ASİ ÇAKILTAŞI

By binnurnigiz

17.8M 661K 493K

Dışarıda devam eden bir hayat, içimde kalbi duran bir kız çocuğu vardı. Asi Merve Karakuyu, ailesi ve kendisi... More

ASİ ÇAKILTAŞI
1. BÖLÜM: KONFERANS
2. BÖLÜM: KİMSESİZ
3. BÖLÜM: İLK VAZGEÇİŞ
4. BÖLÜM: ASANSÖR
5. BÖLÜM: DART TAHTASI
6. BÖLÜM: SİYAH ÇAKILTAŞI
7. BÖLÜM: İZLERİN FISILTISI
8. BÖLÜM: KARANLIK
9. BÖLÜM: DAVET
10. BÖLÜM: YAŞIN ÇOCUK
11. BÖLÜM: APSE
12. BÖLÜM: ŞEFKAT
13. BÖLÜM: OKYANUS
14. BÖLÜM: MASUMİYET
15. BÖLÜM: KUYU
16. BÖLÜM: SİYAH KELEBEK
18. BÖLÜM: TATLI
19. BÖLÜM: BUZDAN KALE
20. BÖLÜM: VAVEYLA
21. BÖLÜM: ISLAK KELEBEK
22. BÖLÜM: MİSAFİR
23. BÖLÜM: ALİ
24. BÖLÜM: AĞ
25. BÖLÜM: MAĞARA
26. BÖLÜM: KEHF
27. BÖLÜM: KİLİT
28. BÖLÜM: KUYTU
29. BÖLÜM: KELEBEKLER VADİSİ
30. BÖLÜM: AY IŞIĞI
ÖZEL BÖLÜM: 17 KASIM
31. BÖLÜM: SARHOŞ
32. BÖLÜM: ANAHTAR
33. BÖLÜM: İMTİHAN
34. BÖLÜM: ÖZ
35. BÖLÜM: KÖRDÜĞÜM
36. BÖLÜM: UÇURTMA
37. BÖLÜM: RÜYA
38. BÖLÜM: SARMAŞIK
39. BÖLÜM: ATEŞ
40. BÖLÜM: ACI
41. BÖLÜM: ÖFKE
42. BÖLÜM: SAPLANTI
43. BÖLÜM: RÜZGÂR GÜLÜ
44. BÖLÜM: ÖTENAZİ
45. BÖLÜM: ÇIKMAZ SOKAK
46. BÖLÜM: SOLUK
47. BÖLÜM: MAYIN TARLASI
48. BÖLÜM: KİBRİT ÇÖPÜ
49. BÖLÜM: CENNETTEKİ ÇOCUK PARKI
50. BÖLÜM: KÖPRÜ
51. BÖLÜM: YANARDAĞ
52. BÖLÜM: REYC
53. BÖLÜM: ZERİR
54. BÖLÜM: LUNAPARK
55. BÖLÜM: ÂYA
56. BÖLÜM: GÜNEŞ
57. BÖLÜM: MAHŞER
58. BÖLÜM: VEBAL
59. BÖLÜM: KALEM
60. BÖLÜM: YANSIMA

17. BÖLÜM: SINIRLAR

369K 15.3K 10.9K
By binnurnigiz

🦋


Teoman & İrem Candar – Seninim Son Kez


17. BÖLÜM

SINIRLAR


Çeneme yayılan o sıcaklık gitgide daha da çoğalırken, artık yalnızca çenem değil, tüm vücudum yanıyordu. Onun dudaklarının baskısı orada, çenemdeki çukurun üzerinde öylece asılı dururken sertçe yutkundum. Kafamın içinde kanlı bir savaş, can kaybının çok fazla olduğu bir deprem, tüm şehri yutmuş bir tsunami vardı. Gözlerimi tavana dikmiştim, onun geri çekilmesini bekliyordum ama nafileydi. Geri çekilmiyordu.

Söylediği her şey zihnimde takılı kalmış bir plak gibi dönüp duruyordu.

