ASİ ÇAKILTAŞI

By binnurnigiz

17.8M 661K 493K

Dışarıda devam eden bir hayat, içimde kalbi duran bir kız çocuğu vardı. Asi Merve Karakuyu, ailesi ve kendisi... More

ASİ ÇAKILTAŞI
1. BÖLÜM: KONFERANS
2. BÖLÜM: KİMSESİZ
3. BÖLÜM: İLK VAZGEÇİŞ
4. BÖLÜM: ASANSÖR
5. BÖLÜM: DART TAHTASI
6. BÖLÜM: SİYAH ÇAKILTAŞI
7. BÖLÜM: İZLERİN FISILTISI
8. BÖLÜM: KARANLIK
9. BÖLÜM: DAVET
10. BÖLÜM: YAŞIN ÇOCUK
11. BÖLÜM: APSE
12. BÖLÜM: ŞEFKAT
13. BÖLÜM: OKYANUS
14. BÖLÜM: MASUMİYET
15. BÖLÜM: KUYU
16. BÖLÜM: SİYAH KELEBEK
17. BÖLÜM: SINIRLAR
18. BÖLÜM: TATLI
19. BÖLÜM: BUZDAN KALE
20. BÖLÜM: VAVEYLA
21. BÖLÜM: ISLAK KELEBEK
22. BÖLÜM: MİSAFİR
23. BÖLÜM: ALİ
24. BÖLÜM: AĞ
25. BÖLÜM: MAĞARA
26. BÖLÜM: KEHF
27. BÖLÜM: KİLİT
29. BÖLÜM: KELEBEKLER VADİSİ
30. BÖLÜM: AY IŞIĞI
ÖZEL BÖLÜM: 17 KASIM
31. BÖLÜM: SARHOŞ
32. BÖLÜM: ANAHTAR
33. BÖLÜM: İMTİHAN
34. BÖLÜM: ÖZ
35. BÖLÜM: KÖRDÜĞÜM
36. BÖLÜM: UÇURTMA
37. BÖLÜM: RÜYA
38. BÖLÜM: SARMAŞIK
39. BÖLÜM: ATEŞ
40. BÖLÜM: ACI
41. BÖLÜM: ÖFKE
42. BÖLÜM: SAPLANTI
43. BÖLÜM: RÜZGÂR GÜLÜ
44. BÖLÜM: ÖTENAZİ
45. BÖLÜM: ÇIKMAZ SOKAK
46. BÖLÜM: SOLUK
47. BÖLÜM: MAYIN TARLASI
48. BÖLÜM: KİBRİT ÇÖPÜ
49. BÖLÜM: CENNETTEKİ ÇOCUK PARKI
50. BÖLÜM: KÖPRÜ
51. BÖLÜM: YANARDAĞ
52. BÖLÜM: REYC
53. BÖLÜM: ZERİR
54. BÖLÜM: LUNAPARK
55. BÖLÜM: ÂYA
56. BÖLÜM: GÜNEŞ
57. BÖLÜM: MAHŞER
58. BÖLÜM: VEBAL
59. BÖLÜM: KALEM
60. BÖLÜM: YANSIMA

28. BÖLÜM: KUYTU

553K 14.7K 20K
By binnurnigiz

🗝️


Trees of Eternity – Black Ocean


28. BÖLÜM

KUYTU


Kanımın içinde bir top toplu iğne vardı.

Damarlarıma batıp çıkan, damarımı yırtan, yırtıklardan keskin ucunu çıkararak tenimin içine batıran iğnelerle hatıralarımın uçlarını tutturuyordum. Sanki babam sarhoş bir sürücüydü, ben yolun ortasında duran o kedi yavrusuydum ve babam bana çarpmıştı, inip beni bir veterinere götürebilme şansı varken, o bu vicdan azabıyla arabayı hemen yolun kenarındaki bariyerlere sürmüştü.

Onun o bariyerlere çarpacak olması benim öleceğim gerçeğini değiştirmiyordu.

Babamın arabası şiddetle bariyerlere çarptıktan hemen sonra birkaç takla atmış, sürüklenmiş ve yolun diğer ucunda durmuştu. Araçtan dumanlar çıkıyordu.

Araç yanıyordu.

Hızla yayılmaya başlayan ateşleri izliyordum. Öleceğimi biliyordum, ölecektim, ölüyordum.

Kuytuda bir adam belirdi, ardından gölgesi yere serilmiş yaralı bedenimin üstüne düştü.

Ölmedim.

Araç, dağ evinin önünde durduğunda emniyet kemerimin klipsiyle oynuyordum. "Funda'nın sonunda kendine birini bulması bir bakıma iyi," diye homurdandım kendimi tutamayarak. Karan'ın duraksadığını hissettim.

"Ne demek bu?"

"Yakandan düşmüyordu," dedim bakışlarımı camdan dışarı çevirerek. "İntihara bile kalkıştı."

