GECENİN IŞIĞI

De buyazarneleryazar

15.3M 402K 134K

Genel Kurgu #1 Bir adam düşünün, hayatının tüm dönemlerini karanlık işlerle geçiren ve geçmişinin izlerini hâ... Mais

~TANITIM~
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47.BÖLÜM
48. BÖLÜM
Sırma-Sarp
Karakterlere Sorular
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM
51. BÖLÜM
52. BÖLÜM
53. BÖLÜM
54. BÖLÜM
Sırma ve Sarp
55. BÖLÜM
56. BÖLÜM
57. BÖLÜM
58. BÖLÜM: GECE
59. BÖLÜM
60. BÖLÜM
61. BÖLÜM
62. BÖLÜM
63. BÖLÜM
64. BÖLÜM
65. BÖLÜM
66. BÖLÜM
67. BÖLÜM
68. BÖLÜM
69. BÖLÜM
70. BÖLÜM
71. BÖLÜM
72. BÖLÜMDEN KESİT
72. BÖLÜM
SORU-CEVAP
73. BÖLÜM
74. BÖLÜM
Yeni Kitap
75. BÖLÜM
76. BÖLÜM
77. BÖLÜM
78. BÖLÜM
79. BÖLÜM
80. BÖLÜM
81. BÖLÜM
82. BÖLÜM
83. BÖLÜM
84. bölümden kesit
84. BÖLÜM
85. BÖLÜM
86. BÖLÜM
87. BÖLÜM
88. BÖLÜM
89. BÖLÜM
90. BÖLÜM
91. BÖLÜM
92. BÖLÜM
93. BÖLÜM
94. BÖLÜM
95. BÖLÜM
96. Bölümden kesit
96. BÖLÜM
97. BÖLÜM
98. BÖLÜM
99. BÖLÜM
100. BÖLÜM
101. BÖLÜM
102. BÖLÜM
103. BÖLÜM
104. BÖLÜM
105. BÖLÜM
106. BÖLÜM
107. BÖLÜM
108. BÖLÜM
109. BÖLÜM
ÖNEMLİ
110. BÖLÜM
111. BÖLÜM
112. BÖLÜM
113. BÖLÜM
114. BÖLÜM
115. BÖLÜM
116. BÖLÜM
117. BÖLÜM
118. BÖLÜM
119. BÖLÜM
120. BÖLÜM
121. BÖLÜM
8 MİLYONNN!
Kitap Tanıtma Fırsatı
122. BÖLÜM
123. BÖLÜM
124. BÖLÜM
FİNALE DOĞRU •PART-1•
FİNALE DOĞRU •PART-2•
FİNALE DOĞRU •PART-3•
BÜYÜK FİNALDEN UFAK BİR KESİT!!!
•BÜYÜK FİNAL•
•VEDA•
•GECE• Duyurusu

1. BÖLÜM

343K 7.8K 9.2K
De buyazarneleryazar

Herkes kitaba başlama tarihini buraya bırakabilir mi?

Buraya da nerede yaşadığını.


••

Ben ışık olmaya, gecelerin susuzluğunu çekmeye ve yalnız olmaya mecburum.
-Friedrich Nietzsche

••

Gözlerimi yağmurlu bir güne açtım. Sahiden bir bu eksikti. Mayıs ayının sonundaydık ve yağmur yağıyor olması pek de normal değildi.

Bundan 2 gün öncesine kadar evimde huzurlu huzurlu yatıp kalkarken, öğrendiğim acı gerçek ile hayatın farkına vardım. Aslında hayat öyle lay lay lom bir şey değildi. Babamın hastalığını öğrenmem beni fena halde yıkmıştı. Bir an önce tedaviye başlanması gerekiyormuş. Tedavinin ücreti ise öyle bir anda çıkarıp verilecek bir meblağ değildi. Babam hep bizim okuyup bir meslek sahibi olmamızı isterdi. Ben lise mezunuyum. Biraz maddi faktörler biraz da kendi isteğim yüzünden üniversite okumadım. Ama abim benim gibi değildi. O çok çalışkandı. İstediğini alırdı ve bir yıl boyunca deli gibi çalışıp girdiği sınavda İngiltere'nin en iyi üniversitesini burslu olarak kazanmıştı. Ben okul hayatım boyunca pek aklı başında bir öğrenci değildim. Dersleri umursamazdım. Liseyi bile 5 yılda bitirdim. 2 yıl boyunca boş boş evde yattım. Bu yıl da öyle olmasını planlıyordum ama babamın durumu yüzünden benim de bir şeyler yapmam gerekiyordu. Bu gün çocukluk arkadaşım Anıl ile iş bakacaktık. Anıl ile aynı yaştaydık. Aynı lisede okuyorduk ama o benden önce mezun olmuştu. Çünkü ben son yıl sınıfta kaldım. Düşünebiliyor musunuz son yılımı kendimden küçükler ile okudum. Sırf babam istiyor diye. Sonuç: Üniversiteye gitmedim. Üstelik kazandığım üniversite Türkiye'nin iyi üniversitelerinden biriydi.

