MÜPHEM

By fernwehy

7.6M 230K 57.4K

Yankı gökyüzünü izlemeyi seviyor. Yeşil gözleri, gün batımında alev alan Anka'yı arıyor. Ona inanıyor. Yirmi... More

MÜPHEM
1- GERÇEK
2- AV
3- DUVARLAR
4- DUMAN
5- GEÇMİŞ
6- ADIMLAR
7- İHTİMÂLLER
8- HİKÂYE (1)
8- HİKÂYE (2)
9- SATIRLAR (1)
9- SATIRLAR (2)
10- SAVAŞ
11- VİRANE
12- MASAL
13- KUKLA (1)
13- KUKLA (2)
Kısa Bir Not'
14- TAKİP
15- İTİRAF
16- ÇIKMAZ SOKAK
17- GÜVEN(1)
17-GÜVEN(2)
18- YIKIM
19- DEVRİM
20- ATEŞ
21- DÜĞÜM
22- ÜMİTVÂR
22- ÜMİTVÂR (2)
23- SARHOŞ
23- SARHOŞ(2)
24- YALAN
24- YALAN(2)
ŞANS / Ezo & Onur (Özel Bölüm)
ŞANS-2 / Ezo & Onur (Özel Bölüm)
ŞANS-3 🍀 (Özel Bölüm)
25- FELAKET
25- FELAKET(2)
KÜL GÖZLÜ ADAM
26- MESAJ
26- MESAJ(2)
27- ZEHİR
28- AŞK
KAÇAK I Duyuru
29- SESSİZLİK
30- KİN
31- ZAFER
🔴SON DAKİKA🔴
32- İLLÜZYON(1)
32- İLLÜZYON(2)
33- ÇARESİZLİK
34- MEMAT
35- ŞEYTAN
36- ÇIĞ
37- BEVKA
38- NEFES
39- YAĞMUR
40- NEHİR
41- KADER
ÇOCUKLAR VE ÇİÇEKLER -1 (MeGa özel bölüm)
ÇOCUKLAR VE ÇİÇEKLER -2
27
42- ASKER
43- SADAKAT
44- TEKLİF
45- SINIRLAR
46- KAYIP
48- BAĞLAR
49- DÜĞÜM
BİR BAKIŞ SENİ AVUÇLADIĞINDA (Miray-Kaan özel)
BİR BAKIŞ SENİ AVUÇLADIĞINDA' 2 (Miray-Kaan Özel)
50- ZAMAN
51- DİLEK
52- SİS
53- ISLAK TOPRAK
54- VEDA'HASI
55- KELİMELER
56- KAYIP PARÇA
57- SIR
58- AHDE VEFA
ZAMANI YENMEK
59- KÜL

47- HEDİYE

45.9K 1.7K 437
By fernwehy

Selam!

Bölümün neden gelmediğini sormuşsunuz... Onu söyleyemiyoruz maalesef xd

Şaka şaka, açıklama sonda. Keyifli okumalar. 

_____________

O gün çok yağmur yağdı.

Günün, geceden ayırt edilmesi zor gri bir öğlendi. Bulutları hiç bu kadar koyu renkli görmemiştim hayatımda. Odaya dolan soluk ışık hiçbir işe yaramıyordu. Kıvrıldığım yatakta örtüyü boynuma kadar çekmiştim, göz kapaklarım inerek loş ışığı tamamen bertaraf etmişti.

Uyumuyordum. Uyuyamıyordum. Kesik, bulanık rüyaların gölgesi henüz üzerimden kalkmamıştı. Gözlerimi sıkarak zedelenmiş uykumu sürdürmeye zorlarken kendimi, zihnim kesik bulanık birkaç karışık görüntüyü daha peyda etti. Ancak bu sekans bir rüya değil, geçmişten bir ana aitti.

Aylar önce, Giray vurulduğunda, hemen yanımdaki koltukta kan kaybederken telaşla araba kullandığım o andaydım. Onu hastaneye yetiştirmek için kanlı parmaklarımla direksiyona sarılmıştım. Önümde asfalt yolu yutan cama bakıyordum ama dikkatim Giray'daydı. Hemen yanımda, soluk yüzüyle bana eve gitmemi söylüyordu. "Hastaneye gidersen tutuklanırım. Ben çıkana kadar seni sağ bırakmazlar."

İçimde, ilk defa gerçekten önemsenmenin acınası mahcubiyeti, pişkince çiğnenmiş bir sakız gibi şişip patladı.

Ona inandım. "Hayır!"

Başımı iki yana sallıyordum. Bütün korkumun yanında kuşkusuz bir endişe içindeydim. Hayatımda ilk defa biri yanımda vurulmuştu. Hayatımda ilk defa yaralı birini taşıyordum. Tanrım, ne korkunçtu...

"Bana ne yapacakları umurumda değil." Gerçekten değildi. Ancak manipüle edildiğimin, bir testi aşmakta olduğumun hissini anlamlandıramayacak kadar da pasiftim.

"Yapma." Yapma.

Biri hastaneye diğeri eve çıkan iki yolun ayrımı görüş açımıza girdiğinde işittim bunu.

Yapma.

Yapma Yankı.

"Eve git... Lütfen."

Frene usulca yaslandı ayağım. Araba hız keserken gözlerim Giray'daydı. Bana kendinden bir parça bahşettiğini görüyordum. Solgun yüzünde amansız bir huzur vardı. Sanki, sonuç ne olursa olsun, kazanacağı bir oyundaydı.

Korku doluydum ama hissediyordum, bu teknik olarak bir yol ayrımıydı ama varılacak noktaları teknik açıdan değerlendirilmeyecek kadar başkaydı.

Yapma Yankı.

O an bile direksiyonu eve çevirdiğim vakit, Giray'ın ardından bir bilinmezliğe yollanacağımın pek ala farkındaydım. Kendimi çoktan ikna bile etmiştim belki de.

"Yankı. Bana inanmana ihtiyacım var."

Yapma Yankı.

Bana adımla seslendiği ilk an. Kendimi çoktan ikna ettiğim bir kuyuya tutup çekerken beni, dediğini yapmaya hazırdım. Yapma Yankı.

"Haydi güzelim, yardım et bana."

Direksiyonu çevirdim. Kaderimi yazan kaleme sağlam bir fiske atmıştım sanki. Bunu ta onda hissettim. İçimde kendimle çatışırken ve kendi çapında dertlerinden mustarip bir kızken, içimdeki Yankı'ya büyük bir hata yaptım.

Yapma Yankı.

O gün hastaneye sürseydim, sonucunu düşünmeksizin, Giray'ın kehanetlerini önlemeksizin, sürseydim; bu gün ne değişirdi, bilemiyordum.

Zihnimde, kesik bir rüya gibi canlanan bu an, olduğu gibi sonlanmadı orada: Gaza bastım, yol ayrımını işaretleyen şeritten aşağıya ikimizi birden attım.

Kesik bir iç çekişle aralandı gözlerim. Kazanın gürültüsü sünerek uyandığım andan sonrasına sarktı adeta. Gözlerimi loş ışıklı odada gezdirirken kıpırdamadım.

Aynı saniyelerde rüyamın alt metninin ne olduğunun da tasviri oluştu aklımda. Yankı Yapma.

Hastaneye sürdüğümde ne olurdu bilemezdim, ama eve sürdüğümde geldiğim nokta tecrübeyle sabitti; O gece yaralı halde yanımda güçsüzleşen adam, benim için gözünü kırpmadan birinin gözünü çıkaran bir katildi.

Asfaltın üzerinde, hemen onunkinin yanında uzanan gölgem de en az onun kadar caniydi.

O gün hastaneye sürsem ne olurdu, gerçekten bilmiyordum. Ama dün gece, Giray birini hemen yanımda öldürdüğünde hissettiğimden daha farklı olmazdı diye tahmin ediyordum.

Boynumdaki fuları çıkarıp onun kanayan eline bastırırken, elindeki kanın sadece kendisine ait olmadığının da ayırdına tabiiydim. O gece elim kirlenmedi hiç, ama ben de suçlulardan biriydim.

Ve hiç şaşırmadım, bu gerçekle ilk defa yüzleşmiyordum. Giray'ı tanıdığımı iddia ederken, her seferinde, tam da bundan bahsediyordum. Ona ve getirisi olan belirsizliğine taliptim. Hem ona, hem belirsizliğine sonsuz bir sabır içindeydim. Bir gerçek ılık bir meltem gibi yüzüme esti: Uzun süre sabretmek, alışmak demekti.

Rüzgârın sesini duyamıyordum ama pencereden baktığımda ağaç dallarının hınçla çırpıldığını gördüm. Gözlerimi yumdum ve banyo kapısının altından sızan su sesini dinledim. Giray duş alıyordu.

Her bakımdan bu koyu renkli günde kafamın içinde uykunun rüzgârı bile esmiyor, gürültü kesilmiyordu. Tıpkı eskiden olduğu gibi uzun zamandır zihnimde sesi yankılanmayan karanlık tarafımı aradı gözlerim. Onu, adeta diledim.

Sırtımı ona yasladığım zamanlar, daha berrak ve hazımsızlık şikâyeti olmayan bir zihne sahiptim. Kirli ama toplu düşünceler... İyi anlaşamazdık. Ama bana ipuçları verirdi, bilirdim.

Şimdi ruhum ikiye bölünmüş gibi; o kendi karanlığında kaybolmuştu ve benim yollarını unuttuğum geçmişimde geziyordu.

Orada, durdu ve dönüp omzumun üzerinden bana baktı. Yaklaştı. Aslında her yeri karanlık olan zihnimin zifiri çizgisinde, adı konmamış bir sınırda karşı karşıya durduk. Gözlerimi yüzüne dikip suçlayıcı bir ifade aradım ama yoktu. Bomboştu.

Bakışlarını arkamda kalan ve ondan ırak geçirdiğim zaman dağarcığa çevirdi.

"Alıştım," dedim, bir şeyleri kanıtlamaya çalışıyor gibiydim.

"Alışmadın. Arkana bak, o yığının altında kalacaksın."

Kendime karşı çok acımasızdım.

Konu ne olursa olsun, yargılarım kendi üzerimeyse dilim sivriliyordu. Hiçbir zaman kendimi kandırmayı becerememiş aksine rakip bellemiştim.

"Ona direnme, bunun üstesinden tek başına gelemezsin."

"Gelebilirim," dedim bu defa onun ardında kalan geçmişe bakarak. "Hep geldim."

"Gurur duyuyorsun bununla ama farkında değilsin, ben bir zavallıyım. Çünkü seni öldürmeyen her darbe beni yarattı. Bak buradayım. Ve ona karşı gelirsen yerin benim yanım. Bunu bize yapma."

Yankı, yapma.

Karanlık gürleyip, karanlık tarafımı yuttuğunda gerisingeri zihnimin gürültüsüne bıraktım kendimi.

Sabretmenin, alışmaya benzediğini öğrendiğim yağmurlu bir Eylül öğleni, her şeyin farkındaydım; ama hayallerim, olası ihtimallerden daha lezzetliydi.

Su sesi kesildi, bir dakika sonra banyonun ışığı odanın zeminine Giray'ın gölgesiyle birlikte yayıldı. Şampuan kokusu, havasız odayı kısa süreliğine ferahlattığında yerimde kıpırdandım ama gözlerimi açmadım.

Çekmecelerin usulca kayışından ve hışırtılardan giyinme aşamasını takip ettim ve işinin bittiğini düşündüğüm bir anda da düz bir sesle mırıldandım. "Pencereyi açar mısın?"

Bir şey demeden balkona doğru ilerledi Giray. Balkon kapısı aralandığında yağmurun yoğun şarıltısı doldu odaya. Bir de ıslak toprak kokusu.

"Biraz serin, üşürsün." Sesi duygusuz denebilecek formdaydı ama ben bakışlarındaki meraklı kıvranışı bu sesten rahatça çıkarabiliyordum.

"Biraz dursun..." dedim karşılık olarak. Örtüyü kulak hizama kadar çektim.

Giray yavaş adımlarla gelip, yatağın diğer yanına uzandı. Dün geceden beri kurumayan nemli saçlarımda elini kaydırdı. Ve dün gece bana duş aldırdığından beri en az on kere tekrarladığı gibi "Nasılsın?" diye sordu.

Cevaplarım birbirinden farklıydı ama hiçbiri onu tatmin etmiyordu.

"Bilmiyorum," dedim tipik cevabımın en son versiyonunu öne sürerek. "Sessizce uzanmak istiyorum sadece."

Sanki ona ters bir şey söylemişim gibi elini saçlarımdan çekti. Ve dün geceden beri her cevabımdan sonra olduğu gibi bir süre sessizleşti.

Bütün hengame dağıldıktan ve ben defalarca kustuktan sonra galerinin ofisine geçip bir saat kadar sessizce oturduk, yani ben oturdum. Giray anlam veremediğim şeylerle uğraşıyor, arada bir beni kontrol ediyor merakla bakınıyordu.

Neden sonra eve gidelim mi, diye sordu. Sessizliğimiz yolu aşıp eve girene kadar sürdü ve Giray beni sorgusuz sualsiz banyoya soktuğunda da devam etti. Beni duş kabininin yanında bekledi ve ilk duygu durum sorgusunu da bedenimi özenle bornoza dolarken sordu.

Sonraki sorular, giyindikten sonra, saçlarımı kurutmayı reddettikten sonra, mutfakta birkaç şey atıştırırken ve yatağa girdiğimizde geldi.

Uyumadık. Yirmi dakikada bir aralanan gözlerimi her açtığımda, her sıçrayışımda Giray'ı beni izlerken buldum. Bazen sadece pışpışlayıp yatırdı, bazen nasıl olduğum sorusunu tekrarladı.

Ama bana hiç sarılmadı. Ve tüm bu karmaşanın içinde bunun yoksunluğuyla kıvrandım, ihtiyacım vardı.

