ASİ ÇAKILTAŞI

binnurnigiz tarafından

17.8M 661K 493K

Dışarıda devam eden bir hayat, içimde kalbi duran bir kız çocuğu vardı. Asi Merve Karakuyu, ailesi ve kendisi... Daha Fazla

ASİ ÇAKILTAŞI
1. BÖLÜM: KONFERANS
2. BÖLÜM: KİMSESİZ
3. BÖLÜM: İLK VAZGEÇİŞ
4. BÖLÜM: ASANSÖR
5. BÖLÜM: DART TAHTASI
6. BÖLÜM: SİYAH ÇAKILTAŞI
7. BÖLÜM: İZLERİN FISILTISI
8. BÖLÜM: KARANLIK
9. BÖLÜM: DAVET
10. BÖLÜM: YAŞIN ÇOCUK
11. BÖLÜM: APSE
12. BÖLÜM: ŞEFKAT
13. BÖLÜM: OKYANUS
14. BÖLÜM: MASUMİYET
15. BÖLÜM: KUYU
16. BÖLÜM: SİYAH KELEBEK
17. BÖLÜM: SINIRLAR
18. BÖLÜM: TATLI
19. BÖLÜM: BUZDAN KALE
20. BÖLÜM: VAVEYLA
22. BÖLÜM: MİSAFİR
23. BÖLÜM: ALİ
24. BÖLÜM: AĞ
25. BÖLÜM: MAĞARA
26. BÖLÜM: KEHF
27. BÖLÜM: KİLİT
28. BÖLÜM: KUYTU
29. BÖLÜM: KELEBEKLER VADİSİ
30. BÖLÜM: AY IŞIĞI
ÖZEL BÖLÜM: 17 KASIM
31. BÖLÜM: SARHOŞ
32. BÖLÜM: ANAHTAR
33. BÖLÜM: İMTİHAN
34. BÖLÜM: ÖZ
35. BÖLÜM: KÖRDÜĞÜM
36. BÖLÜM: UÇURTMA
37. BÖLÜM: RÜYA
38. BÖLÜM: SARMAŞIK
39. BÖLÜM: ATEŞ
40. BÖLÜM: ACI
41. BÖLÜM: ÖFKE
42. BÖLÜM: SAPLANTI
43. BÖLÜM: RÜZGÂR GÜLÜ
44. BÖLÜM: ÖTENAZİ
45. BÖLÜM: ÇIKMAZ SOKAK
46. BÖLÜM: SOLUK
47. BÖLÜM: MAYIN TARLASI
48. BÖLÜM: KİBRİT ÇÖPÜ
49. BÖLÜM: CENNETTEKİ ÇOCUK PARKI
50. BÖLÜM: KÖPRÜ
51. BÖLÜM: YANARDAĞ
52. BÖLÜM: REYC
53. BÖLÜM: ZERİR
54. BÖLÜM: LUNAPARK
55. BÖLÜM: ÂYA
56. BÖLÜM: GÜNEŞ
57. BÖLÜM: MAHŞER
58. BÖLÜM: VEBAL
59. BÖLÜM: KALEM
60. BÖLÜM: YANSIMA

21. BÖLÜM: ISLAK KELEBEK

391K 14.7K 13.1K
binnurnigiz tarafından

🦋


Cem Adrian – Islak Kelebek


21. BÖLÜM

ISLAK KELEBEK


Düşen yağmur tanelerinin ağırlığını, bir zardan daha hassas olan siyah kanatlarında hissetti kelebek; ölümü kucakladığını sandığı yerden, yaşamın tadını almıştı.

Avuçlarımda tuttuğum enkazın altında kalan geçmişimi ezerken, olmam gereken yerdeymişim gibi hissediyordum.

Ayaklarım yavaşça yere bastı. Siyah gözlerini kıstı, uzun, kıvrımlı kirpikleri ıslaktı. Kızaran dudaklarını yavaşça yalarken bana yakıcı bir güzellikle bakıyordu. Kalbimdeki baskının çok daha boğuk bir tadını dudaklarımı kaplayan pembe derinin üstünde hissedebiliyordum. Karan büyük ellerinin sıcak avuçlarını omuzlarımın üstüne koydu, aramızdaki mesafe o kadar azdı ki, göğsü göğsüme temas ediyordu. Etrafımızdan geçip giden arabaları önemsemeden yalnızca birbirimizin gözlerinin içine baktık.

Siyah dünyasını bana çevirmişti.

Harelerindeki yansımama bakarken yaşadığımız şeyin yakıcı gerçekliğiyle kavruldum. Gözlerini ağır ağır kırpıştırdı, her bir hareketi bedenimde görünmez yaralar açtığı gibi, o yaraları yine kendi başına iyileştiriyordu. Korna seslerini duyabiliyordum ama bu gerçek umurumda değildi.

Şu an düşündüğüm tek şey az önce öpüşmüş olmamızdı.

Yağmur yavaşladı ama biz çoktan sırılsıklam olmuştuk.

Belki yağmurdan, belki birbirimize hissettiklerimizdendi ama sırılsıklamdık. Karan'ın eli omzumdan yavaşça indi, dirseğimi sıvazladı ve dirseğimi de geride bıraktıktan sonra eli avucumun içine kaydı. Kalbim ikinci bir teslimiyet bayrağını arşa çekerken, kulaklarımda uğuldayan kana rağmen onun elini tuttum.

Parmaklarımız birbirine geçti, duygularımız birbirine geçti, ruhlarımız birbirine geçti. Çözmeye çalışsalar, aralanmak yıllarımızı alabilirdi.

Aralarından geçtiğimiz araçlar umurumuzda değildi ama araçların içindeki sürücülerin meraklı gözlerini üzerimizde hissedebiliyordum. Elini sıktım, elimi sıktı. Turuncuya kaçık, soluk bir sarıyı anımsatan sokak lambasının ışığının aydınlattığı kaldırımlar yağan yağmurun etkisiyle sırılsıklamdı. Karan ile birlikte kaldırıma çıktık, hemen önümdeki su birikintisine basmamak için geniş bir adım atıyordum ki, Karan su birikintisini umursamadan üstünden geçti. Onun uzun bacaklarının attığı her bir adım, benim üç adımıma bedeldi. Buna rağmen parmaklarım onun parmaklarına kenetli olduğu için onun bizi yönlendirdiği hıza ayak uydurabilmiştim.

Sırılsıklam olan saçlarım omuzlarıma dökülmüştü, kafamı o kadar ağır hissediyordum ki, bu ağırlık, kalbimdeki ağırlık ile çok rahat bir şekilde kapışabilirdi.

Dar ve karanlık bir sokağa girdiğimizde adımlarımız yavaşladı. Karan'ın ıslak sırtı ve ince boynu dışında görebildiğim hiçbir şey yoktu. Yüzünün tam da şu zaman diliminde nasıl bir şekil aldığını öyle çok merak ediyordum ki...

Kuzguni siyahı gözlerinin keskin bir şekilde ileriye doğru devam eden yolu takip ettiğini biliyordum ama şu an bildiğim bir şey daha vardı: O gözlerde biraz önce yaşanılan şeylere dair birkaç ipucu, his kırıntısı vardı.

Karan çözülmesi zor bir düğüm, gerçekten birçok yerinde hatası olan bir matematik problemiydi. Buna rağmen bana verdiği ipuçlarının beni sonuca götüreceğinden emindim. En azından emin olmak istiyordum. Kalbimin atışlarını avuç içlerimde hissediyordum, acaba o da hissediyor muydu? Sanki avucumun içindeki ince deriyi yırtacak ve onun avucunun içine girip, göğsüne doğru yola çıkacaktı arsız kalbim.

Adımları tamamen yavaşladı, tıpkı bir bıçak gibi kesilirken, ben de ona uyarak durmak zorunda kaldım. Karanlık sokakta yükselen nefes seslerime bir de yağmurun boş kaldırım taşlarına düşerken çıkardığı tatlı şakırtı eşlik ediyordu.

Karan bana doğru dönerken elimi bırakmadı. Bir an gözlerimi kaçırmak, onun olmadığı bir yöne bakmak istedim ama gözlerim iflah olmaz bir kararlılıkla Karan'ın kıyamet rengi gözlerini yakalayıp odak noktasına aldı.

Sokak lambaları geride kaldığı için yüzü şu an karanlıkta seçilmeyecek kadar gölgelenmişti, görebildiğim tek şey yüzünün belirgin hatları ve siyahlığına rağmen parlayan gözleriydi.

Bana doğru bir adım attığında artık aramızdaki mesafe yok denecek kadar azdı. Kabanımın cebine sıkıştırdığım bereyi çıkarırken, diğer eli hâlâ avucumun içindeydi. Ona şaşkın gözlerle bakıyordum, kabanımın geniş cebinden çıkardığı beremi ıslak saçlarıma geçirdi ve aşağı doğru çekti. Küçük yüzüm bereyi aşağı çekmesiyle tamamen kapandı. Karan güler gibi bir ses çıkardı. Bereyi geriye doğru itip yüzümü açtı, kafamdaki bereyi sabitledi.

"Üşüteceksin," diye mırıldandı kısık bir sesle.

"Sen de üşüteceksin," diye fısıldadım. Bir an için dudaklarımın sızladığını düşündüm, ardından sızı yerini yanma hissine bıraktı.

"Bana bir şey olmaz."

Kaşlarımı çattım, kendini robot falan mı sanıyordu bu adam?

Robot bile su alınca bozulurdu hem.

"Çatma şu kaşlarını," diye mırıldandı tekrar fısıltı hissi uyandıran, siyah meleğin eşsiz kanat çırpışıyla bağdaşmış sesiyle gecenin karanlığına savaş açarken.

Kısa bir sessizlik yaşandı.

"Seni eve bırakayım." Duraksadı. "Araba geride kaldı biraz."

"Yürümek istiyorum," dedim yutkunarak.

Gözlerim karanlık bir gölgeyi andıran yüzünde dolaşıyordu, bakışlarımı fark ettiğine yemin edebilirdim. Parlak gözlerinin keskin harelerinin de benim yüzümü incelediğini hissedebiliyordum. Cevap vermedi, bunun yerine elimi bırakmadan beni yavaşça öne doğru çekti ve bana tekrar sırtını dönerken bir an kendimi bomboş hissettim. Bu görüntü çok yabancı olduğum bir hissin göğsüme yayılmasına neden olmuştu.

Üstelik yabancı olduğu kadar tanıdıktı da bu görüntü.

Hiçbir şey olmamış gibi davranmazdı değil mi?

Kabul edilmiştim, öyle değil mi?

Sessizlik büyüdü, sessizlik büyüdükçe ruhuma sıçrayan kanın kokusunu daha net bir şekilde solumaya başlamıştım. Evin olduğu sokağa gelene dek parmaklarımız birbirinden ayrılmadı.

Ayrılmayan parmaklarımızın bize yatırdığı tek şey, kulağı sağır edecek cinsten bir sessizlikti. Sokak lambasının fersiz, bir o kadar da kasvetli olan ışığı karanlığı yarıp geçtiğinde, isteksiz bir şekilde omuzlarım düştü. Karan'ın adımları yavaşladı. Ev görüş alanımıza girmişti.

Bu evin varlığını bilmek bile tabanlarıma kordan cam kırıkları gibi batırıyorken, orada durduğunu görmek beni kaçma isteğine sürüklüyordu.

Arkama bakmadan. Kimseyi umursamadan. Ama kaçamazdım. Ne evden ne gerçeklerden ne de bu adamdan. Kaçma imkânım olsa bile, kaçmak istemezdim.

"Geldik," diye fısıldadı, sesi sakindi.

Başımı salladım. "Evet," diye onayladım onu.

"Tamam."

"Tamam."

Gözlerimiz kısaca kesişti, siyah bakışlarının merceği altında kendimi baskı altında hissediyor olsam da bu bakışların var olmadığı bir yerde yaşamak sanırım isteyeceğim son şey bile olamazdı. Bakışları donuktu, alışmıştım, o Karan'dı. Benim siyah aynam, yüzümün ve ruhumun karanlıkta kalan kısmıydı.

"Ben gideyim," dedim kısık bir sesle.

