MÜPHEM

By fernwehy

7.6M 230K 57.4K

Yankı gökyüzünü izlemeyi seviyor. Yeşil gözleri, gün batımında alev alan Anka'yı arıyor. Ona inanıyor. Yirmi... More

MÜPHEM
1- GERÇEK
2- AV
3- DUVARLAR
4- DUMAN
5- GEÇMİŞ
6- ADIMLAR
7- İHTİMÂLLER
8- HİKÂYE (1)
8- HİKÂYE (2)
9- SATIRLAR (1)
9- SATIRLAR (2)
10- SAVAŞ
11- VİRANE
12- MASAL
13- KUKLA (1)
13- KUKLA (2)
Kısa Bir Not'
14- TAKİP
15- İTİRAF
16- ÇIKMAZ SOKAK
17- GÜVEN(1)
17-GÜVEN(2)
18- YIKIM
19- DEVRİM
20- ATEŞ
21- DÜĞÜM
22- ÜMİTVÂR
22- ÜMİTVÂR (2)
23- SARHOŞ
23- SARHOŞ(2)
24- YALAN
24- YALAN(2)
ŞANS / Ezo & Onur (Özel Bölüm)
ŞANS-2 / Ezo & Onur (Özel Bölüm)
ŞANS-3 🍀 (Özel Bölüm)
25- FELAKET
25- FELAKET(2)
KÜL GÖZLÜ ADAM
26- MESAJ
26- MESAJ(2)
27- ZEHİR
28- AŞK
KAÇAK I Duyuru
29- SESSİZLİK
30- KİN
31- ZAFER
🔴SON DAKİKA🔴
32- İLLÜZYON(1)
32- İLLÜZYON(2)
33- ÇARESİZLİK
34- MEMAT
35- ŞEYTAN
36- ÇIĞ
37- BEVKA
38- NEFES
39- YAĞMUR
40- NEHİR
ÇOCUKLAR VE ÇİÇEKLER -1 (MeGa özel bölüm)
ÇOCUKLAR VE ÇİÇEKLER -2
27
42- ASKER
43- SADAKAT
44- TEKLİF
45- SINIRLAR
46- KAYIP
47- HEDİYE
48- BAĞLAR
49- DÜĞÜM
BİR BAKIŞ SENİ AVUÇLADIĞINDA (Miray-Kaan özel)
BİR BAKIŞ SENİ AVUÇLADIĞINDA' 2 (Miray-Kaan Özel)
50- ZAMAN
51- DİLEK
52- SİS
53- ISLAK TOPRAK
54- VEDA'HASI
55- KELİMELER
56- KAYIP PARÇA
57- SIR
58- AHDE VEFA
ZAMANI YENMEK
59- KÜL

41- KADER

62.4K 1.8K 434
By fernwehy

Merhabalar.
Bölüme geçmeden önce belirtmek isterim ki, okunma sayısıyla vote-yorum sayısı arasında resmen uçurum var.
Bana destek olmak için lütfen beğenip yorum yapmayı unutmayın.

Lütfen...
🥺
👉🏻👈🏻

Bu bölüm Giray'ın içine biraz daha inmeyi hedefledim. Çocukluğuna ve geçmişine biraz bakış atalım istedim.
 
Bir de geçmiş bölümlerden bahsettiğim yerlerde çoğu hatırlanmıyormuş sizler için hatırlatma bıraktım.

Bu yüzden sindirerek okumanızı tavsiye ederim.
Keyifli okumalar

______________________

Üşüyerek uyandım.

Bazen zamanın bana uğramadan aktığını hissederdim. Kuytu bir köşeye çekilir, öylece hiçbir şeye hizmet etmeyen anlamsız çıkarımlarla bekler ve önümden akıp giden zamanı düşünürdüm. Giray'la dağ evine çekildiğimiz iki gün de tıpkı böyle hissettirdi. Ancak bu defa yanımda Giray vardı. Dışarıda bir hayat akıyordu ve bize uğramıyordu.

Çıplak omuzlarıma değip geçen serinlik beni üşütüyordu. Gözlerimi açtığımda odaya sızan minik güneş koridoruyla bakıştım ilk önce. Ve havanın güzel olduğunu tam burada anladım, üşümem ise tamamen çıplak olmamdan kaynaklıydı. Gözlerimi tavanda gezdirdikten sonra dirseklerimin üzerinde doğrulup etrafa bakındım. Yatakta, odada tektim.

Dün gece sabaha karşı Giray'ın kucağında odaya girişimi, uyumadan önceki son sevişmemizi hayal meyal hatırlıyordum. Yatakta doğrulurken tonlarca yük taşımış gibi yorgun hissediyordum. Omuzlarım başta olmak üzere tüm kaslarım ağrıyordu. Bu yüzden odadan çıkıp doğruca banyoya girmem ve kendimi sıcak suyun altına atmam yalnızca birkaç saniye sürdü.

Aynı serilik çıkıp giyinirken de devam ediyordu. Altıma kot şort, üzerime beyaz bir tişört geçirip ıslak saçlarımı omuzlarıma yayarak odadan çıktım. Salona yürürken ev sessizdi, buna bağlı olarak adımlarım da sessizleşti.

Giray'ı köşeli koltukta kitap okurken bulduğumda adımlarım daha da yavaşladı. Üzerindeki koyu renk kotu ve tişörtüyle benimle bir nevi uyum içerisindeydi. Yıkandıktan sonra fönlenmediği için bukleleri de dağınık görünüyordu. Elindeki tuttuğu kitaptan başını kaldırmadı ama dikkatinin bende olduğunu biliyordum.

"Günaydın," dedi bakışları hâlâ sayfa üzerindeyken. Uyuşuk adımlarım hemen tepesinin üzerinde durduğunda başını kaldırıp kollarını iki yana açtı. Bunu yaparken kitabı kenara bırakmış ve beklentiyle yüzüme bakmıştı. Henüz bir eylemde bulunmamıştım ki beni bileğimden tutup kendine çekti. Kucağına yan bir şekilde otururken güldüm ve omuzuna tutundum.

"Günaydın," dedim kinayeyle. "Neden sürekli sabahın köründe kalkmış oluyorsun?" Hemen sonra ani bir kararla sorumu değiştirdim. "Daha doğrusu neden uyumuyorsun?"

"Yıllardır böyle. Bilmiyorum."

"Uzaylı."

Güldü ama kaşları çatılmıştı. "Neden takıldın buna?"

"Bilmem." Omuz silktim. "Uyanınca seni yanımda görmek istedim sanırım."

"Peki, bir dahakine sen uyanana kadar, yani yaklaşık dört saat, yatakta beklerim."

Yüzümü buruşturdum. "Öf, hiç çekilmiyorsun sabah sabah."

Kucağından bir hışımla kalktığımda gülüyordu. Dozunda kabalık ve fevri tepkilerim onu daima çok eğlendiriyordu. Ve ben de git gide bunu benimsiyordum.

"Bari kahvaltı falan hazırlasaydın," diye söylendim mutfağa ilerlerken.

"Hazırladım." Arkamdan seslenişiyle mutfağa girdiğimdeki manzara birbirini tamamladı. Güzel bir kahvaltı sofrası bana bakıyordu.

"Bari bana eşlik etseydin," dedim söylenmeme devam ederken.

"Edeceğim tabii," dedi mutfağa girdiğinde. "Açlıktan bayılacağım şimdi."

"Sen yemedin mi?" Kaşlarım çatıldı. "Beni mi bekledin?"

Bir dilim ekmek alıp ısırdığında beni başıyla onayladı. İçimde sinir bozucu derecede güçlü anaç bir yan uyandı ve neredeyse uyanmadığım için kendime kızacak oldum... Birer çay doldurdum ve karşısına geçip oturdum.

Ağzıma bir şeyler atarken onu izliyordum. Yanağının birini patlayacak gibi şişirmiş hâlde lokmasını çiğnerken bana sırıtıyordu.

Dirseğimi masaya yaslayıp elimi çeneme yasladım. Çayımı içmeden önce aldığım nefeste huzuru soludum.

"Seni seviyorum."

Gerçek olan kendini daima belli ederdi ve bu kelimeler gerçekten benden bağımsız dökülmüştü dudaklarımdan. Bir an kontrolsüzce sayıklayışımı garipsedim ama bu Giray'ı gülümsettiğinde üzerine düşünmedim. Uzanıp elimi tuttu ve kendine çekip avucumun içine dudaklarını bastırdı.

Bu söylenebilecek her şeye değer bir eylemdi.

Avucumu öpmesini o kadar seviyordum ki, içine bir hediye mahiyetinde bıraktığı ışık huzmesini neredeyse görüyordum. O an avucumda büyüyen bu pırıltı etrafımıza dağılıyor, bizi uzay boşluğundaymışızcasına bir karanlık içinde çevreliyorlardı ve geriye sadece biz kalıyorduk. Dağ başında geçirdiğimiz iki günlük bir anı gibi.

En verimsiz ama en dopdolu bir zaman dilimiydi bu. Uzun derin sohbetleri, ardı arkası kesilmeyen anılarıyla bezeliyor, sanki hayatı boyunca sustuğu her şeyi bana anlatmaya çalışıyordu. Ve ben de başka hiçbir şeye odaklanmadan dakikalarca dinliyordum.

Geceye doğru pencere önündeki minderlere oturup ufaktan alkol almaya başladığımız sırada içimde şuursuz bir merak can buldu. Loş ışığın bize kör bir aydınlık verdiği sırada seçebildiğim kadarıyla yüzüne baktım.

"Babandan çok az bahsediyorsun."

Hayatının en büyük travması hakkında konuşmaktan kaçınması doğaldı ancak içindeki her şeyi de babasıyla birlikte hapsetmiş gibiydi. Sanki o kapıyı açsam, onunla ilgili her şeye tek bir noktadan ulaşabilirmişim gibi.

"Ne bilmek istiyorsun ki onunla ilgili?"

"Onunla ilgili değil. Senin onunla ilgili düşündüğün şeyleri bilmek istiyorum." Tam olarak ne istediğimi bilmediğimden böyle bir cümle kurmuştum. Giray'ın yüzündeki ifadesizlik gözlerine de yayılmıştı.

"Ondan nefret ediyorum."

Yüzümde aşağılayıcı bir gülümseme oluştu. "Etmiyorsun."

"Ediyorum."

"Etmediğini biliyorum."

Kadehimi kafama dikip şişeye uzandığımda tekrarladım. "Biliyorum."

Bilmiyordum. Hissediyordum.

"Bilemezsin," dedi önüne dönüp bardağını yudumlarken. "Bunun yumuşatılacak bir yanı yok."

"Yumuşatmıyorum. Aranızdaki ilişkiyi tam olarak bilmiyorum bile. Doğrusunu istersen merak da etmiyorum. Ama içten içe bu kontrolcü, daima tedirgin yanının onunla bir ilgisi olduğunu düşünüyorum." Derin bir nefes koyuverdim. "Kendini kasıyorsun. Her anlamda."

"Bu babamla alakalı bir durum değil, bu yaratılışımdan gelen bir şey."

"Tamamen mi?"

Beni başıyla onayladı ve birden uzun uzun anlatmaya, açıklamaya girişti.

"Beynim farklı işliyor. Kavrama ve hesaplama konusunda hastalıklı derecede hızlı. Bir sendrom gibi. Tıpta bir hastalık adı altında inceleniyor ancak kişi aynı özellikle kendini baskılayıp normalleştiriyor. Yani hem hastayım, hem doktor."

Ona soru dolu bakışlar attığımda kısaca, "Kontrol etmeyi öğrendim zamanla," diye açıkladı.

"Kontrol altında tutmuş hâlin mi bu?"

"Evet. Şu an sana bir şeyler anlatırken, mimiklerinden, göz bebeklerinin genişliğinden, bardağı tutuş şeklinden bana ne kadar odaklı olduğunu tartabiliyor, dikkatini bende tutmak için ağzımdan çıkan her cümleyi en az iki kez kafamda dile getiriyor ve ses tonumu buna göre ayarlıyorum."

Gözlerimi devirdim. "Abart."

Güldü. Umutsuzca bir gülüştü bu, kendini kimseye inandıramayan çaresiz birinin gülüşü.

"Mesela şu an içinden acaba, diye sorguladın. Çünkü bunu düşünmeni sağladım."

Kaşlarım çatıldı.