Kapalı havayla birlikte gece adeta güne taşmıştı ama sonunda bitirebildik. Nihayet düşünmekten bitap düşen nöronlarımdan kalan sağlarla düşüncelerimi kontrol etmeye cesaret ettiğimdeyse Giray'ın kalkıp duşa girdiğini duymuştum.

Şimdi sessizce yanımda uzanıyorken ve yağmur sesi bize soft bir fon giriyorken huzursuzluğum usulca dağılmaya başlamıştı.

Gök gürültüsü bu hoş ambiyansı lekelediğinde ürkerek gözlerimi araladım. Giray hemen omzuma dokunup "Şşhh..." şeklinde müdahale etti.

"Sorun yok," dedim onun bu hassasiyetine anlam veremeden. "Ben iyiyim."

Kalkıp camı kapattığında gözlerimle onu takip ediyordum. Yeniden gelip yerine geçti ama bu defa uzanmadı, bana dönük şekilde usulca oturduğunda bakışlarım üzerindeydi. O da göz ucuyla bana bakıyordu. Göz göze geldiğimizde yüzündeki tuhaf bocalamayı adeta hissettim.

"Ne oldu?" Soru sorma sırası bendeydi.

"Hiç. İyisin değil mi?"

"İyiyim dedim ya." Sesim mırıltıya dönüştü. "Çok korktum ama geçti... Sorup durma artık."

Gri göz bebekleri birkaç başarısız denemenin ardından bakışlarıma tutundu.

"Peki... Sen... Şu an," dedi pek de emin olamayarak.

"Ne?"

"Benden nefret ettin mi?"

Yüzümde ölgün bir gülümseme oluştu. "Tanıştığımız günden beri senden nefret ediyorum Giray."

Samimi olduğunu düşündüğüm bir cevaptı ancak bu yüzündeki endişeyi silmemişti.

"Peki... Benden- yani korkuyor musun, Şu an... Hala?"

"Senden mi?" Kaşlarım çatıldı. "Anlamadım. Senden korktuğumu mu düşündün?"

Gözlerini kaçırdı, başını belli belirsiz salladı. Hemen sonra merakla yüzüme baktı.

"Evet," dedim itiraf ederek. "Korktum. Bambaşka bir şeye dönüştün bir an gözümde, kabul. Ama geçti ve bu tuhaf bir şekilde bir şeyi değiştirmedi."

Yavaşça doğrulup oturdum ve sırtımı yatak başlığına yasladım.

"Bu hazmetmesi güç bir şey ama..."

"Ama?"

Ona baktım. "Aması bu işte," dedim aramızdaki boşluğu işaret ederek. "Ne olursa olsun, yanındayken her şey çok daha kolay." Yutkundum. "Ve çok daha zor."

Gözlerinden duygusal bir parıldama kayıp geçti, bakışları yumuşadı.

"Ben, içimdeki mahkemede, her koşulda aklamayı başarıyorum seni Giray."

Uzandım ve dizinin üzerine bıraktığı elinin üzerine elimi yerleştirdim. Bu belirgin bir adımdı benim için. Giray'ın bakışları yeri boyladı. "Görmeni istemezdim. Özür dilerim."

"Bunu konuşmak istemiyorum."

Böylece geçirdiğimiz o korkunç geceye noktayı koydum.

Her anlamda.

"Şimdi," dedim nedense utanarak. "Bana biraz sarılır mısın?"

Kaşları büzüldü, elimi kavrayıp beni çekerek uzanmamı sağladı. Hemen yanıma örtünün altına kıvrılırken kollarını bedenime sardı. Konuşmanın, zihnimi hafiflettiğini o an kavradım. Aramızda geçen birkaç cümle ve temas, bütün gece içinde çırpındığımız o karanlığı dağıttı.

Ama bu beni bekleyen, bambaşka bir karanlığın ilk adımıydı.

_________________________

"Allah belanı versin!" diye bağırdım ve elimdeki bardağı mutfak lavabosunun içine fırlattım.

İlk değildi ama birkaç yıllık evli bir çiftin sabit, şımarık, çekişmeli kavgası tadında ilk tartışmamızı o akşam gerçekleştirdik.

"Neyim ben? Eşekbaşı mı?"

"Bak sana son kez söylüyorum, karşımıza çıkacaklarını bilmiyordum sadece-"

"Sadece oyun oynuyordun!" Çekmeceden bir bıçak alıp soyduğum soğanlara atıldım. "Hayatın bu kadar basit işte senin! Senin var ya," dedim ona dönerek, "Senin bir şeyleri enine boyuna düşündüğün falan yok! Şımarık bir ergensin sen!"

"Başladık yine," dedi elini başına yaslayarak. "Kafayı yiyeceğim!"

"Çok aklın vardı sanki..." diye söylendim soğanları doğrayarak. "Allah'ın cezası!"

"Sana defalarca anlattım, Ekrem'in nasıl bir pislik olduğunu. Aldığım duyumlara göre-"

"Aldığım duyumlara göre! Yaptığım araştırmalara göre! Yok efendim olasılıkların gücü adına!" Ağzımı yamultarak onu ökenmemi yüzünü buruşturarak izliyordu. İşaret parmağım yerine bıçağı ona doğru salladım. "Hiçbir şey bu mafyacılık oyunlarını aklamaz. Sen, düğünümüzün arifesinde hem kendini, hem beni tehlikeye attın."

"Sana bir şey olmasına asla izin vermezdim, tabii öyle aptallık etmeseydin!"

"Ne fark eder? Sana bir şey olunca farklı mı olacaktı? Geri zekâlı!"

"O bana hiçbir şey yapamaz!"

"He gördük," dedim küçümseyerek. "Kafana namlu dayalıydı bilmem farkında mısın? Ben Onur'u aramasam ne olacaktı acaba, kurşun beynine girerken ahiret planı yapardın... Tövbe tövbe."

"Ya kızım, anlamak istemiyor musun, sadece planımın bir parçasıydı-"

"Giray kes!" diye adeta çığlık attım. Elimdeki bıçağı tahtaya bırakırken sinirden patlayacak gibiydim. "Yaptığın bütün mantıksız hareketlere şu kılıfı uydurma artık!"

"Asıl sen kes!" diye kükredi üzerime. "Sanki beni ve hayatımı bilmiyordun. Sanki bütün bunlar sürpriz olmuş gibi davranma!"

"Bunu kabullenmem, senin tehlikeli oyunlarını görmezden geleceğim, susacağım anlamına gelmez!"

Bağırmaktan boğazım ağrıyordu ama onun böyle bir derdi olmadığı her cümlesinde daha da artan volümünden belliydi.

"Bir daha oyun oynadığımı iddia edersen gerçekten kötü olur."

"Hah!" dedim yalancı bir gülüşle. "Ne yaparsın?"

"Sana bunun ne kadar önemli bir adım olduğunu kanıtlarım!" dedi kükrercesine ve hemen sonra sesi kinayeyle düştü. "O zaman gerçekten ortalık savaş alanına döner. Beni asla tanıyamazsın!"

Birkaç saniye susup yüzüne baktım. "Sen beni tehdit mi ediyorsun?"

Burnundan nefes verip sabır diler dibi yukarı baktı ve saçlarını sıvazladı.

"Sen, beni, sana verdiğim değerle, senin için endişe duymamla tehdit mi ediyorsun?"

"Ya ne alakası var amına koyayım!"

"Git," dedim sakince işime dönerek. "Git geber, ne halin varsa gör. Hiç umurumda değil."

"Yankı bak, laflarınla beni çıldırtıyorsun, sonra da-"

"Defol!" diye çığırdım. "Çık mutfaktan!"

"Allah belamı versin de kurtulayım!"

"Amin!"

"Bana bak kızım," dedi serseri bir dikleşmeyle. "Bu manipülatif tavırlar, haklı çıkma çabası bana işlemez. Beni tanımıyorsun sanki... Herkesi, her şeye ikna edebilirim, unutma."

"O kafanı kırarsam, ancak karakolda polisleri darp raporu alma konusunda ikna edersin." Ona yüzümü buruşturdum. "Ucube!"

"Ya sabır!" dedi kısa bir volta atarak sakinleşme pozu kesti.

"Çık buradan! Rahat bırak beni," dedim soğanları tavaya alırken. Gözlerim soğanın acısından sulanmaya başlamıştı. "Senden nefret ediyorum!"

"Farkındayım!"

"Defol git!"

"Burası benim evim?"

"İyi ben giderim," dedim burnumu çekerek.

"Git," dedi bir anda ukala bir neşeyle. "Bir sonraki girişin gelinliğinle kucağımdayken olur zaten. Az kaldı."

"Nah olur," dedim bu defa biber doğrayarak. "Evlenmiyorum seninle."

"Aman ben de çok meraklıydım benimle evlenmene," dedi buzdolabını açarak. Kendi kendine yarım ağız söylenmeye devam etti. "Bir ömür çekilir mi bu amın koyayım..."

"Aynen," dedim elimin tersiyle gözyaşımı silerek. "Bir hata daha yapmayacağım."

"Aynen." Buzdolabından aldığı salatalığı yıkamaya başladı. "Bana karı mı yok?"

Ona dönüp dümdüz baktım ama gözlerim yaşlıydı. O da yıkadığı salatalığı katır kütür yemekle meşguldü.

"Al," dedi bakışlarımı işaret ederek. "Yarım saattir bir menemen yapamadın, açlıktan öleceğiz..."

Önümde duran domateslerden birini kaptığım gibi suratına fırlattım. "Az ye de kendine uşak tut!"

Başını eğerek kaçtığı domatesi yerde aramaya başladı. "Kızım sen var ya, başıma beladan başka bir şey değilsin ha."

"Siktir git."

"Burası benim evim," diye kendince eğlenirken ben hırsla önümdeki domatesi doğramaya giriştim.

Giray gözyaşlarımın soğandan kaynaklanmadığının henüz farkında değildi.

Sinirlerim boşaldığı için yaşlar öylesine çoğaldı ki bir an görüşüm puslandı ve bıçak doğrudan işaret parmağımı yarıp geçti. İrkilerek canımın acısıyla kıpırdandım ama sesim çıkmadı.

Gözlerimi kırpıştırdığımda çok yoğun bir şekilde parmağımdan kan atmaya başladı ve ahşap kesme tahtası birden domatesten daha yoğun bir kızıllıkla kaplandı.

Acıdan değil kanın yoğunluğundan dolayı dehşete kapıldım ama dışımdan bir şey belli olmuyordu. Bir anlık sessizliğimi fark eden Giray başını kaldırıp bana baktı hemen sonra gözleri elime takıldı.

Hızlıca atılıp elimi kavradı, "Yavrum n'aptın," dedi inleyerek. Elimi dikkatle suyun altına tuttu ardından temiz birkaç servis peçetesi alıp kesiğe bastırdı.

Bense dümdüz bir suratla sessizce Giray'ın sağa sola çekiştirdiği elime bakıyordum. Ağlamıyordum ama gözlerim ve yanaklarım hâlâ ıslaktı. Giray yüzüme bakarken ben de ne gördüğünü tahmin edebiliyordum.

"Aşkım," dedi yaralı elimi sıkı sıkıya tutarken. "Özür dilerim," yanağımdaki yaşları sildi. "Şaka yaptım çok güzel menemen yapıyorsundur, eminim." Dalga geçmeyi itinayla sürdürürken dümdüz yüzüne bakıyordum. "Tamam ağlama başkasıyla da evlenmem, o da şakaydı."

Sırıttı ve uzun uzun gamzelerini sergiledi. "Ama başıma bela olduğun kısmı biraz doğrudur... Ama bir ömür çekerim se-"

"Giray," dedim ölgün bir sesle. "Sen eskiden az konuşan bir adamdın." Yanaklarımı hızla sildim ve bakışlarımı dikleştirdim. "İçinden bir geveze çıkmadan önce şikayetçiydim ama şimdi nasıl özlüyorum anlatamam..."

Elimi çekip ondan kurtardım.

"Üstelik daha zekiydin, beni ancak seni az tanıdığım zamanlar kandırabileceğini bilirdin. O yüzden iyisi mi şu seviyede bana söz geçirebilme konusundaki çabanı kendine sakla. Burası senin evin ama gitmeni istiyorsam gidersin, sike sike gideceksin," şeklinde pisleştim. "Çünkü seni zaten daha önce postaladım, bilirsin."

Yüzüme kayıtsızlığım yerleştiğinde burnumu çektim ve gözlerine baktım.

"Elbette benimle evlenmeye meraklı değilsin ama bunun için amcana yalvarmaya, bin dereden su getirerek yol yapmaya meyillisin; ve ben kabul ettiğimde sevinçten ağlamaya da pek elverişlisin... Ama tabi, dırdır eden ve menemeni geç pişiren birini tercih etmeyebilirsin; yirmi yedi yıl beklemişsin ama ideal eş için geç kalmış değilsin. Sana karı mı yok, pek tabii kendini kandırarak birçok aday bulabilirsin."

Sesimdeki iğneleyici tını çenesine batıyor gibi kapalı ağzı kıvrandı.

"Ve madem menemen yemek konusunda sabırsızsın," bıçağı eline verdim, "İnsanlara saplamak yerine sebzeleri doğrayarak süreci hızlandırabilirsin." Sağlam elimle saçımı kulağımın arkasına ittim. "Acılı olsun lütfen," diye mırıldandım. "Sen seversin..."

Kendime bir yara bandı bulmak üzere mutfaktan çıktım.

Omzumun üzerinden dönüp baktığımda, Giray eliyle kafasına birkaç fiske attı. "Düşme oğlum, düşme lan, düşme, düşme, her seferinde bu topa düşme..."

Birkaç dakika sonra mutfağa girdiğimde masa hazırdı.

Beni gören Giray kolunun üzerine bir havlu attı ve eğilerek selamladı. "Efendimiz, akşam öğününüz hazır."