Karan gözlerini gözlerimden bir an olsun çekmeden başını yavaşça salladı. Başka biri onun bakışlarını ürkütücü bulabilirdi, benim bile bulduğum zamanlar oluyordu. Dikkat tüm harelerine yayılmıştı. Yüzümde bir cevap arıyordu, kafasındaki soru işaretlerini silebileceği bir cevap.

"Peki."

Her ne kadar istemesem de, parmaklarımı kaydırarak onun avucunun içinden kurtarmaya çalıştım. İlk denemem başarısız olunca gözlerimi kaldırıp ona baktım. Doğrudan yüzüme bakıyordu, elimi bırakmamıştı. Bir kez daha denediğimde bu kez göz gözeydik, elimi yine serbest bırakmadı. Avuç içinin terli olduğunu fark ettim, parmaklarımızdaki nem birbirlerine karışmıştı.

"Sabah seni almaya geleyim mi?"

"Neden?" diye sordum şaşkın bir sesle.

Gözlerini gözlerimden çekmedi.

"Okula bırakırım."

"Okul çok yakın," diye fısıldadım. "Buna gerek yok."

"Peki."

Kısa süren sessizliğin ardından, "Gitmem gerek," dedim gözlerimi gözlerinden çekmeden.

"Tamam git."

"Elim?"

Karan bir an duraksadı, bu hareketi benim de duraksamama neden olurken gözlerini yavaşça gözlerimden ayırıp sokağın diğer ucuna baktı.

Elimi yavaşça serbest bıraktı.

"İyi geceler," diye fısıldadım, terli avuç içimi yumruk yaparken, onun terini parmaklarımda hissettim.

"İyi geceler."

Başımı sallayarak sırtımı ona dönüp gözlerimi yumdum. Üçüncü adımı atacaktım ki, bileğimi yakaladı ve beni hızlı bir şekilde kendine doğru çevirdi. Nefesim göğsümde sıkıştı, irileşmiş gözlerle ona baktım.

"Sıcak bir duş alıp uyu," dedi alev alev yanan kuzgunilerini yüzüme dikerek. Gözlerim iri iri ona bakarken, "İyi geceler Asi Çakıltaşı," diye fısıldadı yüzüme doğru. Bileğimi bırakırken bir an dengemi kaybedip yere kapaklanacağımı düşündüm ama bu olmadı.

Son anda dengemi toparlayarak, "Peki," diye fısıldadım, gözlerimi ondan kaçırıp yavaşça çekildim ve eve doğru yürümeye başladım.

Çiseleyen yağmurun altında yürürken onun kasvetli bakışlarının sırtımda dolaştığından adımın Asi Merve olduğu kadar emindim. Evin kapısının önüne geldiğimde anahtarımı çıkarıp anahtar deliğine soktum, gözlerim kapının yüzeyinde dolaşırken sertçe yutkundum. Göz kapaklarımın üstünde tonlarca ağırlık vardı sanki.

Kendimi çok ağır hissediyordum.

Anahtarı yavaşça çevirdim ve kilit tok bir ses çıkararak açıldı, parmaklarım kapının kulpuna dolanırken omzumun üstünden yavaşça arkama baktım.

Oradaydı. İçeri girdiğimde onun hâlâ orada olduğunu biliyordum. Sırtımı kapıya yaslarken elimi kalbimin üzerine yerleştirdim ve sertçe yutkundum. Bir elim kafamdaki bereye giderken, diğer elim uzun süre kalbimin üstündeki konumunu korudu.

Dediğini yapıp, sıcak bir duş alarak yatağa geçtiğimde aklımda dönüp duran resim aynıydı. Hatta buna resim değil de bir filmden kesit, video gibiydi. Dudaklarımızın birbirlerine dokunduğu an, kurak bir toprağın çatladığı noktadan filizlenen siyah gülü görmüştüm. İnsanlara batırdığı dikenlerini yaralayarak kurak topraktan kafasını çıkarırken onu kendime benzetmiştim.

Dikenlerim vardı, insanlara batırıyordum.

Ama bu demek değildi ki, batırdığım dikenlerim hiç acımıyordu.


🦋


Yandan bol bir şekilde örüp, omzumun üstüne attığım saçlarımın ağırlığını düşüncelerimin üstünde hissediyordum. Gözlerim sabahın ilk ışıklarıyla aydınlanmış ama henüz güneş ile kavuşmamış caddenin etrafında kısa bir tur attı. Uykusuzluğun izlerini göz kapaklarımda taşıyordum, şakaklarım ağrıyordu. Dudaklarımın arkasında sakladığım kasvetli nefesi dışarı bırakırken, havanın soğuğuna karışan buhar, Karan'ın dudaklarından dökülen sigara dumanını andıran bir sis bulutu yaratarak gökyüzüne karıştı.

Ellerimi birbirine bastırarak ovaladım ve kuru soğuğun parmaklarımda bıraktığı uyuşukluk hissini gidermeye çalıştım. Tenim soğuğun etkisiyle beyazlamıştı. Son araba da önümden geçtikten sonra yol yayalara kaldı ve diğer arabalar durduğunda hızlı bir şekilde karşıdan karşıya geçtim.

Kahve dükkânında çalışan yaşlı adam dükkânının kepenklerini kaldırırken göz göze geldik. Bana kısaca gülümsediğinde, ben de onu başımı sallayarak selamladım ve "Günaydın," dedim nazik bir şekilde.

Adamın gülümseyişi genişledi. "Günaydın," dedi. "Kahve alacak mısın?"

"Aslında hiç fena olmaz."

Yaşlı adam dükkânın kapısını açtıktan sonra, "On dakika bekletirim ama," dedi sevimli bir şekilde gülümseyerek. Bileğimdeki ince, siyah kayışlı saate baktıktan sonra, "Yarım saat bile bekleyebilirim," dedim kısık bir sesle.

Dükkânın içi kahve kokuyordu, yaşlı adam hızlı bir şekilde içi şekerleme dolu kavanozları tezgâhın üstüne sıraladı ve kahveyi yapmaya başladı.

"Geçen gece gördüm seni," dedi sırtı bana dönükken, bir an duraksamış olsam da, ifadesizliğimi korudum ve sessizce onu dinledim. "Canın sıkkın gibi görünüyordu." Cevap vermedim. "Amacım seni sıkıştırmak falan değil, sakın yanlış anlama. Tanımadığın etmediğin bir ihtiyara anlatmak zorunda da değilsin zaten."

"Sıkıştırdığınızı düşünmüyorum." Gözlerim ahşaptan yapılma eski masanın yüzeyinde dolaştı.

"Yanına gelmek istedim ama bana gerek kalmadı," dedi bir anda. "Görmek istediğin kişi geldi."

Diğer Merve kaşlarını kaldırarak bana baktığında dudaklarımın sızladığını hissettim.

"Ne?"

"Görmek istediğin kişi diyorum," dedi neşeli bir sesle ve omzunun üstünden bana kısa bir bakış attı. "Sana iyi gelen kişi."

Sessiz kaldım ama bu kez kaşlarım çatıldı. Tanımadığım bir adamla bu konu hakkında konuşmak istemiyordum. Ayrıca ima ettiği şey yanaklarıma kanın oturmasına neden olsa da, dışarıya renk vermemeye kararlıydım.

"Utandırdım mı seni?" diye sordu mahcup bir sesle. "Amacım bu değildi, kusuruma bakma."

"Neden utanayım?"

"Deden yaşında bir adamla gönül meselesi konuşacak değilsin," dedi gülerek. "Utandırmış olabilirim."

"İnsanları yaş sınıfına sokmayı sevmem," dedim omuz silkerek. "Yaşınız sizinle konuşmamam gerektiğini düşündürmez bana. Bu ruhların anlaşmasıyla alakalı, aynı yaşta çoğu insan aynı şeyi düşünmüyor şimdilerde."

Omzunun üstünden bana bakarken kaşları hayretle havalandı. "Ne tuhaf kızsın yahu," diye mırıldandı şaşkınca. "Hep çok soğuk bir kız olduğunu düşünürdüm, kahveni aldığın gibi çıkar giderdin."

"Genelde soğuk göründüğümü söylerler."

"Peki öyle misin?" diye açık uçlu bir soru attı ortaya. Mantığım bir an için duraksadı ve zihnime aldığı notların siyah sayfalarını hızlıca çevirmeye başladı. Öyle miydim? Değil miydim? Ben gerçekte kimdim?

"Kısmen," dedim bir çırpıda.

"Ya siyahsındır ya beyaz," dedi yaşlı adam yaşanmışlık dolu bir sesle. Bir an da kaybolmuştu neşesi. "Griye güvenmemen gerek."

"O zaman soğuğum."

"Güzel." Genişçe gülümsedi, büyük karton kutunun içine doldurduğu siyah kahveyi tezgâhın üstüne bıraktı. Kahverengi karton kutunun üstünü beyaz bir şeyle kapattıktan sonra, "Kahven hazır," dedi sevecen bir sesle.

Yerimden yavaşça kalktım ve sırt çantamı düzeltip, tezgâha doğru yürüdüm. Yaşlı adam ellerini tezgâhın üstüne koyduktan sonra, "O da birazdan burada olur," dedi gülümseyerek. "Birkaç dakikası kaldı."

Kalbim hızlanırken, "Kim?" diye sordum, sesimin umursamaz çıkması için ekstra bir çaba harcamıştım ama nafileydi.

"Kim olduğunu şu an sol tarafında çırpınan şey çok iyi biliyor."

Gözlerimi kaçırırken, çantamın ön gözünden hızlıca cüzdanımı çıkardım ve kahvenin ücretini tezgâhın üstüne bırakıp, "Sağ olun," dedim zorla yutkunarak. "Hoşça kalın."

Hızlı adımlarla kahve dükkânını terk ederken, birazdan Karan'ın da buradan kahvesini ve kurabiyesini alacağını biliyordum. Avuçlarımın arasında duran sıcak kahvenin soğumayacağından emindim, bu kutuda kolay kolay soğumuyordu. Biraz dolaştıktan sonra kampüse doğru yola koyuldum.

Omuzlarım düşerken hızlı adımlarla dersliğe çıktım. İçeride hiç kimse yoktu, boş dersliğe kısaca göz gezdirdikten sonra gözlerim bu kez akıllı tahtaya kaydı ve hangi derslikte olduğumu anladım.

Onunla birlikte uyuduğumuz derslikti burası.

Siyah kelebek tüm ihtişamıyla tahtanın sol köşesinde duruyordu.

Midem yanmaya başlayınca gözlerimi yavaşça tahtadan ayırdım ve hep oturduğum masaya çevirdim. Masamın üstünde koyu renkli bir kese kâğıdı vardı, kaşlarım tamamen çatılırken masama yöneldim. Kahve kutusunu masanın üzerine koydum ve kese kâğıdını elime aldım. Sıcaktı. Kese kâğıdının içine baktığımda dudaklarım aralandı. Ay kurabiyeleri.

Kâğıdın kenarına güzel bir el yazısıyla yazılmış yazıyı fark edince kâğıdı yavaşça yazıyı okuyabileceğim şekilde yana çevirdim.

Kahvenin yanında iyi gider velet. Afiyet olsun.

Dişlerimi sıktım ve alt dudağımı üst dudağımın altına alarak emdim. Gözlerim kısıldığında tebessüm etmemek için kendimi zor tutuyordum. Her ne kadar bunu yapmak istemesem de ay kurabiyelerine bakarken elimde olmadan tebessüm etmiştim.


🦋


Gönderen: Billur Bayraktar

Bir yerim çok dar, iki çok çişim var. Ve biliyorum, beni çok özledin. (10:28)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Benden sıkıldığını düşünmüştüm. (10:29)


Gönderen: Billur Bayraktar

Sıkıcı olduğunu kabul etmen de bir erdem bence. Bir şeyleri yoluna koymaya çalışıyordum. (10:32)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Koyabildin mi bari? (10:33)


Gönderen: Billur Bayraktar

Koyamadım. (10:34)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Peki şimdi ne yapmayı düşünüyorsun? (10:35)


Gönderen: Billur Bayraktar

İşemeyi. (10:36)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Ciddiyetsiz. (10:37)


Gönderen: Billur Bayraktar

Ciddiyetli. (10:38)


Tüm gün okulda tıpkı bir ruh gibi dolanmış, Defne'den köşe bucak kaçmıştım.

