ASİ ÇAKILTAŞI

By binnurnigiz

17.8M 661K 493K

Dışarıda devam eden bir hayat, içimde kalbi duran bir kız çocuğu vardı. Asi Merve Karakuyu, ailesi ve kendisi... More

ASİ ÇAKILTAŞI
1. BÖLÜM: KONFERANS
2. BÖLÜM: KİMSESİZ
3. BÖLÜM: İLK VAZGEÇİŞ
4. BÖLÜM: ASANSÖR
5. BÖLÜM: DART TAHTASI
6. BÖLÜM: SİYAH ÇAKILTAŞI
7. BÖLÜM: İZLERİN FISILTISI
8. BÖLÜM: KARANLIK
9. BÖLÜM: DAVET
10. BÖLÜM: YAŞIN ÇOCUK
11. BÖLÜM: APSE
12. BÖLÜM: ŞEFKAT
13. BÖLÜM: OKYANUS
14. BÖLÜM: MASUMİYET
15. BÖLÜM: KUYU
16. BÖLÜM: SİYAH KELEBEK
17. BÖLÜM: SINIRLAR
18. BÖLÜM: TATLI
19. BÖLÜM: BUZDAN KALE
20. BÖLÜM: VAVEYLA
21. BÖLÜM: ISLAK KELEBEK
22. BÖLÜM: MİSAFİR
24. BÖLÜM: AĞ
25. BÖLÜM: MAĞARA
26. BÖLÜM: KEHF
27. BÖLÜM: KİLİT
28. BÖLÜM: KUYTU
29. BÖLÜM: KELEBEKLER VADİSİ
30. BÖLÜM: AY IŞIĞI
ÖZEL BÖLÜM: 17 KASIM
31. BÖLÜM: SARHOŞ
32. BÖLÜM: ANAHTAR
33. BÖLÜM: İMTİHAN
34. BÖLÜM: ÖZ
35. BÖLÜM: KÖRDÜĞÜM
36. BÖLÜM: UÇURTMA
37. BÖLÜM: RÜYA
38. BÖLÜM: SARMAŞIK
39. BÖLÜM: ATEŞ
40. BÖLÜM: ACI
41. BÖLÜM: ÖFKE
42. BÖLÜM: SAPLANTI
43. BÖLÜM: RÜZGÂR GÜLÜ
44. BÖLÜM: ÖTENAZİ
45. BÖLÜM: ÇIKMAZ SOKAK
46. BÖLÜM: SOLUK
47. BÖLÜM: MAYIN TARLASI
48. BÖLÜM: KİBRİT ÇÖPÜ
49. BÖLÜM: CENNETTEKİ ÇOCUK PARKI
50. BÖLÜM: KÖPRÜ
51. BÖLÜM: YANARDAĞ
52. BÖLÜM: REYC
53. BÖLÜM: ZERİR
54. BÖLÜM: LUNAPARK
55. BÖLÜM: ÂYA
56. BÖLÜM: GÜNEŞ
57. BÖLÜM: MAHŞER
58. BÖLÜM: VEBAL
59. BÖLÜM: KALEM
60. BÖLÜM: YANSIMA

23. BÖLÜM: ALİ

434K 13.2K 12.7K
By binnurnigiz

🦋


Saturnus – I Long


23. BÖLÜM

ALİ


Cipin ön camından aşağıya ince sütunlar hâlinde kayan yağmur damlalarına bakarken, "O iyi olacak mı?" diye sordum, sesim sakindi. Cipi bir yol kenarına park etmişti, yağmuru izliyorduk ve ikimiz de sessizdik. Sessizliği bozan taraf ben olmuştum.

"Bizi ilgilendiren bir durum söz konusu değil," derken sesi hiç olmadığı kadar katıydı, bir an duraksadım ve ona ciddi olup olmadığını sorgulayan bir bakış attım.

"O ağlıyordu Karan."

Ondan hoşlanmıyor olabilirdim ama bir insanın ağlamasından zevk alacak kadar iğrenç bir ruha sahip olduğumu da düşünmüyordum. Karan omuz silkti, ardından silktiği omzunun üstünden bana baktı.

"Önemli olan senin ağlamaman." Kaşlarımı çattığımda, "Yapma şunu Asi," dedi düz bir sesle. "O senin ağlamandan büyük zevk duyardı."

"Ama ben onun gibi değilim."

"Biliyorum, yine de bunu fazla kafana takıyorsun. Seni öpmek istedim ve öptüm, o da buna şahit oldu. Olmasa daha iyi olabilirdi ama elimden gelen hiçbir şey yok. Yakın zamanda atlatacaktır, Funda deli doludur. Ona uygun birini bulacak ve mutlu olacak."

Ben de öyle olmasını diliyorum, ondan hoşlanmıyor olabilirdim ama mutlu olmasını da içten içe dilediğimi söylemesem yalan olurdu. Dudaklarımda Karan'ın karanlık tadı vardı, hâlâ ılıklığını koruyordu.

Gözlerimde belirgin bir huzurla, "Eve gitmem gerek," diye fısıldadım. "Pastaneye uğrayabiliriz değil mi? Billur'a kahveli dondurma sözüm var."

Karan gözlerini devirerek, "Şu kızın sana hükmetmesine izin verme," diye söylendi. "Ayrıca bu mevsimde dondurma yiyebilecek kadar mazoşist. Belki de hasta olmak ve senin onunla ilgilenmeni falan istiyordur." Kaşlarını çattı. "Rüyasında görür."

Bir an gülümseyeceğimi sandım ama dudaklarım titremekle yetindiler. Karan homurdanarak silecekleri çalıştırdı ve yağmur suyu etrafa saçılarak, camı berrak bir pürüzsüzlüğe bıraktı.

Eve geldiğimde, Billur yatağın bir köşesine tıpkı bir çocuk gibi kıvrılmış, cenin pozisyonunda uyuyordu. Altında siyah penye bir şort, üstünde vişne çürüğü renginde askılı bir tişört vardı. Dondurma kabının içinde olduğu poşeti çalışma masasının üstüne koyduktan sonra, başucu lambamı açtım ve siyah tüylü battaniye ile onu örttükten sonra ayakucuna oturdum. Dudağındaki halkayı çıkartmıştı ama kaşındaki ve burnundaki halka duruyordu, uzun kirpikleri siyah ve gürdü, muhtemelen kızıla boyadığı saçları da aslında tıpkı kirpikleri gibi simsiyahtı.

"İyi uykular," diye fısıldadım kendi kendime, derin bir iç geçirdi ama beni duymadığı, tatlı bir uykunun kollarında olduğu kesindi. Gözlerimde ben farkında olmadan beliren şefkatle onu izlerken, "Bela," diye mırıldandım. "Sen nereden çıktın şimdi benim başıma?"


🦋


Erkan ile konuşmuş, artık menajerlik yapmayacağımı söylemiştim, sorun etmemişti, hâlâ meleği olduğumu söylerken hattın diğer ucunda güldüğünü duymuştum. Ne kadar garipsemiş olsam da içten içe beni rahatlatan bu haber, günün en sıcak gelişmesiydi. Dersten sonra kafeteryaya indim, çok aç hissediyordum. Uğultulu koridorun sonunda bir kız grubu toplanmıştı, aralarından hiçbirini tanımıyordum ama derin bir mesele konuşulduğu kesindi. Yanlarından sıyrılarak geçtikten sonra hızlıca merdivenleri indim ve tam kafeteryaya giriyordum ki, kafeteryanın ortasındaki masada Billur'un oturduğunu gördüm.

Siyah bir tayt giymişti, ayağında zincirli çizmeleri vardı, üstüne boğazlı, siyah yün bir kazak giymişti. Bir ayağı, diğer bacağının diz kapağının üstündeydi ve önünde dumanı tüten bir karton bardağın içinde kahve vardı. Kızıl saçlarını yandan bol bir şekilde örmüş, koyu bir göz makyajı yapmıştı. Sandalyenin başlığına astığı siyah deri çantasının üstünde siyah deri ceketi vardı. Kafeteryadaki herkes pürdikkat Billur'a bakarken, bu Billur'un umurunda değil gibiydi.

Beni görünce yavaşça elini kaldırdı ve genişçe sırıtarak, "Bebek!" diye bağırdı, bağırmasıyla birlikte tüm gözler ondan sıyrılıp, kafeteryanın kapısına, yani bana çevrildi.

Şaşkınlığımı yüzümün derisinden sıyırmaya çalışarak, "Billur," diye fısıldadım, dudaklarım sadece onun duyabileceği bir şeffaflıkla hareketlenmişti. Billur ayağa kalkmadan hızlıca onun yanına yürüdüm ve karşısındaki sandalyeyi fayansta sürüyerek çektikten sonra oturup, "Burada ne arıyorsun?" diye sordum, sesim sakindi ama gözlerimi iri iri açmıştım.

"İş aramaya çıktım." Omuz silkti. "Annenden okulunun adresini öğrendim, sana uğrayayım dedim."

"Burası bir okul," dedim masaya biraz daha yaklaşarak. Etrafı kısaca kolaçan ettim, birçok meraklı bakış hâlâ üzerimizde dolaşıyordu.

"Ben de pavyon demedim?"

"Kafana göre buraya girip çıkamazsın Billur. Öğrenci kartın bile yok." Gerçi Karan'ın da yoktu ama o statüsü gereği midir bilinmez, istediği gibi girip çıkıyordu.

"Gevşe bebek. Kart falan soran olmadı. Okutacağım bir yerde göremedim açıkçası," dedi sırıtarak. "Ayrıca dondurmayı buldum, sen harikasın. Aslında dondurma için teşekküre gelmiştim." Kaşlarını çatarak karşı masada ona dik dik bakan kıza, "Önüne dön," dedi dişlerinin arasından. Gözlerini bana çevirdiğinde, yine aynı masum tavrı takınmıştı. "Birkaç yerle görüştüm, arayacaklarını söylediler ama aramayacaklarını biliyorum. Biri beni arayacağını söyledikten sonra telefon numaramı bile almadı, inanabiliyor musun?" Kıkırdadı. "Ben de bozuntuya vermeden çıktım ama en azından burada sapık patronlar yok gibi."

"Mutlaka biri dönüş yapacaktır, umutsuzluğa kapılma," dedim bir anda. Kantinde değişmeli olarak çalışan Yaman Abi'ye dönerek, "Yaman Abi sadece peynirli bir tost alabilir miyim? Mümkünse kepek ekmeğine olsun," diye seslendim. Yaman Abi başparmağıyla onay işareti verdikten sonra bakışlarımı Billur'a çevirdim.

Ağzında sakız vardı, kahvesinden büyük bir yudum aldı ve ona düz düz baktığımı görünce, "Ne?" dedi omuz silkerek. "Sakızlı kahve gayet güzel oluyor."

"İlginç zevklerin var."

"Kepek ekmeğine sadece peynirle tost yaptıran bir tahta bacaklı mı söylüyor bunu?" Durdum ve ona alnında iki anteni olan eski bir uydu alıcısıymış gibi baktım.

"Normal ekmek tatlı geliyor," dedim yüzümü buruşturarak. "Ayrıca şu an aç karnındayım ve karışık bir tost yersem midem allak bullak olur."

Billur kaşlarını kaldırdı. "Ah," dedi dudaklarını büküp, tuhaf bir bakış atarak. "Sağlıklı kız."

Cidden, sağlıklı diye benden mi bahsediyordu? Ben sabahın köründe aç karnına kutu kutu kahve içen kızdım, sağlık benim adımın yanından bile geçemezdi.

"Gitsen iyi olacak."

"Akşam olanları anlatmadan şuradan şuraya gitmem bebek," dedi kafasını iki yana sallayarak. "O moruk sana herhangi bir cinsel aktivite girişiminde bulunmadı değil mi? Bulunduysa alırım façasını aşağıya."

"Hayır!"

"Ee, geceniz nasıldı?" Yüzüne şeytani bir tebessüm ekledi. "Ne tarz bir filme götürdü seni? Bol bol ağlayıp, öpüşen saçma sapan çift filmi mi? Yoksa bir hödük gibi ona sığınman ve seni ellemesi için bol vakit kazanabileceği bir korku filmine mi?"

Ona boş boş baktım.

"Aksiyon."

"Uuu!" Gözlerini kocaman açıp masaya uzandı. "Adamımız dürüst ve olduğu gibi desene. Nedense hâlâ o moruğa güvenmiyorum. Yirmi beşinden büyük, otuzundan küçük olduğu her hâlinden belli, o yaştaki adamların ilişkilerinde belli bir beklentileri olur. Ben son beklenti bükücüyüm. Seni zorladığı anda onu bana gönder, senin için onun ufak kıçını severek tekmeleyeceğim."

"Karan öyle biri değil ve ben de on dokuz yaşında yetişkin genç bir kadınım," diye çıkıştım aniden. Gözlerimi Billur'dan kaçırdım. "Artık gitmen gerek, ders bittiğinde eve geleceğim. O zaman konuşuruz," dedim.

"Kızardın mı sen?"

"Billur!"

Kıkırdadı, kahvesinden büyük bir yudum daha aldıktan sonra, "Onun sana deli olduğundan emindim ama şimdi senin de ona deli olduğundan eminim. Sana bir yanlış yapmadığı sürece sana destek olacağım bebek. Pardon, on dokuz yaşındaki genç ve yetişkin kadın diyecektim," dedi ve elini masanın üstünde kaydırarak elimin üstüne koydu. Avuç içlerinden elime akan güveni hissettiğimde bir an irkildim, bedenim tanıdıklık duymadığı bu yabancı duygunun teması yüzünden afallamıştı.

"Artık gitmelisin," diye söylendim ama onun varlığından rahatsızlık duyduğumu da söyleyemezdim.

"Kaç ders kaldı? Bir, iki? Seni burada bekleyebilirim. Ben tam kadrolu bir işsizim, biliyorsun."

Elimi elinin altından kurtardıktan sonra, "Beklemene gerek yok," dedim sabit bir sesle. Düz bakışlarımı onun iri gözlerine çevirdim.

Gözlerini devirerek, "Peki, peki. Gidiyorum, Buzlar Kraliçesi. Hem Dilek Sultan'a sözüm var, birlikte pankek yapacağız," diye mırıldandı. "Annen gerçekten diğer annelerden farklı, ona bayıldım."

Bir an duraksadım, diğer Merve de duraksamıştı. Annem ve Billur ile pankek yapmak?

Kaşlarım havalanırken, "Asi, konuşabilir miyiz?" diye soran Enis tüm dikkatimi dağıttı ve Billur ile aynı anda dibimizde dikilen Enis'e çevirdik bakışlarımızı.

"Enis, şu an hiç sırası değil." Gözlerimi devirerek bakışlarımı Billur'a çevirdiğimde, Billur tek kaşını kaldırmış, ruhsuz ve agresif bakan gözlerini Enis'e dikmişti.