"Ve şu an ikna olmak üzeresin ama aynı zamanda ürktün."

Hiç hareket etmeden bakakaldım.

"İkna oldun."

"Ama..." dedim kekeleyerek. "Bunun adı rol yapmak."

"Rol yapmak, rol yapmaktır. Benimki soluksuz analiz ve kontrolü elinde tutma refleksi. Yapıp doğuştan buyken, ben bunu istediğimde aktif hâle getireceğim bir özelliğe çevirdim. Mesela şu an bunu ne kadar sürdürebileceğimi düşünüyorsun değil mi? Bunu hep mi yaparım? Seni bu şekilde maniple mi ederim? Dur bir dakika," dedi bana sırıtarak. "Yoksa aslında bana âşık değilsin de bunu ben mi sağladım?"

"A-auv," şeklinde inledim. "Tutturamadın canım. Aşk yaratabileceğin bir şey değildir."

"Yarattığım aşk değil zaten, kişiyi âşık olduğuna inandırmak. Bu gerçek aşkla aynı semptomları doğurur."

"Şu an senden şüphelenmeli miyim?" Gözlerimi kısmıştım.

"Hayır." Kaşlarını kaldırıp beni işaret etti. "Kendinden şüphelenmelisin."

"Sana aşığım. Bu kendimi içinde bulduğum bir durum değil. Bu hissettiğim bir şey."

"İşte tam olarak buydu..."

Ne dediğini anlamadığım için sorar gibi baktım.

"Hissetmek. Sadece hissetmek. Bir şeyi kaynağı olmadan bilmek."

Elini uzatıp saçlarımda kaydırdı ve yanağıma yasladı.

"Bu yüzden sana âşık olduğumdan emin olmam zaman aldı."

Gözlerinin içine baktım. Bunun hakkında biraz daha konuşmasını istedim o an.

"Tam şu an pamuk gibi oldun ve bana âşık olduğumu nasıl anladığımı sormak üzeresin," diye bir varsayımda bulunduğunda kısa bir şok geçirdim ve koluna vurdum.

"Domuz."

Güldü, resmen kahkahaya benzeyen neşeli bir gülüştü bu. Neden sonra yavaşlayıp yeniden yüzüme dokundu.

"Bir Miray'ı kucağıma verdiklerinde, bir de seni kucaklayıp bu eve girdiğimde değişti dünyam."

Anında yumuşadım ama ona somurttum. "Ah evet başarılı bir cümleydi, etkilendim. Harika. Devam et şimdi."

"Saçmalama," dedi gözlerini devirirken. Ama gülüyordu. Hemen sonra içkisini yudumladı ve derin bir nefes alıp verdi. "Ama düşünüyorum da, şimdi olduğum kişi kadar benimle karşılaşman da kaderin cilvesi sanki. Yaşantım farklı olsaydı bambaşka yerlerde, daha az boktan hâlde olabileceğimi biliyorum. Ama." Dönüp gözlerime bakıp gülümsedi. "Bir seçenek sunulsaydı, sonunda seninle olduğum bu hayatı seçerdim Yankı. Her şeye rağmen, babama rağmen, ölümün gölgesine rağmen, senin için, seçerdim."

Bardağını kenara bıraktı çenemi kaldırıp dudaklarıma uzandı. Beni yavaşça, hissederek öptü. Hemen sonra kolunu boynuma dolayıp kendine yasladı. Ağzını saçlarıma gömerken sıcak bir nefesle, "Senin için," dedi yine. "Seçerdim."

Bu her şeyden öte bir fedakârlıktı benim için.

Çünkü bilinmeyeni bir amaç doğrultusunda kabul etmek yine o amaç doğrultusunda iyi bir motivasyonla tahammül sağlardı. Ama deneyimlediğin ve içinde bocaladığın bir acıyı, o acı içinde rastladığın bir sebeple sürdürmek başkaydı. Bunu yeniden göze almak bambaşkaydı.

Dakikalarca öyle sarmaş dolaş oturduk. Sessizliği bozan merakım oldu yine.

"Yaşantım farklı olsaydı, farklı yerlerdeydim dedin." Ondan ayrılıp dikleşerek oturduğumda kolunu indirip bardağını kavradı ve beni başıyla onayladı. "Ne kadar farklı mesela?" dedim dalga geçer gibi. Ama o aksime oldukça ciddiydi.

Yine ondan beklemediğim bir şekilde uzun uzun anlatmaya başladı.

"Bu lanetin fark edilmediği zamanlarda normal bir çocukluk geçirdim. Annemi tam olarak hatırlamıyorum ama benden daima özel bir çocuk olduğuma dair bahsettiğini ama her annenin evladı için aynı betimlemelerde bulunabileceğini düşünerek dikkate almamışlar. Ama annem bilirmiş. Henüz birkaç aylıkken ışığı ve nesneleri takip edişimi, çok erken konuşmaya başlamamı, motor gelişimimi erken tamamladığımı vesaire... Bunun tek iyi yanı en eski anıları bile hatırlıyor olmam olabilir. İnsan ilk yürüdüğü anı hatırlar mı? Ben hatırlıyorum. Bu ve bunun gibi birkaç detayı daha... Sadece."

Sustuğunda merakla bakındım yüzüne. "Sadece ne?"

"Annemin yüzünü hatırlamıyorum."

Konu amacından sapıp bir çıkmaza girdi böylece. Ancak ben durumun dramatikliğine takıldım o an. Kaşlarım büzüldüğünde sessizce yüzünü izledim.

"Kokusunu anımsıyorum. Ona sarıldığımda ellerimin altında sıkışan saçlarını hatırlıyorum. Uyurken nefesimi onunla birlikte ritim tutturmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Ölmeden önceki son gece, hasta yatağında yanında uyumam için kenara kayışını hatırlıyorum. Ama hiçbirinde yüzü yok. Yüzü sadece fotoğraflarda. Biliyor musun bir tek bunu çözemiyorum."

Sessiz durduğumuzda yoğun bir duygu karmaşasına gireceğimizi hissettiğimde boşluk bırakmadan bunu düz bir sohbete çevirmeyi yeğledim. Keza Giray da oldukça normal bahsediyordu bundan.

"Öldüğü zamanı hatırlıyor musun?"

"Aslında hayır, dört yaşındaydım ve uyku kontrolüm henüz yoktu. Zaten annem dışında kimse de bu özel durumun farkında değildi. Hasta yatağındayken beni yanına çağırdı, o gece yanında uyumama izin vermişti, sanki son gecemiz olduğunu biliyordu. Yatağa tırmandım ve gözlerimi kapadım. İlaçlar teninin kokusunu örtmüştü. Elleri çok şişmişti. Sürekli burnunu çekiyordu, sessizce ağlıyor gibi. Ama bundan emin değilim. Sadece tüm bu detaylar bana, o gece son gecesi olduğunu bildiğini düşündürüyor."

Bardağına bakınıp yudumladı ve normal bir şeyden bahsediyor gibi devam etti.

"Sabah uyandığımda yoktu. İlk önce hastaneye oradan morga götürülmüş. Babaannem eve toplanan insanlara böyle söylüyordu. Annem son zamanlarda hastaneye hep giderdi ama morg neresiydi, o zamanlar bilmiyordum."

"Sonra?" diye sordum sayıklar gibi.

"Sonra babam tamamen çöktü. Sanki o gün, onun da ruhu öldü. Beni sebepsiz azarlamaları sonrasında ağlama krizleri tutardı. Bayılmaları başladı bir süre sonra. Öfke nöbetleri genelde bana patlardı. Bazen sadece köşede durup ona baktığım için dayak yerdim. Yemeğimin hepsini bitirmediğim için çok kez yemek masası ters döner ve sırtımda bir sandalye kırılırdı."

Bardağını dudaklarına yaklaştırdı ve içmeden önce dümdüz bir sesle konuştu. "Sırtım ağrıdığı için uzanıp uyuyamazdım. Tekli koltukta sadece birkaç saat uykunun bana yettiğini o zaman öğrendim."

O içkisini yudumlarken benim yutağım boğazımdaki görünmeyen yumruğu gidermek için hareketlendi. Dolmaya yüz tutmuş gözlerimi geri çevirip dudaklarımı ıslattım.

"İkinci evliliğini onu biraz olsun iyileştiren doktoru Nilay ile yaptı," diye devam etti. " O zamanlar gölgesi üzerimden çekilmişti. Miray doğduğunda hele, dünyalar benim olmuştu. Ciyaklayarak ağlayan, buruşuk suratlı kundağa sarılmış çirkin şeyi kucağıma verdiklerinde inanamayarak bakıyordum. Bilmiyorum, belki de çocukluğuma dair tek güzel anı bu olabilir." Dudağının kenarı havalandı. "Nasıl bir cadı olduğu ta o anda belliydi."

Gülümsedim. "Sana benziyor mu?"

Bir fikri olmadığını belli etmek istercesine dudaklarını büzdü. "Çok güzeldir ama su gibi. Başım az belaya girmedi."

"Gerçekten mi?" Güldüm. "Kıskanç abi Giray." Biraz daha güldüm. "Ah görebilmek için her şeyi yapardım."

O da güldü. Sessizce içkimizi yudumlarken devam etmesi için elimle işaret ettim.

"İşte sonra Nilay okuma yazmayı tek başıma öğrendiğimi fark etti. İlkokulda sınıf atlamam, doktor kontrolleri falan onun sayesinde başladı. Benimle yakından ilgilendi..." Sustuğunda cümlenin sonunu neredeyse tahmin etmiştim ancak o dile getirdi. "Öldürülene kadar yani."

Gözlerimi yumdum ve burnumdan sıcak bir nefes verdim.

"Babam geri dönülemez bir şekilde ruhsal çöküntüye girdi. Özellikle benim üzerimdeki baskı çoğaldı. İşte sana bahsettiğim yaşantı buna evirilmeseydi şu an gerçekten bambaşkaydı hayatım," diye konuyu toparladı.

"Mesela özel yetiştirilmiş bir asker olabilirdim, babam bunu özenle engelledi. Çünkü yapmak istedikleri benim çocukken sandığım gibi kahraman bir asker değil, devletin özel hamlelerinde kullandığı bir ölüm makinesi. Bu yüzden üzerime bir suç yıkılması ve hüküm giymem için fırsat aranıyor. Bir sorgu masasında, önüme bir kâğıt bırakıp devletle işbirliği yapmam şartıyla cezamın yok sayılacağı gibi basit bir örnek verebilirim sana."

Konuyu basitleştirmesi onu daha iyi anlamama sebep oldu. Bu arada o da duygulu bir iç çekmişti.

"Belki ruhu hastaydı ama beni bu yoldan çekip almak için çok uğraştı. Şu an hâlâ yasa dışı teklifler aldığımı biliyor muydun?"

Kaşlarım hayretle kalktığında o içkisinin geri kalanını tek hamlede bitirdi.

"Aynı güruhun Ekrem'i desteklediğini, arkasının onlara bağlı olduğunu ve bu yüzden onunla doğrudan savaşamadığımı yeniden belirtmeme gerek yok sanırım."

Kafamda yaptığım ufak bir hafıza yoklamasıyla buna hak verdim ve yanıt olarak sadece başımı salladım.

"Şu anda özenle kaçındığım gizli örgütler tarafından alıkonularak aynı şekilde uluslararası bir ajana da döndürülebilirdim. Benim lanetim, başkaları için nimet anlayacağın."

Bardağını özenle yenilerken diğer ihtimali dillendirdi.

"Sonra mesela, ün yapmış bir üniversitede kendi ekibimi kurup birçok çalışmaya imza atardım. Nobel fizik ödülü falan fena olmazdı diye düşünmüyor değilim."

Durumu dalgaya vurduğunda güldüm ama gerginliğim bakiydi.

"Anladım," diye mırıldandıktan sonra beni başka bir soru işareti daha dürttü. "Son bir soru daha..."

"Dilediğini sorabilirsin güzelim."

"Peki seni nasıl fark ettiler? Hani demiştin ya, bu tip çocukları teşvik etmek için kamufle olmuş bir terbiyeci sokarlar hayatlarına diye."

(27- ZEHİR bölümü ortalarında aynı konunun detaylarına ulaşabilirsiniz.)

"Bakıyorum da hiçbir şeyi unutmuyorsun?" diye böldü beni gülerek.

