Keyifli okumalar. Satır arası yorumlarınızı bekliyorum.
••
Bir insanın ruhuna doğruluk ekmek, kör doğmuş birine görme gücünü vermek kadar olanak dışı bir şeydir.
-Platon
••
Ve yılın son günü. Gece yok. Fredy yok. Sinem yok. Buse yok. Herkes eğleniyordu. Buse ve ben hariç. O evde hasta annesi ile ilgilenirken ben özlem ateşi içinde odamda yatıyordum. Güneş ile geçirecektik güya bu geceyi. Ama amcamdan fırsat kalmamıştı. Ailecek halama, Bursa'ya gitmişlerdi. Saat henüz sekizdi. Yeni yıla yalnız girecek olmanın verdiği hüzünle odamdan çıkmak istemiyordum. Daha sonra bu fikirden vazgeçtim. Hayır yani, tamam yalnızım ama o kadar da bitik değilim. Dolabımın karşısına geçtim. Yılbaşı... kırmızı. Kırmızı uğur getirir derdi annem. Her yıl başında bana kırmızı eşyalar giydirirdi. Ama hiçbir işe yaramıyordu. Bu yıl da öyle yapmak istedim. Dolabımdan kırmızı bir iç çamaşırı takımı çıkarıp çabucak giydim. Altıma kırmızı yünlü pijamamı, üzerime ise geyikli kırmızı kazağımı giydim. Kırmızı ev ayakkabılarımı da giydim ve aşağı indim. Mutfakta ufak çaplı bir hazırlık yaptım. Kola, çekirdek, cips... ne ararsan. Bütün aburcuburları bir tepsiye koydum ve içeri geçtim. Dev ekran televizyonu açıp kanalları gezinmeye başladım. Çoğunlukla yarışma programları vardı. Bir kanalda durup izlemeye başladım.
Karı-koca yarışıyorlardı. Dört çift vardı ve dördü de birbirinden komikti. Sunucu ise tam bir deli. Gülmekten gözlerimden yaş geliyordu. Daha sonra bu yaşlar gerçek yaşa döndü ve ağlamaya başladım. Kendi halime ağladım. Sonra kendime kızıp çikolatamı bir hamlede ağzıma attım.
"Ooo Oşok soçmolomo otor tolovozyonono ozlo. No doyo oğloyorson," diye kendi kendime konuştum. Yarışma reklama girince başka bir kanala geçtim. Şarkı yarışması.
Bir süre sonra boş boş televizyona bakmaya başladım. Saat artık gece yarısına geliyordu. Yeni yıla son yarım saat vardı. Kucağımda bomboş olan tepsiyi alıp mutfağa girdim ve bir tepsi daha hazırladım kendime yılın son gecesi için. Ayy bak bana yine fenalıklar geldi. Gece deyince... büyük bir of çekip içeri döndüm tekrar.
PTT kriterine kesinlikle uyuyordum. Pijama, terlik ve televizyon. Yılbaşının vazgeçilemez üçlüsü. Tabi herkes için değil. Mesela şu an taksim kaynıyor. Beşiktaş çalkalanıyor. Çok az bir kesim evde PTT kriterine uygun bir şekilde oturuyor. Tabi ben de o kesime giriyorum. Kendi kendime düşünmeyi bırakıp televizyona döndüm. Milli piyango çekilişini izlemeye başladım bir süre sonra. Oynasa mıydım acaba? Bakarsın tutmuş... Direk Geceye olan borcumu öderdim. Ama böyle bir şey olması mümkün değildi. Çünkü ben ömrüm boyunca hep şanssızdım. O yüzden bana çıkma ihtimali çok düşüktü.
Yelkovanın on ikinin üzerine basmasına çok az bir süre kala bir kanalı açtım. Geri sayımı takip edecektim. Son birkaç dakika kala sunucu konuşmaya başladı.
"Herkese sevdiği ile geçireceği, mutlu, huzurlu, neşeli, bol kahkahalı bir yıl diliyorum. 2015 yılını bütün hüzünleri ile, bütün kötülük ve iyilikleri ile geride bırakıp 2016 yılına tüm pozitif enerjiniz ile girmenizi istiyorum. Umarım 2016 yılı herkesin yılı olur.