Bir sandalyeye geçerken yarım ağız gülüyordum. Hızlı bir servisle dumanı tüten bir menemeni ortaya bırakıp çay doldurdu. "Efendim izniniz olursa size eşlik edebilir miyim?"

"Giray... Boş yapma."

"Lütfen bana geri zekâlı deyin efendim. Zira ben bir geri zekâlıyım. Haddim olmayan şeylere laf ederim.

Gözlerimi devirdim. "Giray..."

"Bana yüz kırbaç vurmayı mı uygun görürsünüz, yoksa kafamda tava kırmayı mı?"

"Giray, sıkıldım."

"Beni örseleyin."

"Giray! Yeter!"

"Tamam, tamam," dedi hemen çaprazıma bir sandalyeye geçerken. "Seninle kavga etmek çok eğlenceli aşkım ya," dedi itiraf ederek. "O kadar deşarj oluyorum ki, bokunu çıkarıyorum."

"Beni delirtiyorsun."

"Çok komik görünüyorsun o zaman, sana söylemiştim," dedi sırıtarak. "Barışalım mı? N'olur?"

"Of tamam, ye hadi."

"Öp beni, barışalım," dedi yanağını uzatarak. Uzandım ve yanağına bir öpücük kondurdum. "Oldu mu?"

"Oldu."

Giray'ın saçma duygulu bakışlarıyla yemek faslını hızlıca aştık. Sonlara doğru gözü yaralı parmağıma takıldı. Elimi tuttu ve dudaklarını yara bandına yasladı. Ardında bütün elime öpücükler dizip avuç içimde durdu. Daima dönüp bulduğu yuvası gibi dudakları avuç içime yaslandığında bakışları gözlerimi buldu.

Dudaklarından avucuma bir ışık huzmesi kondu, adı müphem.

"Özür dilerim," diye fısıldadı.

"Ben de." Sesim tıpkı onunki gibi fısıltılı çıkmıştı.

Sarıldık ancak henüz birbirimize sinmemiştik ki telefonum çalmaya başladı. Bu yüzden sarılma faslımızı kısa tutup cebimden telefonu çıkardım.

"Gitmem lazım?"

"Nereye pardon?"

"Sence?" dedim tek kaşımı kaldırarak.

Düğün gününe kadar Suna'da kalmak adında nur topu gibi bir kuralımız vardı, Çünkü Reyhan Hanım'ın ahlak kurallarına göre, düğün öncesinde Giray ile aynı evi paylaşıyor olmam büyük bir ayıptı ve diğer herkes gibi bana hitap etmeyen bu kurala çoktan boyun eğmiştim.

Giray hariç herkes Reyhan Hanım'ın kurallarına tabiiydi.

"Saçmalama."

"O kadınla uğraşmam," yüzümü buruşturdum. Yeni bir pürüz çıksın istemiyorum.

"Umurumda değil."

"Keşke benim de olmasaydı..."

Sonunda pes ederek omuzlarını düşürdü Giray. "Bekle, seni bırakayım."

Arabaya geçtiğimizde ufak çaplı bir gerginlik yokladı içimi. Dün akşamın izleri kendini anlık olarak gösterip yok oldu. Ancak bunu havadan sudan konuşarak görmezden geldik ikimiz de.

"Eve birkaç düzenleme yapmak gerek," diye mırıldandım. "Dolaplar ve eşyalarımız için."

"Nasıl istersen."

"Küçük odayı giyinme odasına dönüştürsek?"

Elleriyle direksiyonda ritim tuttu. "Olabilir. Odaya bağlarız. Biz balayından dönünceye kadar hallolur."

Yüzümde belli belirsiz bir sırıtış oluşurken önümüzde uzayıp giden yola baktım. "Balayı..." diye tekrarladım sayıklar gibi. "Evleniyoruz resmen. Şaka gibi..."

Kısa bir an bana dönüp baktıktan sonra bakışlarını yola çevirdi, eş zamanlı olarak eli uzanıp yanağımdan makas almıştı. "Kaptım seni."

Resmen romantik komedi filmi tadında kıkırdayarak mırıldandım. Hemen sonra ani bastıran merakla, "Ee... Balayını düşünmedik. Yani ben düşünmedim hiç, var mı aklında bir şeyler."

Ondan beklemediğim şekilde, "Var," dedi ve açıkladı. "İlk birkaç gün için bir planım var ama sonra nereye istersen gidebiliriz."

"Yaa, neresi?"

"Sürpriz."

Gözlerimi devirdim. "Ne alaka ya neyi sürpriz olabilir balayının. Alt tarafı bir otele gidip birbirimizden sıkılana kadar dip dibe on gün geçirirken sevişmek yüzmek ve uyumak arasındaki kısır döngüde birkaç tur atacağız."

Kesik nefeslerle tanımlamama güldü. "Kulağa çok iyi geliyor."

Yüzümü buruşturdum. "Klasik." Hemen sonra istemsiz olarak hak verdim. "Aslında bu yoğunluğun arkasına iyi olabilir... Nereye gidiyoruz bu arada?"

"Ah iyi ki hatırlattın. Tuğba haber verecekti."

Telefonun aracın sistemine bağlı kısmından tuşlayarak Tuğba'yı aradı. Tuğba ikinci çalışta açtığında sesi arabanın içine yayıldı.

"Buyurun Giray bey."

"Kod yirmi bir," dedi sırıtarak. Bana da kısa bir bakış atmıştı bunu söylerken. "Hazırlıklar nasıl?"

O an verdiği kodun sürprizi bozmayacak şekilde varlığımın altını çizmesi olduğunu anladım. Bunu işiten Tuğba da gülümser gibi bir sesle yanıtladı.

"Bitmek üzere, ustalar net bir tarih vermedi. Onun dışında kullanıma hazır."

Ben çözmeye çalışırken, Giray çabama gülüyordu. "Güzel. Ev için de bir takım oluşturmanı istiyorum, yatak odasında değişiklik yapılacak. Düğün sonuna yetişmeli."

"Tamamdır, not aldım."

"Taramalar nasıl?"

"Sabit. Akın devam ediyor.

"İyi," dedi mekanik bir sesle. "Ofis? Rapor ver,".

"Haftalık program üzerinden gidiyoruz, tam zamanlı işliyor, bir problem yok. Yarın erkenden bir, diğer gün üç görüşmeniz var. Yatırımcı arayan proje için de düğünden önce görüşme talep ediyorlar, bekleyemezlermiş, bunu haftalık program sonuna aldım onayladığınızda sonraki hafta için konumlandırırım. Ayrıca Akın istediğiniz araştırmayı tamamladı, az önce dosyaya ekleyip üzerinden geçtim, görünürde proje için bir açık yok ama medya ile doğrudan bağlantılı, değerlendirdiğinizde karar verin."

"Hadi ya," dedi Giray derin bir nefes vererek. "Bu iyi olmadı."

"Proje iş görür, bence basını yönlendirebiliriz. PR çalışmaları ufak çaplı zaten, değerlendirebiliriz..."

"Ah hayır, bu yaşımdan sonra ünlü iş adamı falan olmayacağım. Askıya al."

"Efendim, zaten teknik olarak ünlü sayılırsınız, sadece bunu medyaya taşıyacağız."

Aralarında bir espri gibi gülüştüler. "Sadece oto galeri sahibiyim, holdingim falan yok ve sen beni Türkiye'nin ileri gelen zenginleriyle aynı manşete taşıyacağını mı söylüyorsun Tuğba?"

"Olsun efendim, sizin de gönlünüz zengin."

"Bir tane şirketim olsaydı keşke."

"Şey bir de, birkaç milyar dolarımız..."

Bu defa ben de güldüm. Giray'ı ekonomi dergilerinin kapağında hayal etmek zor değildi ancak onu basın açıklaması yaparken düşünmek oldukça eğlenceliydi.

"Askıya alıyorum," diye geri bildirim verdi Tuğba. "Birkaç ay içinde yatırım piyasasına ünlü iş adamı olarak giriş yapmak isterseniz değerlendirelim."

"Olur," dedi gülerek. "Devam et, satış skalamız nasıl."

"Aynı seyrinde. Oranlar üçün altına inmedi ancak belirgin artışımız yok."

"Yani?"

"Yani henüz bu kazançla yatırım yapamaz ve ünlü olamazsınız demek."

"Üzüldüm," dedi Giray kinayeyle. Hafif esprisinin ardından aktarmaya devam etti Tuğba. "Devir ve teslimler de planladığımız gibi, müşteri kaynaklı gecikmeler için rotasyonlarımız kusursuz işliyor. Ancak imza da sorun yaşıyoruz."

"O ne demek," dedi Giray kaşlarını çatarak. "Ne yapıyor o geri zekâlı?"

"Kaan bey birkaç gündür geç geliyor veya gelmiyor ya da sarhoş gelmeyi tercih ediyorlar," diye inceden bir durum bildirisi geçti Tuğba. "Neyse ki birkaç imza için işleyebilir durumda olduğundan pek sorun teşkil etmiyor ama bilmeniz gerektiğini düşündüm."

"Kaşeyi teslim al, sen ilgilen. O salağın icabına bakarım ben."

"Peki efendim. Başka bir arzunuz?"

"Yok. Kolay gelsin."

"İyi günler."

Ekrana tıklayıp aramayı sonlandırdı. Ancak eli direksiyonu yeniden kavradığında sıkıca kasılmıştı.

"O iyi mi?" diye sordum sakince, Kaan'dan için.. Oysa ne olduğunu çok iyi biliyordum. Daha doğrusu sorum gerçek bir merak içermiyor da değildi, çünkü hasta numarası yapıp Miray ve ikisini eve gönderdiğimde ve onları mutfakta sohbet ederken bulduğumuzda bir şeylerin değişeceğini ummuştum.

"Kötü olması için bir sebep yok."

Sesi dümdüz, duygusuzdu. Ama sanki kafasında çalan çanları duyabiliyordum Giray'ın.

Bir an, "Neden yardıma ihtiyacı olabileceğini, canının sıkılabileceğini düşünmüyorsun," diye soruverdim. Oysa anlık olarak bunu daha dikkatli yapmam gerektiğini iliklerimde hissettim. Sorar sormaz Giray'ın başı doğrudan bana döndü ve gözleri ürkütücü derecede tetikte bir enerji yayıyordu.

"Beynim farklı işler benim. Bunu düşünürsem, sebepleri, olabilecek etkenleri, kişileri ve olayları tartarım, üzerine gidersem asla düşünmek istemeyeceğim şeylere ihtimal veririm ve sana yemin ederim bu hiç iyi olmaz."

Onu önüne döndüğünde yutkundum. Hafif bir dehşet yokladı beni.

Bir şeyler olduğunu hissediyordu. Bir şeyler olduğunu hesaplıyordu. O daima insanları bir kitap gibi okurdu ve bu cevabını bulmak istemeyeceği bir bilmeceymiş gibi yüzünü çeviriyordu.

Ve ben de yüzüne vuran öfkenin gölgesine bakarken Kaan ve Miray'ın neden bu kadar çekindiğini anladım.

O an, Giray'ın kayayı andıran yanıyla çarpışarak sersemledim adeta.

"Ne demek istediğini anlamadım," dedim sesimi normal tutarak. Önüme dönüp yolu seyre koyuldum. "Ama ona karşı gaddar olduğunu düşünüyorum. Çok duyarsız kalıyorsun."

Sustu. Yol boyunca hiçbir şey söylemedi. Bir ara kısa bir telefon görüşmesi yaptığında sesi de ifadeleri de normaldi. Bir müzik açarken ve sebepsizce yanağımdan bir makas alırken de öyle.

"Görüşürüz." Dedim araba Suna'nın malikânesinin önünde durduğunda. Dönüp ona sarıldığımda beni sıkıca sardı. "Görüşelim. Mümkünse," dedi kinayeyle. Ayrılıp yüzüne baktığımda birbirine bastırdığım dudaklarımla gülüyordum, oysa serzenişle yüzüme bakıyordu. "Ne zaman bitecek bu saçmalık?"

"Görüşürüz," dedim arabanın kapısı açarken.

"Reyhan karısını huzurevine kapatmam yok mu..."

"Bay bay Giray."

"Öpüşseydik bari?" diye seslendi ben kapısını kapatırken.

İçeri yürürken hafifçe seslendim. "Evlenmeden olmaz."

Camını hızla indirip başını dışarı sarkıttı. "Komik değil."

"Git hadi!"

Arabayı çalıştırırken kendi kendine söyleniyordu.

"Mecnun çöllere düşmüş, Ferhat dağları delmiş, Giray da amcasının evine roket atmış çok mu?"

Evlilik olayını başıma sardığı için içimden bir oh çekerek yürüdüm eve. Ev beklediğimden, daha doğrusu son bıraktığım halinden daha sakindi.

"Herkes nerede?" diye sordum beni karşılayan çalışanlara. Büyükler evde yoktu, Suna, Taha'yı uyutmaya çıkmıştı. Miray da koca salonda koltuklara yerleşmiş, kollarını bağlamış hareket etmeden duruyordu.

"Ne yapıyorsun burada?"

Gözlerini duvardan çekmeden mırıldandı. "Misafir ağırlıyorum."

"Misafir mi?" diye sorduğumda başını salladı.

"Hm... Vesvesem geldi de."

Birden başını kaldırıp gözlerini yüzüme dikti. "Neden yaptın bunu?" dedi doğrudan. "Neden karıştırdın olayı?"

Gözlerimi devirip hemen yanına koltuğa kuruldum ve ona doğru dönük oturdum. "Karıştırdığımı mı düşünüyorsun?"

"Evet öyle oldu. Özellikle kafam karıştı..."

"Onu seviyorsun ve bu her şeyi çözer."

"Hayır çözmez!" dedi birden bana bakarak. "Karşılığı olmadığı sürece bu hiçbir şeyi çözmez."