"Senin gibi doğal yetenekli değilim ama hafızam iyidir." Onu elimle savuşturup soruma döndüm. "Nasıl anlaşıldın ilk?"

"Nilay durumu okulla paylaştığında sanırım. Doktor kontrolleri de olabilir. Ama şuna açıklık getireyim; bunu sadece denerler ve seçimi sana bırakırlar. Peşime düşen devlet değil, özel güçler. Babam beni asker olmaktan korudu ancak ruh sağlığı ve dahi ömrü geleceğime yetmedi."

"Baban bunu nasıl fark etti?"

Bana bakarken gururla gülümsedi. "Güzel bir noktaya parmak bastın."

Uzandı ve benim bardağımı doldurmaya başladı.

"Annem İngiliz. Büyükbabam İngiliz bir ajandı ve kaçarak Diyarbakır'a sığınmıştı, anlattım biliyorsun. Diyarbakır ile en ufak bir bağı olmayan babamın annemle nasıl tanıştığını çok sorguladım. Babamla normal sohbet edebildiğimiz zamanlar bana bundan biraz bahsederdi ve hep aynı bayat romantik hikâyeyi anlatırdı. Hiçbir zaman içime sinmedi. Annem vefat ettikten sonra sık sık Diyarbakır ziyaretleri yapmasını da annemin hatıraları için olduğunu söylerdi. Ama bilmiyorum Yankı... Bilmiyorum."

Tıkanıp kaldığında bana bunlar ilk bahsettiği anı hatırladım. Dedesinden kalan, eski İngilizce basım Savaş Sanatı'nı.

Gözlerine baktığımda onun da aynı şeyi düşündüğünü biliyordum. "Savaş Sanatı," diye mırıldandım.

Ve Giray tıpkı o zaman olduğu gibi cümlesini yeniledi: "Babamın korkusu tamamen buydu belki de; beni koruması gereken kişi ölü bir adamdı."

Araya içkimizi yudumlamanın boşlukları yayıldı.

"O zamanlar arkadaşı, dönemin Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar ile konuşurken öğrendim. Yaptıkları yetmiyormuş gibi hayalime de çomak sokması bardağın son damlasıydı sanki. On birinci yaş günümde, astım kendimi."

Bu beni tokat yemiş gibi sarstığında ürktüm. Bilmediğim bir şey değildi ama ağzından çırılçıplak duymak beni sarsmıştı. Giray da bunu fark ettiğinde konuyu kapatmak için birkaç cümleyle hızlıca toparladı.

"Çözemediğim şey tam burada başlıyor. Babam bir dönem illegal uğraşlarla Ankara'da nam saldı ama polis ve güvenlik güçleriyle arası daima iyiydi. Şu an polislerle uyguladığım stratejiyi ondan öğrendim mesela. Ve sonra... Dönemim en karanlık adamı İrfan Karakeskin ile ittifak oldu ama geriye dönüp baktığımda onunla ortaklıktan çok onu devirmek için sanki bütün uğraşları. Onu tanımasam, devletle işbirliği olduğuna ihtimal bile verebilirim."

Son yudumunu alıp hızla yuttu. Histerik bir şekilde güldü.

"Acaba tüm bu siktiğim şeylerin ailemize bir tehdit olduğunu ve benim bunlarla uğraşmak zorunda kalacağımı düşündü mü?" Dişlerini sıktı. "Orospu çocuğu."

Babasına öfkesinden çok, yoğun bir kırgınlık beslediğini hissediyordum. Her şeye rağmen, hissediyordum.

Derin bir nefes alıp verdi ve noktayı koyar gibi bardağını sertçe zemine bıraktı.

"İşte, boktan hayatımın birkaç detayı daha."

Durumun vahimliğine aldırmadan, "Film gibi," diye mırıldandım.

Üzerine düşünüp bir yorum yapmaya hakkım yoktu. Dahası buna gerek de yoktu. Bana anlattığının kat kat fazlasıyla baş etmekte olduğunu biliyordum. Bu yüzden konuyu dağıtmak için abartı mimiklerle alt dudağımı ısırırken hayranlıkla inledim. "Ve bu kadar zeki, yakışıklı bir başrol karşımda duruyor." Parmaklarım uzandı ve tişörtünün ucunu kavrayıp çekiştirdi. "Öfkeli, kinli ve seksi." Yüzüne doğru yaklaşıp dudaklarına bakarken fısıldadım. "Etkilendim."

Son Feci Bisiklet - Angarya🎶
(Sizden geldi🥳)

Giray'ın beni çevirip ince kilimin üzerine yatırması iki saniye sürdü. Bu ani konum değişikliklerinde ağzımdan kaçan mini çığlıkların yerine bu defa kıkırdama tutmuştu. Hemen üzerimde duran yüzündeki kara bulutlar dağılmıştı. Her ne kadar külfetli geçmişini merak etsem de bu görüntüye daha çok ihtiyacım vardı, hissediyordum. Onun da geçmişin kapağını açmayı sevmediğini biliyordum.

"O halde, bu senaryoya iyi bir cinsellik sıkıştırabiliriz." Başrol benzetmemi anında benimseyip içerik üretmesine güldüm. Gittikçe fanteziye yatkınlığını daha çok fark ediyordum.

"Bu fantezi merakın bitiriyor beni..."

"Sanırım..." dedi düşünüyor gibi abartılı bir ifadeyle. "Başka bir hayat yaşayabilecek olma düşüncesinden kaynaklı." Gülümsedi ama bu biraz eksik, biraz buruk bir gülümsemeydi. "Başka biri olmayı, bambaşka yaşayabilmeyi dilerdim. İsterdim. Çok isterdim hem de."

Yükünü bana vermemişti ama ben üzerime tonlarca ağırlık yıkılmış gibi hissetmiştim bir anda. Ağzından dökülen her çaresiz sözcük birer gülle gibi düştü üzerime.

"Giray..." Gözlerim buğulandığında adından başka bir şey gelmedi dilime.

"Bana gereksiz dram yapmış gibi hissettirme," dedi gözlerini kısarak. "Bir daha bu konuda asla konuşmayacağım anlaşıldı."

"Hayır," diye itiraz ettim deforme olmuş sesimle. "Öyle değil. Yani senden kaynaklı değil. Ben sadece..."

"Sadece bana acıdın."

"Sayılmaz." Ellerim yüzüne tutundu. "Sadece, sana biraz olsun bunu yaşatabilmek isterdim. Hiçbir şey düşünmeden, bambaşka kaygılarla yaşayacağın bir aralık olsun, birkaç dakika bile olsa bunu yaşa isterdim."

"Yankı," dedi, daha çok uyarır gibi. "Yanımda olduğun çoğu zaman bunu hissediyorum zaten. Âşık olduğumu nasıl emin oldum sanıyorsun?"

Sessizce başımı salladım sadece. Yüzünü sevmeye koyulan ellerime eş olarak aynı ağlamaklı sesle, "Ne zaman?" diye sordum. "Ne zaman âşık oldun?"

Yanağının kenarı havalandı. Bu ona öyle yakışıyordu ki, hâlihazırda çalkalanmış duygularım yüzünden bu güzelliğe ağlayacak gibi oldum.

"Anlamadım aslında. Bir başı yok gibi. Sana burada sarıldığım ilk anda mı, beni o bar sokağında alt ettiğinde mi, Suna'nın evinde avuç içini öpebildiğimde mi, Süleyman'ı kelimelerle mahvedişinde mi yoksa ağzına bir tekme atarken mi, bana ellerinle melisa çayı içirirken mi yoksa gözlerimden öperken mi, rakı masasında beni dikkatle dinlerken gülümsediğinde mi, öfkeden çıldırmış hâlde beni taşlarken mi, bir bar taburesinde otururken bana sarıldığında mı, kollarımın arasında geldiğinde mi, veda mektubunu okurken dizlerim titrediğinde mi, yoksa beni aile yemeğinde şoka soktuğunda mı, ormanda hayalarıma bir tekme attığında mı, Savaş Sanatı'nı göğsüme çarpıp beni eşekten düşmüşe çevirdiğin anda mı, yoksa gece kulübünün tuvaletinde verdiğin ayarda mı... Bilmiyorum."

(Konu detayına ulaşmak için bu kitabı okumuş olmanız gerekli :) ehe :) )

  İşte şimdi gerçek bir film tadında geçti gözümün önünden yaşadığımız her şey. Onun da bunu düşündüğünü neredeyse emindim. Kısa bir sessizliğin ardından sıcacık gülümsedi. "Gerçek bir baş belası." Ben de gülümsedim ancak merakım daha ağır bastı o an ve "Peki nasıl anladın? Nasıl emin oldun? Çok merak ediyorum."

O günü hatırlıyor gibi duraksadı, ilk önce bakışları sonra bedeni yana kaydı. Hemen yanıma uzanıp benim gibi tavana bakındı. Omuzlarımız birbirine yaslıydı ve öylece bir kilim üzerinde uzanırken söyleyeceklerini tavana yansıtmaya hazırdım.

"Onur'un beni zehirlediğini düşünüyordum. Sana hissettiğim her şey bir yanılgıdan ibaret olmalıydı. Olmak zorundaydı. Dediğim gibi, bu tip hassas hisler için fazla düz mantık biriydim. Bazen, kalbimin duygusal anlamda neredeyse hiç işlemediğini düşünürdüm. Bu kontrol ettiğim bir şey değildi, bu bildiğim bir şeydi..."

Elimi tutup karnının üzerine aldı. Konuşmasına parmaklarımla oynayarak devam etti.

"Hissettiğim bütün o hassasiyet mükemmellik kaygımdan oluşuyor sandım. Planım kusursuz işlemeliydi; amcam hiçbir şey anlamamalıydı, Musa'yı pürüzsüz bir şekilde oyalamalı, Ekrem harekete geçmeden onun etrafını sarmış olmalıydım. Aynı zamanda seni de oyalamalıydım çünkü bana şart olarak benimle ortak olmayı sunman beklemediğim bir şeydi, çünkü hangi geri zekâlı kendinden bu kadar geçerdi ki?"

"Bunu diyen ölümünü tasarlayan biri olunca hiç inandırıcı olmuyor..."

Dönüp bana baktı, gözlerimi tavandan çekmedim ama kesik nefesinden güldüğünü anlayabiliyordum. "Aynı şey değil."

"Her neyse," dedim devam etmesi için.

"Sonrasını biliyorsun aslında, pek çok kez söyledim sana. Uzak duramamak, sürekli seninle konuşmayı istemek, sürekli seni öptüğümü düşünmek... Sanki bana gelişine vur diye gardımı indiriyordum ve bunu yaparken mantığımla sabahlara kadar kavgaya tutuşuyordum."

Onu evindeki tekli koltukta, gece boyu karanlıkta bir şeyler içip sessizlikle sabah etmiş hâlde düşlemek hiç de zor değildi.

Ben yokken evde kalmamasının asıl sebebi buydu belki de.

"Musa, sana bir anlaşmayla geldiğinde içten içe kendin için savaşmanı o kadar istedim ki Yankı... Bana ne, deyip geri çekilmeni, belki de çekip gitmeni o kadar istedim ki... Ama İzmir'e giderken bıraktığın o mektubu tutan ellerim, son satırı okuduğum an dizlerim titrediğinde yapamayacağımı anladım. Oysa benden kaçamayacağını ikimiz de biliyorduk, oysa ben seni bir ihanetle uzaklaştırmaya hazırlanıyordum, oysa ben zaten yüzünü bir daha göremeyeceğimi biliyordum ama yapamadım." Yutkundum. "Son ana kadar, en azından biraz daha..."

(27-ZEHİR bölümü son kısım)

Sonunu getirmedi ama ben anladım, tıpkı ağzından doğrudan dökülmeyen diğer birçok şey gibi.

"Sonra pişman oldum ve seni sona hazırlamaya karar verdim. Seni kırdım, uzaklaştırdım... Yani yaptım sandım.  (30- KİN ) Ama sen ne yaptın? Bir akşam karşıma dikilip tıpkı tasmamı tutar gibi elinde tuttuğun Savaş Sanatı'nı göğsüme çarptın. Sakladığım ne varsa o kaldırıma serdin. Musa'yı itiraf ettin. Bu beni kaçıncı alt edişindi bilmiyorum ama ilk defa bu kadar mahvettin orada beni. Üstelik her şeyi sadece üzerimde düşünerek çözüyordun şaka gibi."