10
9
8
.
.
.
Geri sayım başlamıştı. Beşten geriye saymaya başladım bende.
"5, 4, 3,2." ve yanağıma kondurulan bir buse.
"1," diye tamamladı beni sesi.
"Mutlu yıllar güzelim."
B-bu... gerçek miydi? Rüya görüyor olabilir miydim? Hızla arkamı dönüp onu karşıladım.
"Sen... Gece," deyip ağlamaya başladım. Duygu yoğunluğu yaşıyordum. Bana daha da yaklaşıp sıkıca sarıldı.
"Şşş ağlama ben buradayım. Seninleyim," deyip başıma bir öpücük bıraktı. Hemen göğsünden ayrılıp yüzüne sayısız öpücükler bırakmaya başladım.
"Seni -öpücük- çok -öpücük- özledim -ve son olarak dudağa bir öpücük-" Gece bana gülümseyerek bakıyordu.
"Ben de seni özledim güzelim," deyip dudaklarıma yöneldi. Eli de boş durmuyordu. Bu defa engel olmadım ve kendimi ona bıraktım. Sadece bir anlık. Ellerim omuzlarında dudaklarım dudaklarında bilmem kaç dakika öpüştük. Havai fişeklerin patladığını bile şimdi duyuyordum. Bileğinden tuttuğum gibi salonun cam kapısından gözüken gökyüzüne sürükledim onu. Havai fişekler ardı arkası kesilmiyordu. Gecenin yanımda olması gerçek bir huzurdu. Bir süre sessizce camdan gökyüzünü izledik. Daha sonra Gecenin kolunu belime atması ile bakışlarımı ona çevirdim.
"Uzun bir yolculuktu. Yorgunum. Uyumaya ne dersin?" diye sordu yumuşak bir sesle. O şu an o kadar iyiydi ki. İlk tanıştığımızdaki halinden eser yoktu. Umarım bu hep böyle sürerdi.
"Uyuyalım," dedim ve az sonra kendimizi odamızda bulduk. Yeni yıla beraber girmiş olmanın verdiği mutluluk ile başımı göğsüne yasladım.
"Neden gittin?" Gittiğinden beri aklımda olan soru. Neden?
"Öyle gerekiyordu," dedi kısaca.
"Gece... annen, baban ile tartıştığını söyledi. Bununla bir alakası olabilir mi?" diye sordum. Bana federasyona gidiyorum demişti ama pek inandırıcı gelmedi doğrusu.
"Evet babamla tartıştık," diye doğruyu söyledi.
"Peki, neden?" Derin bir nefes aldı yutkunduğunu işitmiştim.
"Babam seninle birlikte olmamı istemiyor," deyince aldığım nefesin boğazıma oturduğunu hissettim. Bir yumru konuşmama engel oluyordu. Sesim çıkmıyordu. Çıksa bile ne diyebilirdim ki? Babası beni neden istemiyor? Oysa ilk tanışmamızda hiç kötü bir elektrik almamıştım. Bana karşı gayet iyiydiler. Şimdi ne olmuştu da istemiyordu?
"Ben tabii ki dinlemedim. Daha sonra babamla büyük bir kavga ettik. Senin beni engellediğini düşünüyor," dedi. Aynı bir zamanlar senin düşündüğün gibi demek istedim ama boğazımdaki yumru izin vermedi. Ben onu neden engelleyeyim ki bir türlü aklım almıyor.
"Ben sana karşı iyi olmaya çalıştıkça çevredekilere daha çok zarar vermeye başladım. Anneme, babama, kız kardeşlerime, en yakın dostuma..."
Bunlar benim yüzümden mi? Tüm bunlara ben mi sebep oluyorum yani?
"Ama ben kimseyi öldüremedim. Ne zaman birini öldürecek duruma gelsem aklıma sen geliyorsun. Elim tetiğe gitmiyor. İnsanları cezalandırmaktan zevk alan ben, artık kimseye bir şey yapacak gücü kendimde bulamıyorum."