"Burası," diye fısıldadı karanlık bir sesle. Dudakları çeneme sürtünüyordu. "Burası benim sınırım Çakıltaşı."

Derin, içimi yarıp geçen bir nefes aldım.

"Ben ne buradan yukarıya çıkabilirim," dedi acıyla. "Ne de buradan vazgeçebilirim."

Bazı duygular kalbin içinde şekillenirdi. Karanlığın saltanat sürebilmesi için geceye, güneşin kendini gösterebilmesi için gündüze ihtiyacı vardı. İkisi de aynı gökyüzünde yürüyen ama birbirlerine hiç rastlamayan iki farklı şeydi. Bazı kelimeler aynı olsa bile açtıkları kapılar farklıydı.

Şu an çok farklıydı.

Yavaşça çekildi. İfademi sabit tutmak için çabaladım. Kalbimin göğsümü yırtacakmış gibi hızlı çarpmasına rağmen bir şekilde sakinliğimi koruyabildim.

"Bu da neydi?" diye fısıldadığımda artık gözlerimin içine bakıyordu.

"Hiç."

"Hiç?"

Yavaşça başını salladı. Kara gözleri gecenin içinde parlayan bir bıçaktan farksızdı, bıçağın sivri ucu beni işaret ediyordu.

"Hiç," dedi doğrulamak ister gibi. "Uyumalıyız velet."

Sertçe yutkunup gözlerinin içine baktım. Yavaşça geri çekilip arkama geçti, sırtımı ona dönmemi sağladı ve beni yavaşça göğsüne doğru çekti. Sırtımı onun göğsüne yasladığımda gözlerim artık hemen karşımdaki duvara bakıyordu. Avuç içlerimdeki nemin arttığını hissedebiliyordum. Zaman akmaya başladı, zihnimin içinde eski birkaç anının görüntüsü düştü, yavaş yavaş gözlerim kapanmaya başladığında uykunun bedenimi ele geçirmek üzere olduğunu fark ettim.

Karan bana sanki mümkünmüş gibi biraz daha sokuldu. Sertçe yutkunduğunu duydum, ardından burnunu saçlarımın içine gömdü. Uyku ağır bastığı için bu hareketine herhangi bir tepki veremedim.

Uykunun kollarına çekilmeye başladığımı hissettiğimde dudaklarını saç diplerime bastırdı. Bilincim artık karanlığa batmıştı.

"Yeni doğmuş bir bebek gibi kokuyorsun," dedi kısık bir sesle. "Öyle temiz, öyle cennet."


🦋


"Eşek sıpaları!"

Uykumun arasında bazı sesler duyuyordum ama uzun zamandır çekmediğim kadar rahat bir uyku çektiğimden midir bilinmez, gözlerimi açmamak konusunda ısrarcı davranıyordum.

"Vur dedim, siz öldürmüşsünüz!" dedi aynı ses. "Uyanın!" Gözlerimi aralamaya çalışırken içeri uzun sütunlar hâlinde giren güneş ışıkları kirpiklerimin arasından sızarak gözlerimi kavurdu.

"Dede?" Bu uykulu sesin sahibini tanıyordum. Elimi alnımın üzerine koyduktan sonra güneş ışığının gözümü deşmemesi için avuç içlerimi gözlerime siper ettim. Odağıma ilk giren elindeki bastonun ucuyla bizi dürten Yaşar amca olmuştu. Bir an olduğum yer, içinde bulunduğum zaman hepsi su gibi zihnime aktı ve düşüncelerimi ıslattı. Gözlerim aniden irileşti. Karan'ın kollarındaydım.

"Bu ne hâl?" diye sordu Yaşar amca kaşlarını çatarak bize bakarken. "Ahtapot gibi dolamışsın kollarını kıza!"

Utancın sivri bıçağı karnıma saplandı. Zaten hafif terli olan bedenim şimdi cayır cayır yanıyordu. Nasıl bu pozisyonu alabilmiştik hiçbir fikrim yoktu ama Karan'ın sıcak, çıplak göğsünde yatıyordum ve kollarını bedenime sıkıca sarmış, bana tıpkı bir yılan gibi dolanmıştı. Geri çekilmeye çalıştığımı fark ettiğinde kollarını gevşetti ama beni bırakmadı.