"Funda'nın Arda'yla ciddi olduğunu sanmıyorum. Arda ilişki adamı değil," dedi umursamaz bir tavırla. "Ama umurumda olduğu da söylenemez, yakamdan düşsün de, ne yaparsa yapsın."

"Ciddi ya da değil, sonuç olarak peşinde dolanmaz artık sanırım." Emniyet kemerimi çözdüm. Tam kapıyı açıyordum ki, Karan bana doğru uzanınca duraksadım ve bakışlarımı omzumun üstünden ona doğru çevirdim. Gür saçları çeneme sürtünce karnım öyle hızlı kasıldı ki, irkilerek geri çekilecekken yüzünü yanağım boyunca kaydırıp burnunu yanağıma bastırdı.

"Hoşuma gitti," dedi gizemli bir sesle.

"Hoşuna giden ne?" Kokusu öyle yakından, öyle yoğun ve öyle sert geliyordu ki, başım dönüyordu. Geri çekilmesini bekledim. Avuçlarım buz kesmişti. Uyuşan parmaklarımı birbirine bastırdım.

Karan burnunu yanağım boyunca kaydırarak boynumun hizasında durdu. "Kıskanç Çakıltaşı."

"Ben kıskanmadım!"

"Hım," diye fısıldadı burnunu boynuma sürterek. "Boynun ısındı şu an."

"Çünkü nefesini oraya..." Sertçe yutkundum. "Çekilsene!"

"Sana yaklaştığımda tuhaflaşıyorsun," diye fısıldadı, gece ayazını andıran sesiyle. Nefesinin sıcak rüzgârı boynumun derisini dalgalandırdı.

"Tuhaflaşmıyorum."

Burnunu çeneme sürterek dudaklarından dökülen yakıcı nefesi boynuma bıraktı. "Tenin yanıyor şu an. Patlayacaksın, kız çocuğu."

Parmaklarımı onun göğsüne yerleştirerek onu yavaşça itmeye çalıştım. Geri çekilmedi. Ağır acı çikolata kokusu ciğerlerimi âdeta bir bıçak gibi deşiyor, ciğerimde bir Kehf deliği açıyordu. Gözlerimi kısarak Karan'a bakmaya çalıştım. Burnunu çeneme sürterken, güç saçları neredeyse kirpiklerime kadar dokunuyordu.

"Karan," diye fısıldadım acı çekiyor gibi.

"Hım?"

Onun bana dokunması, kimsesiz kaldığımda kendimi sakladığım kitap sayfalarının arasına akıttığım hiç dökülmeyen gözyaşlarının sayfaya bıraktığı ıslak izin gölgesi gibiydi.

Aracın camına aniden vurulunca Karan da ben de irkildik ve Karan yavaşça geri çekilip kapının camına baktı. Zarif kirpikleri kısılmış, biçimli kaşları çatılmıştı.

"Bunların ne işi var lan burada?" dedi şok içinde.

Bakışlarımı cama çevirdim, gördüğüm manzara benim de tıpkı Karan gibi şoka uğramama neden oldu. Bedirhan kollarını birbirine dolamış, parmaklarını koluna sürtüyordu. Billur da hemen yanında dikilmiş, camdan içeri dik dik bakıyor, arada bir cama vuruyordu.

"Nasıl ya?" dedim şaşkınlıktan gözlerim irileşirken.

"Çıksanıza ulan arabadan!" diye bağırdı Billur bir anda. Sesi, camın diğer ucunda olduğundan boğuk gelmişti.

"Bunlar burayı nereden ve nasıl buldu amına koyayım?" diye homurdandı Karan, yüzünü kaplayan o memnuniyetsiz ifade o kadar bariz bir şekilde belli oluyordu ki... "Üstüne mıknatıs falan yerleştirdi de, halkalarıyla iz mi sürüyor acaba?"

"Ay dondum ben!" Bedirhan'ın çığlığı ikimizin de dikkatinin dağılmasına neden oldu. Hemen Billur'un arkasına dikilmiş, arabanın içine bakıyordu. "Alt tarafımı katiyen hissetmiyorum şu an. Alt taraf çekmiyor. Sinyal yok!"

Karan başını iki yana sallayarak doğruldu, kendi tarafındaki kapıyı açıp dışarı çıktı. Aracın içine aniden doluşan soğuk hava tenimin titremesine neden oldu. Ben de Billur'un önünde dikildiği kapıyı onun varlığını yok sayarak açtım. Billur kaşlarını çatarak geri çekildi, bana dik dik baktı. Araçtan çıktığımda etrafa dikkatlice baktım, karlar tam olarak erimese de gün içinde olduğu kadar da yoğun değildi artık. Hava kapalı görünüyordu, sanki çoktan karanlık çökmüştü.

Billur soğuktan kızaran şirin, küçük burnunu çekerek, "Arabada yiyişmenize değinmeden önce, nerede olduğunuzu sorabilir miyim? Donduk!" diye homurdandı. Bedirhan da arkasında köpek yavrusu gibi titriyor, burnunu çekiyordu. "Kapıları açamadık, bir saattir verandanın önünde it yavrusu gibi titriyoruz Buzlar Kraliçesi!"