Onunla yüz yüze gelecek olursam muhtemelen kavga edecektik ve bu kavganın sonunda ikimiz de birer enkaz hâline gelecektik. Kampüsün çıkışına yürürken kısaca gökyüzüne baktım. Hava boğuk ve kasvetliydi, sabaha göre çok daha ılıktı ama ben yine de üşüyordum.

Siyah paltomun yakalarını kaldırarak ensem ve boynuma siper edip sırtımdaki çantayı düzelttim. Çıkışın hemen sağındaki banklarda oturan öğrencilerin arasında Gamze ve Enis de vardı. Çok kısa bir anlığına Gamze ile göz göze geldik ama ben ona aldırmadan gözlerimi bahçe kapısına çevirdim. Onun bakışlarının hâlâ bende olduğunu biliyordum ama aldırmadım, Enis beni fark etmemişti. Fark edilmemenin verdiği rahatlıkla hızlıca oradan çıktım. Dışarı çıktığım an gördüğüm şey, kesinlikle görmeyi beklemediğim bir şeydi. Bu mümkün olabilir miydi? Tamam, çok da yadırgamamıştım ama dün geceden sonra...

Onu görmeyi beklemiyordum.

Bol örgümden firar edip yanağıma düşen asi saç tutamını kulağımın arkasına iterken olduğum yerde öylece dikilip ona baktım. Altına her zaman olduğu gibi siyah bir kot giymişti, uzun bacakları bir mankeni bile kıskandırabilecek güzellikteydi. Siyah saçları dağınıktı, ya da her zaman olduğu gibiydi. Sadece şu an gözüme çok ulaşılmaz görünmüştü.

Kusursuzdu.

Üstünde takım ceketini andıran bir ceket vardı ama bir takım ceketine oranla çok daha spor görünüyordu, o da siyahtı. Ayağındaki asker postallarını bir an yadırgasam da ona gerçekten yakıştırmıştım. Bu adam her şeyi kendisine yakıştırmak zorunda mıydı? Üstündeki her şey her zaman olduğu gibi siyahtı. Tek bir şey dışında. Penye, yuvarlak yaka, tamamen ona yapışmış ve kaslarını ortaya sermiş olan koyu mor tişört. Bir an duraksadım.

Kalçasını arabanın kapısına yasladı ve kollarını göğsünün üstünde toplayarak siyah dünyasını bana dikti. Pürdikkat beni izlerken ben de olduğum yerde durmuş, pürdikkat onu izliyordum.

Diliyle yavaşça alt dudağını yaladığında bir an tüm damarlarımın çatlayacağını sandım. İçimde inleyen hissin sesi ruhuma ulaşmış, ruhumun şeffaf duvarlarında yankılanmıştı. Dudaklarımdan güçlü bir yangının ilk dumanı yükselirken, sertçe yutkunup bakışlarımı onun gözlerinden çekmeye çalıştım. Bir şey yapmalıydım. Mantıklı bir şey...

"Yürümeyi dene aptal," dedi diğer Merve kaşlarını kaldırarak. Hızlı bir şekilde diğer kaldırıma geçmek için bir adım attım ve Karan'ın bakışları sanki mümkünmüş gibi daha da yoğunlaştı. Hemen önünde dikildim.

"Selam," dedim gözlerimi gözlerinden çekmemeye çalışarak, ona bakarken kalbimin arsızlaşan ritimleriyle başım dertteydi. Başını yavaşça sallarken bana dikkatli bir şekilde bakmayı sürdürdü.

"Dersin bitti mi?"

"Evet."

"Sana mesaj atacaktım ama mesajda dırdırını dinleyesim gelmedi hiç," dedi bir anda. Kaşlarımı çatmak istesem de buna engel olan bir şeyler vardı. Sessizce onu dinledim. "Bu gece dedemin çok yakın bir arkadaşının oğlunun mekânın açılışı var," dedi gözlerini yüzümden çekmeden. Yüzümü incelerken gözleri özellikle dudaklarımda duraksıyordu sık sık.

"Ee?"

"Yanımda olman gerekiyor."

Ah... Dedesi için.

Çok kısa bir sessizlik yaşandı, gözlerimi onun kuzguni siyahı gözlerinden tek bir an olsun çekmeden, "Geceleri rahat bir şekilde dışarı çıkabiliyor olabilirim ama bahsettiğin mekânın lüksüne uygun giyinip çıkamam," dedim bir çırpıda. "Oradan çok rahat görünüyor olabilirim ama hiç de rahat değilim. Hadi o mekâna uygun giyinmeyi başardım diyelim, o kılıkta evden çıkamam."

Donuk bakışlar gözlerimden ayrılmadan, "Sen bunu düşünme," dedi. "Onları arayıp o çok konuşan kızın evinde kalacağını söylemen yeterli."

Dün gece hiçbir şey yaşanmamış gibi davranmak zorunda mıydı? Ayrıca üstünde ona en az siyah kadar yakışmış koyu mor bir tişört varken, söylediği hiçbir şeye odaklanamıyordum!

"Üstümle başımla geleceğim yani?" dedim kaşlarımı kaldırarak.

Diğer Merve gözlerini baydı ve sessiz kaldı, şu an sadece benimle ilgileniyordu çünkü Karan'a karşı duyduğu utanç duygusunu hâlâ üzerinden atabilmiş değildi.

"Bunları düşünmene gerek yok dedim ya," dedi üstüne basarak. "Hadi ara evi."

Bir süre sessiz kaldıktan sonra çantamın ön gözünden cep telefonumu çıkardım ve rehbere girdim. Parmağım annemin numarasının üstüne gidiyordu ki, Karan bir anda beni omuzlarımdan tutarak kendi etrafında çevirdi ve sırtım arabanın kapısına çarptı. Karan hemen önüme dikilip beni arabayla arasına aldı. Panikle gözlerimi araladım, telefon elimden kayıp düşecekti az kalsın. Erkeksi kokusu burnuma dolup, içimi tatlı tatlı kavururken, bu yakınlaşma dün gecenin silik izlerinin üstünden geçmiş, izleri belirginleştirmişti. Nefesini saçlarımın dibinde ve alnımın yatık çizgilerinde hissettim.

"Sorun ne?" diye sordum nefes nefese. Diğer Merve benim aksime nefesini tutmuştu.

"Ablan."

Sesi dümdüzdü. Karnım kasılırken Karan'ın kolunun açtığı boşluktan kampüsün büyük bahçe doğru baktım. Defne yanında Tuğba ve Neşe ile dışarı çıkıyordu. Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp bedenimi yavaşça aşağı kaydırmaya çalıştım ama Karan omuzlarımı tutarak buna engel oldu ve hemen önümde bir duvar gibi dikildi. Onun heybetli bedeni beni o kadar rahat kamufle ediyordu ki, kendimi küçücük hissetmiştim.

Defne ve arkadaşları karşıdaki kaldırımda sırtları bize dönük şekilde yürümeye başladıklarında tuttuğum nefesi sert bir şekilde dışarı verdim ve ellerimi Karan'ın tişörtü zorlayan kaslı göğsünün üstüne koyup yavaşça yutkundum. Bir elimde hâlâ telefon vardı.

Bir an elimin altındaki kasların kasıldığını hissettim, bu benim de karnımın kasılmasına neden olurken, "Annemi arayayım," dedim pürüzlü bir sesle.

Gözlerim yüzüne değil, koyu mor tişörtüne takılı kalmıştı ama onun gözlerinin benim üstümde olduğunu hissedebiliyordum. Ellerimi kara zorla geri çektim. Karan'a bakmadan annemin numarasının üstüne bastım ve telefon çalmaya başladığında kulağıma götürüp, gözlerimi koyu mor tişörtten çekmeden beklemeye başladım.

İkinci kez çalarken karşı taraf telefonu açtı.

"Anne?" Karan'ın kasıldığını fark edince dilimi ısırmak istedim.

"Merve?" Annemin sesi şaşkındı, onu aramama alışkın değildi. Hoş, ben kimseyi aramazdım pek.

Dün akşam yaşadıklarını hatırlayınca, diğer Merve'nin de baskılarına ayak uydurarak, "Nasılsın?" diye sordum, aslında onu gerçekten merak ediyordum. Telefonun diğer ucundaki annemin şaşkınlığını soluduğum gibi, pürdikkat beni izleyen kuzguni siyahın da şaşkınlığını soluyabilmiştim. Hem de çok daha canlı ve net bir şekilde.

"İyiyim," dedi i harfini iki kez telaffuz ederek, bu yüreğimi burkmuştu. Ona karşı bu kadar mı yabancılaşmıştım? Hâlini hatırını sorduğum için şaşırıyordu, ben bu kadar mı yok saymıştım annemi? "Sen nasılsın? Bir sorun falan mı var?" Sesi telaşlı çıktı bir an için, bu canımı daha da derinden yaktı.

"Yok," dedim yüzümü buruşturarak. "İyiyim anne." Dilim anne kelimesinin üstünü çizerken uyuşmuştu. Anne. Bu tuhaftı, birinin anne diyebildiği birine sahip olması güzeldi. Genel olarak acıttığı zamanların sayısı daha fazla bile olsa, güzeldi. Bu inkâr edilemezdi. "Bu gece eve gelemeyeceğim ben, onu söylemek için aradım. Büşralarda kalacağım."

"Vizeler yüzünden mi?" diye sordu bir çırpıda. "Çok zorlamıyor musun kendini?"

Bir an vicdan azabı tüm göğsüme mürekkep gibi yayıldı. Alt dudağımı yavaşça ısırıp, gözlerimi kaldırarak Karan'a baktım. Acaba şu an annemle konuştuğum için nasıl hissediyordu? Hayatının hiçbir döneminde arkadaşlarını ya da çevresindekileri kıskanmış ya da imrenmiş miydi acaba? Cennet siyahı gözleri dudaklarıma indi, ısırdığım alt dudağıma bakarken gözleri kısılmıştı. Gözleri kısıldığında, uzun siyah kirpikler birbirine girdi ve birbirine giren kirpikleri çok daha dolgun, hacimli göründü gözüme.

"Merve, orada mısın?"

"Yok. Yani evet, buradayım," dedim, benim de bakışlarım Karan'ın dudaklarına kaydı, bilincim benim isteğim dışında gerçekleştirdiği bu aktivitenin kalbime verdiği zararın bilincinde değildi henüz. "Biraz vakit geçirmek için, vize falan değil yani. Film falan izleyeceğiz."

"Tamam o zaman," dedi annem. Tam şu an buruk bir şekilde tebessüm ettiğini hayal edebiliyordum... "Kendine dikkat et, olur mu?"

"Olur. Sen de kendine dikkat et anne."

Kısa bir sessizlik oldu. Annem tam telefonu kapatacaktı ki, "Anne," dedim gözlerimi kaldırıp Karan'ın gözlerine sabitleyerek. "Seni seviyorum," diye fısıldadım.

Siyah okyanusun ortasında sert bir dalga kabardı, kabarırken köpürdü, köpüğü bile kapkaraydı. Dilimi damağımı kurutacak bir güzellikle baktı bana, şaşkınlığı harelerine bir kömürün duman olup bıraktığı is gibi yayılmıştı. Daha ne kadar kararabilirdi ki? Daha ne kadar siyaha çalıp, çaldığı karanlığa yanan yıldızlar ekleyebilirdi?

"Ben de seni seviyorum güzel kızım," dedi annem, sesi içtendi.

Ben gözlerimi Karan'ın gözlerinden çekmedim; kalbim, anneme kurduğum cümlenin altını çizip durdu. O cümleye sanki ayna tutulmuştu ve o aynadaki yansıma Karan'ın gözlerine vurmuştu. Yanaklarımın ısındığını hissettim. Annem telefonu kapattı ama ben telefonu kulağımdan çekmedim.

Kulakları sağır edecek, kelimelerimin üstünde dinamit patlatacak bir sessizlik yaşandı. Biraz daha sessiz kalacak olursam, konuşmayı unutabilirdim.

"Gidelim," dedi Karan sertçe yutkunarak. Bedeninin gölgesini üzerimden yavaşça geri çekerken soğuk hava tenime çarptı.

"Nereye gideceğiz?"

"Seni şu, ben çok çıtır bir üniversite öğrencisiyim ve tüm canlıların iştahını kabartıyorum, görüntünden kurtaracak birinin yanına." Durdu ve bana düz düz baktı. "Şu karanlık lolita görüntün canımı sıkıyor."