"Olmadığını mı düşünüyorsun? Saçmalama, sana anlattım o kadar o da seni çok-"

"Ondan bahsetmiyorum," dedi beni bölerek. "Bunu savunabilecek mi, kendine ve duygularına sahip çıkıp her şeyi göze alabilecek mi?" Maviş gözlerini kıstı. "Hiç sanmıyorum. Ödleğin teki o."

"Karşılık demek..." diye mırıldandım. "Yani sen bunu göze alabilirsin değil mi?"

Utanıp, bocalayacağını düşündüm ama o kendinden emin bir sesle, omuz silkip tane tane konuştu. "Elbette. Dünya umurumda olmaz. Zaten tek problem abim. Ve o... Abime o kadar bağlı ki, bunu asla yapamaz."

"Sen? Sen abinden çekinmiyor musun?"

"Çekiniyorum tabii... İt gibi korkuyorum hem de. Ama bu beni yıldırmaz. Gerekirse ona da rest çekerim, umurumda olmaz."

"Vay..."

Şaşırmıştım. Ve sanırım biraz da hayranlık duymuştum.

"Peki karşılık beklemek niye, onun aşkından eminsen yani, üstelik abin gibi bir etken karşısında o bu kadar çaresizken neden bekliyorsun bu cesareti? Ona da siper olsana... Sonuçta Giray başka bir sınır, yoksa Kaan seni dünyalara değişmez biliyorsun."

"Birincisi, aşk maşk demeyelim lütfen, hoşlantı diyelim, geriyor biraz... İkincisi öyle dünyalara değişmez falan, buna kimse emin olamaz. Üçüncüsü, ben çıkıp abimin karşısında aşkını itiraf etsin demiyorum, en azından bunun sinyalini verebilir..." Gözleri uzaklara dalarken yutkundu. "Ben o havaalanında yüreğim ağzımda bekledim. Yol boyunca ağladım. Bunu bana borçlu."

Bir dakika kadar sessizleştik. O duvarı ben de onun güzel yüzünü izledim. Sonunda elim omzuna dokundu yavaşça.

"O havaalanında bekleten şeyle burada bekleten şey aynı. Ne değişmiş olabilir ki o zaman yıkamadığı duvarı şimdi yıksın da gelsin? Yapabilse durur muydu sence?"

"Büyüdük."

Önce ellerine sonra duvara ve ardından bana baktı. "Ne değişti biliyor musun, zaman değişti. Yollar değişti. İlişkiler değişti. O zamanlar gençti, abi dediği adamın üç gündür tanıdığı reşit olmayan kız kardeşine göz koyamazdı. Şimdi koca adam, sıradan emrindeki bir adam değil abimin dostu, ben de hevesle hareket eden küçük kız çocuğu değilim." Gözleri yine uzaklara daldı ama sesi dalgacıydı. "Her şey değişir yenge kadın, abim müthiş bir örnek; ne evleneceğini düşünürdüm ne de böylesine âşık olacağını. Bana seni telefonda bir anlatışı vardı... Neşesi canımı yaktı, keşke daha erken bulsaydı seni diye düşünmeden edemedim."

Dönüp baktı yüzüme. Sırıttı.

"Ve seni neden durdurmadım biliyor musun, itiraf ediyorum: Dedim ki, bu kadın aşkı abimle oldurduysa, benim işim belki de o kadar imkânsız değildir."

İçim titredi resmen. Gururum mu okşandı yoksa mahcup mu oldum bilemedim.

"Abinle sağlıklı bir başlangıcımız olmadı ve sana yemin ederim buraya kadar hemen her aşamada sıçıp batırdığım kısımlar oldu. Yine de dişi Eros olduğum düşüncesi komik..."

İkimiz de gülmeye başladık. Gülüşünün arasında, "Teşekkür ederim," diye mırıldandığında gülüşümü gülümsemeye evirerek baktım yüzüne. "Az önce de ortalığı karıştın diye kızıyordun..."

"Galiba sıçıp batırma devinimi burada da geçerli," Yumruğunu bana doğru uzattı. "Eşlik edeyim bari."

Elimi uzatıp yumruklarımızı tokuşturdum. "Ee anlat, ne konuştunuz o akşam evde?"

Ellerini iki yana açtı. "Hiçbir şey. Yani sıradan bir muhabbeti. Şey ben biraz daha flörtüzdüm..." Dudaklarını büzdü. "Garip bir heyecan vardı aramızda."

"E sonra?"

"Sonrası bu," dedi sitemle. "Arama yok, sorma yok. En ufak haber yok. İsteme töreninde kafasını bir kez kaldırıp bakmadı."

"Giray var diye-"

"O yokken de..."

Susup pıstım. "Utanıyordur belki..."

Kaşlarını kaldırıp bıkkın bir tavırla döndü. "Kimden? Benden mi?" Gözlerini devirdi. "Te'allam ya..."

Derin bir nefes alıp verdi. "Bu yüzden dedim keşke hiç konuşmasaydın... Hiç kalmasaydım bu belirsizlikte."

Sinirlerim bozulmuş gibi güldüm. "Kızım sen belirsizlik görmemişsin..."

O da bitkin bir şekilde güldü. "Abim değil mi... Allah sana gerçekten peygamber sabrı versin."

"Amin," dedim içten bir şekilde.

Sonra onun gibi kollarımı bağlayıp arkama yaslandım. Neden sonra isyan ettim birden. "Bunların da derdi neyse, yediklerinden mi içtiklerinden mi, bir ilişki ancak bu kadar toksikleştirilebilir..."

"Off, sorma. Duygularını belli etseler ölürler sanki. Ne istediğini söyleyeceksin ya bu kadar basit, aklını mı okuyacağız be adam..."

"Bir de her şeyi bizi çok düşündükleri için yapıyorlarmış gibi davranmaları yok mu..."

"Hah! İşlerine geldiği gibi..."

"N'oluyor size?" dedi Suna'nın sesi arkamızdan.

"Erkekler..." dedi Miray cevap olarak.

Suna karşımıza oturup bize kaşlarını çatarak baktı.

"Hallere bak. Bulmuşlar pırlanta gibi çocukları bir de söyleniyorlar prensesler."

"Sen bir kere konuşma-"

"Kes!" diye Miray'ın lafını ağzına tıkadı. "Kes! Kes! Oturmuşlar bir de car car konuşuyorlar. En ufak bir çabaları yok, burunlar havada, aşk mı yaşıyorlar savaş mı belli değil. Biri evlenmeyeceğim diye kıyamet koparıp sonra koşa koşa evlenme teklif eder, öbürü kılını kıpırdatmadan çocuk avcuma gelsin der. Oldu hamınlar başka?"

"Aa," dedim şaşkınlıkla. "N'oluyoruz ya?"

"Kusura bakmayın, şu orta sehpada bile sizden çok dişil enerji var. Aşk gelip sizi bulsun enerjisi de hayatı güzelleştirsin diye bekleyemezsiniz. Güzel enerjiyi yayar, aşkı davet eder, gerekirse ensesinden tutar getirir sonra onu hayatına yaymazsan böyle burada oturur duvarla konuşursunuz işte!"

"Ben halimden memnunum," dedim hemen.

"O yüzden mi bik bik bik söyleniyordun az önce?"

"Canım ben öyle fikir olsun diye..."

"Ya, ne demezsin. Düğüne değil de dava duruşmasına hazırlanıyor gibi, gram salmak yok, bu sürecin tadını çıkarmak yok..."

Dün gece aklıma gelince istemsiz gülmeye başladım, sinirlerim aşırı bozulmuştu. Aynen, müstakbel kocamla çatışmaya girerken sürecin keyfini çıkarmayarak ayıp eden bendim...

"Peki sen?" diye okları Miray'a döndürdü.

"Bana sakın bulaşma, hiç çekemem akşam akşam."

"Koğuş ağası gibi oturur duvarları izler anca. Bir de çocuğu görünce aynı şekil dümdüz suratına bakması yok mu... İlgi değil de racon bekliyor sanki. Bir gideyim, tetikleyici bir konuşma yapayım, olmadı özelden arayıp bir nabız yoklayayım yok. Oturup beklesin nenem gibi. Reyhan anne bile bu yaşta senden daha yüksek potansiyelli. Kadının eski aşkı bu gün ziyarete geldi, kraliçem herkese de eski ahbap diye yutturdu."

Biz gülerken elini havada boş boş salladı. "Hey yavrum hey, uyuyun siz daha."

"Annemler nerede hakikaten?" diye sordum.

"Sana çeyiz almaya gittiler."

"Ne!" diye ciyakladım.

"Seni de sürükleyeceklerdi zor kıvırdım. "

Tam bu sırada hizmetliler salona kocaman paketler taşımaya başladı. Çok geçmeden annem ve Reyhan anne de kapıda görünmüştü.

Gözlerimi devirdim. Çünkü hanım kız gelin adayı olarak bundan başka tepki veremiyordum. Orada kendi kendimi imha etmek için neler vermezdim.

Uzun zaman sonra iyi görünmek için çabalamam gerekmişti. Annemlerin bir şeyden haberdar olmasını istemiyordum. Bu yüzden, muhtemelen hayatım boyunca yapmak zorunda olduğum şeyi yapıp anneme bir şey anlatmamıştım.

Sakin bir akşamın ardından gece bastırdığında ev sessizleşmiş ve çoğunluk odasına çekilmişti. Suna ve Miray'la cılız bir ışıkta mutfak masasında oturmuş yarı uykulu sohbet ediyorduk. Giray'ın mesajlarına cevap verirken bir anlığına sırıtma transına giriyor sonra diğerlerine katılabiliyordum.

Bir süre cevap vermedi ardından neden sonra tek kelimelik bir mesajla sadece uyumamamı istedi.

Uyuma.

Giray'a neden uyumamam gerektiğini sorduğum bir mesajı gönderip diğerlerini dinlemeye döndüm.

Sana bir hediyem var.

Kaşlarımı çattım, Ne hediyesi?

Birkaç dakika sonra yanıt düştü:

Düğün hediyen karıcığım:D

Sırıtmaya başladım. Karıcığım hitabı o kadar komik geldi ki bir an çok absürt bir duyguyla boğuştum.

'Bekliyorummm' şeklinde bir müstakbel yeni gelin edasında mesaj atıp sonuna öpücük kondurdum.

Telefonu masaya bırakıp esnediğim sırada bahçede bir bağırtı koptu. Üçümüzün gözleri aynı anda büyürken birbirimize baktık.

"Siz de duydunuz mu?"

Suna'nın sorusuna cevap vermeden boğuk bir ses Miray'a seslendi bu defa.

"Miray! Çık dışarı!"

"Abim mi?" diye sordu Miray aklımdakini dile geçirerek.

"Olabilir." Aynı an da ayaklanıp cama koştuğumuzda anlamadan bakınmaya başladık.

Kaan öylece bahçenin ortasında dikiliyordu.

"Miray!" diye bağırdı kafasını kaldırmış pencerelerden birinde ışık görmeyi beklerken. "Miray! Çık dışarı!"

Miray inleyip kapıya koştuğunda Suna ve ben onu takip ettik. Dışarı çıktığımızda kapıdaki adamlardan biri Kaan'ın önüne geçmiş onu sessiz olması için ikna etmeye çalışıyordu.

"Ne yapıyorsun sen?" dedi Miray daha kısık sesle. "Delirdin mi?"

"Delirdim amına koyayım! Delirdim!" dedi yayık bir ağızla. "Çekil lan önümden."

Bu görüntü bana çok tanıdık gelmişti: Kaan şu an sarhoştu, tıpkı benim yanıma geldiği gündeki gibi.

Önündeki adamı ittiğinde Miray verandanın korkuluklarına yaslanıp ayağını yere vurdu. "Bağırmasana! Milleti uyandıracaksın."

"Abicim çekilir misin?" dedi Kaan resmen sallanarak. O kadar sarhoştu ki, konuşamıyordu bile.

"Kaan Bey, lütfen sessiz olun. Buyurun size yardım edeyim şöyle-"

"Beyefendi çekilir misiniz yardımınıza sokmadan önce. Bi' arkadaşa bakıp çıkacağım."

"Bırak abi, bırak..." diye inledi Miray. "Sarhoş musun sen?"

Kaan'ın kaşları havalandı ve gözlerini abartılı bir şekilde açtı. "Oha nasıl anladın?"

Suna yüzünü buruşturarak evi kontrol etti. "Bağırma be. Babam uyanacak şimdi!"

"Oo Suna hazretleri de buradaymış."

"Kaan," diye ben uyarmayı denedim. "Sessiz ol biraz. Söyle ne istiyorsun."

"Bir şey istemiyorum ki," dedi ağlamaklı bir sesle omuz silkerek. "Dayanmak istemiyorum, özlemek istemiyorum. Gözlerimi kaçırmak istemiyorum."

Dönüp onu şaşkın şaşkın izleyen adamın boynuna kolunu attı.

"Osman... Beni tut Osman. Sızacağım galiba."

"Osman değil abi," diye destek oldu adam. "Çetin ben."

"Çetin diyecektim, dilim sürçtü," dedi Kaan kafa sallayarak yükünü Çetin'e daha fazla verdi.

Suna mırıldanarak azarladı. "Kaan, yavrum ne yapıyorsun sen?"

"Ölüyorum anlasana!"

"Bağırma!" diye kısık sesle cırladı Miray.

"Pardon, Bihter öyle söyleyince çok dokunaklıydı da, denedim," dedi Kaan bu defa fısıldayarak. Onu tutan adama baktı. "Mehmet, ölüyorum anlasana!"

"Mehmet değil abi, Çetin."

"Kaan," diye atıldı Miray. "Ne diyeceksen çabuk ol, bak gece gece iş çıkarma başımıza."

"Beni, beni? "dedi Kaan tam anlamıyla Bihter kafasına bürünerek. "Bihter'ini."