"Cırlama Möğ Kız," dedi Karan, Billur'a dik dik bakarak. "Hem sizin burada ne işiniz var?"

Karan aracın uzaktan kumandasıyla cipi kilitledikten sonra bizden tarafa dolandı. Sergen, dağ evinin verandasının ahşap merdivenlerini iniyordu, Karan onu da görünce kaşları tamamen çatıldı.

"Ulan pezevenk, sen mi getirdin bunları buraya?"

Sergen ellerini havaya kaldırdı. "Her şey bu kızılın başının altından çıktı abi," dedi savunma moduna geçerek. "Benim olayla hiçbir ilgim yok."

"Ay yeter! Ne konuştunuz be!" diye ciyakladı Bedirhan bir anda. "İçeri girelim de öyle yapın toplantınızı. Bakın benim alt tarafta sinyal yoktu, çeneme de bir şeyler oldu. Konuşamıyorum, anlıyor musunuz? Velinimetim olan kelimelerimden ayrı düştüm, laf sokamıyorum. Sizi yiyişirken yakaladım ona bile gıybet yapamadım, haram düşünemedim, fesatlıktan içimi dışımı çürütemedim!"

"Bedirhan." Karan'ın sesi otoriterdi.

"Karan Beyciğim," dedi Bedirhan yavru bir kedi edasıyla.

Karan uzun bir süre dik dik bakarak herkesi inceledi. "İçeri girelim," dedi çenesiyle verandanın merdivenlerini işaret ederek. Bakışlarını Sergen'e çevirdi. "Bana anlatacakların vardır şimdi senin. Daha birkaç saat olmadı telefonda konuşalı, bu yediğin bokun mantıklı bir açıklaması vardır umarım."

Sergen mahcup bir tavırla başını salladı.

Verandanın merdivenlerine yöneldim. "Madem bu kadar üşüdünüz, niye bizi aramadınız?" diye sordum.

"Bu fedai, abisini rahatsız etmek istemedi," dedi Billur homurdanarak. Sergen'e hoşnutsuz bakışlar atıyordu. Billur aniden koluma girdi. "Neredeydiniz?" diye sordu. Bedirhan hemen arkamızdan verandanın merdivenlerine doğru yürüyordu. Karan merdivenleri bizden önce tırmanıp cebindeki anahtarı çıkarıp dağ evinin kapısının kilidini açtı, kapının açılmasıyla Bedirhan'ın bizi itip, aramızdan geçmesi bir oldu.

"Sıcak yuva buldum, Ya Rab! Ev buldum!"

"Ayı!" diye bağırdı Billur, Bedirhan'ın arkasından.

İçeri girdiğimizde içeride şömine yanmadığı için içerinin de dışarıdan pek bir farkı yoktu. Çantamı kanepenin üstüne bıraktım. Bedirhan salonun ortasına dikilmiş, bomboş gözler ve düşmüş omuzlarla şömineye bakıyordu. Hayalleri yıkılmış gibi bir hâli vardı. Aniden dizlerinin üstüne çöktüğünde hepimizin kaşları aynı anda çatıldı.

"Bakın ben bir sanatçıyım," dedi titreyen bir sesle, ellerini havaya kaldırarak. Parmak boğumları soğuktan dolayı bembeyaz olmuştu. "Sanatımı bu ellerle icra ediyorum. Botokslu karıları bu ellerle bir halta benzetiyorum. Bu bir sanatçıya hakarettir, bu bir sanatçının sanat hayatıyla oynamak, ekmeğinin önüne taş koymaktır!"

Billur çantamı bıraktığım kanepenin üstüne yerleşirken burnunu çekerek parmaklarını birbirine geçirip avuçlarını birbirine sürttü. "Şarj cihazını getirdim," dedi avuçlarına nefesini vererek. "Bir de sizi yoklayalım dedik."

"Hamile misin değil misin diye yanımızda bir ebe de getirmeyi teklif ettim ama kabul etmedi bu çepiç," dedi Bedirhan dizlerinin üstünde yandan Billur'a bakarak.

"Çepiç deme lan bana!" diye hırladı Billur. "Yemin ederim sinir ediyor beni ya!"

"Çepiçsin işte, çeeepiiiiç! Kuru bacaklı, cehennem süpürgesi!"

"Dalaşmayın iki dakika," dedi Karan sert bir sesle.

Karan şöminenin önüne yürüyünce Bedirhan heyecanla, "Ay kahramanım, yakacak şömineyi! Hem zengin hem kahraman hem de katana gibi adam!" diyerek el çırptı.

"Bedirhan bak ben şiddete karşıyım ama sen şiddet görmeye çok meyilli bir tipsin, kaşınma, sus," dedi Karan ters bir şekilde, sesinin kıvrımlarına yerleşen o şiddet, kalbimin hızlanmasına neden oldu. Şömineyi yakmak için diz çökerken bakışları Sergen'e kaydı. "Açıklama yapmak için üç saniyen var," dedi tok bir sesle. "Üç."