(Bahsedilen sahne 31- ZAFER bölümü üçüncü çeyrek sonu)

O an, onunkinden sonra kendi zihin mekanizmamla gurur duymak iyi hissetti. Sırıttım. Giray'ın yüzünde ise hâlâ inanamıyor gibi ama daha silik bir gülümseme vardı.

"Sen bir şeyleri adım adım bulurken, içimde tuttuklarımla yüzüne bakmak ağır gelmişti çoğu zaman. Sanki benim sırtımda büyük taşlardan bir yük vardı ve sen her geçen gün birini alıyordun üzerimden. Gözlerimin içine deler gibi baktığın her an hissediyordum bunu. Ve evet, bir de gün geçtikçe hissetmeyi öğreniyordum."

Sonu için sabırsızlanıyordum. Giray bunu hissetmiş olacak ki kafasını iki yana sallayarak gözlerini yumdu. "Yine çenem düştü. Bunu bana yaptırmandan nefret ediyorum."

Güldüm. Gözlerimi tavandan çekip ona baktım ama o tavana bakıyordu.

"Sen gittikten sonra kaldırımın kenarına çöktüm biliyor musun?" diye sordu ama bir soru gibi değil bir sayıklama gibiydi bu. "Sadece mecazi bir yıkım değildi yani. Kendimi güçsüz hissettim ve araban uzaklaşır uzaklaşman oraya çöküverdim. Sokak boştu, Kaan arkamda beni izliyordu. Elimi cebime attım, ofiste eşyalarımı toplarken fotoğrafın kutunun en üstünde kalmıştı, beş dakika önce cebime sıkıştırdığım fotoğrafı çıkardım."

Tavana baktığı için gözlerine dikilmiş ağaçlar gibi duran kirpikleri usulca devrilip yeniden kalktı. Bunu oldukça yavaş ve hissederek yapmıştı.

"Dağ evinin balkonundaydın. Gökyüzüne bakıyordun ve ağlıyordun. O kadar güzel, o kadar yenilmezdin ki o fotoğrafta, bu bana bir sigara yaktırdı oracıkta."

Onu bir sokak lambasının altında kaldırımın kenarına oturmuş, dizlerine çekmiş hâlde düşledim. Bir sigara yakıyor ve fotoğrafıma bakıyor.

Hemen arkasında Kaan'ın onu aşkıyla yüzleşirken sessizce izlediğini, o anı yaşamış gibi gördüm düşümde.

"Ölürüm güzelliğine..." diye sayıkladı silik bir sesle. "Böyle söylemişim Kaan'a: Ölürüm güzelliğine. Konuştuğumun farkında değildim. Aslında hiçbir şeyin farkında değildim. Aklım yoktu orada, dimağım sönmüştü. Kaan'ın güldüğünü duyuyordum ama cevap veremiyordum. Yarı baygın gibi, alkolden sızmak üzereymişim gibi."

Birden yan döndü ve dirseğinin üzerinde kendini dengeleyip elini karnımın üzerine yerleştirdi.

"İşte o an bambaşka bir yerde, bambaşka biri gibiydim. Ne geçmiş, ne gelecek uğramıyordu. Bırak bir şeyi hesaplamayı biri adımı sorsa söyleyemezdim. Yemin ederim Yankı, Kaan bana bir yumruk atıp beni kaldırıma yığana kadar dakikalarca amaçsızca sırıttım."

Üzerine yüklendiği eli yere dağılan saçlarımda gezinirken bakışları da yüzümü turladı.

"O an anladım, Onur haklıydı." Gözlerime baktı. "Âşıktım."

Elim yüzüne çıktı. Parmak uçlarım pürüzsüz tenine dokundu. "Sonra?" diye fısıldadım.

"Kaldırımda yatıyordum ve fotoğrafın elimdeydi. Sokak lambasının ışığı gözümü alıyordu ama ben yıldızları görüyordum, bilinmeyen bir evrenin bambaşka parlayan yıldızları. Kaldırımda yatıyordum, orada hiç derdim yoktu."

Sonra yüzü buruştu ve burnundan derin bir nefes aldı.
"Tabii o beynini siktiğim üzerime bir kova su dökene kadar."

Patlayarak güldüğümde o yüzünü buruşturdu. Ve gözlerini devirerek anlatmaya devam etti. "Arkandan gece kulübüne gelmek Kaan'ın fikriydi. Ama öncesinde yapmam gereken başka bir şey vardı."

"Ne?" dedim gülüşümden kalan izlerle.

"Yeni bir plan." Buna şaşırmamam gerekirdi. Giraydan aksi bir şeyler beklemek imkansızdı.

"İçeriye geri döndüm. Fotoğrafı çekmeceye özenle bıraktım. Musa ile buluşma anını tasarladım ve seni oraya götürecek adımları izledim. Bir kez daha rotam değişti ama hedef daima aynıydı."

"Ne yani, gideceğimi anladın mı?"

"Hayır, hissettim." Parmaklarımı saçımda kaydı. "Bana bunu öğrettin."

O andan sonra konuşacak bir şey kalmamıştı sanki. Birden sormak istediğim tüm sorular silinip yok oldu. Düz bakışlarla dımdızlak kalakaldım karşısında.

"Giray..." dedim belli belirsiz bir sesle. Onu çektim ve boynuna sarıldım. Yüzümü kafasına yaslayıp gözlerimi tavana diktim. Ona sımsıkı, derin nefesler alarak sarılmıştım.

Birkaç saniye sonra Giray'ın sitemli boğuk sesi dağıldı sahneye.

"Saçmalama Yankı, burada öpüşmeliydik."

Kendini benden kurtarıp hızla üzerime çıktı. Ben gülerken o sırıtarak şortumu çözüyordu. Bir anda durdu ve beni soymaya devam etmeden hemen önce, olmayan birilerine mekanik bir sesle bağırdı.

"Kestik!"

............

Cep telefonunun sesi uykumu bıçak gibi böldüğünde gözlerimi aralayıp Giray'dan tarafa baktım. İkinci günün sonunda olduğumuz için telefonu açtığını sandım ancak bunun ikinci bir telefon olduğunu fark ettim.

Telefonu susturup bana döndüğünde yüzünde çok daha önceden uyandığını belli eden o ifade vardı. "Günaydın."

Yerimde gerindim ve kendi telefonuma uzanıp saate baktım. "Saat kaç," dedim yeniden uyumaya niyetli gibi dururken.

"Sekiz."

"Kim arıyor?" dedim eş zamanlı kendi telefonumu uçak modundan çıkarırken.

"Kaan aptalı."

Telefonuma gelen bildirimlere dikkat etmeden kenara bırakırken "Neden?" diye sordum.

"Beni rahatsız etmek istiyor," diye mırıldandığında başımı yastığa yeniden koyup gülümsedim.

"Telefonunu kapat?"

"Olmaz. Bu hat daima açık kalır."

Ona neden, nasıl şeklinde sorular sorabilirdim ancak çok fazla uykum vardı. Bu yüzden sadece, "İyi," diye mırıldandım ve gözlerimi yeniden yumdum. Ancak omzuma konan öpücükler beni sabote etme konusunda gecikmedi.

"Hayır," diye mırıldandım uykulu sesimle.
"Neye hayır?" Sesinden güldüğünü anladım.

Örtüyü kafama kadar çekip "Uzaklaş benden," diye söylendim. Sabaha karşı uyumuştuk ve birkaç saatlik uykuyla Giray'ın tükenmek bilmeyen libidosuna ayak uyduramazdım.

Telefon bir kez daha çaldığında Giray sessiz bir küfür savurup telefonu bir kez daha kapattı. İşte bu biraz olsun dikkatimi çektiği için örtüyü indirip başımı kaldırdım. "Ne oluyor?"

"Yok bir şey," dedi yeniden bana sırnaşırken. Uzanıp hızla dudaklarıma yapıştı ve üzerime abandı.

"Dur," dedim gülerek onu iterken. "Neden açmıyorsun?"

"Boş yapacağını biliyorum," dedi resmen dudaklarımız birbirine yaslıyken. Yeniden öpüşmeye odaklandığında uykum da yavaş yavaş dağıldı.

🔞 Bir sonraki uyarıya kadar kaydırın.🔞

"Uykum var," diye mırıldandım öpüşünün arasında. Güldü, sesli gülüşü ağzımın içine doldu. "Kaçırabilirim."

Eli örtünün altından çıplak tenimde kaydı ve hızla kadınlığıma yaslandı. "Ama," diye itiraza başlayacaktım ki gülme tutmuştu. "Ama uykum..." Dudakları konuşmama izin vermedi. Ona ayak uydurmaya başladığımda kendime gözlerimi devirdim. Bir süre sonra gözlerim aynı şekilde Giray'ın bacak aramdaki baskıları sonucu kaydı.

Üzerimdeki yerini aldığında nefes nefeseydik. Sabırsızca içime yerleştiğinde nefesimi tuttum ancak o daha hareket etmeden telefonu yeniden çaldığında tuttuğum nefesi gülerek verdim.

"Belasını sikeceğim şimdi," şeklinde bir söylenme eşliğinde vücutlarımızı birbirinden ayırdı ama telefona uzanırken bacaklarımın arasından çıkmamıştı. Telefonu kökten kapayıp kenara bıraktı ve anında eski yerini aldı.

Dudaklarımız henüz birleşmişti ki bu defa benim telefonum ötmeye başladı. Giray öfkeyle soluyup dudaklarımdan ayrıldığında ben de sinirlerim bozulmuş bir şekilde gülmeye başladım. Telefonuma uzandığımda Kaan'ın beni aradığını gördüm ama henüz açamadan Giray telefonu elimden alıp kapadı.

"Belki önemli bir şeydir," dedim kaldığımız yerden devam etmeden önce. Ancak Giray beni duymamayı tercih etti. Birkaç saniye sonra telefon yeniden öttüğünde ben kıkırdamaya Giray ise derin soluklar almaya başladı.

"Sabrımı deniyor. Gerçekten." Kendini üzerimde dengeleyip telefonuma uzandı. Kapatmak üzere atıldığında onu durdurdum.

"Aç," dedim merakla. "Şakasına ayak uydur ki zevk alamasın."

"Mantıklı." Telefonu açıp kulağına yasladığında mevzu bahis pozisyonda üzerimde telefonda konuşması beni güldürdü.

"Alo?" dedi Giray sakince. "Ne oldu tatlım, dükkânı su mu bastı yoksa?"

Sesindeki iğneleyici ve sabırsız hâli dikkatimi çekti. Bir eli göğsüm üzerinde, kendini üzerime sermiş ve hassas noktalarımız birbirine yaslıyken telefonda konuşması sebepsiz bir gülme uyandırıyordu. Bunun için elimi ağzıma kapayıp Giray'ın Kaan'ı bertaraf etmesini bekledim.

"Demek öğlenki toplantı için beni sabahın sekizinde bilgilendiriyorsun. Harika. Siktir git işine ya," diye payladığında Kaan'ın gerzekliğini uzatması kaçınılmazdı.

"Önemli bir şey yoksa kapatıyorum canım arkadaşım," dedi Giray kinaye ile. Hemen sonra gözleri bana döndü. "Evet burada," dedi ve aniden kendini içime gömdü. "Kahvaltı yapıyor."

Bu ani hamleyle ciyaklamak ve gülmek arasında bir ses çıkardığımda elimi ağzıma kapadım. Gülüşümü durdurup hayretle yüzüne baktım. "Hayvan..."

Fısıltıma sırıtan Giray, Kaan'ı hızla devre dışı bırakıp telefonu kapadığında sitemle gülmeye devam ediyordum. Bir kez daha "Hayvan," diye söylendiğimde sırıttı.

"Hayvan mı?" dedi ve hemen ardından gerçek bir hayvan gibi tuhaf bir hırıltı çıkardı. Buna güldüm ama gülüşüm bir anda dikkate büründü.

"Aslında görüyorum," dedim ellerim yüzüne kayarken. "Bu konuda içinde tuttuğun hayvanı yani." Dudağımın kenarı havalandı. "Belki de bu yüzden böyle kontrollüsün," dedim dudaklarına yaklaşırken.

Dudaklarına hafif küçük bir buse bırakıp geri çekildim. Bu benim sobeleme şeklimdi.
Sobe.
Bir yanını daha yakalamıştım.