"Tam şu an sırası diye düşünüyorum, konuşmamız gerek," diye bastırdı Enis. Zihnimdeki kaosun temelinde bir şeylere zorunda bırakılmak vardı ve ben bundan nefret ediyordum, birinin bana emir vermesine katlanamıyordum.

"Şu an bir başkasıyla konuşuyorum Enis."

"Sadece beş dakika."

Billur'un dudaklarından bir of yükseldi, ardından gözlerini devirerek tek elini masanın üstüne koyup dirseğine yaslandı.

"Şu an benimle konuşuyor, ikilesene."

Enis'in ela bakışları benden sıyrıldı, Billur'u odağına alırken dudakları düz bir çizgi şeklinde gerilmiş, çenesi kasılmıştı. "Şu an seninle değil, onunla konuşmaya çalışıyorum. Onun yerine cevap verme," dedi tehlikeli bir sesle.

Billur kaşlarını kaldırdı. "Onun verdiği cevabı da anlamıyordun, alt yazı geçmek zorunda hissettim kendimi."

"Geçmene gerek yok, onun verdiği cevabı gayet iyi anladım. Seni ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokma kızıl."

"Ay kıyamam sana ablacığım," dedi Billur sandalyesini ileri çekip, Enis'e yaklaşırken. Enis, Billur'a şaşkın bir bakış attı, gözlerinde oluşan soru işaretlerini görebilmiştim. "İlgi göremeyince köpürüyor musun sen? Başın okşansın, sırtın sıvazlansın mı istiyorsun? Kıyamam, gel ablan sevsin seni."

"Ne diyorsun kızım sen?" Enis'in sinirden boynu kızarmıştı, kaşlarını çatarak Billur'a ters bir bakış attı, tüm kafeteryanın gözü bizim masamızdaydı. Avucumun içini alnıma bastırdım ve gözlerimi devirdim, şu an tek istediğim onlar hırlaşırken bu masayı terk etmekti.

"Hoşt," dedi Billur kaşlarını çatarak. "Kızın senin kızındır, mıknatıs tutarım senin dudağındaki halkaya."

"Çattık!" Enis gözlerini devirerek, "Asi, iki dakika gelir misin?" dedi dişlerinin arasından. "Bak kalbini kıracağım arkadaşının."

Billur elini kalbinin üstüne koyarak, "Ah, kırdın şu an," dedi yapmacık bir şekilde. Ardından yüzündeki ifadeyi sabitledi. "Hadi ablası, ikile. Gelmiyor işte kız, kıt mısın yavrum sen?"

"Sabrımı zorlama," dedi Enis, sesi gergin, bakışları soğuktu.

Masaya tutunarak sandalyemi geriye doğru ittim.

"Tostun parasını ödersin Billur," dedim. "Derse gidiyorum ben, girmezsem notları alabilecek birini bulamam, birbirinizi yiyebilirsiniz."

Açlığımın üstüne büyük bir avuç açlık daha bastırdım ve o ikisini kantinin ortasında bırakıp sınıfa döndüm. Billur'un, Enis'in hakkından geleceğini bildiğim için sorun etmemiştim. Tuhaf bir şekilde birbirlerine benziyorlardı, gerek görünüş olarak, gerek agresiflik olarak.

Not çıkardığım o ders boyunca, her bir boşlukta yansımasını gördüğüm Karan'dan sabahtan beri herhangi bir haber alamamıştım, telefonumu birçok kez kontrol etmiş, sanki mümkünmüş gibi dersliğin kapısından giren her yüz de onu aramıştım.

Annem ve Billur tuhaf bir şekilde çok iyi anlaşıyorlardı, aslında annemin Billur'u ilk gördüğünde fenalık geçireceğini bile düşünmüştüm.

Akşama doğru banyodan çıkmış, siyah, tüylü ev ayakkabılarımı giyip, saçlarımı ıslak ve bol bir şekilde örmüştüm. Defne salonda dizi izliyordu, Billur ve annemin mutfakta olduklarını bildiğimden Defne'yi trans geçerek mutfağa yöneldim. Donuk bakışlarım mutfak kapısından içeriye, Billur ve anneme kayarken, yavaşça esnedim ve sol omzumu kapının pervazına yaslayıp onları izlemeye başladım.

Billur, kızıl saçlarını siyah bir tokayla tutturmuş, dağınık bir topuz yapmıştı. Üstünde omzu düşük, siyah bir kazak, altında siyah bir tayt vardı, taytın dizleri yırtıktı. Annem onun yanında limon çiçeklerinin olduğu elbisesiyle fazla hanım hanımcık kalıyordu ama yine de eğleniyor gibi görünüyorlardı.

Annemi uzun zamandır bu kadar aydınlık bir şekilde gülümserken görmemiştim, Billur kek kabının içinde bir şey çırparken, annem de ona tarif veriyordu.

Beni fark etmeleri beş dakikalarını aldı. Billur, "Buzlar Kraliçesi geldi," dedi ve kazağın açıkta bıraktığı omzuna yanağını sürterek, "Dilek Sultan'la pankek yapmaktan vazgeçtik, limonlu kek yapıyoruz. Sanırım elbisesi yüzünden canım limonlu kek çekti," diye iç geçirdi.

"Merve kek türü şeyleri pek sevmez," dedi annem Billur'a hitaben. "Genelde tuzlu ya da sade şeyler yer, şeker ilaveli şeyleri yemiyor."

Billur yüzünü buruşturarak, "Ben de tatlı şeylerden pek hoşlanmam ama limonlu kek iyidir Asi," dedi. "Hadi ama bebek, bugün bir istisna yapabilirsin değil mi?"

Onlara baktım, güzeldiler. Zihnimde çalan çarklar durulmuştu, şu an görebildiğim tek şey onlardı, gülümsememek için kendimi zor tuttum. Başımı sağ omzuma yatırırken sol omzumla tamamen kapı pervazına abandım ve "Bir dilim limonlu keke varım," diye fısıldadım.

Annemin yüzünde aydınlık, derimi yakacak kadar parlak bir ışığın saçıldığı, geniş bir tebessüm oluştu.

Billur da göz kırpıp, "Budur!" dedi ve çırpma işlemine kaldığı yerden devam etti.

Onları kırmamak için yediğim limonlu kekin tatlısını gidermek için yanında acı bir kahve içmiştim. Karan'dan hâlâ haber yoktu, endişelenmeye başlamıştım. En azından bir mesaj atabilirdi, ama bunu yapmıyordu. Onun bir üniversite öğrencisi değil, bir iş adamı olduğunu hatırlattım kendime, durmadan bana vakit ayıramazdı. Üstelik adı konmamış ilişkimizin boyutu hakkında hiçbir fikrim yoktu, iki kez öpüşmüştük, sinemaya gitmiştik, başka? Bir ilişki için bu ikisi yeterli miydi? Dizlerimi karnıma doğru çektikten sonra kendimi yatağa devirdim. Billur valizini karıştırırken parkenin üstünde bağdaş kurarak oturmuştu.

Bana bakmadan, "Seni aramadı mı?" diye sordu, gözlerimi onun sırtına dikerek yavaşça yutkundum. Diğer Merve kırgın gözlerle etrafa bakıyordu, tek isteği telefonun çalması ve Karan'ın onu -bizi- dışarı davet etmesiydi.

"Yoğun bir adam," diye mırıldandım. "Hem seninle bunu konuşmayacağım. Bugün Enis'le ne oldu? Onun hakkından gelebildiğini umuyorum."

Billur bana omzunun üstünden bir bardak dolusu şekerli su içmek zorunda bırakılmış gibi baktı.

"O ufaklık gerçekten sinir bozucuydu Asi. Sana ilgisi var, değil mi? Kesinlikle bizim moruk ondan katbekat daha iyi. Seninle kafayı bozan erkekler... Biraz tuhaflar."

"Kimsenin benimle kafayı bozduğu yok."

Gözlerimi yumduğum anda siyah perdede yüzü beliren adamı özlediğimi hissettim. Küçük bir kız çocuğu gibi davranmamalıydım, bu tarz şeylerin bana yakışmadığını biliyordum, yine de onu görmek istiyordum.

"Onun aramasını bekleme, sen ara. Ne çok talepkâr ol ne de ben nazlı bir kızım tavrını takın. Kendin ol, gerektiğinde yaklaş, gerektiğinde kaç. Kuralına göre oysana kızım. Hadi, ara şu herifi." Arkaya doğru ona ait bir kazağı tam suratıma hedef alarak attı. "Ara onu!" diye bağırdı.

"Onu aramam için hiçbir sebep yok!"

"Ona deli olman dışında mı?"

"Billur!" diye bağırarak bana attığı kazağı ona attım, Billur'un kaşları onaylamaz bir ifadeyle yukarı kavislendi. "Belki de senin aramanı istiyordur, bunu akıl edemiyorsan aldığın yüksek notların gözümde hiçbir değeri kalmaz, cidden. Yeni nesil aşk romanları senin gibi salakları bilinçlendirmek için, biliyorsun değil mi?"

"Sensin salak."

Telefonum aniden çalmaya başladı.

Kalbim göğsümün içinde tıpkı bir sabun gibi kaydığında, Billur'la göz göze geldik.

"Dayanamadı hasretine," dedi genişçe sırıtarak. Komodinin üzerinde duran telefona uzanırken elim ayağım birbirine dolanmıştı. Arayan numarayı tanımıyordum, bir an omuzlarım düştü. Billur valiziyle uğraştığı için bunu görememişti.

Memnuniyetsiz bir şekilde, "Efendim?" diyerek açtım telefonu. Alo demek bana hep komik ve garip geliyordu.

"Kız? Sen misin?" Tanıdık sese kulak kesilirken yatağın üzerine bağdaş kurarak oturdum.

"Siz kimsiniz?"

"Benim kız Bedro. Ay Allah cezanı vermesin, benim gibi bir mega starın sesini nasıl tanımazsın? Benim ses tellerim Bülent Ersoy'un ses tellerinden sonra ikinci mucize ayol."

Yüzümde, az önce limon yaladım, ifadesi oluşurken, Billur omzunun üstünden bana baktı ve ifademi görünce kaşlarını çatarak, ne oldu, dercesine başını salladı.

Ona işaret parmağımla beklemesini işaret ettikten sonra, "Sen benim numaramı nereden buldun?" diye sordum. Bedro'nun, yani Bedirhan'ın beni aramak için ne gibi bir sebebi olabilirdi ki? Hem cidden numaramı nereden bulmuştu bu herif?

"Kilimciden. Ay yemin ediyorum kıt bu kız." Arkadan bir şeyin yarattığı rüzgârın uğultusu geldi. Sanırım şu an tüylü bir yelpazeyle yüzünü serinletiyordu. "Kızım, ben her müşterimin numarasından CV'sine kadar bilirim. Karan Bey'den aldım numaranı, seni aramamı söyledi."

"Kendisi aramıyor, başkalarına aratıyor," diye homurdandı diğer Merve, başımı sallayarak onu onayladım.

"Kız, orada mısın küçük memeli?"

"Buradayım," dedim dişlerimin arasından. "Neden aramanı söyledi Karan Bey?"

Karan Bey'i vurgulayarak söylemiştim, Billur'un tuhaf bir ses çıkararak güldüğünü görünce ona düşmanca bir, önüne dön, bakışı attım.

"Bundan sonra senin tüm kişisel bakımların bende kız," dedi Bedirhan. Kendini beğenmişin tekiydi. "Saçın, başın, bakımın her şeyin bana aitmiş. Kız herif senin saçına başkalarının dokunmasına bile izin vermiyor, ne şanslısın mendebur."

"Ne?"

"Kız salak tahta bacaklı, diyorum ki, adam senin saçının telini paylaşamıyor. Allah iyiliğini vermesin, ne yaptın kız sen bu herife? Bana bak, yarın bana geliyorsun. Bekliyorum bak, cilt bakımın var iki haftada bir. Ayrıca o çalı süpürgesi saçlarını da her ay bir parmak keseceğim, haberin olsun."

"Gelemem ben yarın falan," dedim düz bir sesle. Ayrıca ne demek benim tüm bakımımı bu adama devrediyordu? Ben onun malı mıydım, bana çok bakımsızsın falan mı demek istiyordu?

"Ay ben çok meraklıyım senin mahkeme duvarı suratını görmeye bak, ay bak bana geliyorlar yine soldan soldan! Kız Buket tansiyon ölçerimi getir, üçüncü çekmecede, kız kör müsün sen?! Allah iyiliğinizi vermesin." Duraksadı ve derin bir nefes aldı. "Kız, bana bak mendebur, yarın geliyorsun bana. Benden sonra da seni Karan Bey'in şoförü alacakmış, onun evine götürülecekmişsin. Kız, evlenmeden elletme sakın bak, zoru oyna, köprüyü geçene kadar ayıyı dayı yapacaksın. Ah ah, öyle ayıya can kurban gerçi. Evlen, her şeyi üstüne geçirt, sonra ellet." Tüm bunları şaka adı altında söylemiş olsa da cinsiyetçi şakalarına gıcık olduğum için telefonu yüzüne kapattım.

Gözlerimi tavana kaydırarak, "Emredersin," diye homurdandım. "Ayağına çağırıyor bir de, zorba, hükmedici, yaşlı ergen."

Telefon aniden titredi.


Gönderen: 05xx xxx xx xx

Ay suratıma telefon kapattı! Hadsiz karı! Senin o saçlarını cımbızla tek tek yolarım. Yarın çok geç kalma. Bana bak ketum karı, düzgün giyin. Bu arada beni Bedro Özoğlu diye kaydetmezsen ölürsün. Ya da efendi hazretleri diye de kaydedebilirsin. (23:48)


Bedirhan'ın numarasını telefona kaydederken ateş eden gözlerle telefon ekranına bakıyordum.

"Sorun ne?" diye sordu Billur.

Yatağa devrilip gözlerimi tavana diktim. "Kuaför," diye homurdandım. "Bayağı değişik bir kuaför. Yarın onda olmam gerekiyormuş."

"Yarın kuaföre mi gidiyorsun?"

"Güzellik salonu."

"Ben de geleyim," dedi. Göz ucuyla ona baktım, bana saçlarının uçlarını göstererek, "Kırıklarım var, ayrıca dip boyam gelirse kırmızı siyah Yozgat Spor gibi dolanırım ortalarda," dedi, yüzü limon suyu içmiş gibi buruşmuştu.

"Sen bilirsin," dedim sakince. Yatağın diğer ucuna doğru yuvarlanıp battaniyeyi bacaklarımın üzerine çektim. "İyi geceler," diye fısıldadım. Yarın Bedirhan onu delirtecekti, en azından gecesi iyi geçse iyi olurdu. Belki de Billur, Bedirhan'ı delirtirdi. Tam emin olamıyordum.