Bir an güleceğimi sandım.

"Abi bu kızıl kafalı, Yaşar Baba'ya gidip kafasına saçma sapan şeyler sokmuş, adamcağız da endişelenip bizi yanınıza gönderdi."

Billur gözlerini kocaman açıp, sahteden bir şokla, "Ay üstüme iyilik sağlık. İftira!" diye bağırdı.

Karan başını iki yana salladı. "Tahmin ettiğim gibi." Şömineyi tutuşturup kalktığında, Bedirhan ateşin başına geçmiş, ellerini henüz yeni yanmaya başlayan ateşin üstüne tutmuştu bile.

"Siz neredeydiniz?" diye sordu Billur bana sokularak. Hemen yanında oturuyordum, gözlerim Karan'ın üstündeydi. "Fedai ser verdi sır vermedi, çok gıcık bir tip."

"Karan'ın bir görüşmesi vardı," dedim ensemi ovarak. "Oraya gitmiştik."

"O arabadaki hâliniz neydi?"

"Öf Billur!"

"Çiftleşecek kedi gibi sürtünüyordunuz birbirinize," dedi kısık bir sesle. Etimi iki parmağının arasına alarak sıktı, acımasızca cimcikledi. "Gebertirim seni ha."

Sessiz kaldım. Yeterince utanıyordum zaten. Orada yanlış anlayacakları pek de bir şey olmamıştı aslında ama bu sabah yaşananlar aklıma gelince yanağıma hızla oturan ısıyı kovalayamadım. Şu an tenimin kızardığına emindim, beyaz tenim kızarmak için oldukça müsaitti. Bakışlarımı yanan ateşe çevirirken Billur'un homurtularını duyabiliyordum.

"Abi, Yaşar Baba'nın kesin emri var, bu geceyi sizle geçireceğiz..." Sergen bakışlarını Karan'dan kaçırdı. "Biliyorsun, eğer dediği olmazsa burayı başımıza yıkar."

Karan bir süre sessizce olduğu yerde dikildi, ardından mutfağa girerek gözden kayboldu. Birkaç saat geçmiş, Bedirhan sonunda ısınmış ve çenesindeki buzlar çözüldüğü için yıldırıcı bir Türkçeyle beni tüketircesine konuşmaya başlamıştı. Karan'ın duyma şansı olmadığı her fırsatta bakireliğimle alakalı sorular yöneltiyor, pantolonundaki kemeri çıkarıp bacaklarıma bağlamaya çalışıyordu. Maksadı, onlar yokken bacaklarımı bir santim bile aralamamamdı...

Telefonumu şarj etmiş, pilini tamamen doldurmuştum. Akşam karanlığı çökmeye başladığında içeriyi aydınlatan tek ışık şöminenin kızıl, turuncu ışığıydı. Sokağın üstündeki gök, gri alt tonlu bir maviyle boğulmuş gibi görünüyordu. Herkes bir köşeye çekilmiş, sessizliğin yarattığı kaosun içindeki yerini bulmaya çalışırken, düşünceler sessizlikten beslenerek sırtıma binmiş, damarımın en kanlı yerini bulup aç ağzını yaslayıp kanımı emmeye başlamıştı bile.

Dizlerimi karnıma doğru çekip sırtımı kanepeye yaslayarak gözlerimi harlanan turuncu, sarı ışıklara sahip kızıl ateşe çevirdim. Karan ve Sergen fısıltı hâlinde bir şeyler konuşmaya başlamışlardı, birkaç kez Arda'dan bahsedildiğini duyar gibi olmuş, adını duyduğum an su yeşili gözler direkt gözlerimin önüne asılmıştı. Telefonumu açtığımda ne annemden ne de Defne'den mesaj ya da arama olmadığını gördüm, bunu babamın yanlarında olduğunu kendime hatırlatarak yok saymaya çalıştım ama kalbimi kemiren tahtakurusu o kadar yüzsüzdü ki, göğüs kemiğimi aşındırıyordu.

Kalbimi taşıyan kemiğin etrafı küflenmişti.

Billur'un yanıma sokulduğunu ateşin ışığında büyüyen gölgesinden anladım. Omzumun üstünden ona baktım. Kızıl saçlarını koca bir topuz yapmıştı, topuzun etrafından asi saç tutamları fırlamıştı. Görmeye alışkın olduğum koyu göz makyajı yoktu ama dudağındaki ve burnundaki halkalar duruyordu. "İyi misin?" diye sordu kısık bir sesle.

Omuz silktim. "Ne oldu ki?"

Bana biraz daha sokuldu. "Yani biliyorsun... Son olanlar kötü şeylerdi. Bunlardan konuşacak değiliz tabii ki ama böyle suspus oturmana da dayanamıyorum."