Kaşlarım çatıldı. "Ney?"

"Karanlık lolita görüntün," dedi ve bir an ikimiz de duraksadık.

"O da ne?"

Bana düz bir bakış attı.

"Yürü," diyerek kolumdan tuttuğunda kaşlarım çatıldı ama ona karşı koymadım, sanırım koyamadım. Karan kapıyı açıp beni ön koltuğa oturttuktan sonra kapıyı kapattı ve kendisi de sürücü koltuğuna yerleşti. Yolculuk boyunca neredeyse hiç konuşmamıştık ama benim aksime kalbim oldukça istikrarlı bir şekilde göğsümün altında at koşturup, gürültü yapıyordu.

Büyük, camdan bir binanın önünde durduğumuzda gözlerimi kaldırarak arabanın penceresinden dışarı baktım. Binanın her bir köşesi parlak, maviyi andıran renkte camlarla döşenmişti. İçerisi görünmüyordu ama içeridekilerin dışarıyı gördüğünden emindim.

"Burası neresi?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak.

"Bir iki saatliğine seni emanet edeceğim yer," diye açıkladı sabit bir sesle. Omzumun üstünden ona baktığımda o da omzunun üstünden bana bakarak kaşlarını çattı. "Tek istediğim biraz daha olgun görünmen. Çocuk gibi duruyorsun."

"Ben görüntümden memnunum."

"Ben de sana kötü göründüğünü ya da görüntünden memnun olmadığımı söylemedim zaten velet. Ama on dokuzdan bile küçük duruyorsun," dedi bir anda. Velet demekten vazgeçebilir miydi, dün gece öpüşmüştük biz! Bu nasıl bir umursamazlıktı? Söylediği şeyleri unutmuş gibiydi nedense.

Her ne kadar dün yaşanılanlara rağmen bir yanım hâlâ utanıyor dahi olsa, inadımdan ödün vermedim. Yaklaşık yarım saat bu konu hakkında tartışmış, sonunda beni kovar gibi çıkarmıştı arabadan. Geneli cam olan binanın içine girdiğimizde biraz fazla süslü -ya da bakımlı mı demeliydim?- bir adam karşıladı bizi. Saçları koyu kumraldı ama hemen önünde birkaç tutam sarıya boyanmış saç teli vardı. Uzun boylu, düzgün fizikli ve yakışıklı bir adamdı. Yüzümü buruşturarak adamı incelerken, adam da yüzünde memnuniyetsiz bir ifadeyle beni izliyordu.

"Kız bu mu Karan Bey?" diye sordu fazla kibar bir sesle. Kaşlarım tamamen çatıldı, birbirimizden pek hoşlanmamıştık. İçerisi, dışarıya oranla çok daha ferahtı ama biraz fazla renkliydi. Duvarlarda dünyaca ünlü mankenlerin posterleri ve raflarda sayısız kozmetik ürünü ile takılar vardı.

"Evet." Karan'ın soğuk tavrı stabildi, yadırgamadım ama adamın sulu tavırları hiç de hoşuma gitmemişti.

"Sizin seçtiğiniz o muhteşem elbiseyi taşıyabileceğini düşünmüyorum," dedi burnunu kırıştırarak. Diğer Merve kaşlarını kaldırarak bu yakışıklı sıfatsıza bakarken ben de diğer Merve'ye eşlik ediyordum.

"Düşüncelerini kendine sakla ve sana telefonda tarif ettiğim her şeyi harfiyen uygula Bedirhan. Döndüğümde onu istediğim gibi görmezsem olacaklardan ben sorumlu değilim." Karan'ın siyah gözleri yakışıklı sıfatsızın, yani adamın gözlerine tehlikeli bir kararlılıkla baktı.

Yakışıklı adam biraz tırsak bir tavırla, "Tabii ki Karan Beyciğim, benim elimden uçanla kaçan kurtulur! Bu kızdan beterlerini adam ettim ben!" dedi şakayla karışık gülerken. Adama kaşlarım çatık bir şekilde baktım, şu an onu yaklaşık beş yüz bin çeşit farklı öldürme şekli kullanarak katlediyordum kafamda.

Karan hiçbir şey söylemedi, beni koruması gerektiğini düşünmüştüm ama bu gerzek herifle uğraşmak istemediği belliydi. İşlerin bir an önce bitmesini dileyerek sırtımı arkamdaki duvara yasladım ve suratımı astım.

Suratımı astığımı gören yakışıklı sıfatsız, "Yürü kız suratsız," dedi abartılı bir şekilde yüzünü buruşturarak. "Yürü de senden bir kadın yaratayım!" Dudaklarını parmak uçlarına değdirip gözlerini yumdu. "Ah benim mükemmel parmaklarım, sihrini konuşturma zamanı!"

"Ruh hastası," diye fısıldadı diğer Merve.

Karan gözlerini tavana kaydırarak, "Ben çıkıyorum Asi," dedi bezmiş bir sesle. "Birkaç saate gelir alırım seni. Bir sorun olursa beni ara."

Başımı sallamakla yetindim. Karan giderken, ben de adının Bedirhan olduğunu öğrendiğim ama adıyla tipini bir türlü bağdaştıramadığım adamı takip ederek binanın bir başka odasına girdim.

"Bana bak," dedi haddinden fazla güzel yüzünü buruşturarak. "Sen şu olgun seven zıpkın Karan Çakıl'ın ilk genç sevgilisisin, değil mi?"

Dedikoducu bir şeye benziyordu bu herif.

"Sana ne?" diye sordum ters bir sesle. "İşinle ilgilensene sen."

"Ay aynı kendi gibisini bulmuş yemin ediyorum," diye söylendi.

"Ne diyorsun sen be?"

"Sus, cevap verme bana. Kız... Yoluk. Büyü mü yaptırdın herife yoksa?"

Cevap vermeden bomboş gözlerle Bedirhan'a bakmayı sürdürdüm. Bu onun tamamen sinirlerini zıplatmış, bana öldürecek gibi bakmasına neden olmuştu. Önce kısa süreli de olsa saunaya girmiştim, bu benim için ölümden beterdi. O kadar sıcakta kalmış olmama rağmen zerre kararmamıştım. Bildiğin ecel teri dökmüş, sıkıntıdan patlamıştım. Saunadan çıktığımda benden birkaç yaş büyük olduğunu düşündüğüm ama kesinlikle benden çok daha ilgi çekici olan kızlar kişisel bakımımda bana yardımcı oldular, utancın nirvanasını yaşamış, hatta bundan nefret etmiştim ama mecburdum. Köprüyü geçene kadar ayıya dayı demekti benimkisi.

Saçlarımın uçlarındaki kırıkları kesmişler, boyuna pek dokunmamışlardı. Yüzüme ve tenime birçok bakım kremi, nemlendirici, adını bilmediğim birçok şey uygulanmıştı. Bedirhan'ın özenle parmaklarıma sürdüğü siyah ojelere baktım, ojenin fırçasını bir kenara bırakarak, "Seni biraz daha canlı gösterecek bir renk uygulamak istemiştim oysa," dedi, dudaklarını büzüp yüzünü buruşturdu. "Teninin rengi falan da harika, kırmızı çok yakışırdı kız sana muşmula suratlı."

İyi de ona siyah oje sür diyen ben değildim ki.

Ona düz düz baktığımda, "Bakma öyle be alık alık," dedi sesini tamamen incelterek. Âdeta çığırmıştı. "Karan Bey öyle istedi. Elbisenle uyumlu olacakmış." Ağzını elinin tersiyle örttü. "Ay elbiseyi görmedin sen değil mi?"

"Rengi siyah mı?" diye sordum kuru bir sesle. Başını sallayarak onayladı beni.

"Kız adamın zevki gerçekten harikulade. Kendisi seçmiş, gidip elleriyle almış biliyor musun? Modacının dolgulu poposu şaha kalkmış resmen, aradı beni karı, bir hava satıyor ki yosma... Şaşarsın. Koskoca taramalı tüfek gibi adamın tüfeğine kurdele mi bağladın kız? Doğru söyle, dilek ağacına çaput diye kendini mi doladın? Ne şanslı karısın be... Allah tipinden falan almış ama şans vermiş, baht vermiş..."

Sertçe yutkunarak gözlerimi aynaya çevirdim, ıslak saçlarıma ve tazelenmiş yüzüme baktım. Yüzüme sürdükleri kremler sayesinde tenime renk gelmiş, canlanmıştım.

Bedirhan hızlı bir şekilde ojeleri sürdükten sonra kuruması için bir sprey sıktı parmaklarıma. Ardından saç spreyi ile tarağı alıp, "Kız," dedi yanındaki zayıf, kısa boylu kıza bakarak. "Herif şunu asi yapın, hırçın görünsün dedi de, şunun tipine bak." Yüzünü buruşturarak beni inceledi. "Karakolun önünden geçse şüpheli diye içeri çekip ifadesini alırlar yemin ediyorum. Hele tipe... Yarabbil Âlemin sen koru hepimizi. Çaydanlık sapına benziyor."

"Dalgalı bir şeyler yapalım o zaman Bedirhan Abi."

"Ay hoşt, sensin abi. Benden çok bıyığın var, sus çizgin görünmüyor kıldan kız Buket. Git bir sakal tıraşı ol. Öğretemedim bir türlü sana. Bedro diyeceksin! Bedro! Ay Fransız ismi gibi kız... Bedro efendimiz, kölenizim diyeceksin. Yıkıl karşımdan bıyıklı köle."

Buket denen kız gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken başını uysalca salladı.

Gözlerimi devirerek bakışlarımı ondan uzaklaştırdım. Arada bir saçlarımı yolup, beni çileden çıkartacak şeyler söylese de, genel olarak tavrım sakindi. Bunun sebebi olarak dün gecenin arkasına saklanıyordum sanırım.

Bedirhan saçlarıma geniş duran hırçın su dalgaları yaptıktan sonra, yaptığı su dalgalarını fırça yardımıyla kabarttı. Üstünde oturduğum tekerlekli koltuğu kendine doğru çevirip, "Koyu tonların olduğu far paletini getir, makyajını da ben yapacağım. Her şey anlatıldığı gibi olmalı, salonu başımıza yıkar vallahi," dedi Buket'e.

Makyaj yapılırken çok uykum gelmişti, gözlerimi sık sık kapatmak zorunda olduğum için arada bir uykuya dalacak gibi oluyordum ama Bedirhan'ın hiç durmayan çenesi sağ olsun, uyumama izin vermiyordu. Başımı ağrıtmıştı resmen.

En sonunda rujumu sürmek için kutunun içindeki rujları karıştırmaya başladı. "Buket, koyu mor ruj nerede kız? Allah belanı vermesin! Kız, Buket!" diye bağırdı ağzını yayarak, ardından hafifçe esnedi. "Aslında bordo ya da böyle daha enteresan bir renk denesek fena olmazdı ama adam inat arkadaş. Ne derse o olacak." Burnunu kırıştırıp bana baktı. "Kız, siz evlenirseniz çocuk yapmayın ha. İkinizde de mahkeme duvarı gibi surat, keçi gibi bir de inat var. Allah çoluğunuza çocuğunuza sabır versin şimdiden."

Bir an için karnımın kasıldığını hissettim. Ardından parmaklarım belli belirsiz bir şekilde karnıma dokundu. Ona ait bir şey taşımak... İçimde... Bu düşünce çok tuhaftı.

Sonunda koyu mor ruju da sürdükten sonra, aynaya bakmama dahi izin vermeden beni omuzlarımdan tutarak kaldırdı ve "Buket, şimdi bu bağırır çığırır, onun küçük memesini görmemi istemez. Giydir şunu," dedi yüzünü buruşturarak. "Ben de meraklı değilim bunun küçük memesine."

Ona cins cins baktım. Yakışıklı yüzünün ortasına sağlam bir yumruk falan yemek istiyordu sanırım.

Buket ile birlikte oradan çıktığımızda, "Ona nasıl katlanıyorsun?" diye homurdandım. Kabinin önüne geldik, Buket gülümsedi.

"Aslında dünyalar iyisi bir adamdır, inanın bana," dedi, sesi sevecendi. "Şey, bu arada çok güzel oldunuz. Merakımı mazur görmezseniz bir şey sorabilir miyim?"

"Tabii ki."

