ASİ ÇAKILTAŞI

By binnurnigiz

17.8M 661K 493K

Dışarıda devam eden bir hayat, içimde kalbi duran bir kız çocuğu vardı. Asi Merve Karakuyu, ailesi ve kendisi... More

ASİ ÇAKILTAŞI
1. BÖLÜM: KONFERANS
2. BÖLÜM: KİMSESİZ
3. BÖLÜM: İLK VAZGEÇİŞ
4. BÖLÜM: ASANSÖR
5. BÖLÜM: DART TAHTASI
6. BÖLÜM: SİYAH ÇAKILTAŞI
7. BÖLÜM: İZLERİN FISILTISI
8. BÖLÜM: KARANLIK
9. BÖLÜM: DAVET
10. BÖLÜM: YAŞIN ÇOCUK
11. BÖLÜM: APSE
12. BÖLÜM: ŞEFKAT
13. BÖLÜM: OKYANUS
14. BÖLÜM: MASUMİYET
15. BÖLÜM: KUYU
16. BÖLÜM: SİYAH KELEBEK
17. BÖLÜM: SINIRLAR
18. BÖLÜM: TATLI
19. BÖLÜM: BUZDAN KALE
20. BÖLÜM: VAVEYLA
21. BÖLÜM: ISLAK KELEBEK
23. BÖLÜM: ALİ
24. BÖLÜM: AĞ
25. BÖLÜM: MAĞARA
26. BÖLÜM: KEHF
27. BÖLÜM: KİLİT
28. BÖLÜM: KUYTU
29. BÖLÜM: KELEBEKLER VADİSİ
30. BÖLÜM: AY IŞIĞI
ÖZEL BÖLÜM: 17 KASIM
31. BÖLÜM: SARHOŞ
32. BÖLÜM: ANAHTAR
33. BÖLÜM: İMTİHAN
34. BÖLÜM: ÖZ
35. BÖLÜM: KÖRDÜĞÜM
36. BÖLÜM: UÇURTMA
37. BÖLÜM: RÜYA
38. BÖLÜM: SARMAŞIK
39. BÖLÜM: ATEŞ
40. BÖLÜM: ACI
41. BÖLÜM: ÖFKE
42. BÖLÜM: SAPLANTI
43. BÖLÜM: RÜZGÂR GÜLÜ
44. BÖLÜM: ÖTENAZİ
45. BÖLÜM: ÇIKMAZ SOKAK
46. BÖLÜM: SOLUK
47. BÖLÜM: MAYIN TARLASI
48. BÖLÜM: KİBRİT ÇÖPÜ
49. BÖLÜM: CENNETTEKİ ÇOCUK PARKI
50. BÖLÜM: KÖPRÜ
51. BÖLÜM: YANARDAĞ
52. BÖLÜM: REYC
53. BÖLÜM: ZERİR
54. BÖLÜM: LUNAPARK
55. BÖLÜM: ÂYA
56. BÖLÜM: GÜNEŞ
57. BÖLÜM: MAHŞER
58. BÖLÜM: VEBAL
59. BÖLÜM: KALEM
60. BÖLÜM: YANSIMA

22. BÖLÜM: MİSAFİR

335K 13K 6.4K
By binnurnigiz

🦋


Opeth – Harvest


22. BÖLÜM

MİSAFİR


Duştan çıktıktan yaklaşık on beş dakika sonra saçlarım hâlâ nemliyken ve bedenim duşun etkisiyle uyuşup uykum gelmişken, penye eşofmanımın geniş cebindeki telefonum tüm bedenimi zangırdatacak şekilde titremeye başladı.

Titreşim moduna aldığım telefonu cebimin içinden çıkarmaya çalışırken, bir yandan da elektrikli su ısıtıcısının içindeki sıcak suyu siyah, seramik kahve kupamın içine boşaltmaya çalışıyordum. Arayanın kim olduğuna bakma gereği duymadan telefonu açıp kulağıma götürdüm.

"Hey!" dedi karşı taraftaki tok ama tokluğunun yanında biraz da ince bir ses. Tuhaf bir ses tonu olduğuna yemin edebilirdim. Yüzümü buruşturarak telefonu omzumla kulağımın arasına aldım ve kupanın içine doldurduğum sıcak suyun kabarttığı buharın yüzüme çarpmasına izin verdim.

"Sen kimsin?"

"Açarken adıma bakma tenezzülünde bile bulunmadın, öyle değil mi?" Güldü. "Benim, Billur."

Ah. Sesini ilk kez duyuyordum. Diğer Merve dikkat kesildi, Billur'a karşı sempati duyuyordu, bunu hissedebiliyordum. Sanırım bende de Billur'a karşı bir şeyler vardı, emin değildim. Yalnızca... O gerçekten iyi bir kızdı.

"Billur?" Kupanın içindeki kahveyi karıştırmak için bondi mavisi çekmeceyi açıp içinden bir çay kaşığı çıkardım, sıcak suyun içindeki kahveyi alaşağı olana dek karıştırdım, simsiyah bir renk elde ederken, "Sorun ne?" diye sordum.

Bir iç çekiş duydum. Sol bacağımın üstüne yüklenerek zifir karası kahvemi karıştırmaya devam ettim. Arkadan büyük arabalardan geldiğini tahmin ettiğim motor seslerini duyabiliyordum, otobüs terminali gibi bir yerde olduğuna kanaat getirmiştim.

"Sorun şu ki... Ne sorunu be? Fethiye'deyim şu an. Hadi gel ve beni al. Kahrolasıca bir yağmur başladı ve gözümdeki siyah boya yanaklarıma kadar aktı. Şu an kızıl bir Fars Kedisi'nden farkım yok, ah siktir. Sikik bir herif az önce lastiğinin yarattığı mükemmel dalgayla üstümü ıslattı. Mükemmel! Oradan bakınca bir sörfçüye mi benziyorum lan ben? Gel ve beni al, Fethiye Otobüs Terminali'ndeyim!"

Şaşkın bir şekilde duraksadım. Transa girmiş gibi kupanın içindeki kahveyi çay kaşığı ile karıştırmaya devam ettim, yarattığım kasırgaya benzer dalgayı izliyordum. İdrak gücümü bir an için kaybettiğimi düşündüm, diğer Merve'nin de çok farklı olduğunu söyleyemezdim.

"Ha?" diyebildim.

Billur'un arka planda arabalara sövdüğünü duyabiliyordum, ağzı gerçekten bozuktu. Hem de çok!

"Ne ha, kızım? Gelip alıyor musun beni? Fethiye'deyim diyorum, sen bana geçenlerde Fethiye'de olduğunu söylememiş miydin? Gel ve al beni, genç yaşta katil olmak istemiyorum. Ayrıca yemin ederim idrar torbam şişti, işemem gerek. Tuvalet arızalıymış!"

"İşemen gerektiğini neden bağırarak söylüyorsun?" diye çıkıştım, kaşlarım tamamen çatılmıştı. Sanki konuşmamız gereken onun idrar torbasıydı. Şu an asıl konuşmamız gereken Billur'un neden Fethiye'de olduğuydu.

"Siktir, şarjım bitiyor. Sesleri duyabiliyor musun? Gel ve beni bul buzdan meleğim, emin ol senin buzdan değneğine ihtiyacım var. Siyah kot, siyah tişört ve zincirli siyah botlarım var. Saçlarım kızıl, güneşi bile önünde diz çöktürebilecek kadar kızıl! Kor kızılı bebeğim! Gel ve beni al. Bir saniye, e sen beni fotoğraflarda gördün zaten... Lanet! Kapanı..."

Telefondakinin bir kaçık olduğunu, Billur'un böyle biri olmadığını düşünmeye çalıştım ama bu imkânsızdı. Tam olarak buydu. Billur. Sesini ilk kez duyduğum, birçok sırrımı paylaştığım mesaj arkadaşım. Kaçığın tekiydi ve şu an bilmediğim bir sebepten dolayı Fethiye'deydi. Kupayı dudaklarıma götürdüm, sıcağa alışan dudaklarım hafifçe sızladı. Dilimdeki sıcağın dramatik ayak izlerini hissettim, bastığı yeri dağıtıyordu, dilimdeki yumuşak dokuyu parçalara ayırıyordu sanki.

Defne'nin, "Selam," dediğini duydum. Kaşlarımı çatarak omzumun üstünden ona baktım, mutfak kapısının pervazına yaslanmış beni izliyordu. Altında dışarıdan yeni geldiğini belli eden giymeyeceğim türde işlemeli, çiçekli bir kot, üstünde barut rengi bir kazak vardı.

Anneme yaptıklarını unutmuş değildim ya da anneme yaptıklarımızı daha mı doğru olurdu? Defne'ye düz bir bakış attıktan sonra kahvemden bir yudum aldım.

"Selam," dedim isteksiz bir sesle. Annemin dayımlara gittiğini biliyordum. Babam denen adam da muhtemelen mağazasındaki genç tezgâhtarları süzüyordu. Bu düşünce midemi karıncalandırdı.

"Küs müyüz?"