"Ben hep böyleyim," dedim inşa ettiğim buzdan kalenin altında kalırken. "Öğrenemedin mi hâlâ?"

"Seni böyle sevdiğimi biliyorsun," diye homurdanıp çenesiyle başımın üstüne vurdu. "Ama arkadaşımın ruh hâllerini o poker suratında mimik oynamasa da anlayabiliyorum."

"Daha ne olabilir ki dediğim anda çok daha kötüleriyle karşılaşmaya alıştım ben. Sorun etmiyorum," dedim gözlerimi yanan ateşe çevirerek. "Yanmadan sönemezsin."

Dudaklarımın ev sahipliği yaptığı o gölgeli kıvrım, kimsenin göremeyeceği kadar karanlık bir gölge, şeffaf bir siluetle belirmişti. Karan'ın varlığını hatırlattım kendime. Ondan öğrendiklerimi, ondan kazandıklarımla karıştırıyor ve hayatıma pay ediyordum. Olgun siyahına bakarak yürüyor, bazen de onun attığı o güçlü adımları taklit ederek atıyordum bir sonraki adımımı.

Bana kazandırdığı her şey adına, soğuk şefkati, siyah gerçekliği adına, sayamayacağım birçok şey adına ona minnettardım. Kalbim, minnettarlık duygusunu hissetmiş, bu duygunun sözlükteki anlamından bile bihaberken, o duyguyu kavrayıp avuçlamıştı.

Billur hiçbir şey söylemedi. Bedirhan cam duvardan dışarıyı izlerken, "Kar yağıyor," diye fısıldadı alçak perdeden. Sesi ilk kez bu kadar tok ama kısıktı, kaşlarımı kaldırarak bakışlarımı ona çevirdim. "Kar görmeyeli uzun zaman olmuştu."

"Fethiye'ye kar yağmaz zaten," dedim. "Sen Fethiyeli değil misin?"

Bedirhan bana bakmadan dilini şaklattı. Cama düşen siluetine baktığımda gözlerine yayılan o dalgın ifadeyi görebilmiştim. Düzgün ve biçimli yüz hatlarına sinen her neyse, bana oldukça tanıdık gelmişti.

"Ben aslen Fethiyeli değilim."

Kelimeler dudaklarının arasında lâl olmuştu da dilini yakmıştı sanki. Ona bakakaldım. Gözlerini camdan ayırmadan dışarıyı izlerken o kadar tepkisiz, o kadar tanıdığım Bedirhan'dan uzak görünüyordu ki. Karan'ın keskin bakışları Sergen'i odağından çıkarıp yavaşça bana dönünce, onun bakışlarını hissedip ben de ona baktım. Keskin bakışlarının üstüne diktiği türbe kutsallığındaki kirpiklerine batırdığı o anlamlar su yüzüne çıktı. O kısa bakışma ruhuma kadar sızıp hissettiğim her şeyin ipini parmaklarının arasına aldı.

O bir kukla sanatçısıydı, ben de onun ruhu çekilmiş kuklasıydım.

İşin tuhaf yanı, çekilen o ruhu, onun iplerinden tekrar doğuruyordum.

"Kar özlenmez mi?" dedi Karan bakışlarını benden koparıp Bedirhan'a çevirerek. "Hadi dışarı çıkalım."

Bir an duraksadım, kaşlarımı çatıldı ama o bana değil, hâlâ Bedirhan'a bakıyordu. Bedirhan duraksayıp omzunun üstünden Karan'a baktı. Karan eliyle Sergen'in dizine vurarak ayaklandı. "Hadisenize, çıkalım."

"Abi, bu soğukta dışarı mı çıkılır?" diye sordu Sergen afallamış bir sesle.

Billur yavaşça ayaklanıp gerinerek, "Çıkılır, fedai bozması. Hadi dışarı çıkalım!" dedi, sesi heyecanlı geliyordu. "Şu kokoş Bayır Gülü'nün kafasını patlatmak için kartopumun içine taş koyacağım." Bedirhan'a bakarak sırıttı. "Hadi len, Bayır Gülü."

Bedirhan gözlerini Billur'a çevirdiğinde, koyudan açığa el uzatan iri gözlerinde bir şeyler görür gibi oldum ama ışık hızıyla silinen o şey, yerini alaycı bir gülüşe bıraktı.

"Çıkalım da yarıvereyim kafanı senin ben, cehennemin kızıl cüppeli bekçisi!"

Aralarında ilk kez kar gören kişi muhtemelen yalnızca bendim. İlk kez kar gördüğüm o ânı hatırlayınca yanaklarım ısındı. Parçalanmış bulutlara benzeyen ama buz gibi soğuk olan o şeyle ben de oynamak istiyordum. Bakışlarım Karan'ı buldu. Onun kalbinde bir filtre vardı, kanı ne kadar kirlenirse kirlensin, onda o kalp olduğu sürece o hep yüce, temiz kalacaktı. O, birçoğumuzun göremediğini tek seferde görebilen bir adamdı.