Onu öperken yumduğu gözlerini usulca açtığında bir kabulleniş vardı yüzünde. Bir de gardını toplamıştı, çünkü bu tutumunu sürdürmek konusunda kararlı olduğunu kesindi.

"Neden?" diye fısıldadım tahmin edilebilir bir şekilde.

"Çünkü bu oldukça bencilce," dedi net bir sesle. "Hayatımda sadece bir gece var olacak öylesine bir kadın değilsin."

Anlıyordum ama ona yetememe korkusu daha ağır basıyordu. Onun hassas, nazlı ve yanında sönük kalan kadını olmak istemiyordum.

"Belki de, tam da bu yüzden bana bunu göstermelisin."

Gözlerini devirdi. "Bu öyle bir şey değil." Kaslı kollarının üzerinde dikilerek konumunu yeniden kazandı. "Şimdi ana odaklanmanı istiyorum."

"Ben odaklıyım," dedim elimi boynuna atarken. "Sen değilsin. Sen bana odaklısın. Sanki bu sadece benim düzeyimde, benim sınırlarım içerisinde yaşadığımız bir şey gibi." Parmaklarım ensesindeki saçlar arasında gezindi. "Bunu görmüyor muyum sanıyorsun?"

"Öyle bir şey yok. Aklımı alıyorsun, kendimi dizginleyemiyorum bile."

"Bahsettiğimin bu olmadığını biliyorsun." Gülümsedim. "Ve şu an lafı çeviriyorsun gibi hissettim."

Derin bir nefes alıp verdi. Gözleri yeniden bana döndüğünde kararlıydı.

"Tamam, kontrollüyüm çünkü aksi taktirde hiç kibar olmadığımı adına sevişmek bile denmeyeceğini bilmeni isterim."

Birbirimizin gözünün içine baktık birkaç saniye. Sonunda birden patlayarak güldüm. Gözümün önünde bin bir fantezi ve Giray canlandığında daha çok sinirlerim bozuldu. "Siktir," dedim gülüşümün arasında. "Bu çok saçma." Kendimi durduramıyordum. Giray da hemen üzerimde sakin sakin beni izliyordu.

"Bana bir kırbacının olmadığını söyle lütfen. Tüylü kelepçelerinin falan..." Gülüşümün aksine sadece gözlerini devirdi. Sanki o an bahsettiği o içindeki hayvan bana bakıyordu ve önünde gerzeklik yaparak onu kışkırtıyordum.

Hemen sonra yüzünde tehlikeli bir yarım gülüşle aklına bir şey gelmiş gibi bakındı. Birden kadınlığımın yörüngesine yerleşip kendini ileri ittiğinde nefesimle birlikte gülüşüm de kesildi. Şimdi gerzek gülüşler atma sırası ondaydı ama o sırıtmakla yetindi.

Bir kez daha, "Hayvan," diye fısıldadım yalancı bir dehşetle. Eğlendiğim ortadaydı. "Ama bir gün, mutlaka, çıkarırım onu oradan. Biliyorsun değil mi?"

Benimle inatlaşmayı çok önceden bıraktığı için sessiz kaldı. Beni de susturmak ister gibi hızlıca dudaklarımı örttü.

🔞 🔞

................

Giray'ın yetişmesi gereken bir toplantısı olduğu için öğleden önce dönmüştük. Bana eşyalarımı toplamam konusunda üç defa konuşma yapmış iş seyahatinden döner dönmez beni evde görmek istediğini bilmem kaç kez belirtmişti.

"Ne zaman geleceksin?"

"Yarın gece," dedi arabayı sağa çekerken. "Akşam gitmeden önce yanına uğrarım."

"Olur." Uzanıp arka koltuktan çantamı aldım. "Akşam görüşürüz."

"Görüşürüz." Bana doğru eğilip alnımın köşesine kokulu bir öpücük bıraktı. Ardından dudaklarıma uzanıp aynı işlemi sürdürdü. "Görüşürüz aşkım."

Aşkım kelimesi ağzında o kadar yabancı kalmıştı ki yüzümü tuhaf şekillere sokarak onunla dalga geçtim. "Çalışır ama üzerinde biraz pratik yapmalısın sanki."

"Çok biliyorsun sen," dedi beni resmen iterek. "İn yoksa atarım seni aşağıya."

Gülerken gözlerimi kıstım. "Akşam kapıyı açmayayım da gör bakalım."

"Giremem sanman çok komik."

"Hım," dedim düşünürken. "Belki de evde olmam. Kızlarla bir kulüpte dağıtırız belki."

Giray'ın bana meydan okuyup bilumum karşılık vereceğini sandım ama o hiç konuşmadan eğilip kapımı açtı ve beni resmen iterek beni arabadan attı. "Lanet kadın seni kınıyorum."

Ufak bir kahkaha atıp çantamı koluma atıp kaldırıma çıktım ve kapıyı yavaşça kapadım. Bana ters ters bakan Giray'a orta parmağımı kaldırdığımda gözlerini devirdi ama gülüyordu.

Eve girdiğimde salondan yükselen gürültüyü takip ettim doğrudan. Müzik sesinin yanı sıra tartışmaya benzer konuşmalar ve gülüşmeler koridora kadar uzuyordu. Çantamı kenara bırakıp yemek masasında kaynatan Gaye, Ezo, Onur ve Mert dörtlüsüne baktım.

"Selam!"

"Oo," dedi Onur el sallayarak. "Kaçaklar dönmüş."

"Ne yapıyorsunuz böyle," diye masaya ilerlediğimde Gaye ayaklanarak bana sarıldı. "Hoş geldin bebeğim."

"Hoş buldum." Eğilip Ezo'yu da yanaklarından öptüm ama en çok selamı avucumu karnına yaslayarak verdim. "Sana da selam."

"Yankı gel, gel," dedi Mert bir sandalye çekerek. "Bunlar beni anlamıyorlar. Sen akıllı kızsın anlarsın."

"Bu bir hakaret mi?" diye sorguladığımda diğerleri güldü.

Mert suratını asarak yüzünü buruşturdu. "Yazıklarım olsun." Ve bana doğru esefle tükürdü.

"Ee ne yapıyorsunuz?" dedim masa üzerindeki tuhaf katalog ve davetiye örneklerine bakarak. Anlamak zor değildi ama kocaman gözlerle sorgular gibi Ezo'ya döndüğümde beni gülümseyerek onayladı.

"Ne! Şaka mı?" diye ciyakladığımda bu defa başını iki yana salladı. Ufak çaplı bir coşkuyla ellerimi çırptım. "Haydi başlayalım."

"Bunlar davetiye örnekleri. Bunlar da alternatif yemek menüsü. Mekân için iki güzel salon seçtik, onlar da burada," dedi Gaye önüme bir şeyler iterken. Ben de bu işlerden çok anlar gibi dikkatle bakmaya başladım.

Bu sırada elinde bir kalemle elinde tuttuğu listeyle ilgilenen Mert dikkatimi çekti. "Bu ne yapıyor?"

Ezo bıkmış bir hâlde omuzlarını düşürdü. "Bebeğe isim bakıyor." Gözlerini kırpıştırdı. "Bebeğe isim verebileceği hakkında hâlâ umutlu."

"Bak şimdi," dedi Mert onu aldırmadan bana dönerek. Ve ciddi bir açıklamaya girişti. "Ben Seyyare ve Zamazingo arasında kaldım. Anlam bakımından hoş isimler. Ama sonra Teşrikimesai 'de karar kıldım. Ayrıca hepsi unisex isimler..."

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıp "Tabii," dedim. "Anlıyorum." Boğazımı temizleyip ağzıma çerez tabağından bir fındık attım. "Teşrikimesai bebek, bundan şeref duyacaktır."

Masadaki gülüşmelerin arasında gözlerim Mert'in üzerinde gezindi. Hemen sonra Onur'a bakındım. Onlar dışında aile yoksunluğundan haberdar olan benden başka kimse yoktu, onların da benden haberleri yoktu ama içlerindeki heyecanı neredeyse tam kalbimde hissediyordum.

Akşam Giray'la kısa görüşmemize bu konuyu da dahil etmek istedim ancak sandığımdan kısa kalmıştı yanımda.

"Uçağa yetişmeliyim," dedi ayaklanırken ve bir kez daha bıkmadan ekledi. "Eşyalarını topla ve döndüğümde evde ol lütfen." Gözlerimin içine baktı. "Evimizde."

Dudaklarına tutkuyla yapışırken ve elimi beline dolarken gülümsüyordum. Son olarak dış kapıdan çıkmadan hemen önce beni tutup saçlarımın arasına dudaklarını bastırdı. Dudaklarından saçlarıma bir ışık huzmesi sızdı, adı Müphem.

Sonraki gün ilk işim erkenden iş yerine ışınlanmak oldu. Ezo'nun gelinliği için başvuracağım tek isim şüphesiz Senem'di.  Bunun yanında çalışmaya dönüyor olmanın, bunu daha iyi bir ruh hâliyle sürdürüyor olmanın enerjisi de vardı. Ancak dükkâna adım atar atmaz hissettiğim gerginlik enerjimi baltaladı.

"Selam," dedim kolilere kumaş yerleştiren ikileye bakarken.

"Aa!" diye şaşırdı Eda. "Yankı abla, hoş geldin."

"Yankı kuzum?" Senem hemen dibimde bitti. "Çok geçmiş olsun. Biz biraz toparlanırsın sonra ziyarete geliriz dedik ama iyi gördüm seni..." Beni usulca inceledi. "Çok geçmiş olsun büyük bir şey değildi inşallah. İyi misin?"

"Çok iyiyim, teşekkür ederim." Tuhaf bir utanç bürüdü içimi. "Ucuz kurtuldum, şanslıydım. Çok önemli bir şey değildi zaten çabuk toparlandım."

"Çok geçmiş olsun abla," dedi Eda. "Keşke biraz daha dinlenseydin."

"Sağ ol tatlım, iyiyim ben." Etrafa bakındım. "Beni geçelim de siz ne yapıyorsunuz? Bu kutular ne?"

"Toparlanıyoruz," dedi Eda omuz düşürerek. Hemen sonra Senem ekledi. "Kapatıyoruz."

"Ne?" dedim şaşkınlıkla. "Nasıl ya?"

"Dükkân sahibi sıkıntı çıkarmayı da aştı, kontratın süresi biter bitmez attı kapının önüne." Yüzündeki hayal kırıklığını görüyordum.

"Ama neden?" diye mırıldandım anlamadan.

"Her zamanki hâli," dedi Eda omuz silkerek. "Daima gıcık bir adamdı, şerefsizliğe terfi etti."

"Ben," dedim ne diyeceğimi bilemeden. "Çok şaşırdım."

"Gel bir de bana sor." Yüzünde melankolik bir gülüş vardı. Gözlerini etrafında gezdirdi. "Burada yıllarımı geçirdim."

"Başka bir yolu yok mu?" Sesimin çaresizliğine Senem'in bakışları eşlik etti.

"Kesin yağlı kapıyı bulmuştur. Hayatta dönmez artık bize o hergele."

"Ben çok üzgünüm..." Onun gibi etrafa bakındım. "Senin için yapabileceğim bir şey var mı?"

Sıcacık gülümsemesi bir kez daha yüzünde ışıldadı Senem'in. "Son birkaç gelinliğin teslim randevularını ayarlasan hiç fena olmaz aslında," diye bana işimi tarif ettiğinde güldüm.

"Şey, aslında ben de bir siparişle gelmiş olabilirim." Sırıttım. "Ezo'nun düğün tarihi kesinleşti. Akşam burada olacaklar."

"Hayhay," dedi Senem samimiyetle. "Son bir kez, onun için çalışırım."

Son bir kez...

Nedense bu içime bir burukluk düşürmüştü. Gün boyu Senem'i uzaktan izliyor, her bir parçaya, masasına, raflara ve bazen hep kullandığı makasına uzun uzun bakarken buluyordum. Ve içten içe kahroluyordum.

Burada geçirdiğim kısa ama renkli zamanları düşündüm ben de istemsiz. Hiç yoktan, hiç alakam olmayan bir sektörde tesadüfen iş buluşumu hatırladım. Çoğu zaman Giray'ı düşündüğüm çalışma tezgâhına, camdan uzun uzun izlediğim caddeye, içinde kaybolduğum çizimlere bakındım.