"Hâlâ yatıyorlar! Kalkın ulan!" diye bağırıp yatağa bastonuyla vurdu.

Karan uykunun çatlattığı erkeksi sesiyle, "Senin amacın da bizi baş başa bırakmak değil miydi zaten?" diye sordu. Doğrulup sırtını deri yatak başlığına yasladı ve beni serbest bıraktı. "Sabah sabah bu kadar tantanaya gerek yok. Uyuduk dede. Senin için torun yapmadık. Yalnızca uyuduk."

Yanaklarım artan baskıyla zonklamaya başladı. Dönüp ona bir yumruk çakmak istedim ama yapamadım. Tüm bedenim kaskatı kesilmişti. Yaşar amca hakkımda ne düşünecekti şimdi?

"Edepsiz herifin sözlerine bak!" diye bağırdı Yaşar amca. "Şu bastonumu görüyor musun? Kırarım bunu belinde, it herif!" Huysuzca bastonuyla Karan'ın ayaklarına vurdu. "Sarılmış, yılan gibi dolanmış kızın koynuna! Madem bu kadar meraklısın şu kızcağızın koynuna, evlendireyim işte sizi. Yapalım bu yaz düğünü."

Damağıma bulaşan metalik kan tadının sebebini yeni uyanmış olmama bağlamaya çalışsam da Yaşar amcanın söyledikleri üzerimde şok etkisi bırakmıştı şu an.

Karan yataktan kalkarken dedesine tek kelime etmedi. Doğrudan banyoya doğru yürüdü, kapıyı açıp banyoya girdi ve kapıyı çarparak kapadı. Dağılan saçlarımı düzeltmeye çalışırken Yaşar Çakıl gözlerini dikmiş yüzüme bakıyordu. Bir an bakışlarının altında utancım ikiye katlandı, ne söylemem gerektiğini düşündüm ama doğru kelimeler bir türlü dilimin ucuna gelmedi.

"Yalnızca uyuduk," dedim çaresizce.

"Bunu görebiliyorum," dediğinde sesi sakindi. Derin bir nefes alıp gözlerini banyonun kapalı kapısına çevirdi. Gözlerini kısarak kapıya baktı. Banyodan su sesleri yükselmeye başladığında gözlerini tekrar gözlerime çevirdi. "Karan'ın o taraklarda bezi olmadığını biliyorum. Siz bakmayın bana... Ben eski kafalıyım biraz. Yeniçağa ayak uydurmak biz yaşlılar için sandığınızdan daha zor. Ama kendinizi bizim yerimize koysanız, inanın siz de zorlanırsınız. Düşünsenize, cep telefonu, internet ve hatta elektriksiz bir dünyada yaşadığınızı? Bizim için de şimdiki çağda yaşamak böyle bir şey işte." Güldü. "Ama biliyorum. Diğer gençler gibi değilsiniz. Sizde farklı bir şey var. Sizi bambaşka kılan bir şey."

Yanaklarımın içini dişledim. Başımı yavaşça sallayarak, "Karan öyle biri değil," dedim. Utançtan yerin dibinin de dibindeydim. Daha dip varsa oraya da girebilirdim. "Onun öyle biri olmadığını bildiğim için şu an buradayım. Ona güveniyorum."

Yaşar Çakıl sevecen bir şekilde gülümserken, "Karan'ın kazakları çok değerlidir," dedi üstümdeki kazağa bakarken. "Gülseren Hanım kazaklarını yıkayacağında Karan ona bin tembih eder. Gerçi Karan'ın her şeyi değerlidir. Bir şeyleri erken yaşta kaybettiği için elinde olan her şeyin kıymetini biliyor."

Yutkunamadığımı hissettim.

"Anlıyorum."

"Senin de kıymetini bilecektir."

