçmak üzere olan hıçkırığımı son anda elimle bastırarak başımı eğdim.

- Ama... Yapamıyorum.

      Başımı kaldırıp Bilal Abi'ye baktım. Gözyaşlarını saklamayı bırakmıştı. O da ikisini tanıyor, seviyordu. Belki de en çok benim bu zavallı halime bakıp ağlıyordu.

       Hemşire içeri girip kolumdaki serumu çıkartarak kanı alıp götürdü. Biz de odadan çıkarak bu kez Erdem'in ameliyat olduğu koridora ilerledik. Daha koridorun başındayken ameliyathaneden çıkan doktoru görünce, kalan son tâkâtimle koşarak yanına ulaştım nefes nefese.

- Doktor , lütfen iyi olduğunu söyle kardeşimin. Bana onun iyi olduğunu söyle.

       Nefesim düzene girerken anca sabitleyebildim bakışlarımı doktorun yüzünde. Ve yüzünde son görmek istediğim şey vardı ; acı... Hayır hayır, bu olanaksız bir şeydi. Bu kadar acıyı dünya bile kaldıramazdı. Kalbim tehdit edercesine yavaşlamıştı. Elimi doktorun omzundan çekerek içeriye doğru yöneldim.

- Kerim Bey, yapmayın lütfen. İçeri giremeyeceğinizi biliyorsunuz.

- Bilmiyorum lan bilmiyorum. Kerim kim? Bilmiyorum ben artık hiçbir şeyi. Benim kardeşim yaşamalı, sadece bunu biliyorum ben. O olmazsa ben de olmam çünkü biliyorum.

      Doktorun ve Bilal Abi'nin yoluma taş koymalarına izin vermeden ikisini de bir kenara iterek ameliyathaneye girdim.

- Ölüm saati : 17.42 ...

       Girer girmez kalbime bir ok gibi saplanan o cümleyle donakaldım olduğum yerde. Gözlerimi yumup yok olmayı diledim. Belki de başardım. İçerdeki hiç kimse beni görmeden çıkıp gittiler öylece. Kıskandı ruhum hepsini. O da hâlâ çıkmak istiyordu bu biçare bedenden. Savaş veriyordu resmen benimle. Elimde olsaydı da o masada duran bıçağı alıp delik deşik etseydim tüm bedenimi. O zaman kurtulurdu ruhum da... Sedyenin üzerinde uzanan yüzü örtülmüş adama yaklaştım. Belki de başka biriydi. Karıştırıyorlardı belki de... Benim kardeşim beni asla yarı yolda bırakmazdı ki. Herkes giderdi ama o gitmezdi. Çünkü... Gitmezdi çünkü, sebepsizce gitmezdi.

       Yüzündeki örtüyü açan ellerime inat gözlerimi kapattı göz kapaklarım. Gözlerini yummak çare olsaydı ömür boyu açmazdım gözlerimi. Ama hiçbir şeyi değiştirmeyecekti bu... Her verdiğim nefesle beraber bir umut parçası daha veriyordum ruhumdan. İçimdeki korkuyu görmezden gelerek gözkapaklarımı araladım. İşte o an, hayatın bana en acımasız şekilde acıyı yüzüme çarptığı andı. Ben aralamıştım gözlerimi ama o aralamamıştı.

- Ka... Kardeşim.

    Yüreğimi sokaklara bıraksam da umut dilendirseydim şimdi , eli bomboş dönerdi bana. Bedenim sarsılıyor muydu ağlarken bilmiyorum ama kalbim sarsıla sarsıla hissettiriyordu acıyı. Şimdi gitmeliydi işte her şey ve herkes benden. Uzaklaşmalıydı. Görmeye bile tahammül edemezdi insanlar bu acıyı. Elim, ayağım, gözüm,  kulağım...

- Erdem... Aç gözlerini Erdem. Sana çok ihtiyacım var kardeşim. Canım... Çok yanıyor. Canım kanıyor. Canım ölüyor Erdem.

     Ses tonum ve hıçkırıklarım benden habersiz haykırışa dönerken hareket etmeden yatan bedeni sarsmaya başladım.

- Uyan lan, uyan diyorum sana. Nasıl kardeşsin sen ha? Rüveyda orada can çekişiyor, kim teselli edecek lan beni şimdi? Kim iyi gelecek bana. Kim anlayacak beni? Kim tanıyor beni senden iyi? Söyle!

     Odada benden başka birinin daha ağlama sesini duyunca duvarın dibine çökmüş ağlayan Bilal Abi'yi gördüm. Erdem'i bırakıp onun yanına gittim.

- Niye abi niye? Niye sonu gelmiyor bu imtihanların? Kandırdın mı sen beni? Lanetlendim mi ya da ben? Kalk bir şeyler yap abi kalk!  Dayanamıyorum.