Postallarımı giyip, benim için alındığını bildiğim berelerden bej rengi olanı Billur'a verdim, ben de siyah bereyi taktım ve eldivenlerimi de elime geçirip çıkış kapısına yöneldim. Diğerlerinin de bizden farkı yoktu, herkes bere ve montlarını giymişti. Üstlerinin çok sıkı olduğu söylenemezdi ama yine de idare ederdi. Evden çıktığımızda soluk, gri bir cesedin, kanı çekilmiş, rengi solmuş mavi damarlarını anımsatan gökyüzüne baktım.

Gök, gitgide daha lacivert bir görüntü almaya başlamıştı. Hemen ileride, yolun sonunda bir sokak lambası vardı. Güçsüz de olsa biraz olsun ışık yaymayı başarmıştı. Karan verandanın sarı lambasını yakınca etraf artık daha gözle görülür olmuştu. Baykuşların ötüşünü duyabiliyordum, birkaç kuşun sesi daha ormanın derinliklerinde yankı yapıyordu ve sert soğuk burun deliklerimden içeri doluşup resmen beynimi yakıyordu.

Lapa lapa birikmiş karın üstünde durdum. Birkaç saat önce neredeyse erimiş olan bu karın hangi ara böyle tuttuğunu düşündüm. Yüzüme gelen saçı geriye atarak beremi biraz daha aşağı çekecekken, sırtıma yediğim soğuk darbeyle afalladım ve bir an ne yapacağımı bilemez bir şekilde, hiddetle arkama döndüm. Karan muzip bir ifadeyle bana bakıyor, avucunda kalmış kar taneleri yere dökülüyordu.

Hain bir saldırıya uğramıştım!

"Sen!" diye ciyakladım, yüzümü buruşturarak işaret parmağımı ona doğru sallarken. "Bu çok aniydi, Karan Çakıl! Hazırlıksız yakalandım!"

"Kartopu oynarken, hazırlan topu atıyorum, dememi falan mı bekliyordun?" diye sordu tek kaşını kaldırarak. Bir an duraksadı, arkamda bir yere gözlerini kısarak baktı.

Ve bir darbe daha yedim...

"Ama siz hep bana atıyorsunuz!" diye bağırdım bu kez diğer yöne dönerek.

Billur sırıtarak, "Hareket et o zaman, uyuşuk!" diye bağırdı ve yerden topladığı karları avucunda yuvarlayıp koşarak Sergen'e doğru fırlattı. Sergen ciddi tavrını bozmadan kartopunun suratına patlamasına göz yumdu. Boğazımın gerisinden bir kıkırtı yükseldi ama bu kıkırtıyı kahkahaya çevirmeden hemen önce asılıp geri çektim.

"Oynasana fedai!" diye bağırdı Billur tekrar. "Adama bak, manken gibi dikildi, topu attığımda bile pozunu bozmuyor. Artist!"

Yere eğilip beceriksizce karları avuçladım, eldivenin içine sızan yoğun soğuğun yarattığı yangını avucumun içinde hissettim. Bir an duraksadım, başımı kaldırıp onları izledim. Billur kartopu yapmak için tıpkı benim gibi eğilmişti, Bedirhan da Billur'un eğilmesini fırsat bilerek elindeki dev kartopunu onun ensesine fırlatmış, Billur'un yüzüstü karların içine düşmesini sağlamıştı.

"Ulan!" diye bağırdı Billur dehşet içinde. "Dondum ulan!"

"Bağırma kız çepiç."

Dudaklarımı birbirine bastırıp avucumu karın içinde gezdirerek onları izlemeyi sürdürdüm. Sergen pek katılmak istemiyor olsa da bolca kartopu yemişti. Karın soğuk nefesini kendi sıcak nefesimle tokuştururken, karın üstünde duran ellerimin üstüne başka bir el yerleştirildi. Heybetli gölge tüm bedenimi örttü, beni içine sakladı.

"Hadisene, küçücüğüm," diye fısıldadı Karan, avucumdaki karları toplamam için elimi kara sürterek. "Hadlerini bildir şunlara. Günümüzü mahvettiler."

Avucundan elime akan saf güveni hissettim. Gözlerimi kaldırıp onun karların altında simsiyah bir ayrıntı olan kuzguni siyahı gözlerine baktım. Gözlerinde siyah boyalı bir duvar vardı. O duvarı kendi örmüştü. O duvarı aşabilen tek insan sanki benmişim gibi hissediyordum.

O, kusurları kusursuzlaştıran tehlikeli bir adamdı.

"Günümüz mahvolmuş gibi hissetmiyorum şu an ben," dedim karı eşelemeye devam ederken.

Zemheri gece siyahı gözleri beni öyle ayrıntılı inceledi ki, karların arasında çırılçıplak ve savunmasız hissettim kendimi.

"Seninle baş başa olmayı tercih ederdim şu an Çakıltaşı," dedi sabit bir sesle. Sesindeki sakinliğin aksine kelimelerinde deprem gibi bir sarsıntı vardı.