Kız girdiğimiz kabinin kapısını kapatırken, "Akşam nereye gideceksiniz?" diye sordu mahcup bir sesle.

"Karan'ın dedesinin bir tanıdığının mekân açılışı varmış," dedim hiç tereddüt etmeden. "Oraya gideceğiz."

Kız gülümsedi.

"Tersleyeceğinizi düşünmüştüm," dedi yine mahcup bir sesle ama buna cevap vermedim. İnsanlar zaten hep böyle düşünürdü benim hakkımda. Ama haksız da sayılmazlardı, genelde terslerdim ama şu an ben, bende değildim.

Kabinin duvarları kadifedendi ve içeride hoş bir kadın parfümü kokuyordu. Kız siyah bir torbadan çıkardığı uzun siyah elbiseyi askıyla birlikte kadife duvara astıktan sonra, "Gerisini ben hallederim," dedim net bir sesle.

Kız her ne kadar yardım etmek istese de, bir şekilde onu kabinden çıkarmayı başarmıştım. Giymesi gerçekten zahmetli bir elbiseydi ama üstüme geçirdiğimde çok rahat olduğunu fark ettim. Torbanın yanındaki siyah ayakkabılara uzanıp, siyah topukluları ayağıma geçirdikten sonra aynadaki genel görüntüme kısaca göz gezdirdim. Omuzlarım açıktı ama elbise uzun kolluydu, kolları dardı. Siyah uçuş uçuş bir kumaştı ve bu serin hissettiriyordu. Göğsü yuvarlak şekilde aşağı iniyordu ama çok iddialı değildi. Sol bacakta fark edilmesi güç ama yürürken bacaklarımı sergileyecek kadar derin bir yırtmaç vardı, bir an kaşlarım çatıldı. Bunun dışında elbisenin önü normal uzunluktayken, arkasında gerçekten uzunca bir kuyruk vardı.

Açıkta kalan omuzlarıma dökülen dalgaları kabarmış siyah saçlarım, bu elbise için en uygun saç şekliydi sanırım. Kabindeki aynaya dikkatle baktım. İnanılmaz uyumlu ve birbirini tamamlayan bir görüntüye sahip olmuştum. Koyu mor ruj ve siyah ağırlıklı göz makyajım beni olduğumdan üç ya da dört yıl daha büyük göstermiş ve sert yüz hatlarıma tam oturmuştu.

Her ne kadar bunu itiraf etmekten çekinsem de, tam şu anda oldukça güzel görünüyordum.

Ayrıca elbisenin gerdanımı açık bırakan kısmından sarkan siyah çakıl taşı kolyesi, milyarlar verilerek alınan mücevherlerden çok daha göz alıcı duruyordu şu an. Derin bir nefes alarak ojeli parmaklarımın iç tarafını elbisenin kumaşında gezdirdim. Belim ince olduğu için bu elbiseyi taşıyabilmiştim, en büyük artım uzun bir boya sahip olmamdı sanırım.

Kabinin kapısına uzanırken, düşüncelerime mızrak gibi saplanan şey duraksamama neden oldu. Karan'la ilgili kafamı kurcalayan şeyler vardı, derin şeyler. Babama zarar vermesi, ani çıkışları ve ani duruluşları gibi... Kafamı kurcalıyordu. Omuzlarım bir anlığına düştü, kabinin kapısını açtım ve dışarı çıktım. Bedirhan beni gördüğü an, "Bismillahirrahmanirrahim! Ay yok artık," dedi ağzını elinin tersiyle kapatarak. "Ay gerçekten yok artık! Tövbe bismillah!"

"Ne oldu be?"

"Ay mahalle karısı gibi konuşmasana be, görüntünü sıfırladın şu an gözümde," diye çemkirdi aniden. "Kız ne güzel olmuşsun sen memesiz."

Kaşlarımı çattım. "Karan geldi mi?"

"İçeride kahve söyledik ona," dedi gülüp kaşlarını oynatarak. "Ne o kız, çok mu özledin?"

Cevap vermeden düz düz baktım ona.

"Kız şu an gerçekten çok güzel göründün gözüme, nazar boncuğum olsa iliştiririm vallahi." İç çekti. "Hey gidi gözünü sevdiğimin Bedro Hazretleri!" dedi kendini överek. "Gecekondudan villa yaratırsın sen. Ne yüce bir varlığım..."

"İltifatlı gömmelerin için sağ ol," dedim gözlerimi bayarak. Gözlerim pencereden dışarıyı süzdü, karanlık çoktan çökmüştü. "Karan'ın yanına götürsene beni."

"İyi iyi, hadi gel."

Arkasını dönüp yürümeye başladı. Elim yırtmaca giderken, bacaklarımın açılmaması için ekstra bir çaba sarf ederek Bedirhan'ı takip ettim. Diğer odalardan çıkan, parfüm kokusuyla genzimi parça pinçik eden sarışın kadınlar bana pürdikkat bakarken, onlarla göz göze gelmemek için elimden geleni ardıma koymadım.

Büyük bir salona girdiğimizde, "Karan Bey nerede kız?" diye sordu Bedirhan, Buket'e.

Buket cam kapıyı göstererek, "Balkonda telefon görüşmesi yapıyor," dedi gülümseyerek.

Hiçbirine aldırış etmeden balkon kapısına doğru yürüdüm, sırtımdaki bakışları önemsemedim. Camdan kapıyı kaydırarak açtıktan sonra balkona çıktım. Karan'ın arkası dönüktü, üstünde jilet gibi duran siyah takımının asaleti karşısında kalbim hızlandı. Kalp atışlarımın şiddeti siyah takım için değil, siyah takımın içindeki adam içindi. Sağ eli tırabzanlara tutundu, sol elinde telefon vardı ve telefon kulağındaydı. Bacakları inanılmaz uzun görünüyordu, siyah kesinlikle onun rengiydi ama koyu mor da kesinlikle ona çok yakışıyordu.

"Tam olarak neredesin şu an?" diye sordu aniden. Duraksadım ve ona baktım, benim farkımda değildi. "Seni fark etmemesini sağla."

Bomboş bir ifadeyle ona baktım, kafamda beliren soru işaretlerinin cevabı hemen telefonun arkasında onunla konuşan sesin sahibindeydi. "Umurumda değil Sergen. Öyle ya da böyle, bunu sürdüreceğim. Sonuna kadar." Bir süre sessiz kaldı. "Aynen öyle. Sonuna kadar."

Ona doğru bir adım attığımda, topuklu ayakkabımdan çıkan tok ses Karan'ın irkilmesine neden oldu.

"Seni sonra arayacağım," diyerek telefonu kapattı ve takımının cebine attı.

Omzunun üstünden bana doğru dönerken, ikinci adımımı da ona doğru atmıştım bile. Siyah gözler dalgalandı, aynı anda benim de gözlerimin dalgalandığına yemin edebilirdim. Siyah takım ceketinin altında koyu mor bir gömlek vardı, bugün onu ikinci kez bu renk ile görüyordum. Dudaklarım aralanırken, Karan'ın ölüm siyahı gözleri büyük bir dikkatle beni inceledi. Ayaklarımdan başlayıp, saçlarımda son bulan bu incelemenin karşılığı olarak, dolgun dudakları aralanmıştı. Bu aralık o kadar küçüktü ki, dikkatli bakılmadığı sürece görülmesi imkânsızdı.

Ona doğru bir adım daha attığımda, gizli duran yırtmaç dalgalandı ve bir bacağım tamamen ortaya çıktı. Karan'ın siyah gözleri yırtmacın açıkta bıraktığı çıplak bacağıma kayarken, kaşları çatıldı. Bir adım... İki adım... Üç adım... Adımlar sanki uzuyordu, nefesim sıklaşırken son adımı da attım ve Karan'ın önünde dikildim. Ayağımdaki topukluların kaç santim olduğunu bilmiyordum ama şu an deve kadar uzun görünen Karan Çakıl ile neredeyse aynı boydaydım, sadece üç ya da dört parmaklık bir mesafe kalmıştı. Bu yüksek ayakkabılarla bu kadar rahat yürüyebilmem beni şaşırtmıştı doğrusu.

"Sen..." Gözleri kısaca beni süzdü bir kez daha. "Yorum yapmayacağım."

"Mor sana yakışmış," dedim gözlerimi gözlerine tırmandırarak. "Bugün ilk kez seni siyahtan başka bir renkle gördüm."

Başını hafifçe salladı. "Küçük bir kız çocuğu sağ olsun."

"Hoş görünüyorsun," diye itiraf ettim.

Koyu mor dar gömleğin ilk iki düğmesi açıktı, takımı jilet gibiydi. Şu an benim dudaklarım ve onun gömleğinin uyumu başımı döndürmüştü. Bir an düşüncelerimin yöneldiği boyutun çirkinliğine gözlerimi devirdim, ne zamandan beri böyle şeyler düşünüyordum ben?

"Sen de..." Gözleri bir kez daha üstümde dolandı. "Çok iddialı."

"Bu senin seçimin neticede."

"O yırtmacın varlığından haberim bile yoktu," dedi tehlikeli bir sesle. "Ve hiç hoşuma gitmedi."

Gözlerimi devirdim. "Hadi ama, elbiseyi sen seçmişsin."

"Tam iki saat boyunca incelediğim elbisede, açıldığında tüm bacağını gösteren bir yırtmaç olduğunu görmeyen benim. Suçu sana atamam zaten. Sanırım seni oraya kucağımda götürmem gerekecek."

"Neden?"

"Yoksa cinayet işlerim," dedi alaycı bir sesle. Şaka yaptığını anlasam da rahatsız olduğumu belli eden bir ifadeyle baktım ona.

"Cinayet işlemen için bir sebep mi var?"

"Attığın her adım beni katil etmek için yeterli bir sebep," diye mırıldandı. "Sadece şaka yapıyorum, rahatla."

Yanaklarımın kızardığını hissettim.

"Geniş adımlar atmadığım sürece bir sıkıntı çıkmayacaktır. Elbiseyi beğendim."

Burnundan verdiği ılık nefesleri yüzümde hissediyordum, bu çok tanıdıktı.

"Bence bir mağazaya uğrayıp yeni bir elbise satın almalıyız. Rahat olman açısından söylüyorum," derken sesi hiç olmadığı kadar ciddiydi. "Bunu başka bir zaman, baş başayken evde yiyeceğimiz bir yemekte giyebilirsin."

Mideme yumruk yemiş gibi kasılırken, yüzümdeki ifadeyi sabit tutmak için ekstra bir çaba harcadım.

"Bu elbiseyi sevdim."

"Ben de sevdim," dedi gözlerini gözlerimden çekmeden. Bir insan nasıl olurdu da bu kadar etkileyici bakabilirdi, aklım almıyordu. "Ama bazı şeyler bana özel kalsın istiyorum."

İçeride kopan fırtınayı yansıtmamak adına, "Ne gibi?" diye sordum, sesim düzdü ama aslında titremesine ramak vardı. Şu an konuşan bir şey daha varsa, o da gözlerimizdi.

Uzun ve kemikli parmakları yüzüme dokunduğunda, içimde kopan fırtınanın üveylikalbimin duvarlarında can buldu. Arsız organım tüm gücüyle göğsümü tekmelerken, gözlerimi Karan'ın gecenin ayazındaki en karanlık unsuruna, gözlerine diktim.

Uzun parmakları yavaşça yanağımda dolaştı, ardından göz çukurlarıma tırmandı.

"Bu gibi," diye fısıldadı karanlık bir sesle.

Ardından parmağı bu kez dudağıma kaydı. Ruju bozmamaya özen göstererek yüzeysel bir şekilde dudağıma dokundu. "Bu gibi," diye fısıldadı. Kalbim fazlalık kandan patlamak üzereydi. Uzun parmağı boynuma indi, şah damarıma yüzeysel olarak dokundu. "Bu gibi." Bana dokunurken gözlerini tek bir an olsun gözlerimden çekmiyordu.

Göğsüm çaresizce bir nefesi içine doldurarak şişerken, parmağı yavaşça gerdanıma indi. Beni rahatsız etmeyecek şekilde sol göğsümün biraz üstüne dokundu, dokunduğu yer herhangi bir cinsel ima aranacak bir yer değildi, gerdanımın biraz altıydı. Parmağını oraya bastırdı ve kalbimin atışını parmağının ucunda hissetti.

"Bu gibi," diye fısıldadı ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı.