Telefonu elime alıp yatakta küçücük kaldım. Mesaj bölümüne girip dişlerimi sıkarak hızlıca bir mesaj yazdım.

Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Senin tehditkâr biri olduğunu, bir zorba olduğunu, emirler verip durduğunu söylemekten sıkılmayacağım. Yine de Bedirhan'a aratmak yerine kendin arayıp haber verebilirdin. Bedirhan'ı arayabiliyorsan beni de arayabilirsin. Bu hiç hoşuma gitmedi. (00:08)

Gönderen: Karan Çakıl

Seni özledim velet. Er ya da geç bu mesajı atacağını biliyordum. İyi geceler. (00:10)

Telefonu sol göğsümün üstüne bastırıp iyice yatağa gömüldüm ve pencerenin dışından içeri sızan turuncu sokak lambasının çizdiği şeritleri izlemeye başladım. Uyku bir kavanozun içinde tıkılı kalmıştı ve benim o kavanozu açabilecek kadar güçlü bileklerim yoktu. Billur haklıydı, Karan ilk adımı benden beklemişti.

Uykunun kıyılarıma vurmasını beklerken düşündüğüm tek şey oydu.

Ertesi gün benim için her şey daha zordu. Tüm gün vizeler için not toplamıştım. Damla'nın sinir bozucu bakışlarına maruz kalmış, Enis'ten kaçmış ve hiçbir şey yememiştim. Ayrıca tam iki koca gündür onu göremiyor, göremedikçe daha da geriliyordum.

Karan Çakıl, hayatımda ekmek ve su kadar gerekli bir ihtiyaca dönüşmüştü.

Kampüsten çıkarken, Billur'u ilerideki binanın duvarına yaslanmış, bir bacağını kırıp duvara dayamış, tüm ağırlığını diğer bacağına vermiş bir şekilde sigara içerken bulmuştum. Ne kadar güvenmem gerekiyordu bilmiyordum ama kıyafet seçimini ona bırakmıştım ve şu an omzuna asılı duran spor çantada tamamen onun seçtiği parçalar vardı. Beni fark edince sigarayı tuttuğu elini kaldırdı.

"Bebek!"

Hızlıca onun yanına doğru yürürken, Enis ve turuncu kafalı, çilli, adını bir türlü hatırlayamadığım arkadaşı da kampüsün içinden çıktılar. Enis'in bakışları bize trans dönünce, Billur'un dirseğini yakalayıp yavaşça çekiştirdim. Billur bir an düşecek gibi olsa da toparlandı.

"Kızım dur," diye homurdandı. "Yeri öptüreceksin bana."

"At şu sigarayı elinden," diye söylendim, sigaranın yakıcı kokusu yüzünden yüzümü buruşturmuştum. "Hadi gidelim."

"Biraz daha ayrı kalmaya tahammülün yok, anlıyorum," dedi Billur kıkırdayarak.

Omzuna sert bir şekilde vurup, "Aptal aptal yorumlar yapma da yürü," diye söylendim.

Billur, Enis'in bize doğru baktığını fark edince, "N'aber ablasının güzeli?" diye bağırıp, Enis'e doğru el sallayınca, Enis kaşlarını çatarak, "İşine bak!" diye bağırdı.

"Boyun 1.80'se, 1.79'un atar be ablasının güzeli," dedi Billur genişçe sırıtarak. Elini omzuma atıp beni kendine çekti. "Hadi gidelim bebek."

Birinin bana sarılması, bana yakın davranması kabul edebileceğim bir şey değildi; insanlar yalnız doğar, yalnız yaşar ve yalnız ölür politikasına uyuyordum ama son zamanlarda politikamı alaşağı eden iki isim vardı hayatımda.

Karan ve Billur.

İstemeyerek de olsa Bedirhan'ın güzellik salonunun önüne geldiğimizde Billur ikinci sigarasının izmariti yere attı ve kalın tabanlı botlarıyla sigaranın üzerine basıp sigarayı söndürdü. Kafasını kaldırıp çatık kaşlarla binaya baktı, yüzünde garip bir ifade belirirken, "Yavru, burası sence de biraz fazla lüks değil mi?" diye sordu. Haklıydı. Bir üniversite öğrencisinin elini kolunu sallayarak girebileceği bir yer değildi, sosyetenin tercih edeceği türden bir yerdi ama elimiz mahkûmdu işte.

"Biraz mı?"

Gülerek bana baktı. "Tamam, köküne kadar lüks anasını satayım," dedi dürüstçe.

İçeri girip asansöre bindik. Asansörün aynasına yaklaşıp saçma sapan yüz ifadelerine bürünen Billur'u izlerken kollarımı göğsüme toplamış, sırtımı metal duvara yaslamıştım. Asansörün kapıları kayarak açıldığında Billur çatık kaşlarla önümüze sunulan süslü lobiye baktı. Kaşlarını kaldırıp küçük bir ıslık çaldığında lobide yürümeye başlamıştık.

"Vay anasını be," dedi dudaklarını öne uzatarak. "Adamlar yapıyor."

Lobide ağır bir kadın parfümü kokusu alıyordum. Hatta bir değil, birçok kadın parfümü kokusu birbirine karışmıştı. Birbirine karışan bu parfümlerin çok pahalı markalara ait olduğunu ciğerimi yakan yoğun aromalarından anlayabilmiştim. Babamın mesleğinden dolayı kıyafetlerin ve kozmetik ürünlerinin dilinden anlıyordum, onu hatırlamak boğazıma bir yumru gibi oturdu.

Adının Buket olduğunu bildiğim kız bize doğru yürürken, yüzünde geniş bir tebessüm belirmişti. Üstünde şifon bir elbise vardı, lacivertti ve açıkçası pek beğenmemiştim. Ayrıca maşalı saçları pek de doğal durmuyordu. "Hoş geldiniz," dedi Buket narin bir sesle. Billur ona şüpheli bakışlar atarken, "Bedirhan Abi... Şey yani... Bedro da sizi bekliyordu," dedi, gülümsemesi yavaşça silindi.

"Ay Allah iyiliğinizi vermeye!" diye bağırdı kibar erkek sesi. Billur'la hayretler içinde sesin geldiği yöne baktığımızda lobinin girişinde Bedirhan'ı gördük. Boynunda tüylü bir şey vardı, assolist sanatçılara benziyordu.

Billur burnunun kemerini sıkarak, "Bu ne lan?" diye fısıldadı kulağıma doğru.

"İnsan," derken yüzüm ifadesizdi. "Sanırım."

"Şüphelerim var."

"Benim de."

"Kaç kez söyledim size!" diye bağırdı Bedirhan fıstık yeşili tüylü şeyi savurarak, yeşil birkaç tüy beyaz ve temiz fayansa döküldü. "Işığın açısı önemli diyorum, ilhamımı kapatıyor, isteğimi köreltiyor! Allah iyiliğinizi vermesin sizin, bir sanatçıyı öldürüyorsunuz. Gecekondudan villalar yaratan bir güzellik tanrısının çakralarını kapatıyorsunuz. Buket! Tansiyon aletimi getir kız çarpık bacaklı!"

"Tamam Bedirhan Abi... Bedro." Kız telaşla bize doğru döndü. "Şey, bu yine delirdi. Sizi şöyle içeri alayım, hemen geleceğim."

Billur ile dehşet dolu gözlerle Bedirhan'ın lobiyi birbirine katışını izlerken yaptığımız tek şey başımızı sallayarak kızın bizi yönlendirdiği geniş salona geçmek oldu. Burası geçen sefer makyajımın yapıldığı yerdi, bej renginde deri koltuklar, taşlı aynalar, fazla süslü bir dekorasyona sahipti. Tam olarak Bedirhan'a uyuyordu.

Billur ile yan yana duran koltuklara oturduk, gözlerim kısaca aynadaki görüntüme takılı kaldı. Billur hâlâ gördüklerinin etkisindeydi, bunu bariz bir şekilde görebilmiştim.

"O şey buraya gelmez değil mi?" diye sordu Billur kollarını birbirine bastırıp, üşüyor gibi yaparak. Bedirhan onu korkutmuş gibiydi.

"Üzgünüm ama gelecek."

Tek kaşını kaldırdı.

"Senin Karanlık Kart Prens ne biçim insanlarla takılıyor? Deliydi o herif."

Özlem ikinci kez dalgasını harabeme çarparken çatısı çökmüş harabemin duvarları acıyla çatladı, kavlamış duvar boyası döküldü ve tuğlalardan sızan nemi kalbimin damarlarında hissettim.

"Bayağı ilginç insanlarla," diye söylendim.

"Ben o şeyin bir insan olduğundan da şüpheliyim Asi. Sadece tüy gördüm çünkü."

"Bunu duyarsa canına okur, ondan her şeyi beklerim," dedim gözlerimi devirerek. "Bulaşılmaması gerekenler kategorisinde birinci sırada, onunla uğraşılmaz."

"Hah, o daha beni tanımamış!"

Yaklaşık on dakika sonunda Bedirhan ve Buket itişip kakışarak -ya da Bedirhan kızı itip kakarak- içeri girdiler.

Bedirhan şarap kırmızısı rengindeki tişörtünü düzeltip omuzlarını silkeledikten sonra, "Kız, memesiz," dedi yavaşça sırıtarak. "Hoş geldin, çok lazımdın."

"Ah, ben de seni çok özledim," dedim yapmacık bir şekilde. "Şu işi çabucak bitirelim, hiç havamda değilim."

Bedirhan gözlerini devirdikten sonra bakışları kısaca Billur'a takıldı ve gözlerini dehşete düşmüş gibi kocaman açıp yüzünü buruşturdu. Billur da tek kaşı havada Bedirhan'ı incelerken bacak bacak üstüne atmıştı.

"Kız, o ne çirkin bir saç rengidir, kafası tutuşmuş papağan gibi görünüyorsun şu an," dedi Bedirhan kollarını göğsünün üstünde kavuşturarak.

"Bunu bana boynuna Muazzez Abacı tüyü takan bir tuhaf canlı türü örneği mi söylüyor?" diye sordu Billur, sesinde mizahtan eser yoktu, ciddiyeti beni şaşırtmıştı.

"Ay bir de hazırcevap, Ağaçkakan'ın Türkiye şubesi seni," dedi Bedirhan gözlerini kısarak. "O saçlarını usturaya vururum senin, dazlak kafayla dolaşırsın iki sene. Ay Buket, ilgilen bu cehennem süpürgesi saçlı mendeburla. Kız, memesiz. Kalk hadi, yüz bakımını yapacağım."

Billur bana dönüp, "Buna güvenip yüz bakımı yaptıracağını söyleme. Krem diye kezzap sürer bu senin yüzüne," diye fısıldadı, gözlerinde saf dehşet vardı.

Bilmem kaçıncı kez gözlerimi devirdikten sonra, "O zaman saçlarını ona emanet etmeyeceğin için şanslısın, kız daha uysal görünüyor," diye fısıldadım ve yavaşça ayağa kalktım. "Ne kadar hızlı olursak, o kadar çabuk biter bu işkence."

"Ay asıl işkence sensin, Allah bana, yüce Bedro Özoğlu'na peygamber sabrı versin," dedi Bedirhan gözlerini devirerek. "Ay ne buldu bu kör olmayasıca, yakışıklı, seksi, gizemli, paralı, olgun herif sende acaba. Memen olsa gam yemeyeceğim. Ay bir dakika... Allah asıl Karan Bey'e Peygamber sabrı versin. Hatta sana da versin. Ayol ikinize de versin. Çaki ve Gelini. Iğğğ."

"Biraz daha konuşursan," dedim en tehditkâr sesimle. "Seni o boynundaki şeyle boğarım. Morarıp, gözlerin yuvalarından çıkana kadar. Tamam mı?"

Bedirhan'ın gözlerinde korkunun gölgeleri büyüdü, dudakları düz bir çizgi şeklinde gerildi ve bir adım geri gidip, "Ay ne geriliyorsun, hem ne tehdit ediyorsun sen beni?" diye söylendi. "Hiç de bir şey yapamazsın, sırık bacaklı. Aslında... Senden umarım. Kız sen yaparsın." Gözlerini kaçırdı. "Sussam mı ben şimdi bilemedim, ay ne korkacağım ben senden. Ateş olsan memen kadar yer yakarsın."

Bedirhan yüz bakımımı yaptıktan hemen sonra saçlarımı yıkamıştı, saçlarımı yıkarken çekiştirip yolması dışında hiçbir şey söylememiş, canımı sıkacak bir şeyler yapmamıştı. Billur'un yanına döndüğümde, saçlarının uçlarını kestirmiş, fön çektirmiş, bacak bacak üstüne atmış beni bekliyordu. Bedirhan hızlıca saçlarımı kuruladıktan sonra nemlendirici spreyi sıktı ve büyük, kalın dişli fırça tarağı saçlarımın arasına daldırdı.

Aynadaki görüntümüzü izlerken, Bedirhan saçlarımı tarıyor, arada bir tarakla kafama yavaşça vurup, "Gudubet," diye söyleniyordu.

Telefonum titreyince kalbim panikle büküldü ve Bedirhan'a çaktırmadan sırt çantamın ön gözündeki telefonumu çıkarıp, diz hizama indirip, ekran kilidini açtım.


Gönderen: Karan Çakıl

Şoför şu an seni aşağıda bekliyor. Hazır olduğunda seni alacak. (17:59)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Emredersiniz Çakıl Bey. (18:00)


"Kız kıpır kıpır bir durmadın ha. Çakacağım şimdi tarağın sapıyla kafana!"

Gözlerimi yavaşça aynaya doğru çevirdim, ateşini etrafına yayan ruhsuz gözlerle ona baktığımda sertçe yutkunduğunu gördüm. "Bakma bana öyle Exorcism gibi. Ay vallahi böyle kafayı 360 derece döndüreceksin diye çok korkuyorum ben şu an," dedi, sesinde endişe ve korku vardı.


Gönderen: Karan Çakıl

Bu bir emir değil Karakuyu. (18:04)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Eğer bu bir emir değilse, emirleriniz nasıldır çok merak ediyorum Çakıl. (18:05)


Gönderen: Karan Çakıl

Emir verdiğim konuları öğrenmen için büyümen gerekiyor, velet. Şimdi uslu bir kız ol ve işin bittiğinde senin için yolladığım araca binip bana gel. Seni bekliyorum. Sabırsızca. (18:07)


Yanaklarıma oturan kanın cildimin içinde fokur fokur kaynadığını hissettim. Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp yavaşça ısırdım. Bedirhan zaten düz olan saçlarımın uçlarını almış, ardından düz bir fön çekmişti. Saçlarım şu an daha sağlıklı görünüyordu. Billur'un çantada getirdiği kıyafetleri giymek için kabinlere yöneldim, Billur da benimle gelmişti ve kabinlerin önündeki büyük, sandık şeklindeki kadife koltuklardan birine oturmuştu. Bana uyacak bir şeyler getirmiş olmasını umut ederek fermuarı açtım ve tüm parçaların siyah olduğunu görünce rahat bir nefesi dudaklarımdan dışarı bırakıp omuzlarımı düşürdüm.