Ben de bunu tercih ederdim ama ona söyleyecek de değildim. Diğer Merve'nin ponpon kızlar gibi kıçını sallayıp, çılgınca oradan oraya koşturduğunu görebiliyordum şu an. Karan, o Merve'nin varlığından haberdar olsaydı sanırım benim bir kaçık olduğumu düşünüp benden kaçabilirdi.

"Ben de ilk atışımı yapmak istiyorum," dedim sırıtarak. Karan başını sallarken aniden ensesine çarpan kartopu dengesini kaybetmesine ve yüzünün yüzüme çarpmasına neden oldu. Burnu burnuma çarparken alınlarımız da tokuşmuştu. Bedeninin baskısıyla geriye doğru düştüm, o da benim üzerimde boylu boyunca uzanıyordu şu an.

"Lan o karın içinde taş vardı çepiç!" diye bağırdı Bedirhan şok içinde. "Ay yıktı dağ gibi herifi!" Bir an duraksadı. "Kapat kız bacağını, arana girdi!"

"Taşlı kartopunu abime mi attı o salak?" diye sordu Sergen panikle.

"Ya ben hedefi karıştırdım!" diye bağırdı Billur. "İyi mi o moruk? Oha! Kaldırın şunu kızın üstünden!"

Karan yavaşça doğrulurken, karların içinde boylu boyunca uzanan ve soğuğu sırtında hisseden bendim. Hissettiğim soğuğa rağmen bedenim ateş gibiydi. Şaşkın şaşkın gökyüzüne bakarken, gökten yere doğru süzülen bulut parçalarının yüzüme dokunmasına izin verdim.

"Topunuza sokarım sizin ha!" diye bağırdı Karan ensesini tutarak. "Kafamı yarmak falan mı kızım senin niyetin? Derdin ne senin?"

"Kafana değil ensene geldi bir kere!" dedi Billur bağırarak.

"Ulan bir de üste çıkıyor!"

"Yanlışlıkla oldu be!"

Bir anda doğrulup avucumda biriken karı gelişigüzel yuvarladım ve hiç beklemediği anda Billur'a fırlattım. Tam ağzını açmış, açıklamasına devam edecekti ki, kar öyle büyük bir hızla onun suratına çarptı ki, attığı çığlık ormanın en kuytusuna kadar sızmayı başaran bir yankıyla etrafta çınladı.

"Heyt be!" diye bağırdı Bedirhan alkış tutup sırıtarak. "Yürü be, aferin sana çantaka!"

"Çantaka ne be?" diye bağırdım ve eğilip yerden topladığım bir dolu karı avucumda yuvarlayarak bu kez Bedirhan'a fırlattım. "Ne olduğu belli olmayan şeyler söyleme bana!"

Kar suratına çarparken, "Kalleş küçük karı!" diye bağırdı.

Havada uçuşan kartoplarının kime ait olduğu bir sırdı, o kadar hızlılardı ki. Durmadan bir yerime çarpıyor olsa da, benim attıklarımın da birilerine çarptığına hiç şüphem yoktu. Soğuğun ortasında terleyecek kadar çok hareket etmiş, bana atılan kartoplarından kaçmış, bazen de Karan'ın arkasına saklanmıştım.

Gecenin kaçıydı bilmiyordum, Karan'ın kucağındaydım ve o merdivenleri ağır ağır tırmanıyordu. Yüzümü onun acı çikolata kokan boynuna gömdüm, soğukla karışmış güvenin o yakıcı kokusunu soludum. Ruhumun ulumasına, benliğimin içinde saklanan, yüksek ateşten havale geçiren o kırık kız çocuğunun acıyla inlemesine neden olan ama küçük kızın ondan ayrı da kalamadığı o şefkatli kolların arasındaydım. Bir yıldırımın düşüşü, bir şimşeğin acımasız sesi ve bir fırtınanın uğultusu gibi tüm hislerim üst üste binmiş, güvertesi yanmış bir gemi enkazından farkım yoktu şu an.

Yorulmuştum.

Gerek fiziksel gerek de ruhsal olarak yorgundum ama huzurun dolaştığı damarlarıma, hüznün bekçilik yaptığı o ara sokaklar dar gelir olmuştu.

"Şöminenin önünde uyuyup ısınmanı isterdim," diye fısıldadı karanlığı yaran, bir başka karanlığın bağrında kanayan o koyu ses. "Ama şöminenin önü çoktan kapıldı velet."

"Kollarında uyumayı tercih ederdim zaten," diye mırıldandım özgürce.

Karan'ın beni tutan kolları kasıldı, bedeninin sertleştiğini hissettim ama buna aldırış edemeyecek kadar hâlsiz hissediyordum. Kapı aralandı. Uyku ile uyanıklık arasında gerilmiş ince bir ipin üstünde yürüyordum şu an. Bilincim karanlık suların dibine çekilmeden hemen önce simsiyah bir okyanus halesi tarafından sarıldığımı hissettim, koyu renk bir dalga üzerimi örttü.