Molalardaki çay sohbetimiz her zamankinden daha sessiz geçti o gün. Üçümüzün de üzerinde duygulu bir suskunluk vardı ve birbirimize kaçamak bakışlar atıyorduk. Ta ki Ezo, Gaye ve Suna bir hışımla içeri girene kadar.

"Abi siz beni delirtecek misiniz ya? Salın beni, bırakın peşimi, imdat!"

Ezo çantasını bir kenara bırakırken Gaye minik adımlarla sekerek dibinde bitti. "Ölümü gör. Vallahi hakkımı helal etmem, billahi etmem."

Suna onları es geçerek bana ilerledi ve sıkıca sarıldı. Aşina parfümü burnuma dolarken, çok da uzun zaman geçmemesine rağmen onu özlediğimi fark ettim. Yanağımı ruj izi garantili bir öpücük bırakıp geri çekildi.

"Güzelim..." diye mırıldandı ve parlayan gözlerle bana bakındı.

Her zamanki ardı arkası kesilmeyen soruları yoktu. Merakla Giray'la ne olduğunu sormasına, sürekli iyi olup olmadığımı kontrol etmesine o kadar alışmıştım ki birbirimizin gözlerine baktığımız bu saniyelerde bunu bekledim.

Ancak anladığım kadarıyla arkadaşlarımdan ve Kaan'dan gereken detayları aldığını anladım. Ve buraya beni kontrole gelen yarım anne olarak değil, grubumuzun moda ikonu kimliğiyle Gaye aracılığıyla geldiğini de saptamam uzun sürmedi. Ama yüzündeki bakış... Bu gülümseyen boncuk gözler, bana kardeşini iyi görmenin mutluluğunu anlatıyordu.

O an Giray'ın aile ve kan bağı hakkında yaptığı konuşma düştü zihnime. O ebeveyn ve çocuklar hakkında örnekte bulunmuştu ama aynı ilkeler kardeşlikte de geçerliydi. Geri dönüp baktığımda Suna'nın benim için yaptığı her şeyin mahcubiyeti sardı içimi. Ve artık yolumu bulduğum için beni uzaktan gururla izleyişine tanık oluyordum. Tıpkı gerçek bir kardeş gibi.

Gözlerim aniden dolduğunda gülümsüyordum ancak bu Suna'yı telaşlandırdı. "Hey," diye fısıldadı yanağıma dokunurken. "Ne oldu? Sorun ne?"

"Sorun yok." Güldüm. Parmaklarımın tersini göz pınarlarıma bastırıp elimle yüzümü yelledim. Burnumu çekerken makyajım akmasın diye bir kez daha kirpik diplerini sildim. "Seni özledim."

"Bunun için mi ağlıyorsun?" dedi şaşkınlıkla ama samimiyetimin onu da duygulandırdığını biliyordum. "Üstüme iyilik sağlık... Gel buraya. Gel." Bana yeniden sarıldığında kıkırdadım. "Deli.."

"Yankı!" diye yakardı başka dünyada tartışan Gaye bana seslenerek. "Sen bir şey söyle bari şuna!"

Suna'dan ayrılıp daima didişen arkadaşlarıma doğru sabırla yürüdüm. "Yine ne oluyor acaba?"

"Gelinlik giymek istemiyormuş. Kot-tişört giyse ne olmuş. Gelinliğin literatürden kalkmasının zamanı gelmiş de geçiyormuş ve hanımefendi bunun öncüsü olacakmış!"

Senem, Eda ve Suna'nın tiyatro izler gibi sırıtarak atışan iki aptalın arasına geçip sabırla soludum ve işe Ezo'yu paylamakla başladım. Tabii öncesinde prenses model konusunda ısrar etmemesi için Gaye'yi bertaraf etmem gerekiyordu, farkındaydım.

  Kısacık iş hayatımın en saçma provasını gerçekleştirirken Senem ve Eda'nın kasvetini de dağıtmış ve eser miktarda eğlendirmiş bulunduk. Diğerleriyle beraber çıkmadan önce Senem'i son kez telkin ettim.

Caddeye çıktığımızda Suna'nın şoförü kapıdaydı ve elbette klasik teklifinden bulundu. "Bana gelsene, akşam yemeğine?"

"Çok isterim ama gidip eşyalarımı toparlamam lazım." Sahte bir kendini beğenmişlikle saçlarımı geriye savurdum. "Giray'ın yanına taşınıyorum da."

Hem verdiğim müjdeye(!) hem de dalgacı hâlime neşeli bir kahkahayla karşılık verdi. "Kızım, siz oldunuz."

"Yani," dedim bayat bir alçak gönüllülükler. "Yapıyoruz bir şeyler."

Suna arabasına binip uzaklaştığında Gaye saate bakıp, "Ay," diye bir nidayla kıvrandı.

Kaşlarım çatıldı. "Ne?"

"Babama geçecektim ben," dedi telaşla. "Geç kaldım."

"Ne oldu?" dedi Ezo. "Araban balkabağına mı dönüşecek?"

"Ha-ha, çok komiksin." Gaye gözlerini kısarak resmen hırsla tısladı. "Sana o gelinliği giydirmezsem ben de Gaye değilim."

"Hadi abisi," dedi Ezo, Gaye'yi omzundan iterek. "Hadi, bak işine."

Gaye yoldan geçen taksiyi durdurmak için elini kaldırırken, bütün tatlığına tezat öldürücü bakışlar attı. "Görüşeceğiz kızım. Ben Gaye en yakın arkadaşını rüküş evlendirdi dedirtmem."

"Körle yatan şaşı kalkıyor harbi," dedi Ezo, Gaye taksiye binerken. "Bununla Mert'i ayırmak için muska yazdırmama ramak kaldı."

Yürümesi için onu iterken gülüyordum. Bir taksi bulana kadar caddeyi aştık. Yol boyunca ona evlilik ve hamilelikle ilgili bir ton soru sordum Ezo'ya. Sohbetimiz eve vardığımızda da, eşyalarımı toplamamda bana yardım ederken de sürdü.

İlerleyen saatlerde kapı gürültüyle çalındı. Huzurlu, sessiz akşamımıza indirilmiş bir darbe gibi...

Korkuyla irkildim ancak beni olduğum yere zımbalayan bu değildi, kapı çaldığı o ilk an içime yayılan o korkunç histi.

Bu korkunç, karanlık his nefesimi kestiğinde elim göğsüme gitti. Kalbim sıkıştı ve göğsüme anlık bir acı saplandı.

"Ne oluyor ya?" dedi Ezo kapıya ilerlerken. "Kim bu alacaklı gibi..."

Vakit kaybetmeden Ezo'nun arkasına koyulup onunla birlikte koridoru aştım. Kapıyı aralayınca Onur hızla içeri daldı. Ezo ve ben o kadar şaşkındık ki ne olduğunu dahi soramadık.

"Hazırlanın. Çıkmamız lazım."

"Ne oluyor?" dedi Ezo onun nefes nefese kalmış hâline bakarken. "Neden?"

"Lütfen soru sormayın. Gerçekten vakit yok. Üzerinize bir şeyler alın, çıkıyoruz! Hemen!"

Portmantoya atılan Ezo kendi ceketini alıp benimkini de bana attı. Onur bize etrafa bakınıp kuşkuyla sordu. "Gaye nerede?"

"Gaye babasına gitti," dedim açıklayarak.

"Hasiktir." Onur elini başından geçirip düşünmeye başladı. "Evini biliyor musunuz?"

"Evet," dedim elimi cebime atarak telefonumu çıkardığımda Onur elini kaldırarak beni durdurdu.

"Hayır. Sakın telefonlarınızı kullanmayın. Hatta evde bırakın."

"Ama neden?" dedi Ezo kaşlarını çatarak. "Bir şey söyleyecek misin artık?"

"Bak güzelim, sadece durumun ciddi olduğunu ve buradan uzaklaşmamız gerektiğini bilin. Sizi korumaya çalışıyorum, bana yardımcı olun. Hepsini anlatacağım."

Ezo derin bir nefes alıp verdi ve başını sallayarak cep telefonunu anahtarlığa bıraktı. Gözler bana döndüğünde pek de emin olmayarak telefonumu onlara uzattım. "Peki Giray? O nerede?"

"Yeni haberi oldu, yolda. Sakin ol tamam mı?"

"Sakinim." Yutkundum. "Hadi, Gaye'ye nasıl ulaşacağız?"

"Buradan bir çıkalım da," dedi kapıyı aralarken. Spor ayakkabılarımızı bir çırpıda giyerken elini cebine atım bir tuşlu telefon çıkardı Onur. Tuşlara hızlı hızlı basıp kulağına yasladı.

"Alo Akın, bana Mert'i bağlaman lazım." Bir süre karşı tarafı dinledikten sonra, "Tamam," dedi. "İki dakika içinde arabada olurum."

Telefonu kapadığında Ezo ile olup biteni anlamaya çalışıyorduk. "Haydi," dedi Onur kapıyı açarak. "Sessiz olun. Ve hızlı."

Sesindeki fısıltı gerginliğimizi artırırken peşine düştük. Bina ışığı yanmadığında asansör seçeneğimiz doğal olarak silinmişti ancak şaşırdığımız jeneratörlerin devreye girmemiş olmasıydı. "Basamaklara dikkat edin," dedi Onur.

Ezo, Onur'un uzattığı elini tutarken soru dolu gözleri de sevgilisinin yüzüne tutunmuştu. Ve Onur sanki aklını okumuş gibi "Evet. Elektrikleri ben kestim," dedi. "Çabuk olun."

Sessiz ve çoğunlukla tökezleyerek binadan çıktık. Onur'un komutlarıyla başımız önümüzde hızlı adımlarla sokağa atıldık. Aynı şekilde tüm sokağın da elektrikleri kesilmiş, sokak boydan boya karanlığa gömülmüştü.

"Sağdan." Sağa dönüp sokağın sonuna kadar yürüdük. Bir alt yola saparak sokak lambalarının yandığı dar bir sokağa girdik. Art arda park edilmiş arabalardan üçüncüsüne geçtiğimizde Onur arabayı sakince kaldırıp caddeye kadar sakince sürdü. Cadde trafiğine katıldığımız anda gaza yüklendi.

Nereden çıkardığını görmediğim akıllı telefonu arabaya bağladı. Dokunmatik ekranda tuhaf bir takım şekiller göründü, hemen ardından Akın'ın sesi aracın içinde yankılandı. "Sesim geliyor mu?"

"Evet," dedi Onur arabalara makas atarken. "Mert'i bağla. Hemen."

Akın kısa bir sessizliğin ardından sıkıntılı bir nefesle. "Bağlantıyı kabul etmiyor."

"Tekrar dene, sinyal izini bul."

"Birkaç dakikamı alacak."

"Giray'ı bağla. Hemen."

Akın, Giray'ı bağlarken Onur yanında oturan Ezo'ya ve dikiz aynasından bana baktı. "Evi tarif edin."

"İkinci soldan," diye çevik davrandı Ezo. Onur onun komutuna uyarken bağlantı tamamlanmış ve ekranda Giray'ın adı görünmüştü.

"Sadece üç saat daha," dedi Giray'ın ruhsuz sesi. Yüzündeki buz gibi ifadeyi görüyordum sanki.

"Kızları aldım ama Gaye yok. Evde değilmiş."

Giray bir tepki vermedi ama ben onun derin bir nefes aldığını biliyordum.

"Neredeymiş?

"Kızlar babasına gitti diyor, oraya sürüyorum."

"Mert?"

"Ulaşamıyorum."

"Ulaş," dedi Giray keskin bir dille. "Geri dönsün, kızı alsın."

"Tamam."

O an sanırım Onur, Giray'ın kapatmasını bekledi ama kısa bir sessizlikten sonra Giray'ın sesi beni hedef aldı. "Yankı?"

"İyiyim," dedim hiç uzatmadan. "Sakinim. Sen de dikkatli ol, yalvarırım."

Nedense Giray'ın gülümsediğini düşündü o an. Belki de hissettim, bilmiyorum.

"Seni seviyorum." Sesi az öncekine göre daha yumuşaktı. Ve bu benim gözlerimi doldurmaya yetti.

"Seni seviyorum."

Bağlantı kesildiğinde derin bir nefes alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Ezo bana döndü. "İyi misin?"