Anıl benim her zaman en büyük destekçimdi. Dert ortağım ve tek sırdaşımdı. Liseden beri arkadaştık ve yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Anıl garip bir çocuktu ama anlaşmayı bildiğin zaman çok iyi oluyordu. Gizemli bir yanı olduğunu kabul ediyorum ama benim en yakın arkadaşım olması bu özelliği gerekli kılıyordu. Anıl bana sabreden tek insandı. Ailem bile yeri geldiğinde bana karşı çıkar tahammül edemezdi ama Anıl müthiş bir sabırla bana katlanırdı.

Anıl benim için abim kadar değerliydi. Hayat şartlarımız neredeyse aynıydı. Birbirimizi gayet iyi anlayabiliyorduk her konuda. Bu hastalık durumu beni üzdüğü kadar arkadaşımı da üzüyordu ama ikimizin de elinden bir şey gelmiyordu.

Abim yurt dışında okuyup güzel bir meslek sahibi olmuştu ve hem kendine hem bize yetecek kadar para kazanmaya başlamıştı. Bize her ay belli miktarda para yolluyordu. Ama şimdi babamın hastalığı çıkmıştı. Önümüzde çok büyük bir engel vardı. Para. Ve bunu yalnızca abim halledemezdi. Benim de bir şeyler yapmam gerekiyordu.

"Işık, geldik diyorum duymuyor musun sen beni?"

Anıl'ın omzumu tutup beni hafifçe sarsması üzerinde kendime geldim. Şu sıralar o kadar çok şey düşünüyordum ki aklım hep doluydu.

"Hadi şans dile bana," deyip kafeden içeri girdim. İlk iş görüşmemi bir  kafe ile yapacaktım. Garsonluk için başvurmuştum. Bu devirde lise mezunlarının da iş bulması çok zordu. Bu yüzden Anıl da bana bu işi bulmuştu. Kafenin müdürü ile görüştüm. Şöyle bir süzdü beni. İstemsizce ben de süzdüm kendimi. Uzun sarı saçlarım bakımsız ve gelişi güzel omuzlarımdan aşağı salınmıştı. Gözlerim ise yüzümde beğendiğim tek unsurdu. Masmaviydi. Evet belki bu aralar solgun ve fersizdi ama genel olarak gözlerim yüzümle güzel bir uyum içinde olurdu. Üzerimde ise siyah pantolonum ve mavi kot gömleğim vardı. Beni bu denli inceleyişinin sebebini anlamadım ama bir şey söylemeden sabırla adamın konuşmasını bekledim.

"Başlayabilirsen bu gün başla," deyince dudaklarımda müthiş bir zafer kıvrılması meydana geldi. Bu işe ne kadar çok ihtiyacım olduğunu adam da fark etmişti sanırım. Esra adında birini bulup ondan iş kıyafetlerimi almamı söyledi. 

Müdürün odasından çıkıp etrafa bakınmaya başladım. Ensemde hissettiğim nefes ile ürktüm.

"Beni mi arıyorsun?" Ses ile birlikte hemen arkama dönüp baktım. Bana ışıldayan gözlerle bakıyordu. Sanırım Esra oydu. Gülümsedi. Ben de aynı şekilde karşılık vermek istedim ama insanlara karşı bu kadar çabuk samimi olup gülümseyemiyordum.

"Esra sen misin?" diye sordum. Gözlerini kırpıştırıp elini uzattı. Doğrusunu söylemek gerekirse simsiyah saçları ve koyu kahve çekik gözleri ile oldukça çekici bir kızdı. Okka gibi burnu yüzüne tam uyuyordu ve dudakları da bana gülümserken tatlı bir şekilde kıvrıldı.

"Evet ta kendisi. Memnun oldum."

Uzattığı elini hâlâ sıkmadığımı fark ettim ısrarla indirmemişti elini. Aklımı yeniden toplayıp ben de ona elimi uzattım.

"Işık ben de. İş kıyaf-" Lafımı bitirmemi bile beklemeden beni kolumdan tutup bir odaya soktu. Anlaşılan sabırsız, tezcanlı bir kızdı. Benim aksime. Dünya yansa umrunda olmayan tipler vardır ya hani ha işte ben onlardanım.

"Bedenin ne?" Beni baştan aşağı süzerek sormuştu bu soruyu. Cılız demeye müsait ince bir bedenim vardı. Yemek yemekten ne kadar zevk alsam da kilo alamıyordum. İnsanlar bu yüzden bana uyuz olurlar hatta. Birkaç yemek çeşidine alerjim olmasına karşın diğer yemekleri seve seve yerdim. Ama bu yemekler nereme gidiyordu bir türlü anlamıyorum ben de.