"Çok şükür," diye fısıldadım. "En azından ortak bir noktamız var."

Siyah, boğazlı, uzun kollu, dar, beli açıkta bırakan penye bir kazak, siyah dar paça bir kot, siyah traktör topuk bir bot, botun derisinden siyah, zincirli bir çanta. Hızlıca üstüme geçirdikten sonra aynadaki görüntümü gözden geçirdim, siyah bir göz makyajı yapmıştım, dudaklarımı boş bırakmayı tercih etmiştim. Belim ve karnım açıktaydı ama çok değildi, abartılı değil aksine güzel görünüyordu. Traktör topuklar yürümesi en kolay topuklu ayakkabılardı sanırım, onları sevmiştim.

Duvarları kadife, boğucu bir şekilde kadın parfümü kokan kabinen çıktıktan sonra Billur sert bir ıslık çalarak, "Bebek, bu kez üstüne atlayacak," dedi başını iki yana sallayarak, gözleri iri iri açılmıştı. "Harika görünüyorsun."

"Güzel seçim," diye mırıldandım. "Bana hitap eden şeyler getirmişsin."

Hemen yan tarafımızda bir alkış sesi yükseldi.

"Kız gagalak bacaklı, ne güzel olmuşsun. Vallahi herifin salyası paçasına akacak, tabii senin üstüne de akabilir, bilemiyorum..." Elini ağzıyla kapatarak tuhaf bir ses çıkararak kıkırdadı. "Kız boyundan uzun bacağın var, anan direkt olarak bacak doğurmuş."

"Çok komik," dedi Billur başını kaldırıp yapmacık bir şekilde gülümseyerek.

"Sen sus kız Cehennem Süpürgesi. Tipe bak."

"Aynen canım. Konuş sen, dinliyoruz biz," dedi Billur. Bakışlarını bana çevirdi. "Ayrıca bu Bayır Gülü haklı yavru. Salyalarını üstüne akıtmasına asla izin verme."

"Bayır Gülü?" Bedirhan omzunu iki kere sektirerek güldü. "Kız hakaretin güzelliğine bak, ağzında yumurta çırparım senin, tipsiz."

Billur gözlerini devirdi. "Hasbinallah."

"Ay imanlı kedi kesen."

"Bu gidişle seni keseceğim ben."

"Ay kız deme öyle bak, siz iki arkadaş ağır psikopat gibi duruyorsunuz, uykularımdan edersiniz beni bak. Yaparsınız siz. Katil ruhlu küçük karılar. Ay tansiyon aletim, ay Buket, ay polis!"


🦋


Güzellik salonunun önünde duran siyah Mercedes Benz ilgimi çekmeyi başarmıştı, içinde duran kırklı yaşlarının sonunda olduğunu düşündüğüm adam kapısını açarak araçtan dışarı çıktı. Jilet gibi giydiği siyah takım elbisenin içinde bir şoförden çok, bir iş adamına benziyordu. Beni fark edip yavaşça selamladığında, Billur kolumu tutarak beni aniden kendine doğru çekti. Yüzümü buruştursam da ona karşı koymadım.

"Zenginliğin gözü kör olsun," diye söylendi. "Bana bak, dikkat et kendine."

"Beni yemeyecek."

"Aksine bu gece seni yiyeceğini düşünüyorum ben, güzellik. Fıstık gibi görünüyorsun."

Gözlerimi devirdim. Acaba evde tek mi olacaktık? Dedesi de olacak mıydı? Çalışanlar vardı, bu kadar gerilmemeliydim.

"Küçük Hanım?" dedi şoför bize doğru yürürken. "Merhaba efendim. Ben Yaşar Bey'in şoförü Turgut. Karan Bey'in isteği üzerine size eşlik edeceğim."

Adamla istemeyerek de olsa tokalaştıktan sonra, "Merhaba," diye mırıldandım, ardından gözlerim cilalanmış gibi parlayan arabaya takıldı. Cillop gibiydi.

"Merhaba," dedi Billur bir anda araya girerek. "Babalık, bu kız sana emanet." Omzuma vurup beni adama doğru itti. "Onun başına bir şey gelirse senden bilirim. Peşini bırakmam, kâbusun olurum, bilesin." Bakışlarını bana çevirdi. "Ben Dilek Sultan'ı hallederim, yine de telefonunu açık tut ve çok geç kalma. Ha, geç kalacak olursan haber ver, sana kapıyı açarım, anahtar sesine uyanmasınlar. Ya da açmam, kapının önünde zıbar soğuktan. Hadi ben kaçtım."

Hızlıca başımı sallarken, "Tamam," diye onayladım onu, çok hızlı konuşmuştu ve ilk kez gözüme çok sempatik görünmüştü. Billur eğilip yanağıma küçük bir buse kondurdu, kan akışım tersine döndü, irkilerek geri çekildim ve ona gözlerimi kırpıştırarak baktım.

"Kaç kez söylemem gerekecek," dedi göz kırparken. "Ben en azından şimdilik bir eşcinsel değilim, sadece buzları eritmeye çalışıyorum. Git ve eğlen, pişman olacağın bir şey yapma. Bir sorun olursa beni ara veya WhatsApp'tan konum at. Tüm suç aletlerimi toplayıp o koca adamın evini basarım ve onu anasından doğduğuna pişman ederim."

"Yapacağına hiç şüphem yok." Bakışlarımı Tahsin Bey'e çevirdim. "Teşekkürler Turgut Bey. Ben Merve," dedim kibar tutmaya çalıştığım ölçülü sesimle. "Tanıştığımıza memnun oldum."

"Şanslısın moruk," dedi Billur yüzünü buruşturarak. "Yüzüme bir kez olsun tanıştığımız için memnun olduğunu söylemedi."

Turgut Bey hafifçe tebessüm etti.

"Memnun oldum efendim. Gidelim mi Merve Hanım?"

"Ah, tabii." Billur'a çevirdiğim gözlerim endişeyle kısıldı. "Tek başına evin yolunu bulabilecek misin?" diye sordum.

Alay eder gibi bir ifade takındıktan sonra, "Tek başıma iş aramaya çıktım, okulunu buldum, Fethiye'nin kitabını bile yazabilirim şu an. Sen beni takma kafana, bir şey olursa beni ara," dedi ve beni arabaya doğru itti. "Hadi, bekletme moruğu."

Turgut Bey Mercedes'in kapısını açtıktan sonra arka yolcu koltuğuna yerleştim. Turgut Bey de hızlıca sürücü koltuğuna geçti ve hiç hız kaybetmeden arabayı çalıştırdı. Her ne kadar aklım Billur'da kalmış dahi olsa onu göreceğim için mayhoş bir heyecan tüm bedenimi ısıttı.

Siyah kelebekler uzun, ihtişamlı kanatlarını çırpmaya başladı ve lacivert ile siyah arasına kalan gökyüzünü izlemek için başımı cama yasladım. Yol altımda kayıp giderken düşündüğüm tek şey bir çift kuzguni siyahı göz ve gecenin karanlığını kıvrımlarına hapseden hacimli kirpiklerdi.

"Baksanıza," diye mırıldandım bir anda. Turgut Bey'in bakışları dikiz aynasından arkaya doğru kaydı, başımı camdan çekmeden, "Yaşar Amca'nın ne zaman Kayseri'ye döneceği konusunda bir bilginiz var mı acaba?" diye sordum, bu sorunun bana sunacağı cevap beni korkutuyordu.

Turgut Bey hafifçe öksürdü.

"Küçük Hanım, bu konu hakkında pek bilgi sahibi değilim ama yakın zamanda döneceğini düşünüyorum. Sık sık telefonlar alıyor, Kayseri'de Yaşar Bey'e ihtiyaç var gibi görünüyor. Fethiye'ye geldiği zamanlar kendilerinin özel şoförlüğünü ben yapıyorum ama Kayseri'ye Yaşar Bey ile dönmüyorum. Burada, torunu Karan Bey'in yanında çalışan bir şoförüm. O yüzden Kayseri hakkında pek bir bilgi sahibi olduğum söylenemez."

"Anladım."

"Şey, neden sormuştunuz?"

"Hiç," dedim yavaşça omuz silkerek. "Küçük bir merak diyelim. Bu arada Yaşar Bey de evde olacak mı?"

"Hayır," dedi Turgut Bey nazik bir ses tonu kullanarak. Gerçekten nahif bir ruhu olduğunu düşünmüştüm, direksiyonu tutuşu bile asildi, onu biraz olsun sevmiş olabilirdim. "Karan Bey tüm çalışanlarına izin verdi, Yaşar Bey bir toplantı için şu an İzmir'de."

"Tüm. Çalışanlarına. İzin. Verdi. Derken?"

Diğer Merve surların arkasına kaçmaya hazırlanırken dehşet içindeydi, kocaman bir evde baş başa kalmak mı? Buna hazır değildik, üstelik bu denli yakınlaşmışken... Nefesimin daraldığını hissettim, kötü bir düşünceye ev sahipliği yapmak istemesem de, Billur ve Bedirhan'ın ahlaksız imaları kafamın içinde, benim hastalıklı zihnimde küçük bir tünel kazmaya başlamıştı bile.

"Ah, evet. Karan Bey size sanılandan daha çok daha fazla değer veriyor Merve Hanım."

Sanılandan çok daha fazla değer... Gözlerimi altımızda akıp giden yola çevirdim, sokak lambalarının cılız turuncu ışıkları arabanın içine ince sütunlar hâlinde sızıyor, bedenimi karanlıktan aydınlığa çekiyor, aydınlıktan tekrar karanlığa itiyordu. Evin önüne geldiğimizde Turgut Bey kapımı açtı.

Siyah geceyle temas edip iliklerime kadar soğuğu ceplerime doldururken, Turgut Bey'e, "Teşekkürler," diye fısıldamakla yetindim.

Kollarımı ovuşturarak geniş bahçeye kısaca göz gezdirdim, her şey daha önceki gibiydi. Havuzun etrafındaki çiçekler, heykeller, bahçedeki ağaçlar... Havuzun mavi ışıklandırmasının yanından geçerken Turgut Bey bana eşlik etti. Adımlarımın emin düşmesi için topuklarımı sıkarak attığım adımlar bahçenin mermer yüzeyinde tıkırdıyordu.

Turgut Bey havuzun önündeki camdan kapıyı kaydırarak açtıktan sonra, "Bu taraftan," dedi sakince gülümseyerek. "Yolun geri kalanını kendiniz kat edebilirsiniz diye düşünüyorum küçük hanım. Benim görevim bu noktada bitiyor. Karan Bey içeride sizi bekliyor olacak. İyi akşamlar diliyorum."

"İyi akşamlar. Teşekkür ederim."

"Rica ederim efendim."

İçerisi kasvetli görünüyordu, ışıktan mahrum kalmış gibiydi. Tahsin Bey havuz istikametine doğru yürürken bir süre aralıklı cam kapıdan içeriye baktım, sonrasında cesaretime bir balona üflüyormuş gibi üfleyip onu şişirerek büyüttüm ve içeri doğru kararlı bir adım attım. Bir ayağım dışarıda, bir ayağım içeride derin bir nefes aldıktan sonra bedenimi tamamen Karan'ın inine soktum.

Karanlık holde sarsak adımlar atarak yürürken, cesaret zarımın en hassas kıvrımına iğne batırılmıştı ve özenle şişirdiğim cesaretim bir anda sönmüştü. Bir an arkama bakmadan kaçmak istediğimi düşündüm, sonrasında onu gerçekten özlediğimi hatırladım ve diğer Merve sırtımı sıvazlarken, onun bu gereksiz yakınlığını sessizlikle karşıladım.

Holün sonunda bir koridor vardı, bu koridorun sonunun salona çıktığını biliyordum, adımlarımı güçlendirerek loş ışığın özüne doğru yürüdüm ve dar koridora girdim.

Koridor nilüfer çiçeği gibi kokuyordu, duvarlarda pahalı tablolar vardı. Salona girdiğimde, salon bomboş ve ışıksızdı. Etrafı aydınlatan tek ayrıntı henüz yeni yanmaya başladığı her hâlinden belli olan şömine ateşiydi. Kızıl, turuncu alevler geniş salonun duvarlarını aydınlatıyor, eşyaların gölgelerinin devleşmesine neden oluyordu.

İlk fark ettiğim değişen kanepeler oldu, çok daha geniş duran siyah kanepeler şömineden iki üç metre uzağa yerleştirilmiş, hoş bir görüntüyü gözler önüne sermişti. Evin içi sıcaktı, sokağın aksine... Gözlerim kısaca salonun etrafında turladı. Karan'ın varlığını aradım. Görünürlerde olmasa bile şu an onunla aynı evin içinde nefes alıyorduk.

Yeni yanmış ateşin önünde durdum. Şömine siyah taştandı, siyah taş tezgâhın üstünde Karan'a ait olduğuna emin olduğum ödüller, teşekkürler, madalyalar vardı. Üç kalın ciltli kitap, Nutuk ve en üst rafta, tüm kitapların üstünde bir Kur'an-ı Kerim... Bilinçsizce dudağım yukarı kavislendi.

Merdivenlerde bir tıkırtı duydum, beni izleyen bir çift kademsiz gözün sırtımdaki ağırlığını hissettim. Zemheri bir gecede, dolunaya muhtaç kalmış yavru bir kurt gibi irkilerek karanlığa kaçmak isterken, kendimi bir avcının tüfeğinin namlusunun ucuna bakarken bulmuş gibiydim. Nefesim hızlandı, nabzım kulaklarımı okşadı ve kalbim anlık bir basınçla göğsümde sekti.

"Gelmişsin." Ölümü sırtına alan o meleğin sesi evin duvarlarında yankılandı. Gözlerimi ateşten çekmedim, ateşin çıkardığı çatırtıların bir benzeri kalbimden geliyordu şu an.

"Geldim."

"Hoş geldin." Sesi düzdü, buna rağmen içinde barındırdığı birçok duyguyu havada yakalamış, içime hapsetmiştim.

"Hoş buldum." Ateşten daha yüksek bir çıtırtı yükseldi, farkında olmadan omuzlarım havalandı ve yavaşça sıçradım. Bunun nedeni basit bir ateş değildi, biliyordum.