"Ne zaman barıştık ki?" diye sordu diğer Merve, omuzlarını düşürdükten sonra sözü bana bıraktı ama hiçbir şey söylemedim. Hem şu an düşünmem gereken bir şey daha vardı. Hayır, iki şey. Birincisi, Karan'ın dün gece yumrukladığı adam onun başına bir bela açar mıydı? İkincisi, Billur şu an beni bekliyordu! Hem de çişi vardı. Bir an duraksadım, bu düşüncenin beni güldüreceğini düşündüm ve dudaklarıma bir düz çizgi emri gönderdim.

"Defne," dedim düz bir sesle ve siyah, seramik kupamı yavaşça tezgâha bıraktım. İlgi dolu gözlerle bana bakıyordu, kollarında ağladığı tek sığınağı da kaybetmek istemediği her hâlinden belliydi. "Ben birkaç saatliğine dışarı çıkıyorum, annem gelirse ona çok geç kalmayacağımı söyler misin?"

Defne'nin dudakları düz bir çizgi şeklinde gerildi.

"Onunla konuşmuyorum Merve."

Kaşlarımı çattım. "Annemden bahsettiğimizin farkında mısın? O dediğin bizim annemiz. Babama olan kinini anneme yansıtmandaki amaç?"

Defne güldü, neşesizdi. Altında yatan anlamları görebilmiştim, yaralıydı ve yarasının sarılmasını istiyordu. Hepsi buydu. Ama biz de yaralıydık. Annem ve ben. İkimiz de yaralıydık. Defne bu kadar çocukça davranmamalıydı, dişlerini anneme ve bana geçirmekten vazgeçmeli ve babamı hedef almalıydı.

"Bizi savunmadığı için olabilir mi? Tam bir korkak gibi davranıyor ve ben bundan çok sıkıldım Merve. Savunmasını istiyorum, arkamızda durmasını."

"Anlamıyorsun." Onun açık renk gözleri, benim koyu renk gözlerime takıldı. Bir süre sessizce bakıştık, yavaşça ona doğru yürüdüm. "Anlatsam da anlamayacaksın."

"Anlamak istemiyorum," diyerek beni onayladı, bakışları donuklaşmıştı. Yaşadığı dehşetin izlerini gözlerinde gördüm, babamdan nefret ediyordu. Çünkü onun gözlerinde gördüğüm, benim babama hissettiklerimden daha güçlü ve derindi. Ben babamdan nefret etmiyordum; ben babama karşı hissizdim. Ama Defne. O nefret ediyordu.

"Çok gecikmem," dedim yanından sıyrılıp geçerek, hiçbir şey söylemedi. Söylememesi benim adıma iyiydi, ona karşı tolerans gösterecek havamda değildim.

Odama geçip hızla giyindim. Siyah trençkotumu da üstüme geçirdikten sonra nemli saçlarıma Karan'ın o gece elleriyle kafama geçirdiği bereyi taktım, çantamı omzuma atıp hızlıca odamdan çıktım. Portmantonun dolabından siyah botlarımı çıkarıp ayaklarıma geçirdikten sonra odamın ve evin anahtarını kotumun cebine tıkıştırıp siyah şemsiyeyi alıp evden ayrıldım.

Hava pusluydu, göz gözü görmüyordu. Kapalı havaları seviyordum. Otobüs terminaline kadar yürümek uzun zamanımı alırdı, Fethiye küçük bir yer olabilirdi ama otobüs terminaline kadar yağmurun altında yürümeye hiç niyetim yoktu. Şehir otobüslerinden bir tanesine bindim ve tıka basa dolu, ter kokusundan durulmaz hâle gelmiş otobüsün içinde yaklaşık on dakikalık bir yolculuk yaptım. Otobüsün çıkış kapısından kendimi dışarı atarken neredeyse bayılacaktım. İnsanlar günlük rutinlerine duşu eklemeyi unutalı ne kadar zaman olmuştu?

Yağmur hafiflediği için şemsiyeyi açma gereği duymamıştım. Yolu ikiye ayıran bir köprü vardı, köprünün içi yosunlaşmış su ile kaplıydı. Terminale giden yolda eskiden pavyon olan ama şimdilerde kahve olarak kullanılan bir bina vardı, duvarları eski, yıpranmış ve boyası kavlamıştı. Hiç güvenli görünmüyordu.

Billur'un şarjının bittiğini biliyordum, arasam bile ona ulaşamayacaktım. Hızlı şarjın aklına gelmiş olmasını dileyerek beni aradığı numarayı aradım ama sidiğine odaklandığı için hızlı şarj elbette aklına gelmemişti. Telefonu kapalıydı. Bu demek oluyordu ki onu anlattıkları kadarıyla kendi imkânlarımla bulmak zorundaydım. Otobüs terminalinin girişinde bijuteriler, kafeler, çay ocakları vardı. Fethiye Otobüs Terminal'i küçük denilebilecek bir yerdi ama birçok şehrin terminalinden büyük olduğu kesindi.

Çay ocağının önündeki masalara kısaca göz gezdirdim ama fotoğraftaki, halkalı, kızıl ve ben köşe başında kedi kesiyorum, tipinde bir kız göremedim. Hızlıca kalabalığı yarıp otobüslerin olduğu kısma geçtim. Otobüslerin çaprazında taksi durağı vardı, yaşlı bir adam taksi durağının kulübesinde tatlı bir şekerleme yapıyordu. Kulübenin çatısından damlayan yağmur suyu fayans zemine damlıyordu.

Hemen ileride bir karışıklık olduğunu gördüm, bir güvenlik görevlisi kavgayı ayırmaya çalışıyordu. Her nedense o karmaşada beni çeken bir şey vardı, o karmaşanın içinde bana ait bir şey olduğunu düşünmeden edememiştim. Karan burada olabilir miydi? Buna ihtimal yoktu. Hızlıca karmaşaya doğru yürümeye başladım.

Bir adamın, "Bu kız çıldırmış, ona hiçbir şey teklif etmedim!" diye bağırdığını duymuştum, yine de karmaşadan uzakta olduğum için tam olarak çözebilmiş değildim.

"Senin ağzına sıçarım!" diye bağırdı tanıdık bir kız sesi, ardından kızın siyah ojeli uzun tırnaklarını ve tıpkı tırnakları gibi uzun, kemikli parmaklarını gördüm. Adamın yüzünü hedef almıştı, adam geriye doğru kaçarken güvenlik görevlisi kızı kollarından tutup geri çekmeye çalıştı. O esnada yüzünü gördüm.

Kızıl saçları, iri gözleri, yuvarlak suratıyla hemen orada duruyordu. Simsiyah giyinmişti, kotunun kalça kısmında uzun bir zincir vardı. Botları da tıpkı kotu gibi zincirliydi. Siyah tişörtünün bir kolu omzuna doğru düşük ve uzunken, diğer kolu yalnızca dirseğini örtebilecek uzunluktaydı. İnce bileğinde siyah kayışlı bir saat, saatin etrafında siyah bilekler ve bileklerin aralıklarından bariz bir şekilde görünen dövmeler... Kızıl saçları ıslanınca daha koyu bir renge dönmüştü, göz makyajı bahsettiği gibi akmıştı. Bu kız Billur'dan başkası değildi.

"Düzgün konuş!" dedi adam uyarı dolu bir sesle. "Ben yalnızca sana yardım etmek istedim!"

"Amacın yardım falan değildi!" Billur'un yüzüne, bir kaplanın avını gördüğünde takındığı ifadeden çok daha yırtıcı bir ifade yayılmıştı, biraz daha zorlasa ağzından köpükler saçabilirdi. "Amacın düpedüz beni yatağa atmaktı ihtiyar! O buruşmuş aletini kendi kıçına sokmaya ne dersin?"

"Hey!" diyerek olaya giriş yaptığımda, güvenlik görevlisi dâhil olmak üzere herkes bize döndü. Billur'un beni gördüğü anda yüzünde oluşan ifade beni oldukça şaşırtmıştı. Şu an gerçekten ıslak, kızıl bir Fars Kedisi'ne benziyordu.

"Kahramanım!"

Billur güvenlik görevlisinin kollarından kurtularak bana doğru koştu ve hiç ummadığım anda beni kollarının arasına aldı, gözlerim kocaman açıldı, güvenlik görevlisinin saf şaşkınlığını görebilmiştim. Billur bana sıkıca sarılırken arkaya tehlikeli bir bakış attı.

"Seninle işimin bittiğini düşünme bile sapık ihtiyar!"

"Bu kızdan şikâyetçiyim!"

"Hâlâ konuşuyor! Git ve sarkmış hayalarını estetikle toparlat!"

Billur'u kendime doğru çekerek, "Sakin ol," dedim buz gibi bir sesle, teninde tatlı çikolatalı bir koku vardı ama Karan'ın kokusu kadar yoğun değildi, hatta Karan'ın acı kokusunun aksine, Billur'un kokusu fazla tatlıydı.

Birbirlerinin tam tersi şeklinde.

"Hanımefendi yerinizde olsam bu olayı bu kadar büyütmezdim. Şu an haklıyken haksız duruma düştünüz," dedi güvenlik görevlisi.

Billur bana iyice sokulduktan sonra, "Erkek dayanışması, ha? Kız kardeşin var mı? Ya da yeni doğmuş bir kızın? Sen ve senin gibilerden nefret ediyorum, gidin ve ölün. Ya da ölmeyin, toprağın sizin gibi çürümüşlerle kirlenmesini istemiyorum," dedi dişlerinin arasından.