Olması gereken de buydu. Bir insanın canını Allah'tan başka kimse alamazdı.
"Ben hristiyanım Işık. Benim inandığım tek kutsal varlık İsa." Duraksadı. "Ve baba. İsa'nın babası."
Bir dakika. Ben hayal falan mı görüyorum acaba? Artık cidden aklımı okuduğunu düşünüyorum. Hem söyledikleri gerçek miydi?
"Sen..." deyip devamını getiremedim. Zihnimi okuyor oluşuna mı şaşırayım söylediğine mi şaşırayım bilmiyorum.
"Ben hristiyanım. İsa'ya inanıyorum. İsa Tanrının oğlu..."
Bu söyledikleri beni çok şaşırtıyordu. Hâlâ inanamıyordum. Bunları konuşuyor oluşumuza da inanamıyordum.
"Sana inanmıyorum," deyip yataktan kalktım. Gece ya bana komik bir şaka yapıyordu ya da bunlar gerçekti.
"Seni neden kandırayım ki?"
Şöyle bir düşündüğüm zaman Gece'nin şimdiye dek dinle alakalı hiçbir şey söylediğini hatırlamıyorum. Onun ağzından hiç İnşallah gibi şeyler de duymamıştım.
"Gece ben... gerçekten buna inanamıyorum. Sen müslüman değil misin?" dedim tekrar bozguna uğramış gibi. Bu öğrendiğim şey beni çok şaşırtmıştı.
"Değilim!" diye yükseldi en sonunda.
"Hristiyanım."
Tişörtünü kaldırıp belinin kenarını gösterdi. T harfine benzeyen bir figür vardı. Bu hristiyanlık sembolüydü. Daha önce nasıl dikkat etmedim? Belinin kenarında birden fazla dövme vardı ve hepsi karmakarışıktı.
"B-ben inanamıyorum."
"Neden bu kadar şaşırdığını anlamıyorum," deyip tişörtünü indirdi tekrardan.
"Şaşırmak mı? Gece benim hayatımda daha önce hiç hristiyan biri olmadı. Yani ilk kez... Ve o kişi de sevgilim. Şaşkınım tabii ki."
Uzun cümlemin sonunda soluklandım ve aklıma takılan diğer bir soruyu sordum.
"Ailenin haberi var mı?" Göz devirdi.
"Elbette. Senin kadar şaşırmadı tabii onlar," dedi gayet rahat bir şekilde. Bu kadar şaşıran bir tek ben miydim yani? Bu gerçeğe alışmak uzun sürecekti benim açımdan.
"Gece..."
Aklıma gelen düşünce ile gözlerimi yumdum. Lanet olsun.
"Sen sünnet de olmadın yani?"
"Olmadım."
Elbette olmadı. Benimki de soru yani. Hayatımda ilk kez sevgilim oldu. O da hristiyandı.
"Düşünme şunu daha fazla, yat artık."
Aklım fazlasıyla karışıktı. Öğrendiklerimi sindirmem biraz uzun sürecekti.
"Kimse kimseyi bu konuda yargılama hakkına sahip değil. Ben buyum buna inanıyorum."
Elbette onu yargılamayacaktım. Bunun ırkçılıktan farkı yoktu. O buydu ve buna inanıyordu. Bana da saygı duymak düşerdi.
"Peki."
Diyecek başka bir şeyim yoktu. Haklıydı. Onu yargılama hakkına sahip değildim. Yatağa girip yattım. Kolunu belime doladı.
"Sesimi yükseltmek istemedim. Kusura bakma."
Kendinden beklenmeyecek şekilde benden özür diliyordu. Önemli değil anlamında başımı salladım.
Yaklaşık on dakika sonra düzenli nefes alışverişlerinden uyumuş olduğunu anladım. Sanırım ben bu gece onu izleyerek özlem giderecektim.
DÜZENLENDİ ✔️
Herkes bu bölümde en beğendiği veya etkilendiği sahneyi buraya yazabilir mi?