"Kızgın mısın?" diye sordu, sesi bu kez daha sakindi. Tıpkı bir nehrin kıyısında akan duru, berrak, tatlı su gibi.

Derin bir nefes alırken, "Ne için?" diye sordum yavaşça.

"Tehditkâr ve zorba bir adam olduğum için."

Sesinde mizahtan eser yoktu, omzumun üstünden yavaşça ona doğru döndüğümde Karan'ın üstünün çıplak olduğunu gördüm, altında ise dar siyah bir kot vardı. Uzun bacaklarını tamamen sarmış, bir mankeni kıskandıracak fiziğinde kusursuz bir görüntü sergilemişti.

Merdivenin baştan dördüncü basamağında dikiliyordu, bir eli tırabzanlardaydı, diğer elini ensesine atmıştı ve ıslak saçlarının altındaki pürüzsüz, ince ensesini ovalıyordu. Saçlarından damlayan su boğuk bir patika yolu çizerek boynuna, oradan da kaslı göğsüne aktı. Esmer tenine inen su şeffaf bir elmas gibi parlıyordu, yutkunma isteğini bastıramadım.

"Belki biraz," diye fısıldadım. Karan beni baştan aşağıya süzdü, o bunu yaparken diğer Merve kıstığı gözleri ve araladığı dudaklarıyla Karan'ı süzmekle meşguldü. İfadesiz tutmaya çalıştığım yüzüm, onun bu eşsiz görüntüsü yüzünden ifadesizlik pelerinini yırtmış, tüm dikkatini ona vermişti.

Gözleri dar pantolonumda dolaştı, ardından karnımdaki açıklığa hoşnutsuz, yakıcı bir ifadeyle baktı; siyah gözlerini kısmıştı, biçimli siyah kaşlar hafifçe çatıldı ama büyüteçle bakıldığında görülebilecek kadar şeffaf bir kavisti. Yine de onu görebilmiştim.

"Güzel pantolon," derken sesi boğuktu. Ardından gözlerini kısarak tekrar karnıma baktı. "Güzel bel."

Yanaklarımın ısındığını hissettim. Bedenimi tamamen Karan'a doğru çevirdim. "Beni arayan kişinin sen olmasını tercih ederdim," dedim düz bir sesle, bakışlarım da bu düzlüğü takip etti. Karan kaşları çatık bir şekilde siyah gezegenlerini karnıma dikmiş, hoşnutsuz tehlikeli bakışlarını belimde dolaştırıyordu.

"Bu kazağı giymemiş olmanı tercih ederdim." Sesi düzdü, bakışları bir şahininkinden farksızdı, tehlike siyah bir duman olarak harelerinden kalktı ve is tabakası bedenimi hedef aldı.

"Ama bu kazağı giydim."

Bakışlarını belim boyunca kaydırdı, üstümde yavaşça tırmandı ve gözlerimi odağına alırken kıyamet siyahları ruhsuz ve tehlikeliydi, gözleri ilk kez bu kadar kısık, bakışları ilk kez bu kadar zehirliydi.

"Bir şeyler yedin mi?"

"Dersten çıktığım gibi o kaçık adamın güzellik salonuna gittim Karan. Ve bunun tüm sorumlusu sendin, o yüzden bir şeyler yemediğimi gayet iyi bildiğini umuyorum."

Şömineden daha sert bir çatırtı yükseldi.

Karan yalnızca dudaklarını oynatarak, "Bir şeyler yiyelim," dedi.

Ruhsuz bakışlar gözlerimden ayrılmadan kalan basamakları da indi, salonun ortasına yürürken ayakları çıplaktı, güzel ellere ve ayaklara sahipti.

Bakışlarımı ona çevirmeye çalışarak, "Bu tavrından hiç hoşlanmadım," diye söylendim. Aslında şu an hoşlanmadığım hiçbir şey yoktu, onu gördüğüm için mutlu hissediyordum.

"Küçük pençelerini tenime geçirmek yerine..." Karan duraksadı ve adımlarını büyüttü, her bir adım aramızdaki mesafenin ölçüsünü azaltıyordu. Nefesimi tuttum, tam önümde durduğunda, ruhsuz siyah bakışlar tamamen yüzüme, gözlerime çakıldı. "Kollarımın arasına girmeye ne dersin?"

Beni bir anda kendine çekti, hiç beklemediğim bu atağı karşısında şaşkına uğradım, beni tamamen kendine bastırdı ve yüzüm onun çıplak göğsüne yaslanırken, kollarını bana sıkıca doladı.

Acı çikolata kokusu zehirli bir aromayla ciğerlerimin kapılarını araladı, dirseklerinin yardımıyla kendine yol açtı ve tamamen içime sindi. Nemli göğsüne yaslı duran sol yanağım karıncalanmıştı, ısınan yanağımın ısısını göğsünde hissettiğinden hiç şüphem yoktu.

Dudaklarını saçlarıma bastırdığını hissettim.

"Aptal bir çocuğu özledim ve beni aramasını bekledim. Tüm gün. İki gün boyunca." Sesindeki şefkatin simsiyah kanatları vardı, ruhuma doğru kanat çırpıyordu.

Hiçbir şey söyleyemedim, parmaklarım yavaşça onun çıplak sırtına kaydı, nemli sırtına dokunduğumda tüm kasları kasıldı, sırtındaki bariz kas tabakası sertti, parmaklarımın uyuştuğunu hissettim.

Ona dokunmak, bir buz parçasının lavaboya düşüşü gibiydi. Eriyecek, ızgaralardan akıp gidecek, hiçliğe karışacaktın.

"Bana bir şey söyle Asi," dedi, sesi sakindi. Çenesini tamamen saçlarımın arasına gömdü.

"Çok... Güzel kokuyorsun," dedim boynuna iyice sokularak.

"Susma," derken sesi şaşkındı. "Devam et kız çocuğu. Hadi."

Kendimi geri çekmeye çalıştım, bana daha sıkı sarıldı. Buzdan kalemin bir parçası daha şiddetli bir gürültüyle kopup yere çakılırken ruhumun da onun bedenine çakıldığını hissettim.

Sanki ruhum bir çiviydi ve onun ince derisi de bir duvar. Çakılıyordum ona, en keskin yerimden.

"Biraz daha," derken derin bir nefes aldı, saçlarımı kokladığını fark ettim. "Nasıl bu kadar..." Sustu.

"Devam et," derken nefes nefeseydim.

"Sesini kes," dedi düz bir sesle, bana daha sıkı sarıldı ve kaburgalarım daha büyük bir istekle sarsıldı. Onun içine girmek, kemiklerimiz birbirine geçene dek sarılmak istiyordum. Arsızca. Ona çekiliyordum.

"Emredersin," diye homurdandım ama boynundaki kokuyu içime doldurmaya da devam ettim.

"Yabani kedicik."

"Zorba."

"Hırçın kelebek."

"Gıcık," dedim kısık bir sesle, burnum boynuna sürttükçe nefesim kesikleşiyordu.

"Velet seni."

Burnumla yavaşça boynuna vururken, "Sinir ediyorsun beni," diye huysuzlandım. "Emirler verme bana, sinir oluyorum."

"Sinir etmek için yapıyorsam ya?"

"Başarıyorsun o zaman."

Tuhaf bir ses çıkardıktan sonra beni yavaşça serbest bıraktı. Kuzguni siyahı gözlere bakmak için kafamı kaldırdım, ayağımdaki yüksek topuklu botlara rağmen ondan kısaydım. Sertçe yutkundum, gözlerimi kaldırarak ona bakarken, siyahın tonlarını her bir kıvrımında taşıyan yüzünü aydınlatan kızıl ateş, onu olduğundan biraz daha karanlık göstermişti. Uzun kirpiklerinin gölgesi yüzüne düşüyordu, kirli sakalı uzamıştı, gece siyahı, ıslak saçları ateşin rengiyle parlıyordu. Büyük eliyle çenemi kavradı, kafamı tamamen kaldırdı ve yüzümü gözlerinin önüne serdi. Yavaşça yutkunurken, kalbim derimi parçalayacak kadar kuvvetli atıyordu. Dilim damağım kurudu, dudaklarımın derisi kavlayıp yere dökülecek sandım. Mızrak siyahı gözler parlıyor, kara gezegen tüm ışıklarını yakmış yüzümü inceliyordu.

"Ruj sürülmemiş, güzel." Cevap vermeden pürdikkat onun gözlerini izlemeye devam ettim. Gözleri kısaca dudaklarıma dokundu, kısacık bu süre zarfında tüm dengem sarsılmıştı. "Ama kazaktan hiç hoşlanmadım," derken sesi tehditkârdı.

"Ben sevdim," derken doğrudan gözlerinin içine bakıyordum. Omuzlarımı dik tutmaya çalışarak, "Kazağı," diye tamamladım.

Yüzünü yüzüme yaklaştırarak, "Köpeklerin saldırısına uğramışsın gibi görünüyor. Ya da kumaşın geri kalanına paran yetmemiş gibi," diye fısıldadı, gözleri alaycıydı ama sesindeki tehdit o kadar netti ki, içime gri bir sis bulutu şeklinde oturmuştu.

"Köpekler beni sever, ben de onları. Ayrıca paramın yetmediği bir kumaşın yarısını kesip verecek bir mağazayla henüz karşılaşmadım," dedim gözlerimi gözlerine dikerek, alt dudağı yavaşça titredi ama gülümsemedi.

"Çok bilmiş."

"Öyleyim," diye fısıldadım.

"Ne yemek istersin?" diye sordu, konuyu değiştirmeye çalıştığını fark etmiştim. Gözleri birkaç kez dudaklarıma misafirlik etmişti ama kısa dokunuşlardı, hemen geri çekilmişti.

"Fark etmez ama... Salata olabilir." Gözlerimi kaçırmaya çalıştım ama sonra bunun yersiz olduğunu hatırladım, ürkek bir ceylan gibi davranmak hiç bana göre değildi.

"Salata," derken yavaşça başını salladı. "Sezar salatası?"

Ateşin çıtırtısı bir kez daha yüreğimi ağzıma getirirken, bunun nedeni temas hâlinde olduğum adamdı, biliyordum.

"Hayır, daha hafif bir şeyler."

"Pekâlâ," dedi tok bir sesle. Çenesiyle hemen yan tarafımızdaki kanepeleri işaret ederek, "Otur, birkaç dakikaya burada olurum," dedi. Kaşlarımı çattığımı fark ettiği anda, "Kaşlarını çatmadan," diye ekledi ve çenemi yavaşça sıkıp, bıraktı. Ardından usulca burnumun ucuna dokunup, "Kanepelerimi kemirme, tamam mı?" diye takıldı bana. Yüzümü buruşturarak ona baktım, kaslı omuzlarını gerdi ve parmaklarını çıtlatıp salonun çıkışına yöneldi. O çıkarken gözlerim sırtına takılı kalmıştı, bir kalemle çizilmiş kadar ilahî görünen sırtına.

Güzel adam vesselam.

Karan elinde bir kâse salatayla döndüğünde koltuğa tünemiş, öylece oturuyordum. Hemen önümdeki camdan sehpanın üstüne kâsedeki salatayı bıraktı, kâsenin içinde gümüş olduğundan emin olduğum parlak bir çatal vardı. Diğer Merve bu zenginliğe gözlerini devirdi, ben de aynısını yapmak istedim ama bunun yerine kafamı kaldırıp ona küçük bir bakış gönderdim, hemen önümde dikiliyordu, saçları hâlâ nemliydi.

"Ye," dedi, sesinde ufak bir emir tınlaması yakaladım, kaşlarım yavaşça çatılırken gözlerimi önümdeki salata kâsesine çevirdim. Seramik kâsenin içinde çeri domatesler, mısır, peynir ve marul vardı. Üstünde parıldayan zeytinyağını görebiliyordum, gerçekten acıkmıştım.

Sehpanın üstüne uzandım ve salata kâsesini aldım, Karan da hemen yanıma oturdu. Salatayı yavaşça yemeye başladım, Karan'ın bakışlarını profilimde hissedebiliyordum, dikkatlice beni izliyordu.

"Bu kadar dikkatli bakmasana," diye huysuzlandım salata kâsesini dizimin üstüne koyup, elimle sabitleyerek. "Eğer karnın açsa, sen de bir şeyler ye. Bu kadar dikkatli bakmana gerek yok."

"Bana hâlâ kızgınsın velet."

"Değilim," dedim, gerçekten değildim. Kızmak istiyordum ama başaramıyordum.

"O zaman benimle salatanı paylaş," diye fısıldadı, sesi kulak boşluğumda küçük çaplı bir rüzgâr yarattı. Dudaklarım düz bir çizgi şeklinde gerilirken kalbim bir kez daha atışını hızlandırdı.

"Tabii."

"Çok bonkörsün," diye takıldı, sesinde saf alay vardı. "Benimle paylaşmanı bekliyorum," diye fısıldadı.

Kâseyi ona doğru uzatırken, "Al," diyebildim, sesim nasıl çıkmıştı bilmiyordum ama avuç içlerim terlemişti ve ellerim titriyordu. Karan kaşlarını çatarak ona uzattığım kâseye baktı, ardından bakışlarını gözlerime çevirdi. Siyah gezegenler hiç memnun bakmıyordu.

Gözlerindeki kuyruklu yıldızlar çarpıştı ve büyük bir hızla uzay boşluğuna düşerken arkalarında parlak bir iz bıraktılar.

Kâseyi elimden aldıktan sonra bir kenara bıraktı, kolunu koltuğun başlığına atıp yavaşça omzuma dokundu. Bakışlarımı hızlı bir şekilde önüme çevirdim, bana öyle dikkatli bakıyordu ki ruhumdaki dikişler patlıyordu.

"Şu an bir gevezeye göre fazla suskunsun," diye fısıldadı, sesi karanlıktı.

"Neden burada olduğumu merak ediyorum," dedim nefes nefese. "Neden ev?"

"Ne?"

Sertçe yutkunarak ona yandan bir bakış attım.

"Neden evdeyiz?"

Karan'ın koyu renk gözlerinin bebeği uzay boşluğunda asılı kalmış bir karadelik gibi yavaşça genişledi. Beni içine çekip yutacağını, yok edeceğini düşündüm. Belki de çoktan onun gözleri tarafından yutulmuştum.

"O tuhaf şekilli beyninin içinde neler dönüyor bilmiyorum ama kötü bir amacım yok," dedi. "Ama bu zamanla aklından geçenleri gerçekleştirmeyeceğim anlamına da gelmiyor."

Bana bakarken gözlerini dahi kırpmıyordu. Sesindeki o karanlık ima göğsümün kemikten kafesinin aralıklarından sızıp kalbimin üzerini siyah bir tabaka olarak kapladı. Sertçe yutkunup gözlerimi yüzünden çektim, bakışlarım yavaşça göğüs kaslarına doğru kaydı. Bakışlarım göğsünün düzgün görüntüsünde dolandı, biraz daha aşağı indi ve duraksadım. Kasığının sol kısmındaki dövme tekrar dikkatimi çekti.