Adam ona ne yapmıştı bilmiyordum ama sinirliydi, tatlı kokusuna rağmen hırçın ve gerçekten dengesizin tekiydi. Korkusuz olduğunu daha ilk dakikadan anlamıştım ve ilk dakikadan ilk kez gördüğüm bir kızı kollarımın arasına çekmiştim. Kızıl saçlarını suratıma çarparak bana döndü ve büyük, iri yeşil gözleriyle gözlerimin içine baktı. Gözleri biraz mavi gibi görünse de, kesinlikle acı bir yeşil rengindeydi. Bir gözü daha mavimsiydi.

"İşeyebileceğim bir yer bulabilir misin?" diye fısıldadı. "Tam iki saattir tutuyorum ve biraz daha zorlarsam şehrini sel altında bırakabilirim."

Dudaklarım iki kez aralandı ama hiçbir şey söyleyemeden geri kapandı. Başımı yavaşça sallayarak onun ince bileğini tutup terminalin içindeki çay ocağına yürüdüm.

"Gerçekten bir kafeye girmek aklına bile gelmedi mi?"

"Hey, ben uslu bir kızım. Usluca oturdum ve seni bekledim, burayla ilgili doğru dürüst hiçbir bok bilmiyorum."

Yüzümü buruşturarak omzumun üstünden ona kötü bir bakış attım.

"Biraz daha ahlak çerçevesinde konuşur musun? İki lafından biri küfür ve argo."

"Doğam bu bebek," dedi Billur kaşlarını çatarak, kavisli kaşları onun yüzüne sert bir ayrıntı olarak işlenmiş gibiydi. Donuk bakışlara sahipti, bunu sevmiştim ama gerçekten ağzı çok bozuktu, bunu yok sayabilirdim.

Billur çay ocağındaki lavaboyu kullanırken sırtımı bej rengindeki duvara yasladım ve çay ocağının içini kısaca kolaçan ettim. Eskiydi ama nostaljik bir havası olduğu için havalı görünüyordu, burayı sevdiğimi söyleyebilirdim. Kotumun cebindeki telefon tekrar titrediğinde telefonu çıkarıp kilidini kaydırdım ve yalnızca adını görmemle birlikte göğsümün kemiği eriyip kalbimin üzerini alçı gibi kapladı.

Gönderen: Karan Çakıl

Kelebekler bu kadar çok uyumamalı. Akşam oldu. Tüm hafta sonunu uyuyarak geçireceğini söyleme bana. (17:38)

Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Genelde geç yatıp erken kalkarım ya da hiç uyumam. Şu an uyumuyorum ve evde olduğumu söylemek kuyruklu bir yalan olacaktır. (17:40)

Billur lavabonun kapısını açıp çıktı. Tezgâhın önüne geçip tezgâhla ilgilenen adamla konuşmaya başladı. Eliyle camdan dolabın içindeki zeytinli poğaçaları işaret ediyordu.


Gönderen: Karan Çakıl

Neredesin? (17:41)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Terminaldeyim. (17:42)


Gönderen: Karan Çakıl

Bir yere mi gidiyorsun? Terminalde ne işin var? (17:43)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Bir yere gittiğim yok Çakıl. Bir arkadaşımı almak için buradayım. Şehir dışından geldi. (17:44)


Gözlerimi telefon ekranından uzaklaştırıp Billur'a baktım. Siyah kotunun cebinden bir miktar para çıkarıp tezgâhın üzerine bıraktı. Poğaça ve karton bardaktaki sıcak içeceği ile bana doğru yürümeye başladı.


Gönderen: Karan Çakıl

Arkadaş? Kimmiş o arkadaş? (17:45)


Bu soruyu sonra cevaplayabileceğimi düşünerek telefonu kotumun ön cebine sıkıştırdım, yaslandığım duvardan doğrulup omzuma astığım çantayı düzelttim.

Billur, "Poğaça?" diye sorarak ısırdığı poğaçayı ağzıma doğru uzatınca ona donuk gözlerle baktım. Omuz silkerek poğaçasını geri çekti ve büyük bir lokma daha aldı. "Valizim Kâmil Koç'un bilet gişesinde," dedi umursamaz bir tavırla. "Gitmeden onu alalım bebek."

Duraksadım.

"Valizin?"

Billur karton bardaktaki kahve olduğunu kokusundan anladığım içecekten bir yudum aldı.

"Dönücü değilim," dedi omuz silkerek.

Ona bir yabancı olduğunu belli etmek, aramıza bir sınır çizmek istiyordum ama bana o kadar çok tanıdık geliyordu ki, sanki onun damarında akan kana bile aşinaydım.

"Bu da ne demek oluyor?" diye sordum tedirgin bir sesle. Omuzlarının düştüğünü net bir şekilde görebiliyordum şu an.

"Oturalım Buzlar Kraliçesi. Sanırım sana kısa bir özet geçmem gerekecek."

Çenesiyle boş masalardan birini işaret etti. Bej rengindeki deri kaplı sandalyeler eski görünüyordu, yüzeylerinde delik deşik izler vardı. Masaya geçip karşılıklı oturduk. Gözlerimiz birbirlerini bulduğunda kısa, tatsız bir sessizlik yaşandı. Yağmur tekrar şiddetle yağmaya başlamıştı. Gözlerimi Billur'dan uzaklaştırdım, çay ocağının camdan duvarlarının dışında yağan yağmurun damlalarının camdan kayışını izlemeye başladım.

"Uzunca bir süre İzmir'e dönemem," dedi kahvesinden bir yudum alarak.

"Uzunca bir süre?" Bir suç mu işlemişti? Kanundan kaçıyor olabilir miydi?

Diğer Merve bu düşüncelerime dehşet içinde baktı ve "Polisiye diziler izlemeyi bırakmamız gerekecek," diye fısıldadı kulağıma.

"Anneannem ve dedemle yaşıyorum. Dedemle kavga ettim ve uzunca bir süre onu görmek istemiyorum. Ne kadar uzun olur bilemem ama İzmir'de gidebileceğim hiçbir yer yoktu."

"Annen ya da baban?" dediğimde kaşlarını çattı, kaşının üstündeki gümüş demir hareket etti. Boynunda küçük bir kuş dövmesi vardı, ilgimi çekmişti. Tişörtünün altında saklanan dövmelerinden haberdardım.

"Babam küçükken ölmüş bebek," dedi düz bir sesle. Yüzümdeki kan çekilince, "Bana acımaktan vazgeç, hemen. Görebiliyorum," diye dalga geçti. "Annem başka bir adamla evlendi ve biliyor musun, üveylerden hiç hoşlanmam." Yapmacık bir kahkaha koydu ortaya, acıyı örtmeye çalıştığı o kadar ortadaydı ki...

"Yani o yüzden annene gitmedin?"

"Yes!" diye bağırdı ve birkaç göz üstümüze döndü. Sert bir soluk alarak, "İş bulana kadar seninle kalabilir miyim?" diye sordu.

Beklemediğim sorusu karşısında ani bir şaşkınlıkla irkilip ona kilitledim. Onu tam olarak tanımıyordum, tanısam bile biriyle odamı paylaşacak olma fikri hiç iç açıcı değildi. Evde ona verebilecek boş bir odam yoktu, evde söz hakkım bile yoktu, ona nasıl bir oda verebilirdim ki? Hem annem onun bu kılığını görürse kesin kalp krizi geçirirdi, onu bu kılıkta eve nasıl sokacaktım?

Dahası, sokmayı istiyor muydum? O oda benim mahremimdi!

"Katilmişim gibi bakmaktan vazgeçer misin?" dedi Billur bir anda. "Uykunda seni kesecek değilim, ayrıca lezbiyen hiç değilim."

"Ailemle yaşıyorum. Evde yalnız değilim ve fazladan bir odamız yok."

"Lezbiyen olmadığımı söyledim. Transseksüel de değilim. Olsaydım da sana mı kaldım?"

"Billu..."

"Asi, buna ihtiyacım var."

Sırtımı geriye atarak sandalyeye yaslandım. Yanaklarımın içini havayla doldurdum.

"Pekâlâ," diye kabullendim. "İş bulana kadar."

Kahvesinden büyük bir yudum alırken, "Evet," diye onayladı beni. "Ne dersin, sana kahve ısmarlamalı mıyım?"

"Rüşvete ihtiyacım yok."

Şu an mesajlaştığım kızla karşı karşıya oturuyor olduğuma inanamıyordum. Billur'un gözleri bir an için arkadaki camdan kapıya takıldı ve kaşları hayretle havalandı. Omzumun üstünden kapıya baktığımda, görmeyi beklemediğim şey tüm iliklerimde ateşin yanmasına neden oldu.

"Karan?" dedim şaşkın bir sesle.

Cam kapının ardında dikilmiş bizi izliyordu. Cam kapı kapalıydı, beni duymayacağından emindim ama dudaklarımın hareketinden ne dediğimi anlayacağını biliyordum. Kuzguni siyahı gözler gözlerime odaklanmıştı. Siyah saçları nemliydi, arabasından çıkıp buraya yürüyene kadarki sürede ıslandığı belliydi.