"Geri zekâlı," diye mırıldandı Miray. "Ne istiyorsun?"

"Bihter değil aslında," burnunu çekti, "Behlül oldum ben," dedi Kaan ağlayacak gibi. "Behlül gibi şerefsiz oldum ben. Kardeşim dediğim adamın kız kardeşine..."

Kısa bir sessizlikten sonra Kaan dalgadan çok sarhoşluğun bile gizleyemediği bir kahırla olduğu yerde dikleşip ellerini iki yana açtı. Bir kere hıçkırdı ve alnın terini koluyla sildi. "Miray be, ben sana çok âşık oldum!"

Suna ve ben sırıtırken Miray'ın elini ağzına kapadığını gördüm. Yüzünü tam göremiyordum ama sersemliğini, yarım sırıtışını adeta hissedebiliyordum.

"Abin kemiklerimi kıracak. Behlül bile yanımda cami imamı kalır şu durumda... Ayılınca pişman olacağım belki ama biraz daha susarsam boğulacak gibi hissediyorum." Elini pantolonunun arka cebine attı ve o fotoğrafı çıkardı.

"Ben susuyordum böyle, iyiydi uzaktan... Bak bu fotoğraf önüme değil de içime düşmüş gibi. Bardağı taşıran son damla gibi ne varsa çalkaladı..." Elleri iki yanına düştü. "Ve... ve... Unuttum şu an ne diyeceğimi. Güzel bir şiir ezberleseydim keşke."

O sersem sersem sallanıp, düşmemek için Çetin'e tutunurken biz o kadar şoktaydık ki, artık kimse bağırma bile diyemiyordu. Kaan'ın vücudunun yüzde yetmişi alkol, algı sıfır, mantığı ise çok uzaklardaydı.

"Kro!" diye güldü Suna.

"Behlül kro mu olur ya!" diye atıldı Kaan. Sanki sabahtan beri sohbet ediyormuş havasına bürünerek.

Kaan oflayarak omuzlarını düşürdü ve yanında duran adama asıldı. "Tut beni Sezer, bayılacağım birazdan."

"Sezer değil abiciğim," dedi adam derin bir nefes vererek düşmemesi için Kaan'ı tuttu. "Çetin."

"Miray!"

"Ya bağırmasana, sağır deliğiz duyuyoruz."

"Suna bir sus amına koyayım ya içimdeki bütün isteği öldürdün." Gözlerini zor açık tutuyormuş gibi baktı Miray'a. "Şaşırmadın biliyorum," dedi Miray'ın gözlerine bakarak. Bu defa bağırmamayı başarabilmişti. "Bekliyordun değil mi?"

Miray'ın kısık gülüşünü duydum. Ağır başını salladığında Kaan kıkırdadı. "Biz Behlüller olarak imkânsız aşklara meyilliyiz, bilirsin."

"Delisin sen," dedi Miray başını iki yana sallayarak.

Kaan bir süre daha saçmalarken telefonum cebimde kısa bir an titredi ama olaydan kafamı alamadığım için açıp bakmadım.

Keşke baksaydım.

Belki saniyelerle kurtuluşumuz olabilirdi...

"Bağırma yeter!"

"Bayan bi susarsan şurada bir ilanı aşk edeceğim."

"İyi bağırmadan et, çünkü babam uyanırsa senin ölüm fermanını ilan edecek."

Bahçenin sürgülü kapısı, gece sessizliğinde gürültüyle açıldığında, birbirine salak saçma sırıtan Kaan ve Miray hariç herkesin yüzü o tarafa döndü. O an elim de cebimdeki telefona gitti ve kafamda hızla birleşen parçalarla dehşetle mesaja baktım. Telefonun tuş kilidini açtığımda gözlerim kocaman açıldı.

DUMAN:

Dışarı çık.

"Giray!" dedim korkuyla bağırarak. "Giray geldi!"

Kaan hariç herkes, Çetin dâhil, tiz bir sesle ciyakladı. "Ne!"

Araç azami hızda bahçenin ortasına gelirken farlar hepimizi apaçık aydınlattı. O an Giray'ın çatılan kaşlarını resmen o yoğun ışık arasından görür gibi oldum.

"Sus! Sus! Sus!" diye atılarak verandadan aşağı koştu Suna. Ben de uygun adım arkasına koyulup Kaan ve onun ağzını kapatmaya çalışan Suna'nın önüne geçerek giderek yaklaşan araba ile aralarına girdim.

Miray o an olduğu yerde donup kalmıştı.

Suna'nın, "Şşşhht! Sus! Kes sesini, geldi!" temalı ve Kaan'ın buna tezat davranış ve huysuz mırıltılarıyla arkamda yaşanan hengameyi hiç yansıtmayan suratımla arabadan inmekte olan Giray'a sırıtıyordum.

"Hoş geldin."

"Ne oluyor burada?" dedi kapıyı gürültüyle kapatıp yavaşça yürürken.

Gri gözleri jilet gibi keskin bakışlarla etrafı hızlıca taradı. O an kafasından gelen parçaların hızla birleşip analiz verilerine dönüştüğü mekanik sesi adeta duydum.

"Kaan ya," dedim güler gibi, "Her zamanki şaklabanlıkları." O sırada "Hayır gitmeyeceğim!" türevlerinde huysuzlukla etrafa sataşırken hiç de şaklabana benzemiyordu oysaki.

"Sana sus dedim!" dedi Suna dişlerini sıkarak. Gözleriyle Çetin'e işaret verdi, Çetin bu defa kabaca kuvvetle Kaan'ın kollarını kavrayıp onu çekiştirmeye başladı.

"Bırak," dedi Giray sakince. El ayasını göstererek tek harekette Çetin'i saf dışı bıraktı. "Ne oluyor, dedim?" diye ortaya bıraktı soruyu ancak gözleri Kaan'a saplanmıştı.

"Hiçbir şey," dedi Suna bir yalan uydurmaya hazırlanırken. Ancak daha ağzından çıkmadan inandırıcılığını yitirmişti cümlesi. "Güya gönlümü almaya gelmiş, biraz kızmıştım da sabah... Benim kartları şey yapmış da... Alışveriş için, yani onu şey yapmak için..."

Suna bile kendi sözlerine tahammül edemeyip sonlara doğru sesini kısmıştı ki Kaan'ın sesi cümlesini tamamıyla yuttu: "Bırak o da duysun."

Giray'ın kaşları hafifçe kalkıp indi. "Neyi duyacakmışım?"

O an bariz bir şekilde anladım ki, Giray aslında ne duyacağını biliyordu. Hep bilmişti. Ancak tahammülü zor gerçeklerde sıklıkla başvurulan şeyi yapmış, belki de ilk defa, bir şeyi görmek-anlamak istememişti.

Nefesimi tuttum. Zannediyorum bu işlemi Suna ve yerinden bir an bile kıpırdamayan Miray ve hatta Çetin de gerçekleştirdi. Ancak benim heyecandan, Suna'nın battı balık yan gider salmışlığından, Çetin'in de meraktan dolayı gerçekleştirdiği bu nefes tutma işleminin ortak paydası Miray'daydı. Hepsini şüphesiz barındırıyordu.

Ellerini tırabzana dayamış, Kusursuz bir heykel gibi dikilirken yüzünde apaçık bir gurur vardı. Birazdan olacakları herkes gibi bilse de, savaş boyalarını sürmüş bir tanrıça gibi, dikleştirdiği çenesiyle sevdiği adamı izledi.

Bu sırada Kaan'ın donuk bakışları Giray'ın yüzüne tırmandı. Gözlerinin içine özür diler gibi baktı. Sarhoştu, mahcuptu, utanıyordu, korkuyordu ve hepsinden çok, hiç olmadığı kadar cesurdu.

"Ben Miray'a âşık oldum."

O an gözlerimi direk Giray'ın yüzüne diktim. Ve orada hiçbir şey göremedim.

Bir sessizlikle kaplandı bu an. Arka bahçeden gelen ağustos böceklerini duyacak kadar sustuk bir süre. Neden sonra, sabahtan beri ev halkının uyanmaması için direten Suna sakince yutkundu. "Çetin... Yaman'la babamı uyandır. Ambulans çağırın bir de..."

Taş kesilmiştik hepimiz. Nitekim bu sabit akışı Giray'ın kırpışan gözleri dâhilinde sorduğu soru bozdu.

"N'aptın, n'aptın?" diye sordu Kaan'a.

"Miray'a âşık oldum."

Giray ufak bir iki adımla aramızdan geçip Kaan'ın tam karşısında durduğunda Suna gövdesini ikisinin arasına zorla sokup Giray'ı itti. "Bırak. Sarhoş zaten-"

"Bir daha söyle," dedi Giray geri giden adımlarını ileriye doğru toparlarken. Bu defa önüne ben geçtim. "Giray dur."

"Bir daha söyle lan!"

"Ben..." dedi Kaan aynı tonda ama duraksayarak. "Ben Miray'a-"

"Giray!"

Giray beni ve Suna'yı tül perdeyi iki kenara açar gibi yanlara ayırıp Kaan'a atıldı. Onu yakasından kavradığı gibi yukarı doğru sündürdü ve alnın ortasını Kaan'ın güzelim burun kemiğine gömdü.

Zaten sarhoşlukla bulanmış zihni bu fiziksel darbeyle tamamen kapanan Kaan, oracıkta bayılıp asfaltın üzerine yığıldı. Ama Giray, bunu üzerine çıkıp savurduğu birkaç yumruktan çok sonra fark etti.

Çığlıklarım ve yalvarışlarım arasında Giray'ın kollarına asılıp onu durdurmam zordu. Ancak yalvar yakar bunu başarmıştım. Giray doğrulup nefes nefese ayağa kalktığında öfkeden derin ve sesli şekilde soluyor ve tiksinerek Kaan'a bakıyordu.

"Allah belanı versin," dedim onunkilerin yanında sinek ısırığı kalan yumruklarımla kolunu döverken. "Hayvan! Hayvan!"

Beni gram sallamayan Giray, Kaan'ın kalçasına sert bir tekmeyle kapanışı yaptığında resmen ciyaklayarak onu geriye savurdum.

"Allah seni kahretsin!" dedim yüzü kandan seçilmeyen Kaan'a bakarken. "Defol git buradan."

O sırada Giray'ın bakışları verandadan izlemeye devam eden Miray'a kaydı. "Gir içeri!" diye kükredi. Ses tonu o kadar yüksekti ki ondan tarafta kalan kulağım çınlarken yüzümü buruşturdum.

"Rahat bırak kızı!" diye bağırdım. Oysa Miray gayet rahattaydı. Ellerini tırabzana dayamış, halkını izleyen krallar gibi duruyor, dudağının kenarına yerleştirdiği gülüşüyle adeta herkese meydan okuyordu.

"Gir içeri, getirme beni oraya! Kaybol!"

"Giray defol git buradan!"

"Sen karışma!" diye bu defa beni hedefine yerleştirdiğinde onu kollarından tutup karşısına geçtim. O öfkeden ben korkudan, nefes nefeseydik.

"Kendine gel," dedim yalvarır gibi. "Sakin ol. Lütfen."

"Onu öldüreceğim," dedi odağı iki gözümün arasında hızla gidip gelirken. "Kemiklerini kıracağım."

"Giray, lütfen." Yutkundum. "Sakin ol. Derin nefes al. Konuşalım bunu olur mu..."

Oysa zaten öfkeyle derin derin soluyordu. "Geberteceğim onu."

"Giray-"

"Ölümü benim elimden olacak."

"Giray n'olur-"

"Hayatını sikeceğim onun."

"Giray yalvarırım..." Cümle kuramıyordum. Giray ise peşi sıra vahşetinin tasarılarını diziyordu. Suna ve Çetin, Kaan'ın başına ilişmişken üzerinde pijamalarıyla Yaman koşarak geldi. Sorduğu sorular yanıt almazken diğerlerinin yanına, Kaan'ın başucuna çömeldi.

Hemen sonra annem ve Melih merdiven başında görüldüğünde Giray'ın mırıltıları da kesilmiş ve sürüyle karşılaşmış yalnız bir kurt gibi kin dolu bakışlarla bir iki adım geriledi. Hemen sonra arkasını dönüp hızla arabasına yürüdü, kapıyı çarptığı gibi marşa bastı ve tekerlerin yarısını oracıkta eriterek eski kasa arabayı döndürdü ve basıp gitti.

***

 (İlk kez özel bölümler dışında üçüncü ağızdan girdim, umarım aktarımda problem olmaz.)

 Tahrip edilmişken bile belirli yakışıklılık ilkelerini karşılayan suratı, kendine geldiği ilk andan itibaren sızlayan başına ağır geliyordu Kaan'ın. Başını geriye yatırmış, gözlerini öylece diktiği tavandan çekmeden duruyordu.

Canı o kadar yanıyor, her yeri o kadar ağrıyordu ki, bu gözlerini doldurup dişlerini sıkmasına sebep oluyordu. Çekik güzel gözlerinin teki şişlikten kapanmak üzereydi, diğeri ise açık kahve rengisine gölge düşürecek kadar kan dolmuştu.

Şiş gözünün altında şakağa doğru uzanan morluk vardı, resmen elle şekillenmiş gibi kalkık biçimli burnu çatladığı için şişmiş ve sola doğru yamulmuştu. Hemen altında, dudağına uzanan sus çizgisinde bir çizik vardı, kirli sakalından belli olmuyordu ama dikkatli bakıldığında dudağındaki patlaklığa kadar uzandığı anlaşılıyordu.

Evet, o güzelim pembe ve bir erkeğe göre oldukça dolgun, kalemle çizilmiş gibi belirgin çerçeveli dudakları patlamıştı. En çok buna üzülüyordu.

O sırada Akın burnuna bir buz aküsü bastırdığında, "Çek şunu!" diye tıkalı burnundan çıkan ince bir sesle inledi.