Diğer Merve omuzlarını düşürürken şu an ikimiz de sessizdik. Yaşar Çakıl genişçe gülümsedi ve omzuma dokunup, "Bunu seni üzmek için söylemedim yahu," dedi tatlı bir şekilde. Sanırım tatlı sıfatı yalnızca bu adamın üzerinde güzel duruyordu. "Dünkü konuştuklarımız..."

"Aramızda," diye tamamladım Yaşar Çakıl'ı. "Karan'a bu konu hakkında tek kelime dahi etmedim. Yemin ederim."

"Teşekkürler kızım." Bana gerçekten içten bir şekilde gülümsedikten sonra, "Hadi," dedi. "Şimdi hep beraber güzel bir kahvaltı yapalım."

Bir an durup bunun iyi bir düşünce olmadığını söylemek istedim, gitmem gerekiyordu ama yine de onu kıramadım ve yataktan kalktım. Yaşar amcayla birlikte odadan ayrıldığımızda üzerimde hâlâ Karan'ın kazağı ve eşofman altı vardı. Üst kattaki lavabolardan birine girip elimi yüzümü yıkadım ve Yaşar amcanın zoruyla onun koluna girip alt kata indim. Gülseren Hanım kahvaltı masasını hazırlıyordu. Bir an beni Yaşar amcanın kolunda görünce duraksadı, gözleri hızlıca üzerimdeki kıyafetlerde dolaştı. Bakışları beni rahatsız edince kaşlarım benden bağımsız çatıldı. Akşam Karan ile hiç hoş şeyler yapmadığımızı düşünüyor gibi bakıyordu. Kendince böyle düşünmek konusunda haklı olabilirdi. Karan'ın kıyafetleriyle onun odasından iniyordum ve tüm geceyi bu evde geçirmiştim, doğruydu, ama en azından düşüncelerini biraz daha masum yollara sokarak dizginleyebilirdi. Sonuçta aynı yatağa giren her çift sevişmiyordu.

Kazak o kadar büyüktü ki, içinde kaybolmuştum. Kahvaltı masasındaki yerimizi aldık. Yaşar amca en başköşede oturuyordu, Gülseren Hanım beyaz fincanın içine çayı doldururken Yaşar amca elini hafifçe kaldırıp, "Yeterli Gülserenciğim," dedi gülümseyerek. "Teşekkürler kızım."

Kibarlığına, sevecenliğine, birçok şeyine hayran olduğum bir adamdı Yaşar Çakıl.

Karan içeri girdi. Siyah, ilk iki düğmesi açık bir gömlek, altına siyah bir kot pantolon giymişti ve gömleğinin kollarını dirseğine kadar kıvırmıştı. Kollarına gökyüzünü parlatan şimşekler gibi yayılan damarları çok kalındı. Hemen karşımdaki sandalyeye oturdu, Gülseren Hanım'ın önüne koyduğu kahve kupasını kulpundan tutarken göz göze geldik. Birkaç saniye kahve kupasını öylece tuttu, gözleri gözlerimden ayrılmadı. Bakışlarında farklı bir şey vardı. Gözlerini gözlerimden çekmeden kahvesinden bir yudum aldı.

Bana olan bakışları çok daha farklıydı.

Gülseren Hanım kahvemi önüme koyarken duraksadım, benim kahve içeceğimi nereden biliyordu? Yine de yadırgamadım. Servis tabağındaki peynire çatalımı batırırken Gülseren Hanım bana genişçe gülümsedi, dudaklarım hafifçe kıvrılsa da bu hiç içten bir tebessüm değildi.

"Yarın akşam Rıza'nın evinde bir kokteyl varmış, Karan," dedi Yaşar Çakıl çayından bir yudum alırken.

Karan cevap vermeden dedesine, ee, der gibi baktı.

"Seni de davet etti." Fincanıyla nazikçe beni işaret etti. "Ve tabii ki seni de."

"Kokteyl mi? Bunların da ne yemeği bitiyor ne daveti ne de kokteyli," diye homurdandı diğer Merve sessizce.

Kahvemden bir yudum alıp Karan'a baktım.