Karan cam kapıyı iterek açtı ve içeri girdi.

"Mesajıma kaç saatte cevap vermeyi düşünüyorsun?" dedi buz gibi bir sesle.

Gözleri doğrudan beni odağına almış, hemen dibimde dikiliyordu. Billur'un huysuz bir homurtu çıkardığını duydum ama önemsemeden Karan'a bakmayı sürdürdüm.

"Mesajını cevaplayacaktım," dedim kaşlarımı çatarak. "Ama önemli bir konu üstüne konuşuyorduk."

"Ne konusu?" Karan'ın kuzguni siyahları kısaca Billur'a dokundu ve ona tuhaf, donuk, buz gibi bir bakış gönderdi.

"Evden kaçışımdan bahsediyorduk," dedi Billur soğuk bir şekilde gülümseyerek, bir an birbirlerinden hiç ama hiç hoşlanmadıklarını düşündüm. "Bahsettiğin Karanlık Prens bu mu?" diye sordu Billur kısık bir sesle.

Soruyu yok sayıp gözlerimi devirerek, "Neden buradasın?" diye sordum Karan'a.

Karan, "Bunu daha sonra konuşalım," dedi, sesi sakindi. "Burada işiniz bitti mi?"

Kaşlarım tamamen çatılırken, "Bitti?" dedim sorar gibi. Billur'un sıkıntılı nefesini dışarı üflediğini duydum, bu konu onu pek de sarmamış gibi görünüyordu.

"Seni eve bırakayım o zaman," dedi Karan, siyah meleğin kanadından kopan ses boğuktu, ama aynı zamanda sert ve tehditkârdı da.

"Otobüsle dönebiliriz," dedim sakin bir şekilde.

"Dönebiliriz?"

"İkimiz," dedi Billur bir anda atlayarak. "Yeni oda arkadaşıyım."

"Güzel." Karan'ın ses tonu tam tersini söylüyordu, Billur'un görüntüsü ve benim görüntüm yan yana oldukça farklıydı, Karan'ın bu yüzden endişe duyduğunu düşündüm. "O zaman sizi eve bırakayım."

"Otobüs..."

"Bırakacağım Asi."

Aramızda asırlara konu olacak sert bir bakışma geçti, siyah gözlerinde itirazı bloke eden tehditkâr bakış, benim başkaldırmaya bayılan ruhumu tetikliyordu. Şu an ona bana emir vermemesini söyleyebilirdim ama bir yabancının önünde onunla sürtüşmek istemiyordum, kavgalarımız genelde uzardı ve ikimiz de susmak nedir bilmiyorduk.

Billur'un Kâmil Koç'un bilet gişesine bıraktığı valizini aldıktan sonra hep birlikte terminalin çıkışına yöneldik. Billur valizi sürüyordu ve Karan'ın ona yardım etme gibi bir girişimde bulunmaması beni şaşırtmıştı. Zaten Billur'un da yardım istemediği her hâlinden belliydi. Tekerlekli valizi sürüklerken inanılmaz derecede umursamaz görünüyordu.

Karan Range Rover'ını bir tekerleğini kaldırım, diğer tekerleğini yolda duracak şekilde park etmişti. Siyah uzaktan kumanda ile arabanın kilidini açtıktan sonra Billur'un elindeki valizi kaptı ve bagaja tıkıp, bagajı sertçe kapattı. Billur yüzünde tuhaf bir ifadeyle Karan'a bakarken, ondan hoşlanmadığından emin olmuştum. Aslına bakılacak olursa, Billur genel olarak erkek ırkından hoşlanmıyor gibi görünüyordu.

Karan'ın yanındaki yolcu koltuğuna ben, hemen arkadaki koltuğa da Billur yerleşti. Bir an çay ocağında şemsiyemi unuttuğumu hatırladım ama bunun üzerinde durmadım.

Karan cipin motorunu çalıştırırken, "Sanırım koltuğunu ıslattım, pahalı bir şeye benziyor ama kusura bakma artık," dedi Billur burnunun kemerini sıkarak.

Karan kaskatı bir çeneyle, "Sorun yok," dedi ama sorun olduğunu görebiliyordum. Her an arkaya dönebilir, Billur'u arabadan aşağı atıp yola devam edebilir gibi görünüyordu.

Ben kafamda Billur'u nasıl eve sokacağımı tartarken Karan göz ucuyla bana baktı ve bakışının getirdiği elektrik çarpmış hissine kurban giderken ben de ona baktım.

Gözleri kısaca yüzümü süzdü, dudaklarımda kısaca takılı kaldı ve sert nefesini dudaklarından dışarı verirken, "Bu gece dışarı çıkabilir misin?" diye sordu, boğuk mavi gökyüzüne kısaca göz gezdirdim. Araba hareket ettikçe etraftaki görüntü bulanıklaşıp, arkada kalıyordu.

"Yine nereye?" diye sordum, omuzlarım düşmüştü.

"Sinemaya."

Dedesinden bahsetmediği için ayrıca şaşkındım, içimde düğümlenen ve boğazıma tırnaklarını geçire geçire tırmanan hissin varlığını yok saymak adına yutkundum.

"Billur'u eve sokmam gerek."

Bu kızı neden evime sokmam gerektiğini kendim de bilmiyordum. Karan ve Billur tanışma gereği duymamışlardı ama birbirlerinin adlarını en azından artık biliyorlardı.

"O zaman yarın?" dedi Karan, sert bakışlarını yüzüme sabitlemişti.

Arkadan bir çakmak sesi geldiğinde ikimiz de aynı anda omzumuzun üstünden arkaya baktık ve Billur'un ağzındaki sigarayı yakmaya çalıştığını gördük. Karan ani bir frenle arabayı durdurduğunda arka tekerleklerin çığlığı kulağımın içinde çınlamıştı.

"Sen ne bok yiyorsun?" diye sordu bir anda Karan.

Dudaklarım aralandı, Billur omuz silkerek, "Sigara içiyorum ihtiyar?" dedi ve yaktığı sigaradan derin bir nefes alarak sigara dumanını havaya üfleyip sırtını arabanın koltuğuna yasladı.

"Sigara içtiğini görebiliyorum, asıl sorun bu sigarayı benim arabamda içiyor olman. Söndür şunu."

"Çok sıkıcısın," dedi Billur. "Bir paket süt çıkarıp, yol boyunca onu içeceğimi falan mı sanıyordun? Kaç saattir sigara içmediğimden haberin var mı senin?"

Karan'ın çenesi seğirdi, arkadan iki araba korna çalıyordu.

"Ben bile kendi arabamda sigara içmiyorum kırmızı kafa. Söndür onu yoksa seni bu yağmurda dışarı atarım ve arabanın izini sürmek zorunda kalırsın."

Billur kusar gibi bir ses çıkardı.

"Daha yaratıcı olmalısın moruk."

Billur'a, "Şu sigarayı söndürür müsün?" dedim sert bir sesle. Bakışlarımı Karan'a çevirdim. "Seninle bir kez trafik konusunda tartışmıştık. Şu arabayı çalıştıracak mısın artık?"

Karan bana sert bir bakış atarak, "Bana moruk diyor," dedi. Bir an güleceğimi sandım ama bu isteğimi dudağımı ısırarak geri ittim.

"Terminaldeki adama neler dediğini tahmin bile edemezsin," diye fısıldadım. "Billur, şu sigarayı söndür!" Tekrar Karan'a baktım. "Sen de çalıştır şu arabayı."

"Çok sıkıcı bir çift," dedi Billur sigarasını söndürürken.

Çift. Yanaklarım ısındı. Gerçekten çift miydik ki?

Arabanın silecekleri yağmurun suyunu silerken Karan'la farkında olmadan bakıştık. Yol yayalarındı ama arkadaki sürücüler uzun süredir Karan'ı beklediği için çok kızgın olsa gerekti ki, durmadan kornaya basıp duruyorlardı.

"Yol araçların," dedi Billur. "Bakışmanız bittiyse hareket et artık moruk."

Karan, Billur'a ters bir bakış attıktan sonra arabayı çalıştırdı. Evin olduğu sokağa gelene dek durmadan düşündüğüm şey Karan'la olan ilişkimizin boyutuydu. Kabul edildiğimi düşünüyor olsam da tam olarak ne olduğumuzu bilmiyordum. Açıkçası bunu Karan'a sormaktan korkuyordum.

Karan, Billur'un valizini bagajdan çıkartmamış, ağır valizi Billur'a çıkarttırırken büyük bir keyifle onu izlemişti. Billur'a evi işaret ettim ve Billur valizi evin önüne doğru sürümeye başladı. Karan'la baş başa kaldım. Yağmur durmuştu ama etrafta ıslak toprak kokusu vardı ve kaldırımlar ıslaktı.

"Bu kız da nereden çıktı?" diye sordu bana doğru bir adım atıp aramızdaki mesafeyi küçültürken. Sıcak nefesini saç diplerimde hissettim.

"Mesaj yoluyla tanıştık. Uzun zamandır mesajlaşıyorduk," dedim omuz silkerek. "Ailevi meseleler işte."