"Small."

Başını sallayıp dolaptan şeffaf poşetin içindeki siyah şeyi bana uzattı. Onun üzerine bakınca bir etek olduğunu anladım. Neyse ki bacaklarım bu eteği giyebilecek kadar temizdi.

"Al bakalım giy de işe başlayalım artık," deyip odadan çıktı. Poşeti açıp içinden eteği çıkardım. Üstüne de gömleği giydim. Kendi kıyafetlerimi katlayıp demir dolaba koydum ve odadan çıktım.

    Esra kasanın yanında heyecanla el salladı bana. Çabuk hareketler ile yanına gittim. Elindeki yaka kartını bana uzattı. İsmim yazılıydı.

"Al, tak bunu." Başımı sallayıp kartı sol göğsümün üstüne taktım.

"Hadi bakalım ilk masan 8 numara. Bir portakal suyu istiyor."

Ah, işte başlıyoruz Işık...

Hızla başımı sallayıp mutfak bölümünden tepsiye bir portakal suyu ve peçete koyup içeri geçtim. 8 numaralı masayı bulup hızla yürüdüm.

"Buyrun efendim," deyip tepsiden portakal suyunu ve peçeteyi alıp masaya koydum.

"Teşekkürler."

"Başka bir arzunuz var mıydı?"

Başından savmak ister gibi  kafasını sallayıp kovdu beni. Masadan ayrılıp kasa tarafına yürüdüm. Esra bir müşteri ile meşguldu. Önlüğümün cebinde titreyen telefonuma baktım. Acaba telefon ile ilgilenmek yasak mıydı? Etrafıma bakınıp yeni bir müşterinin olmadığını görünce aramayı cevapladım.

"Efendim Anıl?"

"Nasıl gidiyor bakalım?" Anıl'ın sesini duymak bana enerji veriyordu. Pozitif bir insandı.

"İyi ama şu an çalışıyorum. Daha sonra konuşalım," deyince tamam deyip kapattı. İçeri yeni müşteriler girince hemen boş bir masaya yönlendirdim.

"Siparişlerinizi alabilirim."

3 genç kız birbirine bakıp aynı anda

"Çikolatalı pasta," diye bağırdı.

Neredeyse tüm kafenin gözleri onlara çevrildi. İnsanların dikkatini çekme çabasında oldukları o kadar belliydi ki. Üzerindeki kıyafetlerden bile anlaşılıyordu bu. Yaptıkları makyajın onları yaşça büyük gösterdiğini sanıyorlardı ama tavırları ele veriyordu zaten kimliklerini.

"İçecek olarak ne istiyorsunuz?"

"Limonata."

"Kola."

"Ben de limonata istiyorum."

Esmer olan kız da siparişini söyleyince not aldım ve mutfağa girdim. Siparişlerini hazırlayıp masalarına götürdüm. Başka bir isteklerinin olup olmadığını sormayı ihmal etmemem gerekiyormuş. Esra öyle söyledi. Kafalarını olumsuz anlamda sallayınca yanlarından ayrıldım. Tam kasanın yanındaki masaya gidecekken 8 numara hesabı istedi.

"15 ₺ efendim," deyince cüzdanından ücreti çıkarıp ayrıca elime 5 ₺ tutuşturdu. Şaşkın bir şekilde baktım.

"O senin bahşişin," dedi. Yaşlı kadın kafeden çıkarken ben de masayı topladım.

••

Yorucu bir günün ardından bitik vaziyette eve dönmüştüm. İlk günden bu kadar çok yorulmak hiç beklediğim bir şey değildi tabi. Eve girince annemin mutfakta yemek yaptığını gördüm.

"Ben geldim," diye seslendiğimde babam televizyondan başını kaldırdı. 

"Hoşgeldin kızım," dedi neşeli tutmaya çalıştığı sesiyle. Babamın yüzü gitgide çöküyordu sanki. Ne yazık ki şu an elimizden hiçbir şey gelmiyordu. Ben o kadar toplu parayı nerden bulacaktım cidden? Böyle giderse o parayı 10 yılda ancak toplayacaktım. Zaten bir türlü anlamıyordum. Türkiye'de bir sürü hastane  vardı. Gayet tabii o hastanelerde de tedavi olabilirdi. Ama doktoru ısrarla yurt dışı diyordu. O adam gözümde çok iyi bir imaj sergilemiyordu.

"Hoşbuldum baba, bu gün nasılsın?" deyip çantamı askılığa koydum. Eliyle yanına oturmamı işaret etti. Gösterdiği gibi  yanına oturdum.  Elini dizime koydu.

"İyi olmaya çalışıyorum güzel kızım."