O sırada buzu burnundan şiş gözüne doğru çeken Akın sırıttı. "Yahu şu surata ben bile hayrandım, nasıl kıydı Duman böyle..." Sesinde neredeyse bir keyif vardı.

"Kes sesini," diye tısladı Kaan. Hemen sonra bir kez daha pansuman tepsisine kan tükürmek için doğruldu. Giray'ın darbeleri arasında dişleri arasına sıkışan dili hala kanıyordu.

"Abi, şaka bir yana çok kötü görünüyorsun. Bir doktora mı gitsek? Mümkünse diploması olan."

Olası her durumda, "Çekilin ben doktorum!" repliğiyle öne atılan Kaan'ın en sevdiği esprisi buydu. Tıp fakültesini diplomasını almasına ramak kala bırakmış olmanın ofansif tarafıyla dalga geçerdi daima. Ayıldığından beri kendine hiçbir şekilde müdahale etmemiş, tedaviyle ilgili her şeyi reddedip, Akın'ın kendi çapında yaptığı pansumanı donuk suratla beklemişti.

"En azından burnuna baktıralım. Geri kalan ömrünü devşirme Karadenizli gibi geçirmek istemezsin bence."

"Git başımdan."

Akın'ı savuşturup bir an önce bu boşlukta kaybolmayı amaçlıyordu ancak kapı açıldı ve bu dalgacı endişeyi üçe katlayacak Mert ve Onur girdi içeri. Mert anında güçlü bir kahkaha patlattığında Onur acıyarak ve kınayarak başını iki yana sallamakla yetindi.

"Gel abi gel, sevgi yumağına dönmüş bi' tanesi," dedi Akın.

Onur geçip karşıya otururken, Mert yaklaşıp yüzünü incelemeye başladı. "Yüzüne renk gelmiş, kırmızı ve mor ağırlıklı olarak..."

Kaan bunun ağır bir dayaktan daha katlanılamaz olduğunu düşünüyordu. Elini alnına yaslayıp başını ovuşturdu. "Allah aşkına yapmayın."

Hemen sonra kaldırdığı kolunun omuz kısmına yediği tekmelerin hatırası bir ağrı yayıldığında bu defa inleyerek indirdi.

"Bu hiç iyi olmadı biliyorsun değil mi?" dedi Onur. Ortamdaki tek stabil ve konuya odaklı kişiydi.

"Sarhoştum," dedi Kaan inleyerek başını geri yatırırken. "Allah belamı verseydi de içmeseydim."

"Vermiş oldu. Teknik olarak," dedi Mert. "Giray seni ayaklarına beton bağlayıp denize atabilmek için çoktan kıyı şehirlerden birine uçak bileti almıştır. Ya da dümdüz mavi göle atar. Belki de belediyenin meydanlara diktiği manasız fıskiyeli havuzları da iş görür, bilemedim..."

Mert'in gerzekliğini sırıtarak körükleyen Akın dışında kimse eğlenmiyordu. Onur yine esefle başını sağa sola salladı.

"Bu hiç iyi olmadı. Onu hiç bu kadar ters görmemiştim. Konuşmayı bırak, konunun yakınından bile geçmiyor."

"Hırsını alamadı çünkü," dedi Kaan güçsüz bir sesle. Sesini tezat şekilde Giray'ı iyi tanıdığını anlatan ifadesi netti. Yani dağılmış suratından ne kadar net görünebilirse...

"Nasıl?" diye sordu Onur.

"Baygındım. Hiçbir şey hatırlamıyorum ki, acı içinde uyandım sadece. O sırada kendimde olmamı isterdi büyük ihtimalle."

"Neyse bir posta da ayıkken yersin, lafı mı olur," dedi Mert. "Yabancı mıyız sanki..."

Kaan onu duymuyormuş gibi devam etti: "Keşke ayılmamı bekleseydi, en azından adabıyla dayağımı yer otururdum, olmadı böyle. Kaçmış gibi oldum."

"Geri zekâlı," dedi Onur hayıflanmasına karşılık. "Sarhoş olup kapıda anıracağına gidip Giray'la konuşsaydın ilk önce. Onu tanımıyorsun sanki."

"Ne bileyim ben kendimde miydim ya, sekizinci şişeden sonrasını hatırlamıyorum."

"Behlül olmuşsun," diye atıldı Mert. "Anlata anlata bitiremedi kızlar. Ama bir şey söyleyeyim mi senden iyi Bihter olurmuş var ya, öff yemede yanında-"

"Ya abi siktir git abi lütfen! Lütfen!" Bu sırada kaburgalarına giren sancıyla nefesi kesildi. Acaba özenle büyütüp birer evlat gibi yetiştirdiği karın kasları morarmış mıydı?

"Yalnız bir şey söyleyeyim mi, iyi girmiş ha," dedi Akın bir kez daha eğilip yaralarına bakınırken. "Bayağı üzerimden geçmiş yani."

Onur onları duymayarak bir kez daha konunun ortasına parmak bastı. "Böyle olmadı biliyorsun değil mi? Madem böyle bir durum vardı, bunu konuşmalıydın. Hiç olmadı gelip bize söyleseydin, en azından bir yolunu bulur, orta yol bulurduk."

"Bir yolu mu var bunun," dedi Kaan başını eğerek. "Giray'ı tanımıyorsun sanki. Kardeşine aşık oldum nasıl diyeyim..."

"Gidip karşısında kırıt demedik," diye uyardı Onur. "Her şeyin bir yolu yordamı var... Hem Giray senden iyisini mi bulacak?"

Kaan sessiz kalıp bakışlarını yere indirdi. Yeterince ağrısı yokmuş gibi bir de stresle gerilmişti ve ilk defa bu kadar utanıyordu. Oysa kadın muhabbeti yapmak başka zaman ne kadar da kolaydı.

"Hakikaten abi," dedi Akın yeni aklına gelen bir detaya değinerek," Ne ara oldu bu ya, ne zamandır var yani?"

Akın'ın sorusuyla daha fazla kafasını yere eğdi Kaan. Kaşlarını çatarken başını iki yana salladı. "Çok önce, yıllar önce."

Kaşlar havalandı, dudaklar hayretle kıvrıldı. Sadece Mert dümdüz bakıyordu. "Çok klişe."

Neden sonra Onur, "Neden şimdi?" diye sorguladı. "Neden bir anda söylemeye karar verdin."

"Ben... Bazı detaylar fark ettim. Yani bunun karşılıklı olarak görmezden gelmek şeydi... Şey, normaldi. Ve biraz ön göremedim yani, o öyle söyleyince ben..."

Mert dümdüz baktı. "Ne diyo' la bu?"

"Anlamadım valla," dedi Akın. "Kafa gitti herhalde."

"Kesin!" dedi Onur onları bastırarak ve sabırsızca Kaan'a döndü. "Karşılıklı olarak görmezden gelmek derken? Miray'ın da çok önceden haberi vardı yani?"

"O..." dedi Kaan, nedense adını anmaktan utanmıştı. "İlk adımı atan oydu."

"Ne ara?" dedi Onur güler gibi şaşkınlıkla. Ancak Kaan, "Suna'nın düğününde," diye cevap verdiğinde mimikleri dondu. "Oha," diye sayıkladı belli belirsiz. "Küçüktünüz oğlum o zaman. Hele Miray, on beş miydi on altı mıydı ne..."

Mert kınayarak dilini şaklattı. "Gerçek bir ırz düşmanı."

Kaan, Mert'e bilenip rahatsızca kıpırdandı. "Ya abi ne alakası var ya."

"Sen şimdi, çocukça bir hevesin peşinden mi gittin buna yıl?" dedi Onur sadede gelmek ister gibi.

"Ben değil," dedi Kaan. Ancak kendini geri çekip suçu Miray'a atıyormuş gibi hissettiğinde konuyu toparlayarak okları üzerine çekmeye uğraştı. "Ben hayatında başkası var sanıyordum. Varmış da zaten, kısa bir süre önceye kadar. Sonra bir şeyler geldi kulağıma, ben de sorgularken buldum kendimi. Onun bir suçu yok, benim yüzümden her şey. Aklını ben karıştırdım."

Aslında herkes bunun tam olarak böyle olmadığını biliyordu, Miray'ı tanıyorlardı, konuyu Yankı'dan ve Suna'dan dinlemişleri. O sırada, yarım akıllı Mert dahil, hepsi onun Miray'ı koruma çabasına içten içe güldüler.

Onur yüzünde belli belirsiz bir gülüşle yüzünü sert tutmaya çalışarak, "Başkası yokmuş yani, öyle mi?" diye sordu, Miray'dan için.

O an Kaan'ın kan dolu gözleri hafice parladı. Patlak dudağında utangaç bir gülümse dolaşırken kısık sesle mırıldandı. "Yokmuş."

Onur'la aralarında biraz sinsi sayılabilecek bir sırıtma geçti. Bu Onur'un onayını ve dolayısıyla desteğini almak demekti.

Bu yumuşak ortamın arasında Mert, Kaan'ın sırtına bir tane geçirdi. "Helal lan enayi!"

 (Yıl 2017. O zamanlar Bege 'yusufi'yi icat etmemiş meğer)

 (Çıkış noktası benmişim belki de??? Komik.)

Kaan nefesi kesildiği için inleyerek yana devrildiğinde Akın onu son anda yakalayıp kaldırdı.

"Bir kere rahat dur ya! Bir kere ulan!"

Onur'un uyarısını duymayan Mert bu defa yeni toparlanan Kaan'ı tutup kendine çekti, boynunu kolunun altına alıp sarıldı.

"Abi ne yapıyorsun ya?"

"Ne var," dedi Mert. "Kızlar böyle yapıyorlar işte böyle durumlarda. Akşam da pijama partisi yapıp manitaların dedikodusunu yaparken birbirimizin saçlarını öreriz."

"Lan bıraksana kafamı," diye inleyip kafasını kurtardı Kaan. Acıyla ensesini ovuşturdu.

"Bırakın zevzekliği, beni dinleyin." Uyarısıyla herkes ona döndüğünde, dikleşti Onur. "Giray'ı hiç iyi görmedim, başka bir şey var onda. Tam düğün zamanı başka aksilik çıkmasın. "

"Bir süredir öyle aslında," dedi Akın şüpheyle. "Sürekli bir şeyleri arşivleyip, yeni modellemeler yazdırıyor bana. Asla anlamıyorum ama yeni değil bu durum."

"Yine de sakin kalıp bu konuyu sorunsuz halledelim. Yakında düğün var, en azından buna odaklansın."

"Ben hallederim," dedi Mert yersiz bir özgüvenle.

"Nasıl?"

"Bir süredir Giray'a bekârlığa veda partisi organize ediyorum."

"Bir süredir?" diye sordu Onur. "Ne kadar süredir mesela."

Mert'in gözleri sağa sola kaydı. "Yaklaşık kırk saniyedir."

Onur sadece gözlerini devirip başını çevirdiğinde Mert kendini açıklamakta diretti.

"Kızlar kına gecesi yaparken biz de o sırada bir parti patlatırız diye düşünüyorum. Ve sen gelemezsin, artık evli bir puştsun çünkü."

Onur ona mimiksiz bir suratla bakarken Mert ellerini ovuşturarak planını renklendirdi. "Biz bekârlar olarak biraz şey yapabiliriz... Yaramazlık."

Kaan ve Akın planı şimdiden onaylayan suratlarla bakındıklarında, Onur kaşlarını çatarak ciddi olup olmadığını anlamaya çalıştı.

"Dansöz çağırmamız yok mu?" diye sordu Akın sırıtarak.

Mert hemen bunu görev listesine ekledi. "Bende, merak etme,"

"Ciddi misin?" dedi Kaan acıyan yanağına rağmen sırıtarak.

"Köçek çağıracak halimiz yok," dedi Mert. " Değil mi kardeş?"

Akın hemen kıvam alarak yellendi. "Aynen öyle abim benim!"

Kapı açıldı ve Giray içeri girdi.

Ortamın yumuşayan havasından tutun, sohbet, gülüşmeler ve bakışlar bir bıçak gibi kesildi.Tüm gözler ona dönerken Kaan usulca oturduğu yerde dikildi. Giray'ın yüzünde her zamanki ifadesizliği vardı. Takım elbisesi, elinde dosyalarıyla sabahın ilk toplantısını başarıyla gerçekleştirmek üzere içeri girmiş, baş köşeye yerleşip full konsantre belgelerini incelemeye koyulmuştu. Sanki karşısında üç tane gerzek oturmuyormuş gibi duyarsızdı.

"Giray? İyi misin?" diye sordu Onur. Giray önündeki dosyaları kenara çekerken başını aşağı yukarı salladı, bu sırada elinin üzerindeki morluklar Kaan'ın suratıyla ciddi münasebetini anlatıyordu.

"Toplantı mı var?" Şeklindeki içi boş bu soruya cevaben "Sence?" diye mırıldandı ve imzaları tamamlamaya başladı. "Sizin de var herhalde, koca galeride buraya tıkıştığınıza göre."

Mert ortalığı karıştırmaya susayarak heyecanla dudaklarını yaladı. "Biz değil de Kaan olabilir. Buranın genel müdürü sonuçta. Değil mi Kaan'cım?"

Hepsi Mert'i işaretler ve bakışlarla azarlarken Onur sessizce yüzüne tükürdü. "Allahın belası."

Giray sanki adı hiç geçmemiş gibi, başını kâğıtlardan kaldırmadan sessizliğiyle Kaan'ı yok saymaya devam etti. Bilen bilirdi, bu can sıkmanın en sıkı yöntemlerinden biriydi.