"Yalnızca mesajlaştığın birini evine almak ve onunla odanı paylaşmak ne kadar doğru?" Yüzünde allak bullak bir ifade belirdi. "Onun sağlam ayakkabı olup olmadığını bile bilmiyorsun."

"Ona güveniyorum desem?" dedim sorar gibi.

Karan buna şaşırmıştı. Buna ben de şaşırmıştım.

"Bende kalmasında bir sakınca yok, önemli olan annemin onu gördükten sonra baygınlık geçirmemesi. Kabul ediyorum, biraz garip biri ve gerçekten çenesini tutamıyor."

Karan gözlerini devirerek, "Gördüm," dedi bezmiş bir sesle. "Onunla on dakikadan fazla kalabileceksen eğer, sana gerçekten bir kez daha hayran kalırım velet."

Sertçe yutkunup gözlerimi kaçırdım. Bana hayran kalması düşüncesi bile beni heyecanlandırmaya yetiyordu.

"Kızardın," diye fısıldadı. Gözlerimi kaldırıp ona baktığımda, yüzünde çözülmesi imkânsız bir ifadeyle doğrudan bana bakıyordu.

"Kızarmadım," dedim boğuk bir sesle. "Havadan sanırım."

Başparmağını yanağımda hissettim, soluğumu tutarak ona bakarken, Billur'un evin önüne tünemiş bizi izliyor olduğundan emindim.

"Yarın sinema iyi fikir," diye fısıldadım. "Şimdi gitsen iyi olacak, çevreden biri görürse yanlış anlar."

"Yarından önce görüşemeyiz mi demek oluyor bu?" Tuhaf bir ses çıkardı. "Beni başından mı savıyorsun Karakuyu?"

Ona düz tutmaya çalıştığım ama karman çorman olmuş bakışlarımı dikerken, uzun ve siyah kirpikleri nemliydi. Çok geçmeden yağmurun tekrardan atıştırdığını fark ettim. Aniden kotumun kemer geçirdiğim halkalarını yakalayarak beni kendine çekti, dudaklarımdan boğuk bir ses döküldü. Aramızdaki mesafe tamamen sıfıra indi ve dudakları alnıma dokunurken konuştu. "Yarın akşam sekizde." Dudakları bir süre alnıma dokunmayı sürdürdü. "Seni tam bu noktadan alırım kelebek."

Başımı hızlıca sallayarak ondan kaçmaya çalıştım ama kotumun halkalarını o kadar sıkı tutuyordu ki geri çekilmeye çalışırsam biri onun bana zorbalık ettiğini düşünebilirdi. Hem de hemen arkamızda, birkaç metre ötemizde evim vardı. Defne'nin pencereden dışarı bakma girişimi bir felaketle sonlanabilirdi.

"Tamam," dedim titreyen bir sesle. Sesim, resmen beni bırakması için yalvarıyordu ama Karan bunu anlasa bile kafasına eseni yapacak bir adamdı. Kaçış yoktu. Beni yavaşça serbest bırakmadan hemen önce dudaklarını sertçe alnıma bastırdı ve bu gözlerimi sıkıca yummama neden oldu.

Yavaşça geri çekilirken, "Daha çabuk görüşmek istersen bir telefon kadar uzağındayım ufaklık," dedi alaycı bir sesle. Gözleri hemen arkama kaydı ve yüzünü buruşturdu. "Bu kaçığı sakın arkana takayım deme."

Billur'u eve soktuğumda evde ne Defne ne de annem vardı. Açıklama kısmını sonraya bırakabilecek olmanın getirdiği rahatlıkla odama yerleşmesini izledim. Ona yer yatağı yapabilirdim ama sanırım misafir olan o olduğu için benim yerde yatmam gerekiyordu. Kaşlarım çatıldı. Bu umurumda bile değildi. Yerde yatmaya hiç niyetim yoktu.

Billur çalışma masasının üstündeki kitapları karıştırırken, "Bir duş almalısın," dedim onu inceleyerek. "Birileri gelmeden duş al ve odaya kapan. Seninle ilgili yapmam gereken bir açıklama var. Annemin seni bir anda görmesi pek de iyi olmayacak."

Billur dudaklarını bükerek omuz silkti.

"Genelde anneler benden hoşlanmaz," dedi normal bir şeymiş gibi.

Onu banyoya gönderdikten sonra hızlıca bir fikir analizi yaptım, yanında valizinden birkaç parça kıyafet götürmüştü. Fermuarı açık duran valizindeki kıyafetler... Tuhaflardı... Pekâlâ, burası benim odamdı ve sanırım bir arkadaşımı ağırlamakta herhangi bir sakınca görmüyordum, onlar görecek olurlarsa da bunu sert bir dille eleştirip, gerekirse küçük bir tartışma yapabilirdim.

Annem eve geldiğinde Billur duştan çıkmıştı ve yatağıma çöreklenmiş, ıslak saçlarını kuruluyordu. Billur'a baktım. Bana boş bir bakış atıp saçlarını kurulama işlemine kaldığı yerden devam etti. Onun siyah ve kırmızı gözlere sahip kuru kafalardan oluşan pijama takımını annemin görmesini istemiyordum. Kadın benim yüzümden siyaha antipati duymaya başlamışken, Billur'u görecek olursa, içeride kedi keserek satanist ayini yaptığımızı düşünebilirdi.

"Sakın buradan çıkma," dedim kapıya yönelirken. Billur tamam dercesine kafasını salladı. Özel bir operasyonun içindeymişçesine kapıdan dışarı süzüldüm ve koridoru kolaçan ettim. Annemin paltosu portmantoda asılıydı, mutfak ışığının yanık olduğunu görünce mutfağa yöneldim. Kalbim telaşla çarpıyordu, bunu neden bu kadar büyütmüştüm anlamıyordum.

Annemi doğrama tahtasının üstünde soğan doğrarken yakaladım. Sık sık burnunu çekiyor ve bileğinin tersiyle gözündeki yaşları siliyordu. Yumuş yumuş olmuş gözlerle mutfak kapısına bakarak, "Merve, sen misin?" diye sordu ve gözlerini hızlıca kırpıştırdı. "Ah. Sensin. Defne nerede?"

"Bilmiyorum," dedim dürüstçe. "En son evde gördüğüme eminim ama şu an yok."

"Kim bilir nereye kayboldu," dedi annem keyifsiz bir sesle.

"Anne ben eve bir kız arkadaşımı getirdim," dediğimde gözleri yaşarmış olmasına rağmen resmen parıldadı.

"Eğlenmenize bakın," dedi sevecen bir tavırla.

"Anne, arkadaşım bir süre bizimle kalacak," dedim kolumu duvara yaslayarak. Annem bana kafası karışmış gibi baktı. "Aynı odayı paylaşacağız, sizi rahatsız etmeyecektir."

"Senin arkadaşın bizi neden rahatsız etsin ki?" diye sordu, bu beni şaşırtmıştı. "Ben durumu baban ve Defne'ye anlatırım, keyfinize bakın. Bizden çekinmesine gerek yok."

Şaşkınca kaşlarımı havaya kaldırdım.

"Peki o arkadaşımın vücudunun her yerinde dövme varsa ve paso küfredip tırcı amcalar gibi sigara kullanıyorsa?" diye sordum, yani başlamışken tamamını getirmem gerektiğini düşünüyordum.

"Bu onun seçimi," dedi annem. "Tarzı beni ilgilendirmez."

Bu bir tür barış bayrağıydı, görebilmiştim. Yüzümde zoraki bir tebessümle anneme baktım, annem soğanları doğramaya devam etti. Derin bir nefes aldım. Ayaklarım çözüldü, ona doğru yürüdüm, onu belinden sıkıca sardıktan sonra yanağımı sırtına yasladım ve belki de benim için çok zor olan bir şeyi tekrarladım.

"Teşekkür ederim anne."


🦋


"Unut bunu," dedim net bir sesle. "Seninle aynı yatakta yatmayacağım."

Billur, "Beni yer yatağında yatıracak kadar gaddar olduğuna inanmak istemiyorum," dedi elinin tersiyle alnını örtüp, Türk filmlerindeki bir kareyi canlandırırken. "Hadi ama Buzlar Kraliçesi, bu koskoca yatakta tek başına kıçını büyütmene izin veremem."

Sert bir şekilde soluyarak, "Biriyle birlikte uyuyamam," dedim net bir sesle.

Diğer Merve'nin kıkırtısını duydum. "Karan'la uyuyan da kimdi acaba?" diye kıkırdadı bir kez daha.

"Tamam, ben bir ilk olurum, ne dersin? Beni dev kızıl bir Fars Kedisi olarak düşün ve bana sarıl. Soğuk kış gecelerinde benden vazgeçemeyeceksin."

"Unut bunu."

"Gerçekten sıcak tutarım," dedi Billur gözlerini Shrek animasyon filmindeki Çizmeli Kedi gibi büyüterek.

"Reddedildi."

Tam yatağıma giriyordum ki, Billur hızlıca yatağa atladı ve yatağın yayları bizi havaya zıplatıp tekrar yere indirdi. Huysuz bir homurtu çıkarıp ona ters ters baktım.