Yatağa bırakıldım. Bedenimi hafifçe dikleştirdi, kendimi dik tutamıyordum ve onun sert göğsüne yığılıyordum. Üstümdeki montu çıkarıp kafamdaki bereyi de aldıktan sonra onları bir kenara bıraktı ve ayağımdaki postalları çıkardı. Beni yatağa yatırdı, ânında yan dönerek cenin pozisyonu aldım. Kendi montunun fermuarının açılırken çıkardığı o sesi duydum. Yatağın kenarı çöktü, hemen ardından sırtım onun kaslı göğsüne bir kalıp gibi oturdu. Çizdiğimiz sınırları ihlal ederek bedenlerimizin arasında bir nefeslik yer bile bırakmazken, kendimi tamamen ona teslim ettim ve kollarının bedenime bir sarmaşık gibi dolanmasına izin verdim.

Ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum. Uykunun dürttüğü gözlerimi yavaşça aralamama neden olan suyun berrak sesiydi. Ağırlaşan kirpiklerimi araladım, görüş alanıma giren ilk şey banyodan yatak odasına sızan ışık oldu. Saat kaçtı? Sabah ezanı okunmuş muydu? Banyonun kapısı aralıklı duruyordu, gecenin karanlığı odanın içini doldurmuştu, uykulu gözlerim ışığın ağına takıldı.

Karan lavabonun önündeydi. Bir süre onun orada ne yaptığını idrak etmeye çalıştım. Daha sonra fark ettiğim şey uykumun ortasına bir kazık gibi saplandı ve kalbimin atışlarının hızlandığını hissettim.

Abdest alıyordu.

Bir süre yattığım yerde hareket dahi etmeden onu izledim. Gözlerimin aynasına düşen dünyevi, hiçbir şeyle kıyaslanamayacak kadar ütopik bir güzellikti, ben bu güzelliği yudum yudum içiyordum ama Karan'ın bundan haberi yoktu. Yavaşça banyodan çıktı, çıkarken ışığı kapamıştı. Gözlerimi sıkıca yumdum, karanlık gölgesi odanın içinde büyüdü, hemen önümden geçip dolabı açtı. Karanlıkta zor da olsa seçebilmiştim, koyu yeşil bir şeyi dolaptan çıkardıktan sonra yanımdan uzaklaştı ve odadan çıktı. Yataktan yavaşça doğruldum, onu izlememi söyleyen bu his resmen zihnimi ısırıyordu.

Yaptım. Yataktan kalktım ve onun arkasından gittim.

Yatak odasının hemen yanındaki boş odaya girdi, kapı aralıklı durduğundan içeriyi görebiliyordum ama etraf zifiri karanlık olduğu için Karan beni fark etmemişti. Uykulu gözlerimi ovuşturdum, kapının kenarına geçtim ve kafamı yavaşça içeri doğru uzattım.

Koyu yeşil şeyi yere serdi, o an o serdiği şeyin bir seccade olduğunu anlamıştım.

Başparmaklarını yavaşça kulağına değdirdi, sırtımı duvara vererek derin bir nefes aldım, beni görmesini istemiyordum. Bu yaptığım doğru muydu? Bilmiyordum. Bir şey fısıldadığını duydum ama sesi o kadar az çıkmıştı ki, ne dediğini anlayamamıştım. Ellerini karnının altında bağladı, profilini seçebiliyordum.

Bu yaptığım günah mıydı? Bunu da bilmiyordum. Şu an bildiğim tek şey secdeye eğdiği başıydı, dua dökülen dili ve imanlı kalbiydi. Sadece izledim. İbadetin bedenindeki estetik dansını, Karan'ı Karan yapan o farklılığı izledim. Her zaman yaptığı bir şey değildi, birçok kez aksattığını biliyordum, belki de bilerek kılmıyordu ama şu an, kalbindeki inancın ateşi sanki harlanmış gibi başını secdeye koyuyordu.

Bu kez çok daha sert bir duvara toslamıştım. Onun dudaklarından dökülen duanın yarattığı kalkanın içinde olduğumun, siyahın en nurlu saatine denk geldiğimin farkındaydım.


🗝️

Continue Reading

You'll Also Like

572K 73.9K 26
"Leyla!" Günlerin yer değiştirdiği o saatlerde, gecenin en karasında, bir ruhun kilitli kalmış sokaklarındaydık. "Burada ne arıyorsun?" Başkası içi...
1.3M 60.2K 62
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
1.4M 43.1K 38
Üzerime doğru yürümeye devam etti. Gelip tam karşımda durdu. Gözünü kırpmadan yüzümü inceliyordu. Gözlerini gözlerime dikti. Soru dolu bakışlarla y...
305K 17K 59
Hadi ama nerden bilebilirdim ki okulun ilk gününden müdürün oğluna tekme atıcağımı!