Babamın sesi yorgun çıkıyordu. Nasıl çıkmasın ki? Bize belli etmemeye çalışsa da psikolojik olarak çöktüğü belliydi. Eski Sadık Güney değildi. Önceden ne kadar da esprili bir adamdı. Babamın şakaları meşhurdu. Ama şimdi konuşacak gücü bulamıyordu kendinde. Baktığın zaman babam bedensel olarak değil de psikolojik olarak daha çok çökmüştü. Bu durum onu çok üzüyor ve olumsuz yönde etkiliyordu. Onun için bir şeyler yapabilseydim keşke.

"İyi olacaksın baba söz veriyorum," deyip başımı omzuna koydum. Bu sözü neye dayanarak verdim bilmiyorum ama onu biraz olsun iyi görmek istiyordum. Babam da buna inanmak ister gibiydi.

  Annem yemeğin hazır olduğunu söyleyince sofraya geçtik. Kız kardeşim Güneş konuşmuyordu. Suskundu. Ki bu hiç normal değildi. Her akşam en az on dakika okulda ne yaptığını anlatır, derslerdeki başarıları ile övünürdü.

"Güneş problem ne ?" diye sorduğumda başını gömdüğü tabağından kaldırdı. Moralsiz görünüyordu o da. Babama mı canı sıkılmıştı yoksa?

"Yok bir şey abla."

Yüzü hiç de öyle söylemiyordu. Bir şey olduğu barizdi ve o şey her ne ise kardeşim bunu söyleyemiyordu.

"Söylesene Güneş ne oldu?"

Ona sürekli bir problemi olduğunda bana söylemesini tembihliyordum ama Güneş ketum bir çocuktu. Ben de onun yaşlarındayken öyleydim gerçi.

"Benim konu anlatımlı bir test kitabına ihtiyacım var haftaya son sınavlarım başlayacak abla."

Onun kadarken ben hiç ders çalışmazdım. O benim aksime çok çalışkan bir öğrenci idi. Benimse dersler pek umrumda olmazdı.

"Yarın iş çıkışı gideriz," dediğimde neşe ile gülümsedi. İşte şimdi gerçek Güneş bizimleydi. Sevinçle başını sallayıp yemeğine döndü.

"Kızım günün nasıldı?"

Annemin sorusuna zorda olsa gülümseyerek yanıt verdim.

"Güzel. İlk günden 100 ₺ bahşiş kaptım."

Sanırım bu günün en güzel olayı buydu. Onun dışında yorgun ve bitkindim. Annem gülümsedi. Ama o gülüşün altındaki hüzünü de görmüştüm. Umudunu yitirmemeye çalışıyordu ama onun da her geçen gün bu parayı bulma ümidini kaybettiğini görüyordum. Bense hâlâ bir ümit görüyordum.

   Yemeklerimizi yedikten sonra annemle sofrayı topladık. Annem bana dinlenmemi, bulaşıkları onun halledeceğini söyledi. Ben de odama çıktım. Uykum henüz yoktu ama kafamı yastığa koydum yorgunluğum belki geçer ümidiyle. Aklımda sadece babama kısa yoldan nasıl para bulabileceğim vardı.
Kısa yoldan dediysem hırsızlık falan değildi tabii ki. Yani en kısa sürede nasıl bulabilirim? Böyle giderse uzun bir süre parayı denkleştiremezdim. Az çok birikimimiz vardı ama söylenen paranın yanından bile geçemezdi. Düşünceler ile boğuşa boğuşa yatakta bir o tarafa bir bu tarafa döndüm. Yaşadığımız ev dedemin eviydi. Babamın babası. Dedem yıllar önce vefat etmişti ve evini babama bırakmıştı. İki katlı bir evdi. Oldukça sevimli ve kendine has bir havası vardı. Kendime ait bir odam olması ise evin en güzel yanıydı. Yatağım pek rahat olmasa da başımı sokacak bir evimizin  olması bile bana huzur veriyordu. Son zamanlarda babamın hastalığını saymazsak tabii.

••

Alarmın kafayı yedirten sesini duyunca hemen yataktan kalktım. Üzerime rahat bir şeyler giyip saçlarımı tepeden atkuyruğu yaptım ve odadan çıktım. Banyoya girip elimi yüzümü yıkadım ve dişlerimi fırçaladım.
Sabahları kahvaltı yapamıyordum. O yüzden çantamı aldım ve çabucak evden çıktım. Eğer şimdi geçecek olan dolmuşu kaçırırsam geç kalma ihtimalim oldukça yüksekti. Durağa doğru yürüdüm çabuk adımlarla. Neyse ki otobüsü kaçırmadım. Cebimden bozuklukları çıkarıp şöföre uzattım. Boş yer olmadığı için ayakta gidecektim. Dünden beri Anıl ile konuşmadığım aklıma gelince telefonumu çıkarıp onu aradım.

"Efendim Sıska?"