"İn yatağımdan," dedim tehditkâr bir sesle. Bir anda sırtını döndü ve yapmacık bir şekilde horlamaya başladı. Yatağın üstüne oturup kısık gözlerle onu izlemeye başladım. Sonunda onun gerçek bir baş belası olduğu kanısına vararak isteksizce kendimi yatağa devirip bedenimi uykunun kollarına teslim ettim.

Ertesi sabah kalktığımda işler çok daha kolaydı. Billur da benim gibi erken kalkıyordu, tek sorun penceremi açmıştı ve dişlerimi takırdatan soğuğun odama dolmasını sağlamış, pafır küfür sigara içmişti. Akşama kadar odamda takılmıştık, bu süre zarfında Billur'un sigara içmemesi için çeşitli tehditler savurmuş, onu yağmurda sokağa atacağımı söylemiştim. Bunu yapmayacağımı biliyordu ama yine de uslu durmuştu. Henüz onunla yüz yüze geleli yirmi dört saati bile tamamlamamıştık ama görünmez bir bağın bizi birbirimize bağladığını düşünüyordum. Bu düşünce korkutucuydu. Ben kendime bile tahammül edemezken, biriyle anlaşmam zordu.

Sinemaya gideceğimiz saat yaklaştığında ılık bir duş alıp elbise dolabının önüne geçtim. Karan Çakıl ile sinema... Bu konu hakkındaki tek dileğim vardı, o da bu sinema olayının dedesiyle bir ilgisi olmamasıydı. İstediğim tek şey, benimle gerçekten sinemaya gitmek istediği için sinemaya gitmesiydi. Bir etkenden ya da zorunluluktan değil.

"Onunla çıkıyor musunuz?" diye sordu Billur. Tam bir buçuk saattir elindeki telefondan korkunç sesler çıkmasına neden olan bir korku oyunu oynuyordu. Yanaklarıma basınç yapan kanı geriye itme isteğiyle elimle yüzüme yelpaze yaptım.

"Neyden bahsediyorsun?" diye sordum kaşlarımı çatarak. "Ayrıca birkaç dakika arkanı döner misin, üstümü giyeceğim."

"Şu an telefonla ilgileniyorum." Sesi umursamazdı, gözleri doğrudan telefon ekranını takip ediyordu. "Ee, çıkıyor musunuz?"

"Çıkmak çok çirkin bir kelime," dedim yüzümü buruşturarak.

"O zaman sevişiyorsunuz?" Billur tuhaf bir kıkırtı çıkardı. "Iyyyyy. Bunun düşüncesi bile midemi bulandırıyor."

Saçlarımı sardığım havluyu Billur'a attıktan sonra, "Böyle konuşmamanı söylemiştim," dedim uyarı dolu bir sesle.

"Onun sana nasıl baktığını gördüm," dedi muzip muzip. "Sana deli oluyor. Şahsen ben ondan pek hoşlanmadım ama onun senden delice hoşlandığına kanımı akıtarak yemin edebilirim."

"Sen satanistsin, değil mi?"

"Kedi kesmiyorum."

"Her satanist kedi kesmez."

"O zaman olabilirim."

"Dini inancın ne?" diye sordum.

Kaşlarını kaldırarak bakışlarını bana çevirdi.

"Sana bunu söylememe gerek yok."

"Neden?"

"Sana namaz kıldığımı söylesem inanır mıydın?" diye sordu düz bir sesle, bakışları da sesi gibi düzdü.

"İnanmazdım," dedim açıkça. İnanılması güç bir şeydi.

"O zaman sana Müslüman olduğumu söylesem bile bana inanmayacaksın. Çünkü lanet olası önyargılar." Güldü, güçsüz bir kıkırtıydı. Bir şeyleri örtbas etmek ister gibiydi. "Ayrıca senin de namaz kılmadığından son derece eminim. Ama bir Müslümansın, öyle değil mi? İnsanlar karşısındaki insanı görüntüsüyle yargılamaya bayılır. Boş versene."

Gözlerimi devirerek elbise dolabına doğru döndüm.

"Bu akşam evde olmayacağım. Odadan çıkmasan iyi olur, annem sabah seni gördüğünde yüzü kireç gibi oldu." Kıkırdadığını duydum, cidden annem sabah onu gördüğünde bana çaktırmamaya çalışsa da, bembeyaz olmuştu.

"Karanlıklar Prens'inle buluşacaktınız değil mi?" diye sordu.

"Onun adı Karan."

"Ve bir ergene kapılmış gidiyor," dedikten sonra bir kahkaha koydu, ona düz düz baktım ama her nedense söyledikleri içimdeki bir tarafı canlı tutmayı başarmıştı.

Basit bir kombinde karar kılmıştım, basitti ama yine de içindeyken kendimi iyi hissedecektim. Hayatımın hiçbir döneminde sinemaya topuklular ve rahatsız dar şeylerle giden kızları anlayamamıştım. Sinema eşofman ve tayt tarzı şeylerle gidilip, yayılarak film izlenilen yer olmalıydı. Hoş, arka koltukta şapırtılı sesler çıkararak öpüşen çiftleri görene dek öyle düşünüyordum en azından. Büşra'yla onun zoruyla gittiğimizde, hemen arkamızda oturan çiftin iğrenç öpüşmesine tanık olduğumdan beri sinemaya gitmiyordum.

Siyah iç çamaşırlarımı, eğrelti yeşili kazağımı, haki renginde kotumu giydim. İlk kez siyahtan uzak iki renk tercih etmiştim ama tabii ki siyah paltom ve siyah botlarım ile durumu eşitleyecektim. Saçlarımı sıkı bir atkuyruğu yaptıktan sonra gözüme siyah bir kalem çektim. Dudaklarımı boş bırakmak istesem de, kuru soğuğun yarmasından korktuğum için vişne aromalı dudak nemlendiricisi sürdüm. Bu dudaklarıma hafif koyu bir renk vermişti ama doğal görünüyordu. Ellerim ve ayaklarımda hâlâ Bedirhan'ın sürdüğü ojeler vardı, siyah ojeleri sevdiğim için onları silmemiştim. Koluma babamın mağazasından arakladığım siyah kayışlı saati taktıktan sonra telefonumu ve anahtarlarımı kotumun cebine tıkıştırdım. Billur telefonuyla ilgileniyordu.

"Herhangi bir sorun olursa beni ara," dedim kapıya yönelerek.

Billur olur anlamında kafasını salladı ama yüzüme bile bakmadı. Bazen benden daha soğuktu, bu benim açımdan iyiydi. Bir süreliğine benim odamda, benimle yaşayacaksa; bir mesafe, ince bir sınır çizmeliydik ve o sınırları aşmadan kendimize ait olan noktada yaşamalıydık. Billur'un İzmir'i neden terk ettiği konusunda hâlâ net bir fikrim, tam olarak bildiğim elle tutulur bir bilgim yoktu. Birkaç gün kafasını dinlemesine izin verecektim ama ardından iş aramaya başlamalı ve bana her şeyi anlatmalıydı. Tamam, her şeyi değil. Buna mecbur değildi. Ama merak ediyordum.

Saatin sekiz olmasına on dakikadan az bir zaman kaldığı için hızlıca odamdan çıktım. Paltomun kuşağını bağlarken koridorun sonuna doğru yürüyordum ki, dış kapı aniden açıldı. Olduğum yerde dikilerek paltomun kuşakları elimde, kapıdakine baktım. Yüzümü ekşitmemek için zor tuttum kendimi. Babam paltosunu çıkardı ve elindeki ıslak şemsiyeyi portmantonun kenarına koyup paltoyu portmantoya astı. Beni fark etmesi birkaç saniyesini aldı, kamuflaj yeşili gömleğinin bazı noktalarında yağmur damlalarının koyu renk izleri vardı.

"Dışarıya mı çıkıyorsun?" diye sordu, gözlerinde sorgulayıcı bir ifade belirmişti ama aldırmadım. Başımı sallamakla yetindim, sesimi duymasa da olurdu. Zaten meraklım da değildi.

"Arkadaşın seninle gelmiyor mu?"

"Gelmiyor," dedim düz bir sesle. Açıklamaya gerek yoktu, sağlam bir yalan uydurabilir ve onu kafamdan salabilirdim ama o, bunu bile hak etmiyordu. Annemin oturması gereken koltuğa nasıl o kadını oturtuyorsa, o kadından bir çocuk yapıp, o çocuğa rahatlıkla karışabilirdi. Ama bana karışamazdı.

"Nereye gittiğini sorabilir miyim?"

Gözleri keskindi, bir atmacanınki kadar. Gözlerimi devirerek, başımı havaya kaldırdım ve tavandaki beyaz boyayı inceledim. Koridorun ortasında küçük bir avize vardı ve kristallerinde kendi yansımamı görüyordum. Babamın Tom Ford marka parfümünün keskin kokusu genzimi yaktı. Bu kokuya aşina değildim.

"Soramazsın."

"Bence buna hakkım var."

"Ne zamandan beri?"

"Terbiyesizlik etme," diye fısıldadı.

Ona alay dolu gözlerle baktım. "Döver misin?"