Gözlerimden cevabı almışçasına, "Biz katılamayız," dedi. "Yarın akşam birlikte dışarı çıkacağız."

"Nereye gideceksiniz?"

"Car Cemetery'ye."

Duraksadım. Kaşlarımı çatarak ona bakarken kahve kupasının kulpunu onun boğazını sıktığımı hayal ederek sıkıca kavradım. Bana bakarken yavaşça omuz silkti ve kahvesinden bir yudum aldı.

Adam resmen az önce oturduğu yerden yarın dışarı çıkacağımızı ilan etmişti.


🦋


Gönderen: Billur Bayraktar

Görüntülü konuşsak olur mu? İşerken yazmak çok zor oluyor. (13:26)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Günün her saati işiyor musun sen? Hem altı üstü barda ne giyilir diye sordum. (13:28)


Gönderen: Billur Bayraktar

Konsantrasyon çok önemli kızım... Hem ben ne bileyim? Takıl işte kafana göre. (13:30)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

İşe yaramazın tekisin. (13:31)


Gönderen: Billur Bayraktar

Yeni mi fark ediyorsun bunu... (13:35)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Geç yazıyorsun. (13:36)


Gönderen: Billur Bayraktar

Çünkü işiyorum. (13:37)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Hâlâ mı? (13:38)


Gönderen: Billur Bayraktar

Bir kere başladın mı duramıyorsun... (13:41)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Cidden hâlâ işiyorsun, öyle mi? (13:42)


Gönderen: Billur Bayraktar

Evet çünkü bu çok eğlenceli. Git ve işe. (13:44)


Telefonu yatağın diğer ucuna fırlatıp gözlerimi tavana diktim. Ne giymem gerektiğini bilmiyordum. Birkaç saniye tavanın pürüzsüz yüzeyini izledikten sonra yan dönüp yanağımı yastığa bastırdım. Billur'un bu konuda bana yardım edemeyeceği çok açıktı. Defne'den de ikinci bir fedakârlık gösterisi yapmasını beklemiyordum açıkçası. Komodinin üzerindeki bardağın içinde duran yarısı içilmiş durgun suyu izlerken ne yapmam gerektiğini sorguluyordum. Büşra'yı arasam bana fikir verirdi ama fikir verdikten sonra ve fikir vermeye başlamadan önce bununla ilgili birçok soru soracağını biliyordum.

Car Cemetery bayağı ünlü bir bardı. Şu âna kadar hiç gece kulübü, bar ya da herhangi bir eğlence mekânına gitmemiştim. Lise mezuniyetinden sonra eğlenmek için gittikleri kulübe bile beni çağırma gereği duymamışlardı, gelmeyeceğimi herkes bilirdi çünkü. Gürültüden pek de hoşlanmıyordum. Hâliyle orada nasıl davranılır, ne giyilir pek bilmiyordum. Aslında bu kadar kasmama gerek yoktu. Basit bir şeyler de giyebilirdim.

Saniyeler dakikalara, dakikalar saatlere dönüştüğünde odamın kapısı tıklatılmadan sertçe açıldı. Halam içeri daldığında komodinin üzerinde duran eski abajuru onun kafasına fırlatmak istedim. En nefret ettiğim şeyi yaptığının farkında mıydı? Onun insanların özel hayatına hiç saygısı yoktu.

"Ders çalışmaya gitmek için bizim geleceğimiz günü mü buldun?" diye sordu incecik aldığı kaşlarını çatarken. Üzerinde anneme ait bir eşofman takımı vardı, halam annemden çok daha iri olduğu için eşofman takımı onda dar duruyordu.

Yavaşça doğruldum, bağdaş kurarak yatağın üzerine otururken ona rahatsız olmuş gözlerle baktım. "Senin dal düz girdiğin yer benim odam. Kendi kişisel alanım. Farkında mısın?"

"Destur mu çekeceğim senin odana girerken?"

"Gerekirse," dedim dişlerimin arasından. Halam bana öfkeyle baktığında gözlerimi devirdim. "Sorun ne?"