Ah hadi ama! Bundan nefret ettiğimi biliyorsun Anıl. Bana sıska demeye bayılıyordu. Evet zayıftım ama bu ithamı duymaktan hoşlanmıyordum.

"Anıl!" diye tısladım. Bana Sıska demekten ne zaman bıkacaktı acaba?

"Tamam tamam kızma. Efendim Işıkcım?"

O -cım ekinden de hoşlanmadığımı biliyordu ve sabah sabah beni sinir etmişti.

"Nasılsın diye soracaktım sadece."

Kısa bir sessizlik oldu. Arkadan fısıltı gibi bir şey duydum.

"Bunun için mi aradın sen sabah sabah," deyince garipsedim. Gerçekten bu çocuk bir garipti. Ciddi ciddi garip. Kaç yıllık arkadaşım olsa da ondaki bu gizemi çözemiyordum. Bir anı bir anını tutmayan biriydi.

"Kabahat seni arayanda zaten," deyip kapattım. Birbirimizle böyle takılmayı severdik. İkimizde birbirimizin sınırlarını bilirdik ve o sınırları aşmayacak şekilde şakalaşırdık hep.

    Dolmuş kafenin olduğu sokakta durunca indim. Çok az bir yürüme mesafesi vardı. Kafeye giden yolu yürürken sanki arkamdan biri geliyormuş gibi bir hisse kapıldım. Sabahın erken saatleri olduğu için sokak ıssız ve tenhaydı. Panikle adımlarımı hızlandırdım.
Birkaç dakika sonra kafeye girdiğimde nefes nefesteydim ve Esra bu halimi hemen fark etmişti.

"İyi misin Işık? Solgun görünüyorsun?"

Kafamı iki yana salladım.

"Biri beni takip ediyordu," dediğimde şaşkınca yüzüme baktı.

"Nasıl yani?"

Nefesimi düzene sokmak için birkaç saniye durdum.

"Basbayağı. Arkamdan birinin takip ettiğini hissettim."

Gözleri kocaman açılmıştı.

"Nasıl biriydi?"

"Korkudan dönüp bakamadım ki."

O an dönüp arkaya baksaydım o anı hayatım boyunca asla  unutmayacaktım. O yüzden bakmamak en iyisiydi.

"Ya aslında burada böyle olaylar pek olmaz. Belki sen yanlış hissetmişsindir. Ya da izlediğin okuduğun bir şeyin etkisinde kalmışsındır."

Çok güzel şimdi de şizofreni damgası yemiştim. Ona hiçbir şey söylemeden soyunma odasına girdim ve hemen üstümü değiştirdim.

   Biraz soluklanıp bu durumu atlatmak istedim ama gelir gelmez siparişleri almaya başlamak zorunda kaldım. Malum, sabah olunca insanlar kahvaltıya akın ediyordu. Buranın meşhur bir serpme kahvaltısı vardı. Son masanın da siparişini alıp götürdüm. Hesaplar istenince gidip hesaplarını söyledim. Şimdiye dek epeyce bahşiş toplamıştım. Bu gün Güneş'e test kitabı alacaktık. Eğer daha fazla bahşiş olursa kış için ona mont ve bot alacağıma da söz vermiştim. Bu ara ne çok söz verir olmuştum. Tutup tutamayacağımı bilmeksizin.

Esra'nın seslenmesi ile irkildim.

"2 numaraya bakar mısın Işık?"

Başımı sallayıp 2 numaraya ilerledim.

"İyi günler. Ne alırsınız?"

20'li yaşların sonunda olduğunu tahmin ettiğim adam bana dikkatlice baktı. Bakışlarındaki ifade anlamadığım bir şekilde bana tanıdık geldi. Gözlerini dikip beni inceliyor oluşu bana kötü hissettirdi. Gözlerimi kaçırmak zorunda kaldım.

"Baş ağrısına ne iyi gelir?"

Kısık gözlerle bana bakıp bir cevap beklerken afallamıştım. Kesinlikle beklediğim bir soru değildi. Ne cevap vereceğimi düşünürken aklıma annemin başı ağrıyınca kendini karanlık bir odaya kapattığı geldi. Ama bunu ona söylemek ne kadar iyi bir fikir bilmiyorum.

"Aslında burada baş ağrısına iyi gelecek ne var bilmiyorum."

Göz altları kopkoyuydu. Yorgun bakıyordu. Sanki bakışları çok yaşlı bir adamınki gibiydi. Ama yüzünde bir yerlerde kendini belli eden bir gençlik belirtisi vardı.

"Diğer bildiklerin?"

Neden burada durmuş onunla konuşuyorum ki? Müdür görürse beni uyarabilirdi ve hiç iyi olmazdı. Etrafa kaçamak bakışlar attım.

"Kendinizi karanlık bir odaya kapatın ve uyuyun."