"Bana meydan okumaktan asla vazgeçmeyeceksin değil mi?" diye sorduğunda, gözlerime yayılan alay yavaşça silindi. Kalbimin büküldü. Acı oluk oluk bileklerimde akan kanın hapsolduğu damarlarımda tıkırdadı.

"Asıl sorun, sana meydan okuduğumu sanmanda. Ben sana meydan okumuyorum, ben seni yok sayıyorum."

Babama doğru yürüdüm, hiçbir şey söylemeden öylece dikiliyordu. Kapıyı açtım ve soğuk kendini yüzüme tıpkı bir tokat gibi çarparken babamın koluna değen kolumu geri çekmeden omzumun üstünden ona baktım.

"Hoşça kal baba," diye fısıldadım ve kendimi sokağın soğuk karanlığının kollarına bıraktım.

Sokak bu evden daha güvenilirdi.

Sokak lambasının beş ya da altı metre ilerisinde park hâlinde duran siyah cipi odağıma aldığımda, yağmur yeni durmuştu. Islak toprak kokusunu ciğerlerime doldurup, biraz önce olanları zihnimden kapı dışarı etmeye çalışırken, cipin ışıkları yüzümde patladı ve elimin tersini gözlerime siper ederek yüzümü buruşturdum. Attığım adımları hızlandırdım, bedenime yayılan ışığı yararak arabaya yöneldim.

Ön yolcu koltuğunun kapısını açtıktan sonra kendimi içeri attım ve gözlerimi ovuşturarak, "Bunu yapmaktan ne zaman vazgeçeceksin?" diye homurdandım. "Gözlerim yanıyor."

Karan'ın eli, gözümü ovuşturduğum elimin bileğine kaydığında ürperdim. Bileğimi yakaladı ve kendine doğru çekti, bedenim de ona ayak uydurdu ve vücudumun bir kısmını Karan'a çevirmek zorunda kaldım. Tavan lambasını yakmamıştı, motor çalışır hâldeydi. Gözlerimiz bir okyanusun en dibinde balıkçı ağına takılan balık gibi birbirlerine takıldı. Tek sorun balık bendim, yakalandığım ağ ise o.

"Gözlerin ışıktan dolayı mı yanıyor Çakıltaşı?" diye sordu kadife pürüzsüzlüğünde bir sesle. Siyah melek kanatlarının tüyleri avuçlarıma düşmüş gibi irkildim.

Bir süre onun gözlerinin içine baktım. Gece yarısını üzerine giyinmiş sonsuz bir gökyüzü gibi bakıyordu.

"Gidelim mi?" diye sorduğumda, bunu sormama tek sebep, aramızda gitgide daha da büyüyen çekimdi. Kalbimin üstünde vals yapan duyguları kovmak, ciddi bir ortam yaratmak zorunda gibi hissediyordum kendimi.

"Gidelim."

Aracı sürmeye başladı. Cip dünkü otobüs terminalinin olduğu sokaktaki büyük Erasta Alışveriş Merkezi'nin önünde durduğunda emniyet kemerimi çözdüm ve bir süre karanlığı izledim. Hemen ileride AVM'nin bahçesinde büyük bir kalabalık vardı ve bahçe rengârenkti. Süs havuzları, ünlü kahveciler, pastaneler hepsi bahçeye sıralanmıştı.

Karan, "Geldik," dedi tok bir sesle. O da benim gibi bahçedeki insanları inceliyordu.

Özsüt'ün içinden Damla ve Sude'nin çıktığını görünce bir an için gerildim. Damla ile Sude AVM'nin içine girip kayboldular, hemen ardından Karan ve ben de arabadan çıktık ve AVM'nin bahçesine yöneldik. Yan yana yürüyorduk, onun siyah deri ceketinin örttüğü kolu, benim paltomun örttüğü koluma sürtünüyordu.

"Alışveriş merkezindeki sinemayı seçmendeki amaç?" diye sordum gergin bir sesle.

"Çarşıdaki sinemadaki tüm biletler satılmıştı," diye açıkladı Karan. "İstediğim film için bilet bulamayınca alışveriş merkezindeki sinemayı aradım ve yer ayırttım."

"Peki bunun dedenle bir ilgisi var mı?" diye sorarken sesim gittikçe daha da şüpheci bir tını kazanıyordu.

Karan'ın kaşlarını çattığını göz ucuyla da olsa görebilmiştim. "Bu da nereden çıktı?" diye sordu sert bir sesle.

Alışveriş merkezinin otomatik kapılarından geçerken kadın bir güvenlik görevlisi gülümsedi. Kadına yapmacık bir şekilde gülümseyerek, "Boş ver," dedim Karan'a hitaben. "Baksana, Demir Bey ile ne oldu?"

"Onu sikeceğim," dedi Karan. Tuhaf bir şekilde, beyefendi bir tınıyla söylemesi beni içten içe güldürmüştü.

"İyi dost olduğunuzu söylemişti."

"Siktirsin gitsin," dedi tekrar aynı rahatlıkla. "Alfabetik sıradaki duruşunu siktiğimin pezevengi."

Omzumun üstünden Karan'a baktım, yürüyen merdivenlere bakıyordu ve sanki onca küfrü eden o değildi de bir başkasıydı. Yüzünde sabit, sakin bir ifade vardı ve her zamanki tehlikeli stabilliğini koruyordu.

"Senin kadar ifadesizliğini koruyarak küfür edebilen birini daha görmedim ben," dedim hayret içinde.

Omzunun üstünden bana küçük bir bakış bahşetti.

"Ben de senin kadar ifadesizliğini koruyarak gülen birini görmedim. Gamzelerin tüm ihtişamıyla gözlerinde yine."

Yanaklarıma pembeliğin yayılmamasını umut ettim. Birlikte sinema salonunun olduğu kata çıktık. The Prince filminin posterinin asılı olduğu salona girmeden önce Karan gişeye uğramıştı. Dönerken elinde büyük boy bir patlamış mısır kutusu vardı. İçecek olarak ikimize de şekersiz kola alması beni şaşırtmıştı.

The Prince'ın ilgimi çeken en büyük yanı aksiyon içermesiydi. Las Vegas polis departmanından emekli olmuş bir dedektifin sahalara geri dönmesiyle alakalıydı. Konusunu kısaca okumuş, filmi izlemek için büyük heves etmiştim. Karanlık salondaki en arka sıranın ortasına yerleştik. Çarşıdaki sinemanın aksine burada yok denilecek kadar az insan vardı ve hepsi ön ya da orta koltukları seçmiş, bizden uzaktılar. Bir an için bunun planlı bir şey olduğunu düşündüm, ardından beni bu düşünceye iten şeye gülerek bu saçma sapan düşünceyi bir kenara ittim.

Karan kapıdan tarafa oturmuştu, ben onun ve salondaki kadifeden duvarın arasındaydım ama ortada olduğumuz için bir sıkıntı yoktu, bunalacağımı sanmıyordum. Kolamı ve pipetimi uzattıktan sonra büyük mısır kutusunu kucağına aldı ve beni göz ucuyla kısaca süzdü.

Işıklar tamamen söndü, salon karanlığa gömüldü ve ben yanımdaki en siyah ayrıntının Karan olduğunu bilerek gözlerimi renklenen sinema perdesine çevirdim. Birkaç saçma reklam, birkaç mıç mıç romantik film fragmanından sonra nihayet film başlamıştı ve ben de yavaş yavaş elimi büyük mısır kutusuna uzatmaya başlamıştım. Karan benden önce davranmış, birkaç mısırı ağzına atıp kütür kütür sesler çıkararak yemeye başlamıştı bile.

Bir aklım evde ve Billur'da olmak üzere filme odaklandım. Ara sıra Karan'ın yoğun, ona bakmam için beni zorlayan çekici bakışlarını profilimde hissetmiş, bu bakışların varlığıyla kuruyan dudaklarımı şekersiz kolamla ıslatmıştım. Sık sık yutkunuyor, salonda klima çalışıyor olmasına rağmen oluk oluk terliyordum. Kollarımız birbirine değiyordu.

Elimi mısır kutusunun içine uzattığımda, onun eli elime sürtündü ve bir anda mısır kutusunun içinde el ele tutuştuk. Göğsüm sert bir adrenalin duygusuyla yükselirken gözlerim beyaz perdedeydi. Yağlı patlamış mısırların cıvık hissine rağmen eli sıcak ve temiz hissettirmişti bana.

Nefesim gittikçe hızlandı, parmaklarımız birbirine dolandı ve birbirimizin parmaklarını yüzeysel olarak okşamaya başladık. Ardından Karan'ın bakışlarını profilimde hissettim, çok geçmeden bakışlarını tekrar filme çevirdi ama parmaklarımız birbirlerinden ayrılmamıştı.

Ani bir aksiyon sahnesiyle kendimi geriye atıp pek de konforlu sayılmayacak sinema koltuğuna sırtımı yasladığımda, Karan'ın parmaklarıyla benim parmaklarım mısırların üstündeki dansını sürdürüyordu. Sertçe yutkundum. Karan bir anda elini elimden çekti. Kutudan büyük bir mısır tanesi çıkardı ve gözlerini bana çevirmeden, filme dikerek elini ağzıma uzattı. Gözlerim dudaklarımın yanında duran mısıra düşerken dudaklarımı araladım ve onun parmaklarına doluşan tuzu dilimde hissederek parmaklarının arasında tuttuğu patlamış mısır tanesini ağzıma aldım. Parmakları bir süre dudaklarımda oyalandı. Karan gözlerini filmden çekmese de alnının terlediğini göz ucuyla görebilmiştim. Parmakları dudaklarımdan çeneme indi, yavaşça geri çekildi. Nefes nefese ağzımdaki patlamış mısırı çiğnemeye başladım.