       Masada duran neşteri alıp eline tutuşturdum.

- Hadi al, sök kalbimi. Alsana abi. Neyi bekliyorsun? Niye kimse yardım edemiyor bana? Erdem neden uyanmıyor? Sen neden bir şey yapmıyorsun? Rüveyda niye yok? Annem nerede? Acının yoğurulmuş hali mi benim kaderim?

      Elimdeki neşteri alarak bir kenara fırlatıp beni kendine çekti Bilal Abi. Ağlaması şiddetlenirken hareketsiz duran bedenimi saran kolları sarsılıyordu.

- Üzgünüm. Çok üzgünüm Kerim. Elimden hiçbir şey gelmediği için çok üzgünüm.

- Abi... Uyandır beni bu kâbustan. Yalvarırım uyandır. Nefes almak işkence gibi... Her nefes alışımda kalbime bir şeyler saplanıyor. Bu acıyı dindirecek hiçbir şey yok ki...

      Ağlayış, haykırış, hıçkırış... Fark etmezdi. Hangisi atabilirdi ki içimdeki acıyı söküp? Atmak istiyorum, kalbimi söküp atmak istiyordum. Hızla kalkıp etrafta ne varsa kırıp dökmeye başladım.

- Lan... Kardeşimi geri verin bana lan. Ben onsuz yaşayamam.  Yapmayın lan bana bunu. Canımı yakmayı kesin artık , alın bu canı benden.

     Çıkardılar beni oradan. Kaç kişilerdi bilmiyorum. Sürükleyerek çıkardılar. Koridora bıraktılar. Aynı anda kulağıma dolan bağırışlara karışıyordu hıçkırıklarımın sesi.

- Senin yüzünden. Senin yüzünden öldü o. Nasıl onun gibi iyi yürekli birini bu hâle getirebildin? Nasıl bir insansın sen?

       Esra'nın ağlayarak söylediği sözlere Berna sadece hıçkırıyordu. Yere çökmüş hıçkırıyordu benim gibi.

- Benim yüzümden...
 
      Evet... Onun yüzünden. Kimse yalanlayamazdı bunu. Esra'yı çekip Berna'nın tam karşısına oturdum yere.

- Senin yüzünden... Kardeşimi aldın benden. Mutlu musun? Söyle, mutlu musun Berna? Konuş ! Konuş dedim sana.

      Hırpaladığım kızı elimden kurtararak beni yine bir yerlere sürüklediler. Kim olduğunu yine bilmiyorum. Bırakıldığım yerde elimi yüzüme kapatarak ağlamaya devam ettim. Omuzuna dokunan elin sahibi kimdi bilmiyorum. Bakma gereği duymadım.

- Çocuk olmak istiyorum. Ağladığımda istediğim şeyi versinler istiyorum. Ben... Kardeşimi istiyorum. Kardeşimi verin bana.

- Kalk hadi. Rüveyda'yı odaya aldılar. Seni bekliyor.

      Bilal Abi'nin sesiyle kendime gelerek ayağa kalktım. Rüveyda iyiydi demek ki. Peki ya oğlum?

- Bebeğimiz? O nasıl?

- O da iyi. Onu da götürüyorlar şimdi annesine.

     Kalbimin küllerinin üzerine serpilen suyla üşüye üşüye takip ettim Bilal Abi'yi. Bir odanın önüne geldiğimizde kapıyı açarak durdu. Ben girince geri çekilip kapattı kapıyı. Rüveyda... Karşımdaydı. Gönlüme baharı anlatan, yangınıma yağmur yağdıran ve o sevdiğim toprak kokusunu bana sunan kadın oradaydı.

- Toprak Gözlü...

- Kerim, oğlumuz nerede Kerim?

- Korkma, oğlumuz iyi. Getirirler şimdi.

     Bir-iki adım daha yaklaşıp aramızdaki mesafeyi kapattım. Ellerini tutarak diz çöktüm yatağının yanında.

- Rüveyda...

      Ellerini ardı ardına öperken gözyaşlarımla yıkanan elleriyle yüzümü tutmaya çalıştı.

- Kerim ağlama. Neden ağlıyorsun Kerim?

     Yüzümü tutmaya çalışan ellerini tutup sıktım.

- Gitti... Beni bırakıp gitti. Bıraktı ve...

- Kim gitti Kerim? Kim bıraktı seni? Ahh...

       Rüveyda karnını tutup inleyince hemen kendimi toparladım.

- Rüveyda ! İyi misin? Ne oldu Rüveyda? Ben hemen doktoru çağırıyorum.

- Hayır hayır dur... İyiyim ben. Kim gitti Kerim? Oğlumuza bir şey mi oldu?

      Defalarca kez yazılıp silinmekten yıpranan bir kağıt gibi hafif bir rüzgarda savrularak geri döndüm Rüveyda'nın yanına. Yine diz çöktüm yanına.