"Dövme..." diye fısıldadım, bakışlarımız şöminenin yarattığı aydınlıkta kesişti. "Güzelmiş."

Karan'ın gözlerinin göbeğinde yanan ateşi izledim. Şöminede yanan ateş onun karanlık aynasının üzerinde parlıyordu. Dolgun dudaklarının düz bir çizgi şeklinde gerildiğini fark etmiştim ama yine de gözlerimi gözlerinden çekmedim. Dövmesinden bahsetmem onu biraz rahatsız etmiş gibi görünüyordu.

"Öyledir," dedi, sesi buzdan bir kalenin kapısı gibiydi.

"Bir anlamı var mı?"

"Var," dedi kuru bir sesle. "Her dövmenin bir anlamı vardır."

"Peki anlamı nedir?"

"Kara güneş."

Duraksadım. "Kara güneş?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak.

Karan'ın çenesi seğirdi, bakışlarını benden koparıp yanan ateşe çevirdi, uzun kirpikleri bu açıdan biraz daha uzun, gölgeli ve capcanlı görünüyordu.

"Işığın karanlığı. Işık saçan güneşin, kabullenemediği karanlık oğlu. Kara güneş."

"İlginçmiş."

"Öyle," dedi gergin bir sesle.

"Bir nevi gizli kalmış bir gezegen diyebiliriz," dedim bir anda.

Karan'ın siyah gözleri birkaç saniye yüzümde dolandı.

"Doğru," dedi, sesi garipti. "Güneş denilmesini hak etmiyor."

Duraksadım.

"Güneşi sevmem," diye fısıldadım. "Karanlık güzeldir."

"Öyle mi?"

"Evet."

Sertçe yutkundu. "Kazağın canımı sıkıyor."

"Benimse aksine çok hoşuma gidiyor."

"Asi, ciddiyim," derken sesi sertti. Bedenimi tamamen ona doğru çevirdim, bakışlarımı ateşin aydınlattığı güzel yüzüne odakladım.

"Ben de ciddiyim Karan," dedim cesur bir şekilde.

Gözlerini kıstı, dolgun dudakları yavaşça aralandı ve bana biraz daha yaklaşıp akıl sağlığımı parçaladı. Düşünceler boyut atlarken, gözlerimi onun gözlerinden çekmedim ve cesaret kırıntılarını avuçlarımla topladım.

"Fazla cesursun kedi yavrusu."

"Evet," dedim, sesim alaycıydı. "Öyleyim."

"Her konuda cesur olmanı isterim," dedi, sesinde mizahtan eser yoktu. Yutkunmak istedim ama yutkunursam kendimi yenilmiş sayardım. Biraz geri çekilmek için belimi geriye doğru atacaktım ki, büyük elleriyle çıplak belimi yakaladı ve tensel temasımızla birlikte donuyormuş gibi titredim.

Aldığım soluk boğazıma kesikler atarak ilerledi. Parmak boğumlarında akan kanın yoğunluğunu belimde hissediyordum, Karan yavaşça üstüme abandı, parmaklarım onun çıplak, hâlâ nemli olan kaslı göğsüne dokundu.

Kaya gibi sert, baba gibi şefkatliydi.

"Bak, gördün mü? Her konuda cesur değilmişsin," dedi nefes nefese. Yüzlerimiz çok yakındı ve ateşe gölge düşürmüştük, ikimiz de zifiri karanlık görünüyorduk, yine de parlayan gözlerini seçebilmiştim.

"Ben cesurum, sadece bu ani bir ataktı." Sesim titriyordu, lanet olsun.

Sertçe yutkundu, âdem elması usulca hareket etti. Burunlarımız arasında üç, bilemedin dört santim kadar bir aralık vardı. Parmaklarını belime biraz daha bastırdı, gözlerini ağır ağır kırpıştırdı. "Beni özlediğini söylemedin," dedi, sesi boğuktu. "Bu beni kızdırdı."

"Hı?"

"Ah Asi. Beni çok kızdırıyorsun," diye fısıldadı, gözlerini yumdu, uzun kirpikleri göz çukurlarını doldurdu. Gözlerini açmadan, "Beni her anlamda kızdırıyorsun velet," dedi. Sesine saklanan sırlar tenimde şehvetli bir rüzgârın esmesine sebep oldu.

Bir an için onun yüzüne dokunmak istedim, onu özlemiştim. İki gün ya da iki saat fark etmezdi. Bu iki yılla eş değer gibiydi. Ruhumun iniltisini duyabilmiştim, saklandığı yerde Karan'ın adını sayıklıyordu. Belim geriye doğru bükülmüştü, parmak boğumlarını hissederken o da üstüme abanmıştı ama duruşu tehditkâr değildi. Yavaşça yutkundum, parmaklarım zarifçe onun kaslı göğsünden yukarı, boynuna kaydı.

Ona dokunmak... Saten bir çarşafın üstünde çırılçıplak uzanmak, bir kadifeye avuç içlerini bastırmak gibiydi. Gözlerini açmadı, bundan cesaret aldım. İnce boynuna dokundum, boynunun bir zarı andıran derisinin altında atan damarları parmak uçlarımda hissettim. Muazzamdı. Sonra yavaşça yüzünü avuçladım, Karan'ın kirpikleri titredi, gözlerini açmadan bekledi. Yüzünü avuçlarımın arasında tutarken çok değerli bir hazinenin yerini bulmuş, ona sahip olmuşum gibi hissediyordum. Daha önce bir hazineye sahip olmamıştım. Bu adam dışında.

"Kirli sakalın uzamış," diye fısıldadım, sesim acı çekiyor gibiydi.

"Tıraş olmadım."

Başparmağımı yanağında gezdirdim, kısa, siyah sakalları parmaklarımı dürttü, acı verici değildi, aksine onun varlığını hissettiriyordu. Karan'ın yüzü gevşedi. Yine de sert görünüyordu.

"Yakışmış."

"Benim gibi çekici bir adama her şey yakışır kız çocuğu," dedi, sesi pürüzlüydü.

"Kendini beğenmiş."

Başparmağımı bir kez daha sakalı boyunca kaydırıp okşadım, yüzünü avucuma bastırdı.

"Öyleyim," diye fısıldadı.

Uzun, siyah kirpikleri yukarı doğru hareket etti. Alt ve üst kirpikleri birbirinden ayrılırken, siyah gözleri, istiridye kabuğunun içinde saklanan siyah bir inci gibi yavaşça kirpiklerinin arasında belirdi.

"Cesur olmanı istiyorum," dedi gözlerini gözlerime dikerek.

Zihnimin tıpkı deprem oluyormuş gibi sallanmaya, zihnimin içindekiler temeli sağlam olmayan binalar gibi bir bir yıkılmaya başladı.

"Nasıl?" diye sordum, kalbim ağzımda atıyordu şu an.

Bir anda ayağa kalkıp elini uzattı.

"Böyle," dedi, gözlerini gözlerimden ayırmamıştı. Bana uzattığı eline baktım. "Bana güveniyor musun?" diye sordu, sorusu şöminede yanan ateşten daha sıcaktı. Başımı hızlıca salladım. "Güzel. Gel benimle."

Elim eline doğru kaydı. Benim küçük elim onun büyük avucunun içinde kayboldu, elimi sıkıca tutup kavradı. O an beni hiç bırakmayacağına inandım. Tutuşu beni buna inandırmıştı.

"Şu an uysal, küçük bir kedi yavrusu gibi görünüyorsun Asi Karakuyu," dediğinde gözleri gözlerime mühürlü duruyordu. Yavaşça ayağa kalktım. Beni çekerek hole doğru çıkardı, arkasında olmama rağmen elim elinin içindeydi, sanki bedenimi ben değil de o hareket ettiriyor, beni o yönetiyordu.

Duvarları boydan boya cam olan, cam kapısı balkona açılan yere geldiğimizde, "Botlarını ve çoraplarını çıkar," dedi kesin bir dille.

Duraksadım. "Neden?"

"Bir kez olsun sorgulamadan söylediğim şeyi yapamaz mısın?" diye sorarken kaşlarını çatmıştı. Benim de kaşlarım ânında çatıldı ama bu kez ona karşı koymadım, yavaşça eğilip botlarımı ayağımdan çıkardım, istemeyerek de olsa çoraplarımı da çıkarıp botlarımın içine koydum. Botlarımı tek elime aldım ve kafamı kaldırıp ona baktım, beni izliyordu.

"Oldu mu?" diye sordum ters bir sesle.

"Oldu," dedi, sesi keyifliydi. Gözlerimi devirdim.

"Gözlerini devirirken şaşı kalacaksın bir gün, gözün beynine doğru kayıp gidecek."

"Komik."

"Komiklik olsun diye söylemedim yavru keçi," derken sesi eğlendiğini belli eden bir tınıyla yükselmişti. Bir an durdum ve ona düz düz baktım. Yavru bir keçiyi öpmüştü, bunun farkında mıydı acaba?

"Bakma öyle." Sesi ciddileşti. "Hadi." Beni ileri doğru çekti ve tekrar önüne döndü, birkaç adım attıktan sonra cam kapıyı kaydırarak açtı, gece böceklerinin sesi içeri doluştu. Sert bir rüzgâr çıplak karnıma çarptı, karnımın kasıldığını hissettim. Ürpermiştim.

Mükemmel bir mimari tasarıma sahip olan bahçeye çıktığımızda, Karan gözlerini havuza dikerek, "Soğuğa dayanıklısın değil mi?" diye sordu, ardından duraksadı. "O kadar yağmur altında kaldın, hasta olmadın."

Çarpıntım tavana yükselirken, "Soğuğu severim," diye fısıldadım ama şu an sıcağı da seviyordum. Avucunun içindeki elim yanıyordu ve terliydi, bu güzel hissettiriyordu.

"Güzel," dedi ve yavaşça ahşap merdivenleri indik, birkaç merdivenin sonunda havuzun önündeydik. Işıklandırmadan dolayı havuzun dibini görebiliyordum, havuzları sevmezdim, denizler daha güzeldi ama şu an bu havuz da gözüme güzel görünmüştü.

"Botlarını kenara bırak Çakıltaşı."

"Neden?"

"Mahvolmalarını istemezsin, gayet güzel bir çift."

Kaşlarımı kaldırdım. Tam dudaklarımı aralayacakken Karan elimdeki botları alıp kenara bıraktı. "Şimdi," dedi yavaşça doğrularak. "Seni o kazaktan kurtaracağım."

Ben daha ne olduğunu anlayamadan beni çekti, bedenim bedenine doğru çarparken gözlerim kocaman açıldı ve tam o esnada havuzun dibine çekildik. Suyun yüzeyinin bahçenin mermerlerine taştığını biliyordum, bedenimiz suyun dibine gömülürken çıkan patlama sesini duyabilmiştim. Ciğerlerimi yakan klorlu su şoka uğramama neden olurken hızla ağzımı kapadım.

Havuzun gitgide daha da dibine inerken Karan'ın çıplak omuzlarına tutundum. Suyun içi aydınlıktı, onu çok net bir biçimde görebiliyordum. Muzip bakan siyah gözlerini kırpmadan büyük elini bel oyuntuma bastırdı ve beni suyun içinde kendine doğru çekti. Bacaklarımı yavaşça hareket ettirip ona biraz daha sokulduğumda aslında hâlâ şok içerisindeydim.

Büyük bir panik dalgası bedenimi ele geçirirken bacaklarımı onun beline doladım. Saçlarım suyun içinde yılan gibi kıvrılıyor, arada bir ikimizin önüne doğru geliyordu. Karan'ın gözleri yüzümü inceliyordu, başımı iki yana sallayarak yüzümü buruşturdum, burnumdan kabarcıklar çıkıyordu. Karan aniden beni yukarıya doğru çekti. Kafamın suyun yüzeyine çıktığı anda derin bir nefes alıp kocaman gözlerle gökyüzüne baktım. Yıldızlar gökyüzünün çarşafının üzerini ateşe vermiş, gökyüzü âdeta yanıyordu.

Tırnaklarımı omzuna batırarak kendimi biraz daha yukarı iterken, "Sen kafayı mı yedin?" diye çemkirdim. Bana ıslak, gür kirpiklerini hafifçe kırpıştırarak baktı, öyle ağır kırpıştırmıştı ki, bir an söyleyeceğim her şeyi unuttum. Havuzun soğuk suyuyla ıslanan saçlarım, yüzeye çıkmanın etkisiyle buz kesmişti. Gecenin sert soğuğu ıslak saç diplerime avucundaki çakıları batırıyordu.

"Hayır, kafayı yemedim. Seni o kazağın içinden çıkarabilmem için bir sebep yarattım."

Suyun içindeki bacaklarımız birbirine sürtünüyordu.

Dikkatimi oradan uzaklaştırmaya çalışarak, "Neden?" diye sordum.

"Çünkü seni kazaklarımın içinde görmek istiyorum."

Ona öylece bakakaldım. Birkaç saniye suyun soğuğunun etrafında akıp dondu.

"Sanırım üşüyorum," diye fısıldadım, çenem titremeye başlamıştı. Karan bana biraz daha yaklaştı ve kollarını omuzlarıma sararak beni kendine çekti, alnım onun çenesine değerken gözlerimi bir kısmı suyun yüzeyinde olan ıslak boynuna diktim.

"Soğuğu sevdiğini söyleyen sendin."

"Seviyorum. Ama bu üşümediğim anlamına gelmez."

"Umarım kotunun cebinde telefonun yoktur Çakıltaşı," derken sesi eğleniyor gibiydi. Rahat bir nefes aldım. "Telefonum çantada."

"Güzel. Akıllıca bir hareket."

"Karan, gerçekten üşüyorum."

"Pekâlâ, ben amacıma ulaştım zaten." Beni yavaşça itti, belim havuzun mermerine temas ettiğinde, havuzun mermeri ve onun arasında sıkışmıştım. Gözlerimiz birbirine takıldı, gecenin karanlığını yırtan havuz ışığı ve onun gözlerindeki muzip karanlık beni büyülemişti. "Üşümeni istemem."

Gözleri kısaca dudaklarıma dokundu, dudaklarım aralanmıştı. Koltuk altlarımdan tutup beni kaldırırken hiç zorlanmamıştı. Havuzun dışına çıktım, mermerine oturdum ve ayaklarım suyun içindeyken titreyerek Karan'a baktım.