Dudaklarından verdiği sert nefesler dudaklarıma çarpmaya başladı, gözlerimiz birbirlerine kilitlendi.

"Daha birçok örnek verebilirim ama sırası değil," diye fısıldadı. Fısıltısı doğrudan dudaklarıma aktı ve onun nefesini ağzımın içinde hissettim.

Öpüşsek bu kadar net hissetmezdim sanırım. Kalbim dudaklarımda attı.

"Gidelim mi artık?" dedim yakınlığımız yüzünden kasılan yüzüme herhangi bir maske geçiremeden. Diğer Merve yine saklanmıştı, bu yakınlaşmalara katlanamıyor ve kaçmayı seçiyordu. Beni tek başıma bırakıyordu, sonra da yorum yapmasına izin vermemi bekliyordu. Daha çok beklerdi.

Yüzünü yüzümden uzaklaştırmadan dudaklarıma kısaca göz gezdirerek, "Bu elbisenin içinde bu kadar göz alıcı görüneceğini tahmin etmemiştim. Tamam, birkaç küçük tahminim vardı ama bu kadar değildi. Üstelik bu yırtmaçtan hiç ama hiç hoşlanmadım, velet."

"Bu elbise iyi." Gözlerimi kaçırıp koyu mor gömleğine diktim. "Uzatmasak?"

"Canımı sıkıyorsun."

"Bu elbiseyi seçen sensin."

"Bu kadar mükemmel görünüp, beni çileden çıkaran da sensin."

"Ben..." Gözlerimi bir başka noktaya çevirmeye çalıştım, bu konudan uzaklaşmam gerekiyordu. "Telefonum içeride kaldı ve artık gitmeliyiz. Yani..."

"Sakin ol," dedi yanağımı avucunun içine alarak. "Gidiyoruz, tamam."

Gözlerimin içine güven veren gözlerle bakınca daha da utandım. Utanmak bana göre bir eylem değildi ama buna engel de olamıyordum.

Karan, beni omzumdan çekerek kendine yasladı ve birlikte alacaklarımızı alarak güzellik salonu olduğunu düşündüğüm yerden ayrıldık. Arabaya binerken elbisem yüzünden kötücül bakışlarına maruz kalmıştım ama benim hiçbir suçum yoktu, bu elbiseyi seçen de kendisiydi. Kızması gereken biri varsa bu ben değildim, kendiydi.

"Gittiğimiz yerde muhtemelen yine birçok soruyla karşılaşacaksın," dedi gözlerini yoldan çekmeden. "Aralarında patavatsızlar da olacak elbette. Kafana takmamaya çalış."

"Patavatsızlar?"

"Her ne kadar şu an olduğundan daha olgun görünüyor olsan da, sen on dokuz yaşında bir üniversite öğrencisisin," dedi sert bir sesle. Bunu söylerken direksiyonu kavrayan parmak boğumları beyazladı. "Tamam, en azından onlar senin on dokuz yaşında olduğunu bilmiyorlar ama benden küçük olduğunu biliyorlar. Muhtemelen sana yaş ağırlıklı sorular soracaklar, botoks yaptırmaktan mimiğini kaybetmiş teyzelerin kıskançlık kokan aşağılamalarına maruz kalabilirsin. Yanındayken buna izin vermem ama yine de hazırlıklı olmanda fayda var. Genç bir kan gördüklerinde kudurur böyleleri. Senin yaşına dönebilmek için ruhunu satabilecek kadınlar tanıyorum."

Sokak lambalarının cansız ışıkları arabanın içine hızlı bir şekilde yer değiştirerek girip çıkıyordu. Parmaklarımdaki ojelerdeydi gözlerim, Karan'ın omzunun üstünden bana baktığını hissedince, göz ucuyla ona baktım.

"Hadi ama gerilme," dedi moral vermek ister gibi. "Üstesinden gelebileceğini biliyorum. Senin için hiç de zor değil iki buruşuğa meydan okumak."

Diğer Merve başını sallayarak onayladı Karan'ı, ben karşı koymasam bile, o koyardı, biliyordum. Yavaşça başımı salladım ama suratım düşmüştü bir kere. Ne vardı ki bizim aramızdaki yaş farkında? Gören de babam yaşında bir adamla beraberim sanacaktı, on yaş bile değildi. Dokuz yaştan ibaretti, çok büyük bir fark olamazdı. Hem biz... Beraber miydik onu bile bilmiyordum ki. Kabul edilmiştim, yani öyle umuyordum. Düşüncelerim yanaklarımın içini şişirmeme neden oldu.

Karan, bir elini direksiyondan çekmeden, diğer elini bacağıma koydu ve yavaşça sıktı. Gözleri yoldaydı.

"Sorun olmayacak."

Bacağımın üstünde duran eline baktım ve yapabileceğim son şey bile olmadığını düşündüğüm şeyi yaptım. Elimi bacağımın üstünde duran elinin üstüne koydum ve Karan bir an duraksasa da, elimi avucunun içine alarak sıktı ve ardından elimi dudaklarına götürdü. Avucunun içindeki elimi öptükten sonra ellerimizi ayırmadan tekrar bacağımın üstüne koydu.

"Kolay olmayacak," diye mırıldandı kendi kendine.

Bir an duraksadım, biliyordum. Kolay olmayacaktı.

Geldiğimiz mekânın olduğu yer ıssızdı, kayalıklara çarpan dalgaların sesini duyabildiğim gibi; genzimi yakan tuzun da kokusunu alabiliyordum. Karan arabanın uzaktan kumandası ile arabayı kilitledikten sonra küçük bir tık sesi çıktı, arabanın farları kısaca yanıp söndü. Zemin kum ağırlıklı olduğu için, topuklu ayakkabımın topuğu kuma saplanıyordu ve yürümek çok zordu. Karan beni kolumdan tutarak kendine doğru çekti ve sırtım onun kaslı sol koluna dayadı, elini belime sararak beni kolayca yürütmeye başladı.

Mekânın camdan kapısı sayesinde içeriyi görebiliyordum. İçeride hoş, gözü yormayan loş bir ışık vardı ve uzun yuvarlak masaların etrafına üşüşmüş tüm konuklar en az ikimiz kadar şıktı.

"Sabah ay kurabiyelerini yedin mi?" diye sordu bir anda beni taşımaya devam ederken.

"Yedim," dedim huysuzca. "Tadı güzeldi."

"Vanilyalı."

"Tatlı şeyleri sevmem."

"Ben de sevmem ama ikiniz birer istisnasınız."

Kalbimin göğsüme vurduğu tekme, denizin kayalıklara vurduğu dalgadan çok daha gürültülü ve hırçındı.

"Şöyle konuşma."

"Yalan mı?"

"Sus," diye homurdandım. Yüzüme düşen saçlarımı geriye ittim, mekânın kapısının önüne gelmiştik bile. Karan beni yavaşça serbest bıraktı ve elini elimin içine kaydırıp parmaklarımızı birbirine kenetledi.

Tüm duyularım avucumun içine toplanıp bedenim hislerden ibaret hâle geldiğinde ona ayak uydurdum. Cam kapı kayarak açıldı, kulaklarıma doluşan piyano sesi beni gevşetti. Gözlerim kısaca etrafı taradı, tüm gözler üstümüze dönmüştü. Mekânın genel havası iyiydi, burada hem eğlenebilir hem de kafanı dinleyebilirdin. Gözler hem üstümüzde hem de birbirine kenetlenmiş ellerimizde dolanıyordu şu an. Ben rahatsız bir şekilde etrafa bakınırken Karan'ın hiçbir şey umurunda değildi.

Düz bir yüz ifadesiyle dedesinin olduğu masaya doğru ilerliyordu. Yaşar Amca bizi fark ettiğinde elini yavaşça kaldırarak gülümsedi. Karan başını yavaşça salladı. Yaşar Amca'nın yanında orta yaşlarda iki kadın, iki adam ve bir de Yaşar Amca'nın yaşlarında yaşlı bir adam vardı. Onlar da bize bakıyordu. Tıpkı içerideki herkes gibi.

"Hoş geldiniz," dedi Yaşar Amca masaya vardığımızda. Birkaç meraklı göz sonunda bizden uzaklaşmış olsa da diğer meraklı gözlerin yoğun ağırlığını sırtımda hissediyordum. Ayrıca Karan o kadar ağır adımlar atmıştı ki, bunun yırtmacımın açılmaması için olduğundan adımın Asi Merve olduğu kadar emindim.

"Hoş bulduk," dedi Karan sade bir şekilde ve masadaki tüm adamlarla tokalaştıktan sonra bayanları başıyla selamladı.

Boyalı sarı saçlara sahip, açık mavi gözlü bir kadın elini bana uzatırken, "Merhaba şekerim," dedi gülümseyerek. "Harika görünüyorsun." Beni süzdü. "Üzerindeki Suzan Avcı'nın tasarımı değil mi? Bir eşi daha yok!" Gözleri kocaman açılmıştı, şoka uğramıştı resmen.

Suzan Avcı kimdi? Yüzüme geçirdiğim yapmacık ifade tıpkı bir kalıp gibi suratıma yapıştı ama dudaklarımı yukarı kıvırmama yetmedi. Soğukluğundan ödün vermeyen bir sahtelikle kadına elimi uzattım, diğer elim Karan'ın parmaklarının kilidi altındaydı şu an.

Kadının elini yavaşça sıktıktan sonra, "Teşekkürler," dedim mesafeli bir sesle.

Kadın sesimin tonundan rahatsız olmuş gibi görünüyordu ama umurumda değildi. Şu an umurunda olan tek şey üzerimdeki özel tasarım elbiseydi.

"Karan, çok meşhur kız arkadaşın bu küçük hanım mı?" diye sordu orta yaştaki adamlardan bir tanesi. Elini bana uzatarak, "Merhaba güzel bayan. Ben Demir," dedi. Yanındaki kadın rahatsız bir şekilde adama baktığında ikisinin evli olduğunu anlayabilmiştim. Üstelik kadın bana bir merhaba bile dememişti ama bunun umurumda olduğunu da söyleyemezdim. Adamın bana uzattığı ele bakarken, Karan elimi daha sıkı tuttu. Parmaklarını parmaklarımdan içeri sokup, kemiklerime dokunmak istiyor gibi sıkmıştı.

Adamın elini havada bırakarak, "Merhaba," demekle yetindim. Adımı söylememe gerek var mıydı? Bence yoktu, bildiklerinden emindim. Dedikodular çoktan onların dünyasını sarmıştı, Karan onların dünyasında tanınıyordu. Benim aksime.

Yaşar Amca bastonuna tutunarak bana yaklaştı, sevecen bir şekilde gülümseyerek, "Harika olmuşsun kızım," dedi tatlı tatlı. "Maşallah, nazar değmesin." Ardından gözleri Karan'ı buldu. "Hele şükür seni de farklı bir renkle gördüm."

"Dede." Karan'ın sesinde uyarı vardı.

Yaşar Amca omuz silkerek önüne döndü ve yaşlı adama hitaben, "Bu da bizim gelin işte Hüseyinciğim. Okulu bitsin, yapıyoruz düğünü," dedi heyecanlı bir şekilde.

Adının Hüseyin olduğunu öğrendiğim koyu renk takım elbiseli adam, "Merhaba kızım," dedi gülümseyerek. "Benim oğlana da gelir inşallah sıra, bir türlü beğenmiyor eşek herif." Kızlar da çok meraklıydı ya onun oğluna... Göz devirmemek için kendimi tuttum.

"Benim oğlan da beğenmiyordu yahu," dedi Yaşar Amca gülerek. "Karan'ı tanımıyor gibi konuşmasana. Her erkeği adam eden bir kadın mutlaka çıkıyor."

Bir süre konu Hüseyin Bey'in adının Hakan olduğunu öğrendiğim oğlunun üstünde dönmüştü. Kocasını benden kıskanan kadının adının Canan olduğunu öğrenmiştim, benimle neredeyse hiç konuşmamıştı. Umurumda da değildi zaten. Elimi sıkan sarışın ve açık mavi gözlere sahip olan kadının adı da Serpil'di, o diğerine nazaran çok daha samimi gelmişti gözüme. Hareketleri bakımından değil, daha samimi görünüyordu yalnızca.