- Erdem... Beni bıraktı. Be... Beni... Bı... Bıraktı gitti.

- Na... Nasıl? Nereye gitti Erdem?

- O... O öldü Rüveyda. İnanabiliyor musun? Benim kardeşim öldü.

      Rüveyda hiçbir şey diyemeden gözyaşlarıyla eşlik etti hıçkırıklarıma. Söndüremedi bu kez içimdeki ateşi. Alev alev kor alan ateş kalbimi sarıp sarmaladı ama ısıtamadı. Üşüyordu kalbim, titriyordu.

- Hastayı yormayalım lütfen Kerim Bey.

      Arkamdan gelen doktorun sesiyle ne zaman sarıldığımı fark etmediğim Rüveyda'dan ayrıldım. Doktora döndüğümde yanındaki hemşirenin kucağındaki bebeği fark ettim.

- Sevinç gözyaşları mı bunlar? Oğlunuzu getirdik size.

       Neye uğradığını bilmeyen gözyaşları bunlar. Sevinç ve kâhır içiçeydi. Kalbimi çekiştiriyordu her ikisi bir yandan. Boğazımı acıtan düğümler nefes alışımı zorlaştırıyordu. Kalbimde bir yer bak diyordu. Şu manzaraya bak... Şimdi ağlamanın, üzülmenin sırası değil. Ama diğer yanım ağır basıyordu. Git kendini at diyordu dipsiz bir kuyuya.

- Allah analı babalı büyütsün inşallah. Nur topu gibi bir oğlunuz oldu.

       Elime tutuşturulan küçücük varlığa baktım. Emin olamadım onu tuttuğumdan. O kadar küçük ve ağırlığı olmayan bir şeydi. Mavi gözlerini açmış öylece bakıyordu gözlerime. Derin derin... Bir şeyler anlatmak istiyorum sanki. Anlatıyordu da... Biliyordum, bu benim son imtihanım değildi. Bakışlarını bir an bile çekmeden bunu anlatıyordu bana. ' Bu senin son imtihanın değil. ' diyordu. Sınavdan ibaret olan bir yaşamda sınavların bitmiş olmasını ummak aptalcaydı zaten. İmtihan,  tam manasıyla bırakılmıştı elime. Allah (c.c ) benden bir Erdem almış ve hemen arkasından bir Erdem bırakmıştı elime. Bir imtihanım son bulmuş, yeni bir imtihan baş bulmuştu elimde. O üzülünce üzülecektim, acı çektikçe kalbim yanacaktı. Ve bu da benim yeni imtihanımdı...

- Adını ne koyacaksınız? Düşündünüz mü hiç?

      Düşünmeyi çoktan bırakan aklımız, kalbimize güç yettiremiyordu. Dolup taşan gözlerimle Rüveyda'ya baktım. Benden farksızdı. Şu an için şükrettim Rabbime. En azından acımı paylaşan sevdiklerim hâlâ vardı. İçimden hiç düşünmeden koyduğum ismi gözlerimden okuyan Rüveyda başıyla onayladı beni. Ve yeni bir bedende can bulan o ismi fısıldadım kulağına...
- Erdem...

            
                        - SON -

       Sonu olan bir dünyada hiçbir şey sonsuz değildir. Değildir ki güzel ya da kötü şeylerin sonu olmasın. Yine bir son karşıladı bizleri. Kerim'i, Rüveyda'yı, diğerlerini ve en çok da sizleri çok özleyeceğim. Ama Buradaki kadroyu  aynen ikinci kitabıma da bekliyorum. Orada da yine keyifli zamanlar geçirmeyi umuyorum sizlerle. Hepiniz çok değerlisiniz. Her şey gönlünüzce olsun. En güzele emanet olun. Selam, sevgi ve dua ile... 😌


Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

1.2M 89.8K 51
0526******: Hocam inşAllah bu evde kalma sorunsalım biterse nikahımı kıyar mısınız? Hoca Efendi: Ne? 0526******: Nikah diyorum hocam, kıyar mısınız? ...
783K 40.8K 55
~TAMAMLANDI~ Siz; Mevzu derin konu gözlerin harelerine hapsettin sözlerin yakar durur beni duyamadım birileri buna aşkımı dedi*. Siz; İki deli bir ar...
2.8M 203K 53
Kayra: Kuryeniz çok yakışıklıydı vallahi! Çiçek Pastane: Lütfen, kuryemizin aklını çelip iş performansını düşürmeyiniz Çiçek Pastane: Hem kuryelerin...
394K 25.4K 56
Asel; Aslııı Asel;Aslııı Asel;Aslı kız ne dedikodular öğrendim bilemezsin!. Asel; Ömer abiyle karısı boşanıyorlarmış, zaten karısınıda hiç sevmezdim...