Ancak bu çok büyük bir çaba istiyordu. Kaan'a hâlâ çok sinirliydi ama bundan daha çok, zoruna giden bir şeyler vardı. Ne olduğunu bilmediği bu şeyi ilk defa hissediyordu. Bir an en son bu kadar karmaşık hissettiği zamanı hatırladı. Yankı'yı ilk öptüğünde böyle aynı böyle hissetmişti, çok iyi hatırlıyordu. O zamanları anımsayınca gülümsemek istedi ama hem ona bakan gözler hem de bir türlü üzerinden atamadığı gerginliği buna izin vermemişti.

Tuğba kapıyı tıklatıp kahvesiyle içeri girdi. Kahve ve bir dosyayı masanın üzerine bıraktı.

"Efendim bunu toplantı odanızda unutmuşsunuz, imza için bekleyenlerden biri."

"Sağ ol Tuğba," diye mırıldandı.

"Siz bir şey alır mıydınız?" diye diğerlerine döndü ve anında ciyakladı. "Ay! Kaan Bey ne oldu size?"

Kaan hariç diğerleri sırıta yazdı. Giray kahvesini yudumlayıp Tuğba'ya döndü ve otoriter sesle, "Araba hazır mı?" diye sordu.

Gözlerini Kaan'dan zor çeken Tuğba başını aşağı yukarı salladı.

"Hepsi hazır. Bu gün gelinlik provasından hemen sonra. Akşamüzeri bir görüşmeniz de olmadığı için birkaç dakika erken çıksanız daha iyi olur."

"Güzel," dedi Giray. "Sen de gel benimle, idare et. Yine bir aksilik çıkmasın."

Tuğba başını salladı. "Efendim, yanlış anlamazsanız bir şey söyleyeceğim."

"Söyle."

"Dün gece için yaptığınız plan daha iyi değil miydi? Neden iptal olduğunu bilmiyorum ama bu gece denemek ister misiniz? Hemen ayarlayabilirim."

Giray başını dosyadan kaldırmadan mırıldandı. "Bazı parazitlerle uğraşmam gerekti," dedi Kaan'ın kafasını eğmesini sağlayarak. "Gereksiz bir şeydi... Ama bu gece olmaz, gün içinde halledelim olur mu? Bir aksilik istemiyorum."

"Tabi efendim."

"Ne oluyor?" dedi Onur.

"Yankı için bir hediyem vardı, düğün hediyesi." Giray'ın huysuz mırıltısıyla birlikte bir bakışma dolandı diğerleri arasında. İmza işini bitiren Giray hızla ayaklandı. Dosyasını toparlarken diğerlerine kısa bir bakış attı. "Bu arada, o bekârlığa veda saçmalığını abartırsanız, canınıza okurum. Anladınız mı beni?"

Herkes Giray'ın bu konuşmanın daha ne kadarına şahit olduğunu düşünmeye yeltenmişti ki bu defa sözleri tek yönlü olarak Kaan'ı buldu. "Ayrıca, birileri böyle pişkin pişkin karşımda oturacağına, adam gibi gözüme görünmesin." Son kez duraksayıp evraklara göz gezdirdi. "Kahvemi yenileyip geleceğim, geri döndüğümde burayı terk etmiş olun. Hepiniz."

***

"Miray," dedim dalgın dalgın askılara bakan Miray'a. "Hadi çıkıyoruz."

Bize bakıp başını salladı, yavaşça çantasına uzandığında Suna ile göz göze geldik.

Miray'ın bu hali hiç iyi değildi. Dünden beri çok az konuşuyordu ve sürekli dalgındı. Neyse ki arada bir bizim olaya eğlenceli ve romantik tarafından bakmamıza katılıyordu.

"Eda, Senem abla, biz çıkıyoruz!"

"Bu arada," dedi Gaye araya girerek. "Cumartesi akşam sekizde bende olun, geç kalmayın."

Onlar kına merasimim için davet detayına girerken ben Miray'ın koluna girip onu herkesten önce dışarı çıkardım.

"Bebeğim, bak biliyorum dün akşam için canın sıkkın ama inana bana zamanla Giray da kabullenecek. Bunun için elimden geleni yapacağım."

Gülümseyerek başını salladı. Buruk hali biraz olsun dağılmıştı.

"Keşke ben de Kaan'a bir şeyler söyleseydim. Ne bileyim cevap verecek vaktim olsaydı."

"E arasana?"

"Şaka mı yapıyorsun?" dedi sinirden güler gibi. "Abim çoktan hattımı engellemiş bile..."

"Yok artık," diye inledim. Ortamı daha fazla germemek için Giray'a olan sitemimi yutup telkinlerimi sürdürdüm. "Bunun için çok zamanınız olacak. Hem bence zaten o bunu hissediyordur."

Tam bu sırada Miray'ın omzunun üzerinden Giray'ın kafası çıktı.

"Aa! Giray," dedim o tarafa yoğunlaşarak. "Burada ne işin var?"

"Pardon," derken gülümseyerek Miray'a baktı. "Buralarda bir gelin adayı gördünüz mü? Yeşil gözleri ve birkaç tane çilleri var." Omzunu gösterdi. "Şu boylarda, çelimsiz bi'şey."

Miray'a olan kaygısızlığı, gereksiz şirinliği ve prova edilmiş bakışlarına karşın gözlerimi kısıp omzuna bir tane geçirdim. Sırttı ve kolunu boynuma attı, beni çekip göğsüne yapıştırdı. Burnum ezilirken onu hafifçe ittim.

"Çelimsiz derken?" Miray'la ikisi sırıtırken gözlerimi devirdim. "Niye geldin ki sen?"

"Hediyen..." dedi yüzünü buruştururken başını yere eğdi. "Aslında daha güzel bir sürpriz ayarladı Tuğba ama dün geceki parazitler yüzünden çıktı tamamen aklımdan."

Miray gözlerini kaçırırken konuyu saptırmamak için atıldım hemen.

"Ne hediyesi? Nerede?"

"Burada olmalıydı," dedi ceketinin ceplerini karıştırırken. "Hay Allah düşürdüm mü acaba?"

Merakla cebinden ne çıkacağına baktım. Etrafına ve omzunun üzerinden arkasına baktı. "Ah buradaymış."

Ben de hemen arkasına yere baktım ama bir şey göremiyordum.

"Hani?" dedim bakınırken.

"İşte." Elimi tutup birkaç adım atmamı sağladı. Hemen dibimizde, benim yeni fark ettiğim, park edilmiş parlak gümüş sedef kaplama klasik model bir Mustang'i gösterdi.

"Hadi canım," diye mırıldandım. Parlayan arabaya dik dik baktım. "Şaka?"

(Kimin kocası buuuu)

Benimle ilgili detayları o kadar iyi kullanıyordu ki, tuhaf bir boyutu vardı bunun. Mest oluyor, mutluluktan çok aramızdaki bağın kuvvetine odaklanıyordum. Ona bu arabanın tanımını yaptığımı hatırlıyordum. Benim bile aklımdan çıkan detayları tek tek birleştirmiş ve karşıma dikivermişti.

"Yuh..." hemen sonra icabı gereği beceriksiz bir şekilde, "Teşekkür ederim ama aşkım bu..."

Bocalamam onu güldürürken gözlerimi arabadan ayıramıyordum. Yavaşça ayrılıp yaklaştım ve sanki kırılacak bir şeye dokunur gibi parmak uçlarımı kaputun üzerinde kaydırdım.

"Beğendin mi?"

Sorusuna karşılık inanmayan gözlerle baktım ona.

"Şaka mısın? Şuna bak..." Tekrar dönüp dudağımı ısırdım. "Çok güzel..."

Bir süre sonra seyir pozisyonuma sırıtma eklendi. Giray sokulup yavaşça elimi tuttuğunda, ona bakmadan mırıldandım.

"Rengi... Gözlerine benziyor." Arabanın parlak grisinden zorla çektiğim gözlerimi onun parlak gri incilerine sapladım ve beceriksizce sarıldım. Bu sırada fotoğrafımızı çekmeye çalışan Miray da benim kadrajıma girmişti, kadraja şapşal bir gülümseme bıraktığımın farkındaydım.

Neden sonra başımı kaldırıp teşekkürümü dudağına yasladığım dudaklarımla birleştirdim. "Bu haksızlık," diye fısıldadım. "Ben henüz hediyene karar vermemiştim."

Kaşlarını hafifçe çattı. "Yüz görümlüğü gibi düşün?" dudaklarını büzdü. "Şey bir de senin arabayı hurdaya vermiştim, ona istinaden..."

"Aptal," dedim gülerken. Kıkırtımı ikinci bir öpücük seansı kesti. Bir süre sonra benden ayrılıp elini iç cebine attı ve anahtarı çıkarıp uzattı. "Bana bir tur attırmak ister misin?"

Anahtarı aldım ama bu eski kasa aracı gerçekten iyi kullanabileceğimden emin değildim. Arabaya geçip yerleştiğimizde büyülenmiş gözlerle ince direksiyonu kavradım. İbre camlarının iriliğine, alışılmışın dışında vites konumuna, parlayan yüzeye uzunca baktım.

"Kullanabilir misin?"

Başımı esefle iki yana salladım. Hem kazadan beri araç kullanmak konusunda hala tetiklenmeye müsaittim, hem de bu arabanın gaz pedalından vites başlığına kadar her şeyi farklıydı.

"Allah kahretsin," diye serzenişle sırıttım, "Bunu garajda çürütmek istemiyorum."

"Hallederiz," dedi bana arka çıkarken.

Bir süre daha arabayla ilgili muhabbet döndürdükten sonra anlık bir yükselişle Giray'a doğru usulca eğildim ve onu tutkuyla öptüm. Duygu sarhoşluğu içerisinde çalkanıyordum. Öpüşümüz derinleştiğinde onu çekiştirmeye başlamıştım. "Yankı," dedi Giray nefes nefese üzerime eğilmişken. Kaşlarını çatmıştı. "Birkaç saat ortadan kaybolmalıyız."

Bu sırada onun tarafındaki camdan Suna'nın kafası içeri girdi. "Vay anasını!" Ardından bir ıslık uzattı. "Çok havalı."

Giray'ı itip direksiyona sarılarak Suna'ya poz verdim.

"Bebeğim, efsanesin! Çok yakıştı."

"Teşekkür ederim."

Giray, Suna'nın kafasını kabaca itti. "Bi rahat bırakırsan bana da teşekkür etsin bir zahmet canım, hadi, naş!"

Suna'yı resmen sinek gibi camdan kovup bana döndüğünde gülümsedim. "Teşekkür ederim."

Bu sırada gözüme diken üstünde durmuş bizi izleyen Miray çarptı. O an nihai amacımı hatırlamış gibi kıpırdandım ve bakışlarımla Miray'ı işaret ettim. "Onunla konuşsan mı biraz?"

"Neden?"

"Sence?" dedim sorar gibi. "Çok gergin görmüyor musun? Desteğine ihtiyacı var."

Giray kısa bir bakış attı kardeşine. "Haklısın."

Bir an kaşlarım çatıldı. Bu kadar kolay mıydı ya?

"Gel bakalım."

Birlikte arabadan indiğimizde hayretler içerisindeydim. Giray kısa bir ıslık çalıp köşede duran adamlara işaret verdi. Anahtarı adamlara teslim ederken, arabama son kez bakındım ama aklımın büyük çoğunluğu Giray'ın yapacağı konuşmaya kaymıştı. Miray'ın abisine kaçamak bakışlar attığının farkındaydım. Giray yaklaştı ve elini Miray'ın omzuna atıp kendine çekti.

"Bebeğim," dedi bana bakarak. "Benim aptal bir kız kardeşim vardı, yüzü kırışacak diye bir ara hiç kaşlarını çatmıyordu. Şimdi nedense kaşları hiç düzelmiyor... Gördün mü? Adı Melahat mıydı neydi..."

Miray gülerek başını yere eğdiğinde Giray ensesinden tutup onu karşısına getirdi.

"Ne gülüyorsun aptal," dedi ve ardından derin bir nefes alıp verdi. "Utanmana gerek yok," dedi lafı dolandırmadan. "Etrafa aptal aptal bakıp benden gözlerini kaçırmana da... Sen benim en değerlimsin tamam mı? Bir geri zekâlının seni huzursuz etmesine izin vermeyeceğim."

Kaşlarım cümlenin sonuna doğru çatıldı.

"Kafanın karışmasına, içinde olmadığın bir şeyle anılmana, bunun için üzülmene izin vermeyeceğim. Duydun mu beni? En yakın zamanda o itin icabına bakacağım, güven bana."

Gözlerim irileştiğinde Miray şimdi gerçekten kaşlarını çatmıştı.

"Ne?" diye sordu anlamadan. "Nasıl yani?"

Giray kararlı bir şekilde nefes verdi. "Orasını bana bırak"

"Ama..."

"Tamam, ben de böyle bir şey beklemiyordum ama seni zor durumda bırakmayacağım."

Miray bir an afalladığında ben de omuzlarımı düşürdüm. Giray olayın farklı bir ucundan tutmuştu. Ya da öyle yapmaya zorluyordu kendini.

"Ben zor durumda değilim..." diye mırıldandı Miray. "Ben... Aksine, mutluyum."

Giray'ın mimikleri gevşedi, solukları hızlanırken Miray'a bakakaldı.

O an anladım; Giray her şeyin farkındaydı ve o kadar öfkeliydi ki manipülasyonu bu defa beceriksizce işlemiş, belki de Miray'ın cesaretine toslamıştı.

Bu beni heyecanlandırırken eş zamanlı olarak da gerdi.

Miray gözlerini kaçırdı ama geri adım atmamıştı. "Kaan'ın ki tek taraflı bir şey değil abi."

"Ne diyorsun kızım sen?" diye sesini yükseltti birden. "Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin?"

Tam araya gireceğim sırada biri benden önce davrandı. Kaan'ı gördüğüm anda şaşkınlıkla dudaklarım aralandı.

"Duydun," dedi Kaan soğukkanlılıkla. Miray'ı itip Giray'ın karşısına geçti. "Ona yüklenme, hesap sorulacak biri varsa o da benim."