Bu mekân Hakan'a aitti, henüz Hakan'ı görememiştim ve sanırım Hüseyin Bey'in dediği kadar vardı. Adam kendi mekânın açılışında yoktu resmen. Sorumsuzun tekiydi. Camdan kapı kayarak açıldığında, Karan elimi bırakmıştı çünkü hemen bir masa ilerideki bir adamla bir diyalog içerisindeydi. Ne konuştuğu hakkında ufacık bir fikrim bile yoktu. Kapıdan içeri giren kişiye baktım, gördüğüm manzara sinirlerimi tepeme çıkarmıştı. Diğer Merve tırnaklarını çıkararak gelen kişiye kötü bir bakış attı.

Funda, üstünde zümrüt yeşili kısacık bir elbiseyle içeri girdi, yüzünde geniş bir tebessüm vardı. Açık renk saçlarındaki doğal dalgalar omuzlarına dökülmüştü, düzgün bacakları her kızı kıskandıracak kadar güzel görünüyordu. Yanında Yaşar Amca'dan biraz daha genç olduğunu düşündüğüm bir adam vardı, adam Funda'yı kısaca öptükten sonra bizim masaya yöneldi. Funda pürdikkat bana bakarken, yüzündeki tebessüm silindi ve adamı takip ederek, bizim masaya doğru yürümeye başladı.

"Yaşar Bey?" dedi adam sorar gibi. Yaşar Amca adamı fark edince geniş bir gülümsemeyle, "Oo Tahsinciğim. Nasılsın?" diye sordu.

"İyiyim, siz nasılsınız?" Adam genişçe gülümsedi. Funda da hemen yanında dikiliyor, hiç hoş olmayan bakışlarını yüzümde dolaştırıyordu. Karan masadakileri görünce hemen yanımıza geldi, yüzü gerilmişti.

"İyiyim, sağ ol. Baba kız gelmişsiniz. Emine Hanım nerede?" Ah, babasıydı demek Funda'nın...

"Moda haftası yüzünden yurt dışına kaçtı, onu evde tutabilmek mümkün mü sizce?" Adam güldü, gülüşünde soğuk bir yakarış vardı. "Sağ olsun güzel kızım eşlik etti bana." Funda'yı kolunun altına çekerek yavaşça sarıldı. Funda'nın gözleri hâlâ bendeydi, rahatsız edici bir şekilde bana bakıyordu.

Karan bu bakışların bende yarattığı rahatsızlığı fark etmiş olacak ki, elini yavaşça omzuma atarak beni sardı. Bu masadaki herkesin dikkatini çekmişti, özellikle de Funda'nın babası Tahsin Bey'in.

"Vay, Karan," dedi Tahsin Bey yapmacık bir şekilde. "Kız arkadaşınla tanıştırmayacak mısın?"

Karan'ın gözlerindeki sertliği net bir şekilde gördüm. Omzuma dokunan elindeki sertlik tenimi parçalayacak kadar keskindi. Parmak uçlarında sakladığı bıçaklar tenime saplanmıştı. Öfkesi kontrolsüzdü, yine de buna rağmen saklamayı başarabiliyordu. Bu benim gözümde gerçek bir başarıydı. Ben öfkemi pek saklayamıyordum çünkü.

"Belki daha sonra Tahsin Bey," dedi Karan mesafeli bir sesle. Tahsin Bey'in kaşları çatılırken, "Tahsin Amca'dan, Tahsin Bey'e mi terfi ettik yahu?" diye sordu.

Karan cevap vermek yerine yavaşça bana baktı. "Dans edelim mi?" diye sorunca ânın şokuyla başımı sallayarak bunu kabul ettim.

Karan beni kaldırıp dans pistine yürütürken Funda'nın gözleri hâlâ üstümüzdeydi. Diğer Merve Funda'ya dilini çıkardı, aynısını ben de yapmak istiyordum ama o kadar da çıldırmamıştım henüz.

Garson herkese içki servisi yapmaya başladı, dans pisti boştu. Bu boşluğu dolduran iki gölge ikimiz olmuşken, Karan elini yavaşça belime sardı ve bedenimi bedenine yapıştırdı. Yüzünü boynuma yakın bir yere getirdi.

"Olabildiğince yapış bana. Bacağın açıldığı an buradaki herkesin gözünü oyarım."

Bedenim gerildi. "Pardon?" diye fısıldadım çatık kaşlarla. Burnunu boynuma bastırarak yavaşça hareket etmeye başladı. Birbirimize tamamen yapışmıştık, bedeninin kıvrımlarını bedenimde hissediyordum. Parmaklarının sert tutuşu belimi zorluyordu, tüm gözler üstümüzdeydi ve Funda'nın şu an çıldırdığına yemin edebilirdim.

"Diyorum ki, müthiş bacaklarını görmelerine izin verecek olursan herkesin kör olmasına neden olursun."

Tırnaklarımı onun boynuna saplamak ister gibi ensesine sıkıca sarıldım ve saçlarının bittiği yerde tırnaklarımı dolaştırıp yavaşça cildine batırdım. Dudaklarını ısırdığını fark edebilmiştim.

"Beni tehdit etme."

"Ben tehdit etmem Çakıltaşı."

"Bal gibi de tehdit ediyorsun Çakıl."

"Beni kışkırtma," diye fısıldadı ve belimde duran elini tehditkâr bir şekilde kalçamın biraz üstüne indirdi. Nefesim kesilirken, "Uslu bir kız ol," dedi aynı fısıltıyla.

Beni mahvediyordu, bunun farkında mıydı?

Babama zarar veren bir adamın kollarında, tamamen teslim olmuş, silahsız, buzdan kalesinin buzları kırılarak yere düşmeye başlamış, ruhu saklandığı delikten kafasını uzatan biriydim.

Kimine göre bir zavallı, kendime göre gerçekten güçlüydüm.

"Uslu bir kız olmayacağımı biliyorsun değil mi?" diye sordum nefesim hızlanırken.

Kendini bana biraz daha bastırdı, ayaküstü sevişen yapış yapış çiftlerden ne farkımız vardı şu an?

İnsanların meraklı gözlerinin ağırlığı altında Karan'la bu kadar yakın olmak hiç iyi değildi. Tamam, iyiydi ama iyi olmaması gerekiyordu. Bu saçma sapan, aptal, geri zekâlı ve olmaması gereken his bir an önce bedenimi terk etse iyi olacaktı.

"Sana uslu bir kız olmayı öğreteceğim."

"Bu imkânsız."

"İmkânsız şeylere imkân sağlayabilecek kadar güçlüyüm."

"Kendini beğenmiş," dedim bacağımı iki bacak arasına sokup, bedenimi geriye atarken. Karan'ın yüzü boynumda, sırtım geriye bükülmüş bir şekilde bir süre bekledim. Ardından narin bir şekilde geri çekti beni Karan, birkaç figür daha sergiledik. "Uslu bir kız değilim. Olmayacağım da."

"Dik kafalı," dedi gözlerini gözlerime dikerek, nefesi yüzüme çarpıyordu ve dudaklarımız birbirlerine çok yakındı tam da şu an.

"Sen kendine bak."

"Tamam işte, sana bakıyorum."

Sertçe yutkundum, o da sertçe yutkundu.

Bedenimi ona yaslarken, beni tekrar geriye doğru yatırdı ve belim büküldü, beni yavaşça çevirip dizini kırdı. Bedenimi biraz daha geriye itti, o da benimle birlikte hareket ederek üzerime doğru abandı. Saçlarımın zemine sürttüğünü fark ettim ama umursamadım. Karan beni hızla geri çekti ve bedenim bedenine çarparken uzun kuyruklu eteğim onun pantolonuna çarpıp iç gıdıklayıcı bir ses çıkardı. Bir alkış tufanı koptu, nefes nefese Karan'a baktım.

"Yaramaz velet," diye fısıldadı dudaklarıma doğru.

Beni serbest bırakırken dağılan düşüncelerimi toparlamaya çalıştım. Funda ile göz göze geldiğimiz an da Funda bakışlarını benden kaçırdı. Gözlerinin dolduğuna yemin edebilirdim, bir an duraksadım ve dans pistinin ortasında öylece Funda'ya baktım. Karan beni kolumdan tutup nazikçe çekerken, ayaklarım ona uymuştu ama gözlerim hâlâ Funda'daydı.

Masaya döndüğümüzde Tahsin Bey, "Beyler, Nurullah Bey bizi çağırıyor. Hanımlar otururken biraz o masaya mı uğrasak?" diye sordu ortaya konuşarak. Karan onunla ilgilenmiyordu. Funda Karan'ı izlerken, Karan ifadesiz gözlerle masanın yüzeyini inceliyordu.

"Tabii," dedi Yaşar Amca. "Karan, hadi bayanlar otursun. Nurullah Amca'na bir merhaba de."

Karan bomboş gözlerle dedesine bakınca, "Karan, hadi," dedi Yaşar Amca uyarıcı bir sesle.

Karan'ın gözleri tekrar masaya düştü, dişlerini sıktığını gördüm. Dedesine karşı koymadı ve masadaki tüm erkekler, biraz ilerideki bir başka masaya yöneldi. Ayakta duruyor olmanın verdiği rahatsızlıkla masanın ucuna tutundum, tabanlarım ağrımaya başlamıştı. Bu kadar güzel bir mekâna böyle pahalı masalar yapıyorlardı ama etrafına sandalye koymayı akıl edemiyorlardı. Yoktu böyle bir şey.

"Ben Karan'ı hep Funda ile hayal ederdim oysa," dedi adının Canan olduğunu öğrendiğim, beni kocasından kıskandığını düşündüğüm kadın bir anda. Pattadanak söylediği bu şey bir an için kalbimin kasılmasına neden olunca damağıma dolan zehir tadıyla zorlanarak yutkundum. Gözlerimi ifadesiz tutmaya, duyacağım şeylere odaklanmamaya çalışmıştım.

"Canan," dedi Serpil Hanım uyarır gibi. "Sırası mı şimdi bunun?"

Funda'nın güldüğünü duydum. "Sorun değil," dedi keyifsiz bir sesle. Benim açımdan gayet de sorundu. "Karan'ı seçimleri için yargılayamayız."

"Ne var canım? Yaşı yaşına, huyu huyunaydı vallahi. Ben çok üzüldüm sizin olmamanıza." Bu Canan sınırları fena zorluyordu.

Diğer Merve kaşlarını kaldırarak, "Estetikten alnın düşmüş, gidip kocana sahip çık da bizim gibi genç birini bulmasın senin yerine, kart fasulye," diye homurdandı.

"Ben de üzülüyorum," dedi Funda, bakışlarını yüzümde hissettim. "Ama tüm bunların geçici bir heves olduğunu da biliyorum. Karan bir çocuk bakıcısı değil."

"Fundacığım..." Serpil Hanım şok olmuştu.

"Karan peynir reyonundan sorumlu bir market elemanı da değil," dedim net bir şekilde. Masadaki gözler şokla irileşirken kafamı kaldırıp Funda'ya uyarı dolu bir bakış attım. "Benim üstüme fazla oynama, bir çocuktan göremeyeceğin şeyler görürsün. Canın yanar."

"Hanımlar..." Serpil Hanım yavaşça omzuma dokundu. "Tamam, sakin olun. Canan, sen de biraz ağzını tutmayı öğren canım."

"Ben ne yaptım şimdi? Şu masadaki körpecik kızın bizim yanımızda ne işi var? Yaşı kaç? Yirmi? Yirmi bir?" Kaşlarını çatarak bana baktı. "Parası için olgun bir erkekle olan kızların gözümde hiçbir değeri yok!"

Gözlerim dehşetle irileşirken dudaklarım öfkeyle aralandı. Sinir harıl harıl damarlarımda akmaya, beni etkisi altına almaya başlamıştı. Parmaklarım benden yaşça çok büyük olan kadının bileğine dolanırken, acımasız bir kuvvet uygulayarak sıktım kadının bileğini. Canan acıyla inleyip dehşet dolu gözlerle bana baktı.

"Ne dedin sen?" diye sordum sert bir sesle. "Karan yirmi altı yaşında sadece. Farkında mısın teyze? Ne dedin sen, tekrar söyle!"

"Bırak bileğimi!"

"Ne dedin sen dedim sana?" diye bağırdım bir anda.