Karan bir anda bana bakınca ben de otomatikman ona baktım.

Hemen önümüzde silahlar patlıyor, alevler dört bir yanı sarıyordu ve filmin ışığı yüzümüzü aydınlatıyordu. Omuzlarımız ve kollarımız birbirine değiyor, nefeslerimiz birbirimizin dudaklarını yalayıp geçiyordu. Gözlerini kıstı, bir ölümün önümde bana göz kırptığını düşündüğüm saniyelerde sertçe soluyordum. Gözlerimiz birbirinde dolanmaktan vazgeçip bir anda dudaklarımızda dolanmaya başladı. Bana yavaşça yaklaştığını hissettim. Nefesi artık daha sertti ve tenimi dağlıyordu.

"Film nasıl?" diye sordu, dudakları dudaklarıma yakındı, gözleri dudaklarımdaydı.

Geri çekilmek istiyor muydum? Bilmiyordum. Diğer Merve yine surların arkasına kaçmıştı, bu tür bir yakınlığa katlanamıyor, öleceğini düşünüyordu.

"Bayıldım," diye fısıldadım. Nefesim onun dudaklarına çarpınca alt dudağını yavaşça dişlerinin arasına alıp geri bıraktı. Bu hareketinin kalbimi patlatacağını düşündüm.

Alnını alnıma yasladı, alnı terliydi. Dudaklarımı öpeceğini düşünmüştüm ama bunu yapmamıştı, sanırım hazır olmadığımı düşünüyordu. Belki de beni zorlamak istemiyordu, bu konuda hiçbir fikrim yoktu. Belki de ağzımız patlamış mısır yüzünden yağlıyken benimle öpüşmenin iğrenç olduğunu düşünmüştü. Bir an için bunun canımı yaktığını düşündüm, böyle bir şeye üzüleceğim kimin aklına gelirdi ki?

"Burada biraz daha durursam, hiçbir şey düşündüğüm gibi gitmeyecek," dedi Karan fısıltılı bir sesle. Gözlerini kapatmıştı. Alnını alnımdan çekmiyordu, alnı çok sıcak ve nemliydi, gittikçe daha da nemleniyor gibiydi. "Buradan çıksak iyi olacak?"

"Neden?"

"Senin güvenliğin için." Sesi boğuktu.

Filmin yarısında Karan'la birlikte salondan çıkarken, yürüyen merdivenlerde Damla'yı görünce, Karan'ı asansörle inmeye zorlamış ve zorlamalarımda başarılı olmuştum. Kotumun içindeki telefon titredi, asansörlerin açılmasını beklerken telefonumu çıkardım.


Gönderen: Billur Bayraktar

Çişim var ve kız kardeşin dakikalardır tuvaletten çıkmıyor. Deliğe düşmüş olma ihtimali yüzde kaç? İtfaiyeyi mi yoksa sağlık ekiplerini mi aramalıyım? (21:52)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Eve geliyorum. Altına işemediğinden emin ol. Yatağımı ıslatırsan ölürsün. (21:53)


Asansörün kapısı kayarak açıldı. Bizimle birlikte benden birkaç yaş büyük olduğunu düşündüğüm iki kız bizimle birlikte asansöre bindiler. Karan ile sırtımızı metal duvara yasladık, kızlar hemen önümüzde duruyordu.


Gönderen: Billur Bayraktar

Bu kadar çabuk mu? Onda kalacağını düşünmüştüm... Seninle ilgili iğrenç fantezileri olduğuna kanıtımı akıtarak yemin edebilirim. Öğk! (21:54)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Tam bir baş belası olduğunu düşünmeye başladım. Gerçekten. (21:54)


Gönderen: Billur Bayraktar

Sana saldırmaya çalışacak olursa onun o çok kıymetli askerlerine sağlam bir tekme indir ve üsteğmenin sonsuz bir uykuya dalmasını sağla. Sonra da arkama bakmadan topukla, suçu ben üstlenirim, korkma. Gelirken kahveli dondurma alırsan makbule geçer... (21:55)


Mesaja gözlerimi devirirken, kızlardan bir tanesi, "Aslıhan'ı duydun mu?" diye sordu kısık bir sesle.

"Of Nesrin! Şu kızdan bahsetmek dahi istemiyorum. Kendinden on yaş büyük adamla evleneceğini duyana dek onu rakibim olarak görmüştüm. Kız sırf para için kendi yaşıtı Özkan'ı bıraktı ve adam sırf zengin diye kendinden on yaş büyük herifi kafesledi!"

Asansör bir an durdu. Küçük bir arıza olsa gerekti.

"Böyleleri midemi bulandırıyor," diye söylendi. "Kendinden o kadar yaş büyük birine nasıl ilgi duyabilirsin ki? Hele o adamlara ne demeli?" Kız kusar gibi bir ses çıkardı.

Aynı anda, "Iyy," dediklerinde dişlerimi sıktım. Onları dinlememeye çalışıyordum şu an. Söyledikleri zihnimde uğursuz bir fırtınanın yaklaştığını belli eder cinsten uğultular yaratıyordu. Karan'ın dinlemesini istemiyordum. Aştığım tüm o duvarların üzerime yıkılmasını istemiyordum. Aramızda on yaş kadar büyük bir yaş farkı olmasa da onun olgun kadınlardan hoşlandığını duymuştum, bu duydukları onu benden iter diye korkuyordum.

"Bence adamdan çok kız suçlu," dedi diğer kız. "Erkekler hep böyle. Vampir gibiler. Bir vampirden onu ayıran en büyük özellik kurbanına verdiği pahalı hediyeler... Para uğruna kanını emdiren kurban, gözümde kurban değildir. Hiçbir aklı başında kız kendinden büyük bir adamla birlikte olmaz. On, on beş yaş nedir ya? Midemi bulandırıyor. Adam yakışıklı dahi olsa, onların aşkına asla inanmam. Tamamen çıkar ilişkisi. Taze et ve kalın bir banknot."

"Ben kendimden beş yaş büyük biriyle bile birlikte olmam."

Aramızdaki yedi yaş sanki kızın kurduğu bu cümlenin altında ezilmişti.

Her şey o saniyelerde gelişti, asansör tekrardan hareket etti ve Karan beni bir anda tutarak kendine doğru çekti. Dudaklarını dudaklarımın üstüne örterken kalbim bir insanın avucuna düşmüş kuş kadar ürkekti ve çırpınıyordu. Kızların bize baktığını hissediyor, hatta biliyordum. Karan'ın büyük avucu yüzümü kapladı, dudaklarındaki açlık dudaklarımın aralanmasına neden oldu.

Onun dudaklarındaki cehennemi keşfe çıktım.

Bir eli belimdeydi, diğer elinin büyük avucu yüzümü kaplamıştı. Asansörün kapıları açıldı, kızlar dışarı çıkarken Karan durmadı. Midemdeki bulantı derinlere gömülmüştü. Dudaklarım Karan'ın hâkimiyetini yüzeyine tıpkı bir oya gibi işlemişti.

Asansörün kapıları açıktı, kızlar çıkmış gitmişti ve muhtemelen önünden geçen bir insan yığını vardı. Karan umursamıyor, dudaklarımdaki beklentisini yükselterek, çok daha aç ve çok daha muhtaç dokunuşlarla ağzıma hükmediyordu. Eli kalçamın biraz üstü, belimin oyuğundaki kaviste dolaşıyordu. Dudaklarımızdan boğuk iniltiler döküldü ve ardından bir hıçkırık sesi duyduk.

Dudaklarımız ayrılırken nefes nefeseydik. Aynı anda asansörün kapısındaki hıçkırığın sahibine bakarken asansörün kapısı kayarak kapanmaya başladı.

Son gördüğüm şey, pahalı çantasını koluna sıkıştırmış, titreyen bacaklarıyla zor ayakta duran Funda'nın gözlerinden dökülen oluk oluk yaşların çenesine inişiydi.

Ve asansörün kapısı kapandı, Funda görüş alanımızdan çıktı. 


🦋

Continue Reading

You'll Also Like

98.4K 1K 9
"Abin bu söylediklerini duysa ne olur biliyorsun değil mi Mavi?" "Şimdilik duymayacağına göre bence sorun yok Feyyaz." "Bana Feyyaz Abi demelisin Mav...
1.3M 60.3K 62
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
65.1K 3.7K 29
TAHASSÜR Cihan ve Kamerin hikayesi... Yıllar önce birbirine verilmiş sözler... Yıllarca birbiriyle kavuşmayı bekleyen iki insan. Yıllar sonra tekrard...
5.1M 279K 29
Sarhoş olduğu gece bir adamla birlikte olan Kayra, sabah uyandığında kendini tanımadığı bir adamla bulur. Evden apar topar kaçan Kayra, birlikte old...