Bunu söyledikten hemen sonra pişman oldum. Bu iyi giyimli, tehlikeli bakışları olan adam bana küstah bir tavırla baktı.

"Peki sen biliyor musun benim artık karanlıktan kurtulmak istediğimi?"

Ürkütücü gelmişti bana. Bu gözlerde gördüğüm şey beni ürkütmüştü. Ağzımı açıp bir şey söylemek istiyordum ama ne söyleyebilirim ki. Kendimi toplayıp ona düzgün bir cevap vermeliydim.

"Pekala. İstediğiniz başka bir şey var mı?"

Başka ne karşılık verebilirim ki ona? Onunla oturup uzun uzun konuşmak isteten yanıma bir türlü anlam veremiyordum. Evet onda beni çeken bir şey vardı. Bu gözlerde sanki kaybettiğim bir şeyler var gibiydi.

"Kahve. Sert olsun."

Başımı sallayıp masadan uzaklaştım. Nedense arkamdan bana baktığını hissedebiliyordum ve bu rahatsız ediciydi. İstediği gibi kahveyi masasına götürdüm. Gözlerime dikkatle bakıp teşekkür etti. Adamın kasvetli havasından kurtulduğuma sevinçliydim. Esra'nın seslenmesi ile dikkatim dağıldı.

"3 numaralı masaya bakar mısın?" Başımı sallayıp masaya yürüdüm. Esra'nın daha fazla bahşiş toplayabilmem için çoğu masaya beni gönderdiğini anlayabilmiştim. Babamın durumunu anlatınca çok üzülmüştü.

"Buyrun ne istemiştiniz?" diye sordum benden yaşları büyük olduğu belli olan iki adama. Hafif kumral olan pis pis sırıttı. Esmer olan telefonu ile ilgileniyordu.

"Seni," diyen kumrala gözlerim kocaman olmuş şekilde bakıyordum. Esmer olan telefondan başını kaldırıp beni süzdü ve tekrar telefona döndü. Bu gün yaşadıklarım neydi gerçekten? Bir kabus falan mıydı?

Ne diyeceğimi bilemedim ilk yarım dakika. Daha sonra boğazımı temizleyip konuştum.

"B-beyefendi ne alırdınız?" diye kekeledim. Kahretsin ne diye kekeliyorum ki sanki? Ne kadar pislik insanlar var böyle. Adam hâlâ pis pis gözlerime bakıyordu. Arkadaşı sinirlenmiş olacak ki tısladı.

"Biz iki sade kahve alalım."

Hemen masadan ayrılıp mutfağa döndüm ve hazırlanmış olan kahveleri tepsiye koydum. Yanlarına da birer bardak su koyup içeri yürüdüm. Kumral olan bacaklarımı dikizliyordu. Şeytan diyor ki...

Hayır Işık hayır. Senin bu havaların burda sökmez.

Kendi kendimi tembihleyip masaya ulaştım. Kahveleri eğilip tepsiden alacakken çıplak bacaklarımda gezinen davetsiz eller ile çığlığı bastım. Bu kadarına da pes! Esmer olan başını kaldırmış şaşkınca bize bakıyordu. Kaynar sıcaklıkta olan kahveyi hiç düşünmeden alıp adamın üzerine savurdum. Adam hiddetle ayağa kalktı.

"Seni adi pislik," deyip güçsüz ellerimle göğsünü yumruklamaya çalışıyordum. O ise sadece yanıyorum diye bağırıyordu. Arkadaşı su bardağını alıp ona uzatınca sert bir bakış attı ve sonunda konuştu.

"Senin hayatını mahvederim sürtük! Sen ne yaptığını san-" cümlesini bitirmesine izin vermeyen sesi duyunca kendi kendime mırıldandım.

İşte şimdi sıçtım.

"Ne oluyor burada?" Kafenin müdürü öfke dolu gözlerle beni süzüyordu. Ben ise suçsuz bir şekilde onu izliyordum. Ama bu bakışlarımın hiçbir faydası olmayacaktı çünkü adam gözlerinden alevler saçarak bakıyordu bana.

"Ee... Efendim..." Cümlemi bitiremeden yanımdaki pislik konuşmaya başladı.

"Şikayetçiyim bu kızdan. Kovun bunu. Üzerime kaynar kahve döktü."

Müdür bana dönüp doğru mu bu diye sordu. Başımı eğdim çaresizce.

"Ben... ben.. bu adam beni taciz etti. İnan-"

Bana kendimi savunma şansı bile vermeden konuştu.

"Kovuldun Işık. İki günlük paranı kasadan al ve kafemden çık."

İşte bu hiç iyi olmamıştı. Adama baktığımda sırıtıyordu. Madem kovuldum artık bu adama haddini bildirmem şarttı.