O, havuzdan çıkmak yerine kulaç atarak havuzun diğer ucuna gitti ve ardından dibe dalıp, gözden kayboldu. Onun suyun içinde kayıp giden bedenini görebiliyordum, ardından tekrar suyun içinden çıktı ve bana doğru iki büyük kulaç attıktan sonra havuzun merdivenlerini kullanma gereği duymadan kenardaki mermerlere abanarak kendini yukarı çekti. Su vücudundan sicimle aktı, tüm kasları kasılmıştı. Tek seferde havuzdan çıkmayı başardı. Ağırlaşmış ıslak kotuyla bana doğru yürümeye başladığında titreyerek ona bakıyordum. Oturduğum yerde küçücük kalmıştım. Sert rüzgâr bedenimi tırmalıyor, kanımın ilerleyişini yavaşlatıyordu.

Elini uzattığında ona düz bir bakış attım. "Hasta," diye söylendim.

Kaşlarını havaya kaldırarak, "Allah Allah," dedi dalga geçer gibi. Elini salladı. "Kalk hadi."

"Kilitlendim," dedim dehşet içinde. "Titriyorum!"

İlgi akıtan bakışları yüzümün çemberinde dolaştı. Bana doğru uzandı, sanki bir kilo pamuk kadar hafifmişim gibi beni kolayca kucakladı. Karşı koymak istedim ama bunu yapamadım. Bedenim onun kollarında gevşedi ama yine de çok üşüyordum. Kolunda atan damarı dizimin alt tarafında hissedebiliyordum kucağındayken. Yürümeye başladığında bedenimizden akan sular yürüdüğümüz zemine izlerimizi bırakıyordu.

Çenem birbirine vururken, "Bunu yapmak yerine bana kazaklarından birini vermeyi teklif edebilirdin," dedim, tüm kaslarımın üstüne buz dökülmüş gibi hissediyordum.

"Karşı çıkacağını ikimiz de biliyoruz, boşuna dil dökme bana." Gözleri doğrudan ileriyi izliyordu, gözlerimi kaldırarak ona baktım, kucağında ufacık kalmıştım.

"Çok üşüyorum budala."

"Biliyorum."

"Ruhsuz," dedim kaşlarımı çatarak. "Kötü adam."

"Bana diyene bak," derken gözleri hâlâ ileriyi izliyordu, büyük adımlar atarak ahşap merdivenleri tırmandı ve ayağıyla cam kapıyı kaydırarak açtı. "Sesini kes, ısınmana yardım edeceğim."

"Hayvan."

"Teşekkür ederim."

Bedenim soğuktan sıcağa geçtiğinde sertçe yutkundum, dişlerim sızlıyordu. Yüzümü buruşturdum.

"Tamam, indir beni. Kendim yürüyebilirim," diye söylendim. Karan beni umursamadan yürümeye devam etti. "Sana diyorum!"

"Bak, benim boyum 1.94. Beni zorlama, yüz doksan dört santim yüksekten yere bodoslama bırakırım seni. Kırarsın kaval kemiğini."

Kaşlarımı çattım ama yapacağına şüphem yoktu, o kadar ciddi bir duruşu vardı ki, ondan her şeyi beklerdim. Sessiz kaldım. Bedenimiz evin döşemelerini ıslatırken, Karan beni sıcak salona soktu. Ateş artık daha hırçın, daha sıcaktı. Şömineye kayan gözlerimle birlikte, yavru köpek bakışlarım devreye girdi. Hemen oraya gitmek, ısınmak istiyordum. Sıcağı sevmiyordum ama gerçekten inanılmaz derecede üşüyordum. Karan salonu trans geçerek bizi merdivenlere yönlendirdi. Merdivenleri aheste adımlarla tırmanmaya başladığında gözlerim ağırlaşmaya başlamıştı.

"Uyuklama," diye söylendi.

Derin bir nefes alarak, "Emredersin," diye homurdandım.

Karan'ın odasına girdik, havuzun ışıkları pencereden içeriye vuruyor, elbise dolabını ve duvarları aydınlatıyordu. Karan ıslak olmamı umursamadan beni yatağın üstüne bıraktı, ardından gardırobunu açtı ve siyah, boğazlı yün kazağı çıkarıp yatağın üzerine attı.

Kendine de siyah bir eşofman ile iç çamaşırı çıkardıktan sonra, "Banyoya geçiyorum, bunu giy," dedi.

Kazak bol ve uzundu, bana tıpkı mini bir elbise gibi olacağı kesindi. Karan'ın banyoda olması güvende olduğum anlamına gelmezdi. Elbise dolabının kenarına saklanarak üstümdekileri çıkardım, sutyenimi çıkarmak zorunda kalmıştım ve bu iç çamaşırlarıyla duracak olursam, sancılı günler beni bekleyecekti. Çekinerek Karan'ın iç çamaşırlarının olduğu şifonyerden gözlerimi kapatarak rastgele bir boxer çektim ve koyu gri, siyaha çok yakın bir tonda olan boxerı bacaklarımdan geçirdim. Bu yaptığım şeyden utanıyordum ama buna mecburdum. Beni buna o mecbur etmişti. Kazağı da üstüme geçirdikten sonra aynadaki görüntüme baktım. Karan'ın kazağı bana bayağı büyük gelmişti, bacaklarımın büyük bir kısmını örtüyordu ve ellerim kazağın bol, uzun kollarının içinde kaybolmuştu. Islak saçlarımı kazağın içinden çıkararak, dışarı attım ve bozulan fönüme yüzümü buruşturarak baktım. Bedirhan bu hâlimi görseydi beni öldürürdü. Göz makyajım yanaklarıma akmıştı. Çok kötü görünüyordum.

"Üzgünüm," diye fısıldadım. "Bir boxerlarını çalmadığım kalmıştı."

Yanaklarım ısındı. Seri bir şekilde dönerek iç çamaşırlarımı kazağım ve pantolonumun arasına sıkıştırdım ve ıslak kıyafetlerimi büyük bir top boyutuna getirdim.

Çok geçmeden banyonun kapısı açıldı, Karan siyah, bol bir eşofmanla içeriden çıkmıştı. Gece karası, kuzguni tellere sahip siyah saçları ıslaktı, ensesindeki siyah havluyu saçlarına daldırdı ve yavaşça kuruladıktan sonra gözlerini kısaca üstümde gezdirdi. Bacaklarıma bakarken siyah gözlerinde boğuk bir parıltı görür gibi oldum, bu utancımı körükledi ve damarlarım arsız bir hisle sızladı. Yatak odasındaydık. Onun yatak odasında. Üstü çıplak, altında düşecek gibi duran bir eşofman vardı ve ben üstümde onun kazağı, altımda onun boxerıyla onun karşısında savunmasızca dikiliyordum. Billur bu hâlimi görseydi Karan'ı öldürebilirdi. Bana doğru küçük ve ağır adımlar atmaya başladı, gözleri gözlerime tırmandı. Yavaşça yutkundum, aramızda sütunlar çizen havuz ışığı vardı ve havuz suyunun küçük hareketleri ışık dalgası yapıyordu.

"Bunu sevdim," dedi, aramızdaki mesafeyi sıfıra indirmişti. Başımı önüme eğdim, çenesi saç diplerime yakın bir yerdeydi. "Minicik kalmışsın."

"Aşağı inelim," diye fısıldadım, gözlerim kaslı göğsünde, dövmesinde ve bazı bazı boynunda dolaşıyordu. Karan'ın bakışlarını alnımda, burnumda ve profilimin bir kısmında hissettim.

"Neden?" Sesi karanlıktı. Kanım ürperdi.

"Üşüyorum çünkü."

"Burası sıcak."

Bakışları yoğundu. Gözlerini düşürmüş, dikkatlice yüzümü izliyordu. Başımı tamamen eğme isteğiyle sarsıldım ama yapamadım.

"Bence değil, hâlâ üşüyorum," diye yalan söyledim, içerisi ılıktı.

"Üşüyorsan, çaresi var."

Sesi artık daha karanlık, boğuk, tehditkâr vaatlerle doluydu. Boğazımdaki yumru büyüdü, küflü bir çivi düşüncelerimi sarsarak zihnimin duvarına çakılmaya başladı. Her çekiç darbesinde mantığımdan kopan kanlı bir parça yere düşüyordu.

"Neymiş o?"

"Kollarım."

Yutkundum. "Karan, aşağı inelim."

"Benden korkuyor musun?"

Nefesim hızlanırken, "Hayır," diye fısıldadım.

"Neden gözlerime bakmıyorsun Asi?"

Kalbim kendi kendini parçalayacak güçte bir tekmeyle göğsüme savruldu. Göğsüme baksa, kalbimin şeklini görebilirdi.

"Çünkü sen çok uzun boylusun, boynum ağrıyor benim."

Eli yavaşça çeneme kaydı, dokunuşuyla bozguna uğrayıp gözlerimi kırpıştırdım. Çenemi yavaşça hareket ettirdi ve kafamı kaldırdı, gözlerimi odanın bir başka köşesine çevirdim. Karan'ın kalın, ciltli kitapları odağıma girdi. Kalbimin sesi odanın içinde yankılanıyordu sanki ama bunu duyanın tek ben olduğumu da biliyordum. Karan'ın bakışlarını yüzümde hissedebiliyordum, kendimi sıktım, ona bakmak istiyordum ama ilk kez bir şey bu kadar çok korkutuyordu beni.

"Gerildin," diye fısıldadı.

"Yoo."

"Bana bakamıyorsun."

"Alakası yok."

"Bana bak o zaman."

"Neden?"

"Gözlerini görmek istiyorum. Bana bakarken."

Gözlerimi kırpıştırdım, ciltli kitaplara pürdikkat baktıktan sonra gözlerimi yavaşça Karan'a doğru kaydırdım, dudaklarım aralıklıydı ve sık nefesler alıyordum. "Baktım."

Çenemi yavaşça okşarken, "Aferin kızıma," dedi kısık bir sesle. Diğer Merve saklandığı yerde ayaklarını yere vurup, çığlıklar atıyordu.

"Bana evcil kedinmişim gibi davranma."

"Senin yabani bir kedi olduğunu biliyorum Çakıltaşı."

"Ben yabani değilim."

"Evet, şu an ürkek bir kedisin." Acı nefesini alnıma, saç diplerime bıraktı. Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım, eğleniyor gibi bir hâli vardı.

"Ben ürkek hiç değilim!"

Bakışları donuklaştı, gözleri kısıldı.

"O zaman öp beni."

Farkında olmadan dudaklarımdan içeri sesli bir nefes doldurdum ve dudaklarım aralandı, gözlerim irileşti, göğsüm kabardığı yerde öylece durdu.

Karan'ın gözlerindeki pus perdesi genişlerken, "Beni öpebilir misin?" diye sordu, sesi boğuktu. "Bu kadar cesur musun?"

Gözlerimi kırpıştırarak ona bakıyordum, kelimeler dudaklarıma sırtını döndü ve boğazımdan aşağıya, kalbime doğru dökülmeye başladılar.

Bana iyice yaklaştı. "Asi?"

"Bana kendinle ilgili bir şeyler anlatırsan, seni istediğin kadar öpeceğim," dedim bir anda, ardından kendi söylediklerime şaşkınlıkla baktım, bunu gerçekten ben mi söylemiştim? Karan'ın afalladığını gördüm, siyah gözlerinden belli belirsiz, karman çorman bir ifade genişledi.

"Asi, sen gerçekten çok inatçı ve gözü kara bir kızsın." Başını iki yana salladı, siyah gözlerini gözlerime dikti. "Ve çok meraklısın."

"Bir şeyleri bilmeye hakkım olduğunu düşünüyorum. Senin hakkında."

Başparmağını yanağıma kaydırdı, dokunuşuyla dağıldım ve yüzümü onun avucuna bastırdım.

"Buna hakkım var Karan."

"Aşağı inelim küçüğüm," dedi bir anda, kalbim yerinden oynadı. "Ama Asi, o öpücükleri bir bir alırım, biliyorsun."

Yanaklarım ısınırken, "Benim sözüm söz koca adam," diye homurdandım.

Sesini hafifçe inceltip, "Benim sözüm söz koca adam," diye taklit etti beni.

Dudaklarımı büzüp kaşlarımı kaldırırken, "Çok komik," diye homurdandım.

"Çok komik," diye taklit etti bir kez daha.

"Karan."

"Sen gerçekten gözü kara, cesur, inatçı ve meraklı bir kızsın. İnce, alımlı bacaklarını görüyorum ve üstünde yalnızca benim kazağım var. Farkında mısın?" Kararmış gözlerle bana baktı. "İç çamaşırlarımı karıştırmak tam sana göre bir hareket."

"Ya!"

Biliyordu! Uyanık herif, anlamıştı! Moraran yanaklarımı ondan saklamak için ellerimi çıplak göğsüne vurdum ve onu itmeye çalıştım. Beni kendine doğru çekerken, sinirden ve utançtan kıpkırmızı, hatta mosmordum.

"Tamam velet. Sakin ol."

Kolunu omzuma atarak beni odadan çıkardı, yakınlığımız artık beni germiyordu. Salona indiğimizde Karan geniş siyah kanepenin üstüne tünedi ve ben de onun yanına oturdum. Bir süre, belki de uzunca bir süre karanlığın bizi yoğurmasına izin verdik. Ateşin sesini dinledik. Şöminenin kızıl ve tiz ışığının karanlığa açtığı savaşa şahit olduk. İkimizin de gözleri aynı yere odaklıydı, baktığımız yerde birbirimizi görüyor gibiydik ama ikimiz de aynı boşluğa bakıyorduk. Bomboşluğa.

Nefes alırken çıkardığı huzur verici ses, ateşin melodisi ve karanlığın uğultusu... Karnımda siyah bir gül tomurcuklandı, yavaşça boğazımı temizledikten sonra, "Bekliyorum," diye fısıldadım. "Beni geçiştirme."

Burnundan sert bir nefes aldı. "Seni geçiştirmiyorum velet."

"Velet," diye homurdandım.

"Kendim hakkında konuşmayı gerçekten sevmiyorum Asi," dedi, sesi sertti. "O yüzden biraz çeneni kapa, ben de bu konuşmaya odaklanayım."

Ağzıma görünmez bir fermuar çektim. Karan bir süre sessiz kaldı, ardından yavaşça öksürdü, ateşten acılı bir çatırtı yükseldi.

"Birsen Tezer sever misin?" diye sordu, konu bir anda değişmişti. Kaşlarım çatıldı.

"Konumuz Birsen Tezer değil."

"Biliyorum. Sever misin?"

"Genelde Post Rock dinliyorum Karan. Birsen Tezer dinlemedim hiç."

"Dinle o zaman." Yavaşça yutkundu. "Ruhunu temizler."

"Dinlerim," diye fısıldadım, merak etmiştim açıkçası. Karan bakışlarını yavaşça bana çevirdi, onun bana baktığını hissedince ben de otomatikman ona baktım ve siyah kadifeyi andıran bakışlardaki ıstırabı gördüm.