Giray titredi. Gerildi.

"Sakın," diye atıldım. "Sokak ortasındayız saçmalayın."

"Yankı," dedi Kaan bana bakmadan. "Uzaklaş."

Giray'ın yüzüne o tipik felaket sakinliği çöktü.

"Ulan seni var ya..."

Gelişine yumruğu Kaan'ın suratına gömdüğünde Suna çığlığı bastı. Giray'ın koluna yapıştım ama beni rahatlıkla savurdu ve geri sendeleyen Kaan'ı yakalayıp ikinci yumruğu geçirdi.

"Vur," dedi Kaan öksürerek. "Hıncını alman gereken kişi benim, Miray değil."

Karşılık vermemesi Giray'ı daha fazla deli ederken karnına geçirdiği yumrukla yere serdi. "Sen kimi kimden sakınıyorsun amına koduğumun çocuğu." Bir tekme savurdu. "Adını ağzına almayacaksın."

Daha fazla dayanamayıp Giray'a sarıldım ve kollarımı sımsıkı boynuna dolayarak beni ayırmasını zorlaştırdım.

"Giray! Lütfen!" diye fısıldadım kulağına. "Lütfen, sakin ol. Sakin. Lütfen. Lütfen."

Derin soluklarını duyuyor, gerilen kaslarını hissediyordum. İçinde harıl harıl yanan öfkenin ateşi bana ulaşırken kulağına fısıldamaya devam ettim.

"Sen," dedi Giray keskin bir sesle Miray'a bakarak. "Eve! Hemen!"

Giray'ın emriyle anında arabaya yürüdü Miray ama gözlerini yerde acıyla kıvranan Kaan'dan çekemiyordu.

Ne ara geldiğini görmediğim Akın ve Mert, Kaan'ı uzaklaştırdığında, Suna ve Gaye'de ortadan kaybolmuştu. Sokak ortasında öylece kollarımı ona dolamış bir halde durduk birkaç dakika. Arbede ile bize dönen gözler de uzaklaşmıştı.

Onu sakinleştirebildiğime inanamıyordum. Yeni silahımı bulmuştum.

"Geçti," diye mırıldandım. Sonunda yavaşça ayrılıp elinden tutup dükkâna soktum. Sessizce arka tarafa, ofise geçip kapıyı kapadım. Deri koltuğa oturmasını sağladım.

"Onu geberteceğim." Tehdidi, yorgun yüzüne ters düşüyordu.

Ona hızlıca bir bardak su doldurup uzattım. O suyu birkaç yudumda tüketirken hemen yanına usulca oturup bir elini kavradım. Elini yavaş yavaş okşarken sessizliğin onu yatıştırmasını bekledim.

"Kaan'ın kötü yanı ne Giray?"

Bu soruyu beklemediği belliydi. Keza ben de tetiklenmeye hazır ve nazır karşımda dururken nasıl olup da sorabildiğime şaşırmıştım.

"Kötü bir yanı yok..."

"Sorun ne o zaman?"

"Olmaz. Anladın mı beni olmaz!"

"Neden?" dedim onun aksine yumuşak bir tonda. "Miray hayatı boyunca senin kanadının altında duramaz sonuçta."

"Konu bu değil," dedi tükürür gibi. "Hayatındaki kişi bu dallama olamaz."

O kadar öfkeliydi ki cesaret edip nedenini soramadım o an.

Bir elini burun kemerine götürüp sıktı ve gözlerini yumdu. Sakinleşmesini beklemedim. Elini tutup çektim ve yüzünü avuçladım. Gözlerime bakmasını sağladım ama orada Giray'ı bulamadım. Yavaşça uzanıp ona bir süre daha sarılıp küçük çocuk gibi pışpışladım. Soluklarının yavaşladığını duymam uzun sürmemişti.

Geri çekildiğimde aradığım Giray karşımdaydı. Yüzümde belli belirsiz bir gülümseme oluştu, onu sakinleştirebilme konusundaki hatırı sayılır etkim için mutluydum.

Başını ve bakışlarını yere indirdi, hislerinin hazımsızlığını kendimde hissettim.

"Çıldıracak gibi hissediyorum." Sesindeki pürüzü hissettim. "Ona alan tanıdım, hayatına giren o çocuklardan birini koluna takıp geleceğine inandım. Birine gerçekten âşık olacağını, kendisi için en doğrusunu bulacağını düşündüm." Dişlerini sıktı. "Benim kardeşim akıllı bir kız ve Amerikalı saf bir mühendisi kafalayıp yoluna bakacak diye düşündüm."

Yüzünü sıvazladı. Sesi ve elleri titriyordu. "Her şeyi geçtim... Bu piçe bakınca kan sıçrıyor beynime."

Yanağını başparmağımla dolaştım.

"Kaan dürüst ve akıllı bir çocuk..." Bana alev saçan gözlerle baktı ama gerilemedim. "Sadece bu senin için sürpriz oldu, anlıyorum."

"Ah," diye bir nefes verdi. "Onu öldürmeliydim. O akşam orada onu öldürmeliydim."

"Şş..." Sözünü kestim. "Sakin olur musun artık. Kaan hala sana karşı çok sadık. Ardınızda devrilmiş yıllar var, ona haksızlık etme. İnsan kime âşık olacağını seçemez."

"Bana onu savunma."

"Savunurum, bunu hak ediyor. Şu an yaptığım savunma değil ama, doğrular. Seni ilk gördüğümde ruhuma değinen bir şeyler hissetmeseydim şu an farklı yerlerdeydik. Kim kalbine söz geçirebilmiş Allah aşkına?"

"Ben onu tanıyorum. O yavşak biriyle ciddi düşünecek adam değil."

Sırıttım.

"Sen de değildin." Bakışları kalkıp bir anlığına yüzüme değip tekrar düştü. "Bana seni seviyorum bile diyemedin aylarca? Bin dereden su getirdin. Bak, kendine engel olabildin mi? Hayır. Olamazsın. Kimse olamaz."

Kararsızlıkla kıvrandı ama geri durmamıştı. "Miray'ı ona yem etmeyeceğim."

Gözlerimi devirdim. "Ne alakası var yem olmakla?"

"Böyle bir şey olmayacak. Asla."

"Üzgünüm. Buna sen karar veremezsin, eşek kadar insanlar."

Dağılmış surat ifadesiyle kendine oturtacak bir his bulamıyordu. "Beni kışkırtma Yankı."

"Sen kendi kendini güdümlüyorsun, farkında mısın?"

"Benim kardeşim onun geceyi geçirdiği kadınlarla aynı kulvarda değil!"

"Elbette!" dedim onun gibi bağırarak. Hemen sonra sesimi ve ifademi normale indirgedim. "Aşk zaten böyle bir şey değil, biliyorsun." Gözlerinin içine baktım. "Bunu herkes, sen, ben, arkadaşlarımız, hepimiz biliyoruz. Kaan ve Miray da biliyor. Üzgünüm Giray, kabullen. Bu senin kıskanç tutumlarınla engelleyebileceğin bir şey değil. Öyle olsa bunu göze alırlar mıydı?"

"Ne aşkı be, ne aşkı? O geri zekâlı birine âşık olabilir mi sanıyorsun?"

"Giray. Çocuğa haksızlık ediyorsun."

"Onu ben tanıyorum. Ben! Yıllardır, benim yanımda! Benim dostum..." Son kelimeyi kusacak gibi söyledi. Öfkeden kıpkırmızı kesildi.

"Üzgünüm ama o da seni tanıyor," dedim boşluk vermeden. "Senden neyi nasıl saklayacağını biliyor. Yeri gelmişken de söyleyeyim, yeni veya sürpriz bir şey değil bu arada. Herkesin sırları vardır..."

"Yıllardır yan yana bile gelmediler. En ufak iletişimleri yok ve-"

"Acaba neden?" dedim güler gibi bir sesle.

Giray öfkeyle yumruğunu sıktı. "Madem öyle bu orospu çocuğu kadınlarla gününü gün edebildi mi yani?"

"Öyle düşünme," dedim telaşla. "Umutsuzmuş bu konuda." Onu baştan aşağı süzdüm. "Doğal olarak." Hemen sonra hafiften sızdırmaya başladım bilgileri. "Çocukça bir şeyler olduğunu düşünmüş, karşılıklı olarak kendi hayatlarına odaklanmaya çalışmışlar, bunu anlamak zor değil. Miray da aynı şekilde. Tanışmalarından bu yana-"

"Ne diyorsun sen ya? Miray çocuktu o zaman, çocuk!"

"Biliyorum, biliyorum... Bu yüzden işte, anlasana, büyümek için zaman tanımış oldular işte." Omuzlarımı düşürerek derin bir nefes koyuverdim. "Beni çok iyi anladığını biliyorum." Gözlerinin içine baktım. "Yapma Giray, işleri zorlaştırma. Lütfen."

İçimde tuhaf bir yanma hissettim ve anaç tarafım uyandı. Çaresizliğini, öfkesini, çırpınışını adeta hissettim. Başını tutup göğsüme yasladığımda bunu bekliyormuş gibi kucağıma sindi. Parmaklarımı saçları arasında gezdirdim. Başını öptüm ve öfkesi solana kadar sırtını okşadım.

Keşke Giray'ın gazabından kendimi ve ruhumu da böyle koruyabilseydim.

Keşke onun, bana kocaman bir yara bırakmadan önce de önünü tutabilseydim.

Ya da keşke, onu öfkesinden sıyırabildiğim gibi, onu son kez gördüğüm o kaldırımda, ölümün pençesinden de sıyırabilseydim.

Keşke Giray. Keşke, o gün direksiyonu diğer tarafa çevirmeme izin verseydin. 

___________ 

On ay sonra merhaba. 

Öncelikle seni on ay sonunda durduran şey ne oldu diye sorarsanız, ben de bilmiyorum :(

Geçtiğimiz yıl, Müphem'i bitirmeye ant içmiştim ki asla planladığım gibi gitmedi. Son bölümü attıktan sonra ailemde ve kendimde sağlık problemleri baş gösterdi (geçmiş olsun dilekleri için şimdiden teşekkürler), okulumun son yılı ve akademik olarak beklediğimden yoğun geçti. Mart sonu gibi yazmak için bir zaman aralığım oldu ancak tıkanmıştım ve hiçbir şekilde yaratıcılığım yoktu. Ve ayrıca şöyle bir başlık açmak isterim;

 Ben bu bölümleri stoktan alıyorum, evet, ancak düzenlemek ve finale göre şekillendirmek, daha doğrusu wattyde yapılacak bir finale göre her bölümü revize ediyorumÇünkü ben basıma gidecek bir final yazmıştım hatırlarsanız. (ayn kanka 53627289 yıl oldu kesin hatırlarız) 

Bunu yapmak için bile ilhamım ve yeterli mental sağlığım yoktu.  Başlıca sebepleri; okulumun son yılı, toksik ilişkim, tetiklenen travmalar (bundan bize ne! derseniz de açıklamaya ihtiyacım var, çünkü niye olmasın yani biraz da beni dinleseniz :( ) 

 Bu sürede yazmak bir kenara, bir sayfa kitap okumak hatta bir film izlemek gibi basit tüketimlerim dahi yoktu. Beslenmediğim için üretemedim. Yaz sonu gibi kısa bir tatil yaptım, sonrasında önüme gelen bir iş fırsatını değerlendirdim (yoksa onlyfans açacaktım son çare) yaklaşık 2 ay hemşirelik (keşke onlyfans açsaydım) mesleğimi icra ettikten sonra (adam olana çok bile) kürkçü dükkanına geri döndüm.

 İlham kazandım mı, yazar tıkanıklığı denen şeyi aştım mı, inanın bilmiyorum. Sadece artık içimdeki o cümleler kurma güdüsünü bastıramadım. Ayrıca yazım dilimin zayıfladığını gözlemleyebilirsiniz, üzgünüm... 

Kitapla ilgili olarak;

 Sonraki bölüm hakkında tarih vermek doğru olmaz malumunuz. Ancak geçiş bölümü tadında iki bölümümüz var. Bizimkilerin düğün kısmı eğlenceli ve basit formda akacak. Çok gecikmez diye umuyorum.

 Ve bir yeni kurgum yolda. Çerezlik, klişelerle dolu, anlaşmalı evlilik temalı, zeka yaşı 12 bir şey yazıyorum.

 İnanın neden yapıyorum bunu bilmiyorum. Karakterler kendi kendini yaratıp, olayları bağımsız bir şekilde yaşayıp beynimi darlıyor, yazmam için beni resmen örseliyorlar, daha önce hiç böyle bir şey hissetmedim yemin ederim. (derdini s2yim asko)

Bunun yanında KAÇAK adlı kurgum daha ağır ve tam konsantrasyon istediği için askıda, Müphem final olmadan o gelmez gibi...

 Bir tane de mizah kurgusu yazacaktım (ayn motor taktım ya kendime) hiç gülesim yok inanır mısınız. 

(Benim tükenmişlik şaka mı)

 Sizi çok seviyorum.

 Sonraki bölümde görüşmek üzere (72823 ay ortadan kaybolma garantili)

 Canımsınız <3

Continue Reading

You'll Also Like

332K 25K 43
0536****: "Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek Giryemi kildi hûn eksimi füzûn etti felek Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân Beni bir gözl...
397K 10.7K 51
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
296K 26.6K 17
Sertçe yutkundum ve kısık çıkan sesimle "Çok acıyor mu?" diye sordum. "Evet ama senin ölmüş olman daha çok acıtıyordu." dedi. Gözlerimin dolmasına en...
1.6M 83.9K 47
En yakın arkadaşının hattını değiştirmesi sonucu, ona yeni numarasından mesaj atmaya çalışan Ada, aslında mesajı attığı kişinin bir yıldır hoşlandığı...