"Pislik herif senin yüzünden işsiz kaldım. Mutlu musun? Babam ölecek! Ama siz nerden bileceksiniz ki?" deyip yüzüne tükürmek isterdim ama o kadarı yemedi çünkü alev almış gözlerle bana bakıyordu. Söylediklerim karşısında yüzünde en ufak bir duygu değişimi olmadı. Arkadaşı bile bana acıyan gözlerle bakıyordu. İçimden geçenlere engel olamayıp son hamlemi de yapıp kasıklarına dizim ile vurdum ve hızla giyinme odasına koştum. Üzerimi giyip kasaya gittim.

"2 günlük paramı verir misin?"

Kasiyer çocuk bana acıyarak baktı. Lanet olsun! Artık bana bakmayın şöyle. Kasadan paramı uzattı.

"Aslında haklı olan sendin ama kovuldun."

Keşke bunu müdür beni kovmadan önce söyleseydin.
Acı bir şekilde tebessüm ettim.

"Bundan sonrası için iyi şanslar sana."

Şansa fazlasıyla ihtiyacım vardı yoksa ben bu kafa ile hiçbir iş bulamazdım. Bulsam da o işte fazla zaman geçiremezdim. Saat üçe geliyordu. En iyisi Güneş'i okuldan almak deyip okula yürümeye başladım.

••

"Abla çok teşekkür ederim." Yüzünden gülücük eksik olmayan kardeşime baktıkça mutlu oluyordum. Bu gün yaşadıklarımdan sonra uzun bir süre toparlanamayabilirdim.

"Ne teşekkürü ablacım. Hadi gel şu mağazaya girelim," deyince Güneş büsbütün şaşırdı.

"Gerçekten mi abla?" diye sorunca başımı salladım.

"Evet hadi," deyip çocuk mağazasına doğru yürüdüm. Pek pahalı olmayan mağazaya girdik. Güneş hemen kışlık eşyaların olduğu reyona koştu. Pembe şişme montları ilgiyle inceledi. Ben de peşinden gittim.

"Abla bunu alabilir miyiz? Lütfen..." deyip dudak büzünce elbette karşı çıkamazdım, başımı salladım. Henüz yaza girmek üzereydik ama kışa hazırlık olarak alabilirdik. Hem böylece annemler gittiğinde bunun için para harcamamış olurduk hem de fiyatı daha uygun oluyordu. Kasaya geldik. Montu uzattım.

"79.90 ₺ efendim."

Güneş'e baktım. Yüzü gülüyordu.

"Şöyle buyurun," deyip parayı uzattım.

Montu poşete koyup fiş ile birlikte uzattı kasiyer.

"İyi günlerde kullanın efendim."

Güzel yüzünden eksik olmayan gülüşüyle karşılık verdi.

"Abla montum çok güzel. Bizim okulda kimsede yok bu monttan." Bu derece sevindiğini görmek çok güzel bir duyguydu.

"E peki madem sana bir de bot alalım." Elinden tutup bir ayakkabıcıya soktum.

"Abla o da pembe olsun," deyip tatliş tatliş bakınca kafamı salladım.

"Buyrun efendim?"

"Güneş sen kaç numara giyiyorsun?" diye sordum.

"32."

Mağaza personeline döndüm.

"32 numara pembe bir bot istiyoruz," deyince personel başını sallayıp bir reyona gitti ve biraz sonra elinde bir kutu ile geldi.

"Buyrun."

"Dene bakalım ablacım," deyip botu kutudan çıkardım.

Güneş botunu deneyip gülen gözlerle baktı bana. Boy aynasından kendine bakarken o kadar mutluydu ki... Ben de isterdim ona istediği her şeyi alabilmek ama şu aralar zor durumdaydık. Kendime Güneş'in yanında bunları düşüneme emri verip botun parasını ödeyip elinden tuttum ve mağazadan çıkardım. Mutluydu. Çok mutluydu. İki günlük maaşım ve bahşişimin bir kısmını Güneş'in ihtiyaçlarına harcadık. Geriye kalan para bizim ihtiyacımız olan paranın çeyreğinin, çeyreğinin çeyreği bile değildi. Üstelik işten de kovulmuştum.

••

Eve geldiğimizde yüzümün düşük olması bizimkileri kuşkulandırdı.

"Kızım ne oldu?"

"İşten kovuldum."

Annem tebessüm etti.

"Her şerde bir hayır vardır kızım." Evet anne. Hayır vardır da bize uğramıyor ki o hayır. Annemin dediğine karşın başımı sallayıp cüzdanımda kalan son parayı çıkarıp ona uzattım.

"Al anne."

"Kalsın kızım lazım olur."

Ben kimim ki bana para lazım olsun? Evden dışarı çıktığım mı var benim?

"Anne ben napayım parayı ya al işte."

Annem ısrarlarıma daha fazla dayanamayıp parayı aldı.

"Lazım oldu mu istiyorsun bak?" dedi tembihler gibi. Başımı sallayıp odama çıktım.