"Karan..." Sesim boğuktu. "Pekâlâ, anlatmak zorunda değils..."

Bir anda kolumu tutup beni kendine doğru çektiğinde afalladım, beni kucağına çekti ve bacaklarımı iki yana açmamı sağlayarak dizine oturttu. Islak saçlarım göğüs boşluğumdan aşağı döküldü, birkaç saç telinin arkasına saklanarak Karan'a baktım. Yüzümüz çok yakındı, parmaklarını belime yerleştirdi ve kazak yukarı sıyrıldı. Bacaklarımdaki çıplaklık midemi burktu, kendimi kötü hissetsem de hareketsizce Karan'ı izledim.

"İlk kez terk edildiğimde yaşımın kaç olduğunu bilemeyecek kadar küçüktüm."

Duraksadı. "Sonra öğrendim. Yaşımı. O ölünce."

Biri kalbime yumruk atmıştı sanki. Uysalca ona baktım, gözlerim donuktu, ellerimi yavaşça çıplak omuzlarına yerleştirdim ve usulca başımı aşağı yukarı salladım.

"Annem tarafından terk edildim Çakıltaşı. İntiharından önce beni terk etmişti."

Gözleri keskin, sesi güçlüydü ama ruhu cayır cayır yanıyordu. Ruhundan yükselen çıtırtıları duydum. Bir kez daha başımı salladım. Yavaşça.

"Gelmesini umut ettim, her zaman. Her sabah onun odasına koşardım, yatağı boş olurdu. Balkona koşar, yolu kolaçan ederdim. Yolda tembel bir kedi, çöpleri toplayan yaşlı bir adam ve savrulan yapraklardan başka hiçbir şey göremezdim." Omuz silkti ve güler gibi bir ses çıkardı ama gülmedi. "Sonra bir gün geldi Çakıltaşı."

Yavaşça yutkundum. "Geldi."

"Geldi." Sertçe yutkunup gözlerini yumdu. Gözlerini tekrar açtığında orada yangını gördüm. "Keşke gelmeseydi."

"Anlatmak zorunda değilsin."

Tamam, bana annesinin intihar ettiğini söylemişti ama bu kadar ayrıntıyı, tam olarak hissettiği acıyı öğrenmeye hazır mıydım?

"Babam annemin geldiğini duyunca eve döndü, babam da annemden sonra evi terk etmiş, beni dedeme bırakmıştı. Yirmi altı gün boyunca aileydik. Yirmi altıncı gün bir davet oldu kumsaldaki bir mekânda. Siyah bir takım giydirmişti bana dedem, takımın paçaları uzundu, ayağıma takılıyordu. Mekânın tuvaletinde gizlice şortumu ve tişörtümü giymiştim." Kaşlarını çattı. "Anneme o davete katılmak zorunda olmadığını söylediler ama annem inatla katılmak istedi. Ona sıkıca sarılmış, bir daha gitmemesini söylemiştim. Bana cevap vermemişti ama beni öpmüştü Çakıltaşı. Düşünebiliyor musun, beni öptü ve sıkıca sarıldı. Bir kadın tüm masum şefkatini küçük bir erkek çocuğuna verdi, sonra o masumiyeti derisinden sıyırarak kopardı. Geride donuk bir şefkat bıraktı."

"O gece tam olarak ne oldu?"

"Annem bembeyaz bir elbise giymişti, etekleri rüzgârla uçuşuyordu. Babamla birlikte davetin olduğu mekâna girdiklerinde bir şekilde oradan sıyrıldım ve kumsala kaçtım. Her çocuk kumsaldayken çakıl taşlarıyla oynamayı sever Asi."

Bakışlarını bir süre gözlerimde dolaştırdı, sessizleşmişti. Sonrasında geniş bir nefes aldı.

"Saatin nasıl geçtiğini anlamadım, dalgalar çarpıyordu ve genzimi yakan yoğun, parçalayıcı bir tuz kokusu vardı. Sonra onu gördüm. Kayalıklara çıkmıştı, çok yüksekteydi. Uçurumun tepesindeydi. Onu görünce sevindim, biraz da endişelendim. Beni aramaya çıktığını, bulamayınca korktuğunu düşündüm ve çok endişelendim. Elimi kaldırıp ona el salladım, beni görmedi. Anne diye bağırdım, bana baktı Asi. Bana baktı. Gözlerimiz büyük bir dalganın ortasında birleşti."

Ellerim yavaşça yüzüne kaydı, onun ilahî güzellikteki yüzünü avuçlarımın arasına alıp yavaşça başımı salladım. Aşağı yukarı.

"Bana baktı, gözlerimin içine. Beni gördü Asi. Onu gördüğümü gördü. Buna rağmen..." Dişlerini sıktı. "Kendini boşluğa bıraktı. O düşerken uçuşan beyaz tülleri gördüm. Bedeni saniyeler içinde çakıl taşlarının arasına çakıldı. Sadece beş saniye içinde bembeyaz çakıl taşları kızıla boyandı. Suya damlayan mürekkep gibi."

Alnımı alnına yasladım. "Devam etmek zorunda değilsin."

"Ona anne dedim diye mi kendini aşağı bıraktı?"

"Hayır," diyebildim. Yutkunamıyordum. Nefes alamıyordum.

"O gece... Onun ruhu bir çakıl taşının içine hapsoldu. İntihar eden birini ne cennet kabul eder ne de cehennem. Onun ruhunu kabul eden tek şey..." Boğazlı kazağımı yavaşça aşağı çekip, çakıl taşı kolyemi dışarı çıkardı. "Bu oldu."

"Karan..."

"Babam gitti." Düğümlendim. Ona öylece bakakaldım. "Beni bıraktı ve gitti, ondan bir daha haber alamadım. Sorgulamadım da zaten. Bir çocuk annesini kaybettiğinde, diğer tüm gerçekleri bir köşeye itiyor. Ama yine de... Beni bu kadar kolay arkasında bırakmamalıydı, değil mi?"

Siyahın içindeki siyah, tam şu anda küçük bir çocuk gibi bakıyordu gözlerimin içine.

"Ne yaşadığını, ne hissettiğini bilemezsin," diye fısıldadım. "Belki de canı çok yandı, katlanamadı. Acıya senin kadar elverişli değildi. Senin kadar güçlü değildi belki de..."

"Ben onun oğluydum kız çocuğu. Beni arkasında bıraktı. O ihtiyardan başka hiç kimse beni umursamadı. Hiçbir zaman. Okulda, davetlerde, tanıdıklarımın olduğu her yerde bir süre bana zavallıymışım gibi baktı herkes. Hastalıklıymışım gibi. Bu ne demek biliyor musun? Babana karşı bir şey hissetmiyor olabilirsin, o senin gibi bir kızı hak etmiyor olabilir ama baban senden kaçmadı Asi."

Sessiz kaldım, Mehmet Karakuyu beni geride bırakmazdı. Tamam, o iyi bir baba değildi. Bizi önemsemiyordu, kırıyordu, aldatıyordu... Ama... Biliyordum ki bir gün anneme bir şey olsa, babam bizi bırakmazdı.

Karan'ın alnına alnımı sürttüm, burunlarımız da sürtünmüştü. Gözlerimi yumdum.

"Teşekkür ederim," diye fısıldadım. Ona teşekkür etmeyi sevmediğimi biliyordu, gerildiğini hissettim. Kollarımı boynuna doladım ve onu kendime bastırırken, "Yalnız değilsin," dedim, sesim buruktu.

"Ah velet. Yalnız olmaktan korktuğumu falan mı düşünüyorsun?" diye sordu, sesi kısıktı.

"Yalnız olmak güzel," dedim usulca. "Ama şu an yalnız değilsin."

"Kötü bir çocukluk geçirmiş olabilirim ama karanlığımın bununla alakası yok," derken sesi ciddiydi. "Doğduğum günden bu yana... Ki birazdan yirmi yedi yaşına gireceğim, o günden beri siyahım ben. Annemin karasıydım."

Duraksadım. "Ne?"

"Birazdan... Yaklaşık beş dakika sonra yirmi yedi yaşına gireceğim."

"Sen..." Gözlerim hemen yan taraftaki üstünde abajur olan komodine kaydı, komodinin üstünde dijital, tarih gösteren bir saat vardı. Tam üç dakika sonra kasım ayına girecektik, gözlerimi kırpıştırdım.

Birazdan yirmi yedi yaşında olacaktı.

Karan'a baktım. "Kasım ayına gireceğimizi tamamen unutmuşum," dedim yavaşça.

Dudaklarını yanağıma bastırdı, siyah çilekleri yanağım boyunca kaydı ve çenemi buldu. Dudaklarını onun deyimiyle sınırına bastırdı, burnundan verdiği sert nefesleri hissedebiliyordum. Dudaklarını çenemden kaydırdı, boynumun ince çizgisine bir yol çizdi, o yol boyunca dudaklarını bir an olsun tenimden çekmedi.

"Yeni bir yaş eziyetten başka hiçbir şey değil. O yüzden hiçbir yeni yaşımı kutlamadım, kutlamayacağım da. Ama kendime güzel bir hediye vermek istedim. Seni istedim. Evime."

Dudaklarını boynumdan çekmeden konuşmuştu.

"Karan..."

Saat on ikiye vurduğunda, Karan dudaklarını boynumdan çekti. Gözlerimin içine baktı. Yüzünü tekrar avuçladım ve dudaklarımı alnına yaklaştırdım, alnına küçük bir öpücük bıraktım, bu yaptığım şey için kendimi cezalandıracaktım, bu bir çılgınlıktı. Diğer Merve kalbini tuttu, şu an sadece ikimiz vardık. Kimse yoktu. Ne annesi, ne babası, ne babam, ne annem, ne Defne, ne Billur, ne Yaşar Amca... Sadece ikimiz.

"Karan Çakıl, iyi ki doğdun." Dudaklarımı alnından kaydırdım, burnuna küçük bir öpücük kondurdum. Cesurca. Karan sessizce beni izliyordu. Burnunun ucunu üçüncü kez öperken, "İyi ki," diye fısıldadım.

Diğer Merve gözlerini kıstı, ardından o da fısıldadı. "İyi ki."

Sertçe yutkundu. "Bana Ali de," dedi aniden. Duraksadım. Gözlerinin içine bakarken allak bullak olmuştum.

"Ne?"

"Bana bu gece Ali de."

"Ama senin adın...

"Benim adım Karan Ali," dedi aniden. "Ama Ali'yi hiçbir yerde kullanmıyorum. Kullanılmasına izin vermiyorum."

Şoka uğramış bir şekilde öylece ona bakakaldım. Siyah gözlerinde bir geçmiş vardı, henüz geçmediği harelerine oturan yaraların kabuklarının kenarından damlayan kandan belliydi. Dudaklarım aralandı ama konuşmama izin vermedi. Kafasını yavaşça boynuma yerleştirdi, burnunu boynumdaki kalın damara bastırıp derin bir nefes aldı.

"Ali ismini yalnızca annem kullanırdı," diye fısıldadı, sesi öyle kırgın gelmişti ki, kırılan çocukluğu ruhuma battı.

Parmaklarım yavaşça onun saçlarına doğru kaydı. Saçlarındaki asi telleri yavaşça okşarken boğazım düğüm düğümdü.

"Ali," diye fısıldadım, cam kırıkları nefes boşluğumdaki deliğe saplanmaya başladı. "İyi ki."

Bana tutundu, yüzünü tamamen boynuma gömerken bana ihtiyacı varmış gibi tutundu, bana sığındı, bana kendini bıraktı.

"Bana sadece sen Ali de."

Kuyunun en dibini görmüş, tırnaklarını kuyunun nemli duvarlarına saplayıp köklerinden kırmış bir kızın, kuyunun dibindeki mağarayı fark edişinin hikâyesiydi bu. Yukarı tırmanma isteği yersizdi. Yerin altında ona sunulmuş bir dünya, örümcek ağından bir perdenin arkasında onu bekliyordu. Ali... Annesinin ona Ali diye seslendiğini öğrendiğimde kalbimin içinde büyük bir çukur açmış, açtığı çukura yirmi altı tane çakıl taşı gömmüştü. Kollarımı onun bedenine sardım. Bu dünya kimsesiz ruhların mahzeniydi, mahzenin anahtarı ölümdü ve toprağın altına gömülen hiçbir beden, ruhunun gideceği ilk yeri asla bilmezdi. Işık Çakıl'ın bedeni toprağın altına gömüldüğünde paramparçaydı belki ama ruhunun parçalanan cesedinden farksız olduğunu sanmıyordum. Geride bıraktığı yakılmış bir çocukluktu ve o çocuğun yanık cesedi şu an genç bir adamın bedenini mezarı olarak kullanıyordu.

Ali. Anlamı yüce, ulu demekti.

Gözlerimi yumup dudaklarımı onun saçlarına bastırdım. Ulu bir adamın yüce acısıyla kavruluyordum.

Komodinin üstündeki ev telefonu çalmaya başladığında Karan bir süre hareket dahi etmeden kollarımda bekledi. Telefon sustu, ardından tekrar ısrarla çalmaya başladı. "Önemli bir şey olabilir," diye fısıldadım. Karan sert bir soluk aldı. Elimi komodinin üzerine doğru uzattım ve telefonu alıp ona verdim. Yüzünü boynumdan çekmeden telefonu açıp kulağına bastırdı.

"Karan Çakıl," dedi, sesi boğuk ama resmiydi. Kısa bir sessizlik yaşandı. "Ne?" Sesindeki afallamışlığı tattım. Yavaşça boynumdan uzaklaştı. Yüzü buz kesmişti. Karşı tarafı dinledi. "Durumu nasıl?"

Kalbim korkuyla teklerken, "Sorun ne?" diye fısıldadım.

Sıkılı dişlerinin arasından, "Geliyorum," dedi.

"Karan sorun ne?"

Telefonu komodinin üstündeki yerine bırakırken, gözlerini gözlerime sabitledi.

"Funda intihar etmiş."


🦋

Continue Reading

You'll Also Like

305K 17K 60
Hadi ama nerden bilebilirdim ki okulun ilk gününden müdürün oğluna tekme atıcağımı!
1.4M 43.2K 38
Üzerime doğru yürümeye devam etti. Gelip tam karşımda durdu. Gözünü kırpmadan yüzümü inceliyordu. Gözlerini gözlerime dikti. Soru dolu bakışlarla y...
1M 43.6K 42
0545* Sizi "MAFYA" adlı gruba ekledi #Romantizm kategorisinde 1.Sıra✨ #3Ay kategorisinde 1.Sıra✨ #Siyah kategorisinde 1.Sıra✨ #Esir kategorisinde 1.S...
1.3M 60.5K 62
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...