Onu başımla onayladım. O sıkıntılı bir nefesle önüne dönüp yol tarifine devam etti. Gaye'nin babasının evine yaklaştığımızda tuhaf bir sinyal sesi duyuldu. Onur bağlantıyı açtığında Akın, "Ulaştım," dedi heyecanla. "Bağlıyorum."

Mert'in alaycı sesini duymak istedim o an. Yersiz bir şaka yapsın, bizi uyuz etsin istedim. Ancak onun da sesi hiç duymadığım kadar ciddi ve gergindi.

"Ne var?" dedi sertçe. "Varmak üzereyim. Beş dakikaya alırım herifi."

"Dur," dedi Onur. "Daha büyük bir sorunumuz var. Kızların ev adresine ulaşılmış." Direksiyonu kırıp köşeyi döndü. "Güvenli bir şekilde çıkardım ama Gaye..."

Mert tarafından uzun bir fren sesi duyuldu. Mert'in korkusunu neredeyse içimde hissettim. Nitekim sesinden bile okunuyordu bu korku. "Gaye evde değil ki..."

"Evet," dedi Onur sağa yanaşırken. "Babasına gelmiş. Onu alıyorum şimdi."

Mert'in korku dolu gergin sesi bir kez daha sayıklanır gibi duyuldu. "Babasında değil," dediğinde gözlerimiz önünde durduğumuz müstakil eve döndü. Işıkları yanmıyordu.

Ses kesildiğinde Onur "Nerede peki? Alo? Beni duyuyor musun?" diye sordu. "Alo? Mert?"

Onur direksiyona bir yumruk geçirip başını elleri arasına alıp sakinleşmeye çalıştı. Her geçen saniye daha çok geriliyor daha çok sessizleşiyorduk.

Ezo her zamanki soğukkanlılığıyla Onur'un koluna dokundu ama telkin eder gibi değil, daha çok uyarır gibi itti. "Kendime gel!" Uzanıp Audi'nin tuşuna bastı ve motoru çalıştırdı. "Sür!"

Onur kendini silkim gaza bastığında Ezo ekrana dokunup Akın'ı yeniden aradı.

"Akın benim, Ezo. Mert bağlantıyı kesti. Muhtemelen açmayacak. Gaye tahmin ettiğimiz yerde değil. Mert muhtemelen yanına gidiyor şu an. Sinyal takibi veya onun gibi bir şey yapabilir misin konum bilgisi için?"

Ezo'nun tetik davranışı karşısında şaşıran Akın kekeledi. "Ah, şey, evet, Birkaç dakika bekle."

"Tamam," diye dümeni geri aldı Onur. "Giray'a bağla."

Giray'a yeniden bağlandığında aynı kavşağı üçüncü kez turluyorduk.

"Gaye burada değil. Mert yerini biliyor sanırım, adamı almadan geri döndüğüne eminim. Ama neree gittiğini bilmiyorum."

"B planı," dedi Giray hemen.

Dikiz aynasından Onur'un kaşlarını çattığını gördüm. "B planımız yok ki amına koyayım."

Giray'ın kendinden emin, net sesi duyuldu: "Benim var."

Her zamanki gibi...

"Yer değiştirin, Kaan adamı alacak, sen de dağıtıma git. İşimiz hızlanır."

"Ne?" dedi Onur şaşkınlıkla. "Yanımda kızlar var, sen aklını mı kaçırdın?"

"Tuğba da orada," dedi Giray. Sesi şimdi eğlenir gibiydi.

"Ama o Tuğba," diye belirtti Onur. "Ayrıca benim karım hamile. Kafayı mı yedin sen?"

"Onur saçmalama daha fazla," dedi Ezo araya girerek. "Ne gerekiyorsa yapalım."

"Sorun çıkmayacak güven bana." Giray kendinden emindi. "Girerken dikkatli olun yeter."

Giray kapatırken Onur sıkıntıyla nefes alıp verdi. "Çıldıracağım."

Sonunda merkezde bir otoparka girdiğimizde etrafıma bakınmaya başladım. Arabadan inip senkronize adımlarla Onur'u takip ettik. Sigara içen ve gülüşen iki güvenlik görevlisinin arkasından telaşsızca geçip sonunda bir kapıdan girdik. Uzun koridoru aştıktan sonra sola dönüp bir kat merdiven çıktık. Merdivenin sonunda uzun iki bina arasındaki bir camekândaydık. Onur etrafını kontrol ettikten sonra ilerideki kapıyı açıp geçmemiz için bekledi.

Ezo ile kapıdan girdiğimizde inşaatı henüz tamamlanmamış, depoyu andıran bir yerdeydik. Tavandaki floresan lambalardan yalnızca biri yanıyordu. Onur bir kez daha önümüze geçip bize önderlik ettiğinde hızlı adımlarına yetişmeye çalışıyorduk.

Su tankları olduğunu tahmin ettiğim balona benzeyen büyük kubbeli yapıların arasından geçip temizlik malzemelerinin dolu olduğu bir alana çıktık. Onur bir sonraki kapının önünde durup bizi de durdurdu. Telefonu kulağına yaslayıp kapıyı sadece birkaç santim araladı ve içeriye bakındı.

"Solda, kırk beş derece, direkt kapıyı görüyor."

Birkaç saniye durdu hemen ardından, "Tamam," deyip kapıyı tamamen açtı ve bize döndü. "Çabuk olun."

Aydınlık, temiz bir koridora çıkmıştık. Beyaz duvarlı ve tuhaf desenli koridora bakınırken gözüme biraz ilerideki oturaklar çarptı. Hemen sonra önünden geçtiğimiz kapıların yanındaki isimlere bakındım. İlk kapıda cenaze işlemleri, bir sonrakinde ise morg yazıyordu.

Benimle aynı şeyleri saptayan Ezo şaşkınlıkla mırıldandı. "Biz şu an bir hastanede miyiz, bana mı öyle geliyor?"

"Sessiz ol," dedi Onur fısıltıyla. "Evet."

Ezo başını yanında yürüyen sevgilisine çevirip gülmek ve kızmak arasında bakışlar attı. "Bir gangster olduğunu düğün arifesi öğrenmeseydim keşke."

"Aşkım sandığın gibi değil."

"Sana hesap sormuyorum," dedi Ezo. "Sadece şaşırdım. Şey, biraz hoşuma gitmiş de olabilir. Heyecanlı yani..."

Onur biraz olsun rahatlayarak gülümsediğinde Ezo dönüp ona göz kırptı.

İlerideki asansörü kullanarak acil katına çıktık. Hemen sonra acilden çıkış yaparak hastane bahçesini hızla aştık. İnsan kalabalığı içinde fark edilmemek için biraz yavaşlamıştık. Kırmızı ışıktan faydalanıp yolun karşısına geçtik. Işıkları yanan nöbetçi eczaneye girdik. Beyaz önlüklü kadın hiçbir şey söylemeden raflar arasındaki dar kapıyı aralayıp geri çekildi. Onur dışarıyı kontrol ettikten sonra ardında bizimle hızlıca içeri girdi.

İlaç kutularını aşarak başka bir kapıdan yangın merdivenine, oradan da bir üst kata çıktık. Ofise benzeyen derme çatma mobilyaların olduğu odaya girdiğimizde Kaan tam karşımızdaydı.

"Nerede kaldınız?" dedi sabırsızca. Tamamen siyah giyinmişti ve altında postallar vardı.

"Hastaneyi kullandık," dedi Onur ceketini sıyırırken.

"Ne gerek vardı, paranoyak mısın oğlum sen?"

"Kızları tehlikeye atamazdım."

Kaan kulağına bir kulaklık yerleştirirken ben ve Ezo'ya baktı. "Asıl tehlike bunlar," dedi gülerken. "Gözlere bak, alınlarında illegal yazıyor."

Ezo tepki olarak gözlerini devirdi ama o da benim gibi gülüyordu. Kaan bir sırt çantası takıp kapıya yürüdü. "Yarım saate dönerim." Yangın merdivenlerini hızla çıkmadan önce bize asker selamı verip gözden kayboldu.

"Haydi," dedi Onur. Sabahtan beri olduğumuz gibi peşine verdik ve sabahtan beri olduğu gibi kapılar ve koridorlar aştık. Ve sonunda birkaç katlı otoparkın kamera odasındaydık. Birçok ekran arasında Akın işlem halindeydi ve Tuğba tam karşımızda siyahlar içinde duruyordu. Belindeki tabanca açıkça seçiliyordu ve sımsıkı topladığı saçlarıyla o an hiç de hanım hanımcık bir sekretere benzemiyordu.

"Üç dakikaya sırayla kalkacaklar. İstikamet için belirli bir planınız var mı?"

Onur ekranlara sırayla baktı. "Rastgele. Yeter ki kafaları karışsın."

"Çipler araçlar kontak kapayıp açtıktan sonra aktif olacaklar."

"Tamamdır."

Tuğba bize dönüp sandalyeleri işaret etti. "Buyurun şöyle geçin." Ezo ile oturup onları izlemeye koyulduk.

"Giray başka bir detay verdi mi?" diye sordu Onur. Ellerini masaya yaslamış sırayla ekranları izliyordu.

Ona bir telsiz ve bir liste uzatan Tuğba başını iki yana salladı. "Hayır efendim."

"Son bir dakika!" diye belirtti Akın.

Gözleri ekran ve elindeki liste arasında gidip gelen Onur telsiz tuşuna bastı. "06 MYG 55 çevre yolundan Batıkent'e ilerle. İlk bulvarda kontak kapat."

En soldan ikinci ekranda görünen sıralı araçlardan biri Onur'un komutu üzerine harekete geçip otoparkta ilerlemeye başladı. Onur birkaç dakika arayla komut verirken içimdeki merak büyüyordu.

Sonunda Tuğba'ya işaret ederek yanıma çağırdım ve sessizce ne olup bittiğini sordum.

"Efendim, ilk önce sistemimize ardından araçlarımıza siber saldırı gerçekleşti. Rakip firmalar kaynaklı sandık ama Giray Bey durumun farklı olabileceğini söyledi. Şu an araçları hayalet yazılımla şehrin farklı noktalarına gönderiyoruz. Böylece Onur Bey, Mert Bey ve Kaan'ın farklı noktalarda olduklarını düşünecekler. Bir tür dikkat dağıtma."

"Giray?" diye sordum.

Tuğba çok da emin olamayarak, "O gün boyu kesintisiz takip edildi efendim," dedi. "İş seyahatinden erken dönüş bu yüzden. Kilometrelerce uzaktan ancak bu kadar kontrol edebildi olayı."

"Oha," diye inledi Ezo. "Tüm bunları bir anda mı planladı?"

"Evet yaklaşık dört dakika, büyük bir titizlikle," dedi Tuğba. "Aynı sistemle sizin de tekip edileceğiniz büyük bir ihtimaldi. Bunun için ilk iş sizi aldık."

"Kaan?" diye sordum.

"Akın hackerın izini buldu. Bunun için Mert Bey gidiyordu ama sanırım bir değişiklik olmuş. Onun yerine gitti, adamı alacak ve biz de sorgulayıp asıl isimleri öğreneceğiz."

"Mert, Gaye'yi bulmaya gitti," dedim kuşkuyla.

"Akıllı telefon, kişisel hatlarını kullanmazlarsa bir şey olacağını sanmam."

"Gaye'nin hiçbir şeyden haberi yok ve muhtemelen telefonunu kullandı. Sence tespit ederler mi?"

Tuğba tam cevap verecekti ki Onur'un sesi bizi böldü. "Bitti!"

İkinci bildiri Akın'dan geldi. "Duman hatta."

Ezo "Duman mı?" diye mırıldandığında ben burukça gülümsedim.

Onur uzatılan kulaklığı kulağına yerleştirip dinlemeye koyuldu. "Tamam," dedi sonunda. "Beklemedeyiz." Gözleri kısa bir an bana döndü. "Burada ve iyi."

İçimdeki sıkıntıya rağmen yüzümdeki buruk gülümseme büyüdü.

Sancılı bekleyişin arından derin bir nefes almayı bekliyorduk. O odadaki herkes bunu umuyordu, biliyordum. Ancak içimde katlanan o korkunç his birazdan olacakların habercisi gibi nefesimi kesiyordu.

Akın geriye yaslanmış ekranlara bakarken bir anda yerinde dikleşti. "Ne oluyor lan?"

"Ne?" Bunun ne anlama geldiğini anlayan tek kişi Tuğba olduğu için yerinden fırlayıp Akın'ın yanına geçti. Onu Onur takip etti.