••

Asla insan ayrımı yapan biri  değilim ama zenginlere karşı içimde istemsizce kıskanma duygusuna ek bir de nefret vardı. Neden onlar istediği her şeye sahip olabiliyorken biz olamıyoruz? Babamın hastalığını düşünmekten beynim patlayacak duruma gelmişti artık. Düşünmemeye çalışıyordum ama olmuyordu. Babam benim için çok özeldi. Annemle aramızdaki bağdan farklı bir bağ vardı babamla aramda. Baba kızdan ziyade iki arkadaş gibiydik biz. Her şeyimizi paylaşırdık. Bir ortama girdiğimizde insanlar bize imrenerek bakardı. Şimdi babamın dışarı çıkmaya hevesi bile yoktu. Bir an önce o tedaviyi olması gerekiyordu. Yani acilen yeni bir iş bulmam gerekiyordu. Yine Anıl'a düşmüştü işim. Onu aramaktan başka şansım yoktu. Ah pardon arayamazdım. Çünkü sabah son dakikamı da kullanmıştım. Ancak mesaj atabilirdim.

Naber Anıl?

Cevabı beklerken uyuyup uyumadığını merak etmiştim. Gerçi ikimiz de gece kuşuyduk. Bu saatlerde uyumak bize göre değildi.

Kimden; Anıl
İyidir güzellik senden?

Tam da tahmin ettiğim gibi.

Ben kötüyüm ya. İşten kovuldum.

Çok geçmeden mesaj geldi.

Kimden; Anıl
Bravo sana. Nasıl becerdin diye sormak bile istemiyorum. Yarın buluşup konuşalım.

Tamam diye yanıtlayıp yatağıma girdim. Ürpermiştim. Soğuktu. Gözlerimi kapattım ve kendimi uykunun kollarına teslim ettim.

••

Gözlerimi enerjik bir şekilde açtım. Havanın güzelliği beni etkilemişti. Bu gün hava iyi olduğu için dolaptaki sayılı elbiselerimden birini alıp giydim. Telefonumu da alıp aşağı indim. Saat henüz erkendi. Anneme bir not yazdım.

Anne,
Biz Anıl ile iş bakmaya gideceğiz. Beni merak etmeyin.

Notu buzdolabın üstüne asıp evden çıktım. Hafif rüzgarlı ama yine de güneşin kendini belli ettiği bir Mayıs günü. Yakında yaz gelecekti ve bunlar son rüzgarlardı.

   Anıl ile her zamanki buluştuğumuz parkta buluşacaktık. Yürüyerek gidecektim. Yakındı nasıl olsa.

Parka girmem ile birlikte el sallayan Anıl'ı gördüm ve koşarak yanına gittim.

"Selam," deyip banka oturdum.

"Evet Işık hanım anlat bakalım nasıl becerdin?"

Anıl'a baştan sona her şeyi anlatmaya başladım.

"...işte tam kahveleri masasaya koyacakken bacaklarıma dokunduğunu farkettim ve ben de kaynar kahveyi üzerine döktüm. Müdür de beni kovdu."

Anıl tabii ki bana hak vermişti. Hatta daha beterini yapsaydın demişti.

"O şerefsizi bir bulsam çok fena yapacağım."

Başımı sağa sola sallayıp işten geçti demiştim. O zamparayı nerede göreceğim ki bir daha?

"Eee şimdi ne yapacağız?" diye sordum. Kara kara düşünüyordum. Ama hiçbir şey gelmiyordu aklıma.

"Aslında benim aklımda bir şey var," deyince heyecanla ona baktım.

"Çabuk söyle."

Merak etmiştim. Belki de benim için en iyi olan işi söyleyecekti.

"Bence sen bir tefeciye git derim ben Işıkcım," dedi ciddi ciddi.

Bu muydu yani der gibi baktım. Benim tefeciyle falan ne işim olur ya? Bazen cidden saçmalıyordu bu çocuk.

DÜZENLENDİ✔️

Herkes bu bölümde en beğendiği sahneyi buraya yazabilir mi?

Continue lendo

Você também vai gostar

Siyah De philophobialover

Ficção Adolescente

349K 13K 32
Karanlığın tanımı neydi? Uçsuz bucaksız, alabildiğine uzanan bir siyahlıktı onlar için. Kirli mürekkep damlalarına bulanmış düşünceler, yabancı insa...
304K 7.7K 28
" aşk ebedidir, sürdüğü sürece..."
2.3K 403 19
Giselle kesfetine cikan birisinin yayinina girer
2.4M 104K 70
Bu imkansızdı işte ... "" Sözlüyüm ben ."" Dedi Havin . Cesur'un ise Havin'in bu tavrı hoşuna gitmişti. Her ne kadar ondan uzakta yaşamış olsa da Hav...