Tüm gözler bizim masaya döndüğünde herkes şaşkındı. Ama onun gibi bir sürtüğün böyle şeyler düşünmesi normaldi. İnsanlar düşünürdü, iğrenç şeyler düşünürdü ve düşündükleri iğrenç şeylerin kalıbına seni çok rahatça yerleştirirlerdi.

Kötüyü kötüleyenler bunun iyi bir şey olduğunu sanıyordu. Bu tıpkı, sırf öldü diye, hissetmez sanılarak otopsiye sokulan cansız beden gibiydi. Ruhun tavan arasındaki çığlıklarını kimse duymazdı.

"Sen bu dünyaya ait bile değilsin yabani!" diye bağırdı kadın acıyla. "Bıraksana!"

"Muhtemelen geldiğin yer bir teneke mahallesi," dedim aşağılayıcı bir şekilde. "Kocanın parasıyla bir boka benziyorsun. Bununla övünüyorsun. Estetik bile toparlayamamış yüzünü senin, leşsin, kişi kendisini başkalarında görmeye çalışır. Seninkisi o hesap. Karan'ın parası için onunla değilim, ayrıca Karan yirmi altı yaşında. Elli yaşında değil!"

Karan, kadını tutan elimin bileğini kavradı. Gözlerim kısaca ona döndü. Karan'ın da benim kadar öfkeli göründüğünü fark ettim. Karan'ın gözlerindeki o kurşungeçirmez ifade, vahşi bir hayvanı bile ürkütecek cinstendi.

"Karan, şu kızı terbiye et!" diye bağırdı Canan bir anda. "Yaptıklarını gördün değil mi?"

"Ben benim kızımın yaptıklarının sonuna kadar arkasındayım," dedi Karan sert bir sesle. Gözleri doğrudan kadını odağına almıştı. "Burada parayla ruhunu satan bir kadının söylediklerini ciddiye alacak değilim. Sen onun..." Elimi tuttu ve Canan Hanım'a doğru uzattı. "Tırnağı bile olamazsın."

"Karımla ne biçim konuşuyorsun Karan?" diye çıkıştı Demir Bey.

Canan'ın yüzünün rengi değişmişti, Funda şok olmuş gözlerle doğrudan Karan'a bakıyordu.

"Senin karın benim kızımla ne biçim konuşuyor?" diye sordu Karan bir anda Demir Bey'e dönerek. "Siz evlisiniz ama biz değiliz diye mi bu rahatlık?"

"Ortada fol yok, yumurta yok. Sizin ne olacağınız bile belli değil, benim karımla bu tarz bir ses tonu ve böyle çirkin bir üslupla konuşamazsın! Bir yeni yetme için dostluğumuza..."

"Senin ar damarını sikerim orospu çocuğu!" dedi Karan bir anda, sesi o kadar tok çıkmıştı ki mekânın duvarlarını inletti. Ardından sesini takip eden hızda sert bir yumruk Demir Bey'in suratına kalıp gibi oturdu.

Demir Bey geriye doğru sendelerken tüm nefesler tutulmuştu ve birkaç çığlık dökülmüştü yabancı dudaklardan.

"Karan!" Bu ses Yaşar Amca'ya aitti.

Karan umursamadı. Yere düşen Demir Bey'i yakasından tutup havaya kaldırdı, gözlerindeki saldırgan siyah, gözünün beyazını bile kaplamıştı sanki. Tıpkı bir zehir gibi yayılmıştı gözlerine karanlık.

"Yeni yetme ha?" diye sordu Karan, âdeta kükrüyordu. Sesindeki tehlike yüzüne de yansımıştı. Dehşet dolu gözlerle olup biteni izlerken kendimi buraya ait hissetmiyordum.

"Her şey senin yüzünden!" diye bağırdı Funda, Canan'ı kollarının arasına çekerek. Canan elini ağzıyla kapatarak olanları izlerken Funda'ya sığınmıştı.

"Karan, sakin ol!" Tahsin Bey, Karan'ı geri çekmeye çalıştı, hatta birkaç adam daha Karan'ı geri çekmeye çalışmıştı ama başarısız olmuşlardı. Karan, Demir Bey'i bir kez daha yere çarptı. Sağlam bir tekmeyi Demir Bey'e geçirecekken Karan'ın kolunu tuttum ve onu geri çekmeye çalıştım.

Afallamış gözlerle bana baktı, öfkesi harelerine tıpkı bir mürekkep gibi yayılmıştı. Siyah gözlerindeki öfkenin zehirli kokusunu alabiliyordum şu an. Karan, sertçe yutkunduktan sonra etrafa çevirdi tehlikeli bakışlarını.

"Hepinize söylüyorum. Kulağınızı açın, iyi dinleyin." Sesi sertti. "Bir daha bana ait olan bir şey hakkında yersiz yorumlar yapacak olursanız... Yapacağım hiçbir şeyden ben sorumlu değilim."

Küçük bir sessizlik yaşandı.

Beni kolumdan çekerek mekânın çıkış kapısına doğru yürütmeye başladı. Herkes sessizce bizi izledi. Yaşar Amca hiçbir şey söylememişti, mekândan çıktığımızda kumlu zemine bastığım için topuğum kıvrıldı ve tam bileğim burkulacakken Karan beni tutup dengemi sağladı.

"Çıkar şu soktuğumun ayakkabılarını," dedi dişlerinin arasından. Bir an şok olsam da onun dediğini yapıp ayakkabıları çıkardım ve elime aldım.

Hızlı adımlarla sahilin sonuna doğru yürümeye başladık. Dalgaların kıyıya vururken çıkardığı sesleri dinlerken sakince onu takip ediyordum.

"Karan?"

"Ne var?" Yürümeye devam etti.

"Böyle bir şey yapmana gerek yoktu."

Onun şiddete başvuracağı aklımın ucundan dahi geçmezdi, beni çok şaşırtmıştı. Aslında iki gündür beni durmadan şaşırtıyordu, babama zarar vermiş bir adam, bir başkasına zarar verince nasıl bu kadar şaşırabiliyordum ki sanki?

"Sikimde değil. Yaptım işte." Durdu ve bir anda bana doğru döndü. "Yaptım işte, tamam mı? Yaptım!"

Kaşlarımı çatıp bir adım geri gittim ama elini bırakmadım. "Sakin ol."

"Sakinim ben," dedi sert bir sesle.

Uzun kirpiklerinin ay ışığının altında gölgelendirdiği elmacık kemiklerine bakarken tüm gerçekleri yok saydım.

"Bu hâlde araba kullanma," diye fısıldadım. Gözlerim kenardaki kayalıkları aldı odağına. "Oturalım mı biraz?"

"Ne varmış benim hâlimde?"

Elini daha sıkı kavradım. "Şu an çok sinirlisin."

"Evet," dedi Karan kaskatı bir çeneyle. "Çok sinirliyim."

"Görebiliyorum."

"Beni sakinleştirmeye ne dersin?"

Gözleri hâlâ sert bakıyordu, kalbim atışını hızlandırırken, "Nasıl?" diye sordum titreyen bir sesle.

Şu an yalnızca o, ben ve dalgasını kayalıklara vuran deniz vardı. Islak kum ile aramızda bir metre vardı. Dalgalardan sıçrayan su damlalarını tenimde hissedebilmiştim, soğuktu.

"Öp beni."

Bir an karnıma giren bıçağın acısıyla sendeledim. Beklemediğim bu atağı karşısında ruhum saklandığı yapay deriden sıyrılıp ona soyunmuştu.

"Ne?"

Gözlerimin içine bakarken, "Duydun," dedi tok bir sesle. "Sakinleştirmek istiyorsan durma, şimdi öp beni."

Bir an ne yapacağımı bilemedim. Zihnimdeki oda çok dağınıktı, her yer her yerdeydi.

Kâbusların süslediği hayatımı masallara çeviren adama bakarken artık kendimle olan bağlantımı tamamen koparmış gibi hissediyordum. Parmak uçlarımda yükselirken Karan gözlerini bir an olsun gözlerimden çekmedi. Dudaklarımı yüzeysel olarak yanağına bastırdım. Bir dalga daha yüksek bir sesle kıyıya vurdu, dalganın savurduğu tuzlu, soğuk damlalar tenime dokunmuştu.

Dudaklarımı yanağından çekmeden sertçe yutkundum. Geri çekilmeye başladığımda gözlerimiz birbirine tökezledi.

"Bunu kastetmemiştim," diye fısıldadı, sesinin gölgelerine sığınmış karanlık istekler vardı. Gözlerimi kaçırdım. Çenemi tuttu ve bakışlarımı ona çevirmem için zorladı beni.

"Kaçırma gözlerini," dedi tok bir sesle. "Sana siyahım ben dedim. Senden masum şeyler istememi bekleme benden. Ben bencil bir adamım."

Başımı iki yana salladım. "Değilsin."

"Öyleyim kız çocuğu."

"Bana ne," dedim omuz silkerek.

"İnatçı velet."

"Öyleyim."

Aniden şimşek çakınca ikimiz de duraksadık. Karan, "Yağmur yağacak," dedi karanlık bir sesle.

"Olabilir."

Beni yavaşça kendine çekti, ona karşı koymadım. Bedenim usulca bedenine sürtünerek ona yaslandı.

Eli belime kaydı ve belimin oyuntusuna tüm parmaklarını bastırırken, "Sen, ben, karanlık, deniz ve yağmur," diye mırıldandı. "Dans edelim."

Başımı yavaşça salladım. "Edelim."

Gözlerimiz ay ışığının yandığı yerde kesişti. Yırtmacı umursamadan çıplak bacağımı Karan'ın beline doladım, Karan beni yavaşça kendine bastırdı ve bedenimiz bir anda büyük bir hızla ayrıldı. Kuyruklu elbisemin kuyruğunu savurarak üç kez kendi etrafımda döndüm ve Karan beni bir kez daha kendine doğru çekerek bacağımı eline alıp beline doladı.

"Sana bir klişeden bahsetmemi ister misin?" diye sordu nefes nefese. Ağır ağır dans ediyorduk. Bir kez daha ondan uzaklaştım ve çok daha kuvvetli bir şekilde bedenine çarptım.

"Bahset."

"Yağmur kelebeği istiyor."

Bedenini bedenime çarptığı an soluğum kesilecek sandım.

Bacağımı bir kez daha beline dolarken beni yavaşça geriye itip burnunu boynuma bastırdı.

"Kelebek yağmurun kollarında," diye fısıldadım.

"Yağmur korkuyor," diye fısıldadığında tenime düşmeye başlayan yağmur damlalarının ruhuma bıraktığı siyah izleri hissettim. Yağmur başlamıştı.

"Kelebek korkusuz."

"Yağmur yağıyor," diye fısıldadı yavaşça.

"Kelebek ıslanıyor."

Karan aniden beni kucakladığında bacaklarımı onun ince beline doladım ve boynuna sıkıca sarıldım. Dudaklarımı dudaklarının biraz altına, çukurlu çenesine bastırdım. Dalga seslerine karışan yağmur sesini duyabiliyordum, kalbimin haykırış sesini duyabiliyordum. Onu dudaklarından öpmedim. Onu dudağı ile çenesinin arasındaki boşluktan, çenesindeki kuyudan öptüm, bir farklılık olsun istedim.

Dudaklarımı çenesinden çekerken yağmurun altındaki en güzel şeye baktım. Karan'ın kuzguni siyahı gözlerine.

Ne zaman onun kuzguni siyahı gözlerine baksam, içimde sonsuz sayfalı kara bir kitap yeniden yazılmaya başlıyordu. Siyah sayfalara düşen siyah kelimeler şeffaftı ve gözleri karanlığa alışmış biri olarak yazanları yalnızca ben okuyabilirdim.

"Islak kelebek."

İçimin en siyah sayfasında büyük harflerle onun adı yazıyordu.


🦋

Okumaya devam et

Bunları da Beğeneceksin

1.3M 60.7K 62
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
206K 9.5K 34
Geçmişi yüzünden güven problemi olan Kadın, Kadını gördüğü anda Aşık olan adam. _________ "Sınırları aşma Yüzbaşı." dedim ciddiyetle. Aramızdaki boş...
198K 3.6K 20
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
4.1M 264K 45
Aylardır izlediği yayıncıya olan hislerinin arttığını düşünen İzem, artık onun dikkatini çekmek ister. Dağhan'a ilk mesajı değildi ama bu sefer onun...