"Hangi araba?" diye sordu Onur. Parmakları klavye üzerinde dans eden Akın başını iki yana salladı. "Araba değil. Aksine hiçbir aracı izlemiyorlar şu an."

Tuğba kaşlarını çattı. "Nasıl yani? Onca şey boşuna mıydı?"

"Adam şu an aktif ve güvenlik duvarıma saldırıyor," dedi Akın tuşlarla metin örerken. "Konuşma kanalımızı hedef alıyorlar."

Tuğba ellerini iki yana açtı. "Kaan adamı almamış mı?"

"Görünüşe göre hayır. Herif şu an meydan okuyor."

"Kaan'ı bağla," dedi Onur dişlerini sıkarken. "Giray'ı da bağla."

"Bağlıyorum," dedi Akın. Hemen sonra Giray ve Kaan'ı ortak bir bağlantıya aldı. İlk açan taraf Giray olduğunda Akın doğrudan her şeyi aktardı. "Alıcılar kapalı. Hiçbir sistemleri aktif değil. En ufak temas kuramıyorum. Ayrıca konuşma kanalımız saldırı altında"

Giray sessiz kaldı ama ben beyninde dönen çarkları resmen duydum. "Kanalı sabote etmeleri mümkün mü?"

"Hayır," dedi Akın. "Duvarım güvenli. Ancak Mert'i kalkana alamıyorum."

"Siktiğimin delisi," diye dişlerinin altından soludu Giray. "Kaan?"

"Tekrar deniyorum." Akın ikinci bir ulaşma girişimi gönderdi. Kaan bu defa açtı ama hoparlörden yükselen onun sesi değil bir silah sesiydi. Hemen sonra hepimiz Kaan'ın haykırışını işittik.

"Tuzak!"

Koşuşturma ve silah seslerini takip eden bir gürültü baş gösterdiğinde eş zamanlı kanalın diğer ucundan Giray'ın savurduğu küfürleri de duydum.

"Tuzak! Duydunuz mu beni! Tuzak!" Kaan'ın kesik nefeslerinden aynı zamanda koştuğu anlaşılıyordu. "Dışarıda kalan birine saldıracaklar... Mert ve Gaye... Beni boş verin, onları bulun!" Sesi tamamen kesilmeden önce son kez bağırdı. "Onları bulun!"

Bir silah daha patladı ve bağlantı kesildi.

Hepimiz taş kesildik. Onur saçlarını geriye yatırırken şok içinde soludu. Ezo elini ağzına kapamış öylece duruyordu. Akın tuşlara basmayı kesmişti. Sessizlik ortama gülle gibi düşmüştü.

Sessizliği ilk bozan Giray'ın sesi oldu. "Sinyal taramaya devam et," dedi, muhtemelen Akın'dı muhatabı. "Tuğba, Sırpları Kaan'a destek gönder."

Komutu alan Tuğba ve Akın işe koyuldu.

"Onur, kızları al. Bulunduğunuz yeri terk edin, haber gelene kadar şehir içinde hareket hâlinde kalın."

Onur sandalyelerden birine tekmeyi savurdu. "Kahretsin!"

Birkaç saniye durup soluklandı ve sakinleşmeyi bekledi. Hemen sonra köşede asılı duran araba anahtarlarından birini alıp "Haydi," dedi.

Kapıya doğru birkaç adım atmıştık ki arkamızdan tuhaf bir sinyal sesi yükseldi. "Buldum!" diye bağırdı Akın. "Mert'in telefonundan sinyal var."

Ayaklarımız aynı hızla yeniden geri döndü.

"Nerede?" dedi Onur merakla.

"Birini arıyor. Bir başkasını." Bir iki tuşa basıp durdu. "112 Acil..."

"Ne?" dedi Onur. "Aç. Görüşmeyi dinlemeye al."

İlk olarak Acil hattındaki kadının mekanik sesi duyuldu. "112 Acil Servis nasıl, acil durumunuz nedir?"

"Yardım edin!" dedi Gaye'nin ağlayan sesi. "Erkek arkadaşım vuruldu! Yardım edin!"

Kalbim sıkıştığında Ezo inleyerek ağzını kapadı. Gaye'nin ağlayışı bir daha silinmemek üzere kulaklarıma kazındı.

"Çok kan kaybediyor... Yardım edin..."

Sinyalin konumunu alan Onur ışık hızıyla çıktığında Ezo ile arkasından koştuk. Arabaya binişimiz ve kat ettiğimiz yol tutarsız bir rüyayı andırıyordu sanki. Birbirimize aynı soruları soruyor, dualar ediyorduk ancak ne yaptığımızın farkında değildik. Yol bir türlü bitmiyordu ve kalbim git gide daha çok sıkışıyordu.

Sonunda oldukça sessiz bir mahallenin ana yola bakan ucuna çıktık. Etraf ıssızdı ve tek tük sokak lambası yanıyordu. Ama sadece bir lambanın altında birileri görünüyordu.

Mert kanlar içinde, Gaye'nin kucağında yatıyordu.

Sezen Aksu - Son bakış🎶

Kaderin bize kendini hatırlattığı dakikalar. O gün kim olduğumuzu, nasıl bir araya geldiğimizi, hayatımızdaki yerlerimizi öğrendik. Kader bize öğretti.

Kader bunu bize, belki de en çok dışladığımız, en çok anlamadığımız, çoğu zaman dikkate almadığımız o kimsesiz çocukla öğretti.

Arabadan inip koşarken ağlamaya başladım. Gaye kandan ne olduğunu anlamadığım bir bez parçasını Mert'in karnına bastırmıştı ve hıçkırarak ağlıyordu. Bizi gördüğünde ağlaması çaresizce çoğaldı. "Yardın edin..."

Onur atılıp Mert tek seferde kaldırdı. Acıyla inlediğini duydum Mert'in. Ona arkadan sarılarak Gaye'nin tuttuğu bezi yarasına bastırmaya devam etti, sırtını kendi gövdesine yaslayıp arabaya doğru çekti.

Onu arka koltuğa yerleştirirken Gaye bir kez daha başını kucağına alarak oturdu. Ben de Jeep'in genişliğinden yararlanarak ön koltuklarla arada kalan boşluğa çöktüm ve Onur'un uzattığı cam bezlerini alıp yarasına bastırdım.

Tişörtü tamamen ıslak ve kırmızıydı bu yüzden yaranın kaynağını göremiyordum. Tişörtü yavaşça sıyırdığımda bir değil üç farklı yerden kan sızmaya başladı. Şok içindeydim ama bunu görünce ağlamam çoğaldı.

Kaburgasının solunda kalan ikisi birbirine yakın kurşun deliğine bir elimle, karnının üstünde kalan ve diğerlerinden çok daha fazla kanayan yere de bir elimle baskı uyguladım aynı zamanda ağlıyordum. Ezo da öyle. Onur da. Ancak birimizin sesi hepimizi bastırıyordu: Gaye hıçkırıyordu.

"Lütfen," dedi Mert'in bir elini sıkı sıkı tutarken. "Lütfen." Tam olarak neyden, kimden dileniyordu bilmiyordum. Belki canını bağışlaması için tanrıdan, belki de onu terk etmemesi için Mert'ten.

Mert'in baygın bakışları Gaye'den hiç ayrılmıyordu. Etrafa bulaşan kan olmasa onun huzurla sevgilisini izlediğini düşünebilirdiniz. Tasasız ve neredeyse mutlu görünüyordu.

"Hatırlıyor musun?" dedi Mert. Sesi mırıltı gibiydi ama pürüzsüzdü. "Ben hatırlıyorum. Dizinde yattığım ilk anı."

Gaye, ilkinden çok şimdi dizinde yattığı hâline baktığında daha çok ağlamaya başladı.

"Ne güzeldi yüzün... Dünyanın en güzel kızı..."

Can havliyle elini kaldırdı ve başparmağıyla Gaye'nin yanağından akan bir damlayı sildi. Ama sonra eli güçsüzce yerine düştü ve nefesleri kesik bir hâl aldı. "Ağlama."

Gaye ellerini tutuyor, yüzünü okşuyor ve ona hayat verebilecekmiş gibi sürekli elini Mert'in kalbinin üzerine koyuyordu.

"Çocuklar," dedi Mert neden sonra. "Çocukları unutma, olur mu?"

"Böyle konuşma," dedi Gaye. Yüzünü okşadı. "Dayan, yalvarırım."

Mert'in yüzüne güçsüz bir gülümseme yerleşti. Gaye'nin gözlerinin içine bakarken başını iki yana salladı. Bunu yaparken gözlerinden şakaklarına doğru yaşlar uzandı.
Dayanamayacağını biliyordu.

Dolu gözleriyle gülümseyen Mert güçsüzce konuştu.

"Beni son kez öper misin?" Son kez.

Gaye, çaresizce kabullenerek onu son kez öpmek üzere eğildi. Mert'in dudaklarına bir öpücük bıraktı. Geri çekildiğinde Mert'in yüzünde huzurlu bir gülümseme vardı ama o da ağlıyordu.

Aracın hastane bahçesine girdiğini gördüm ama gözlerimi onlardan alamıyordum. Mert bir kez daha "Çocukları unutma," dedi. "Tamam mı?" Gözlerinden birkaç yaş daha düştü.

Kader bize zamanlamanın ne kadar önemli olduğunu tam burada gösterdi.

"Sedye!" diye bağırdılar Ezo ve Onur arabadan atlarken. Bense kıpırdamadan nefesleri yavaşlayan Mert'e bakıyordum. O da kapanmak üzere olan gözleriyle Gaye'ye.

Nefesleri tamamen solmadan önce Gaye'nin yüzüne baktı. "Seni seviyorum, ilk andan beri."
Gaye ona bir cevap vermek için ağzını araladı ama Mert bunu duymadı. Verdiği son nefesle inen göğsü bir daha yükselmedi. Gözleri yarı açık kaldı, hemen sonra Gaye'nin avucundaki eli kayarak hemen yanıma, boşluğa düştü.

Gaye'nin araladığı dudaklarından bir sözcük değil acı bir çığlık döküldü. Mert'in başını göğsüne yaslayıp haykırdığında sesi tüm hastane bahçesini inletti.
Kader bize bir olmayı öğretti.

___________________________

Ah Mert, benim deli kekim🥺
Ağladınız değil mi?
Zort.

Sizce ben yıllar önce bu sahneyi yazarken Mert'in kafasının içinde olduğum için gülmekten baygınlık geçirmiş miyimdir?
Evet gülmekten.
HAHAHAHAHAHAHAHAHA

Bu da biraz spoiler olsun ehe :)

___________________

LÜTFEN CEVAPLAYIN
• Bölümü nasıl buldunuz? Eksileri ve artıları ile belirtin.

• MÜPHEM'i hiç okumayan birine nasıl anlatırsınız?

• Dünden bu güne, karakter gelişimlerinde başarılı bulmadığınız bir karakter var mı?

__________________

Kitabın düzenlenmesi satır arası yorumların silinmesine sebep oluyor. Ben eski bölümler üzerine atarken bazı paragrafları bırakıyorum ama çoğunlukla noktalama işaretlerinden dolayı düzenlemede siliniyor veya olay akışına doğrudan uymuyor bu yüzden kitabın okunuşu ruhsuz bir kimlik kazanıyor gibi.
En çok bu yüzden yorumlarınıza ihtiyaç duyuyorum. Bilmenizi isterim.

En yakın zamanda Gaye & Mert özel bölümüyle yeniden görüşmek üzere.
Sizi çok, hep çok ♥️

İnstagram: hicranctl
Twitter: hicrancatal

Continue Reading

You'll Also Like

996K 57.9K 39
Ayağa kalkıp göz yaşlarımı sildim. Gözlerim son kez baktı ardından. Son kez seslendim adını. Bana öyle bir yara bırakmıştı ki, asla affetmeyecektim o...
25.1M 898K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
1.7M 156K 79
Gök Dalaman. Yüksek anksiyete ve epilepsinin mahvettiği hayatında, yeni umutlar ve yeni deneyimlerle hiç tatmadığı bir şefkati tadacaktı. Baba şefka...
377K 26.2K 36
Çilek Alança Yıldırım mı yoksa Çilek Alança Saruhan mı demeliyiz? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek, ailesinin gerçek olmadığını ve küçük...