"Seni her zaman bıraktığım gibi buluyorum," dedi bilmiş bilmiş. "Gitgide daha da saygısız birisine dönüşüyorsun."

"O zaman bıraktığın gibi kalmıyorum," diye homurdandım.

"Çok konuşma," dedi bana dik dik bakarak. "Zatıâliniz bu akşam yemeğe katılacaklar mı acaba Merve Hanım? Yüzünü görelim!"

"Yüzümü şu an görüyorsun zaten hala," dedim sevimsiz bir şekilde gülümserken. "Ayrıca bilmem farkında mısın ama ben üniversiteye gidiyorum. Çalışmak zorundayım." Hani senin şu senelerdir sınava giren ama hâlâ hazırlanmaya devam eden kızın gibi ben de çalışmak zorundayım, diyemedim.

Halam beni süzdü. "Müge üniversite sınavına hazırlanıyor," dedi. Müge onun toz konduramadığı, senelerdir 'üniversite' sınavına hazırlanan biricik kızıydı. "Ama akşam yemeklerine katılıyor."

"Olabilir," dedim umursamadan. "Demek ki yeteri kadar çalışmıyor Müge. Belki akşam yemeklerine katılmasaydı şu an çoktan bir üniversiteye yerleştirilmiş olurdu. Ben bu gece yine Büşralarda sabahlayacağım."

Halamın gözleri kısıldı. "Müge sınavı önemsemiyor mu demek istiyorsun sen? Müge senin gibi başkalarının evinde kalmıyor!" dedi, sesi gergin çıkmıştı. Omuz silktim. Müge'nin hayatı beni ilgilendirmese de onun yaptıklarına birçok kez gözlerimle şahit olmuştum. Halamı kandırarak evden çıkıp gittiğini, her hafta sevgili değiştirip, sevgililerine pahalı alışverişler yaptırdığını ve bana halama söylememem için yalvarsa da geçen yıl bir çocuk aldırdığını biliyordum. Yine de sustum.

"Doğrudur."

"Hem neden Büşra buraya gelmiyor da sen ona gidiyorsun?" diye sordu kuşkucu bir sesle. Ona bomboş gözlerle baktım. Acaba Müge'nin de bu kadar üzerine gidebiliyor muydu? Bir an gerçekten güleceğimi düşündüm. İnsanlar neden önündekine bakmadan etrafındakilere çamur atıyordu? Yaşımın farkında mıydı bu kadın? Şimdi çıkıp gitsem beni kim tutabilirdi?

"Büşra sık sık geliyor zaten. Hep o gelecek diye bir şey yok. Hem ben neden sana açıklama yapmak zorundayım ki?"

Halam sinirle gülerken kollarını göğsünün üzerine topladı.

"Başka bir işler karıştırıyor olmayasın Merve?"

"Kızın gibi mi?" diye fısıldadı diğer Merve ama onu bir şekilde bastırıp gözlerimi kısarak halama bakmaya devam ettim.

Tek kaşım yavaşça havaya kalkarken, "Daha açık olmayı dene," dedim. "Açıkça aklından geçeni söyle."

"Sen çok iyi anladın benim ne demek istediğimi," dedi. "Üniversiteyi bahane edip fingirdeşmeye gitmediğin ne malûm senin? Okula diyerek çıktığın eve hamile dönme sonra!"

"Şşh!" Aniden doğrulup dizlerimin üzerine kalkarken halama öfkeyle baktım. "Orada dur! Düzgün konuş benimle!"

"Edepsiz!" diye bağırdı halam. "Alevini alamadı mı o fingirdeştiklerin senin?"

Avucumu yumruk şekline sokup tırnaklarımı avuç içlerime batırırken dişlerimi sıktım. Gözlerimi sıkıca yumarken dişlerimin arasından, "Çık odamdan," diye fısıldadım. Hâlâ orada dikilmiş bana baktığını biliyordum. "Çık odamdan!" Sesim aniden yükseldiğinde gözlerimi kinle açtım. Yanan gözlerle ona baktığımda birkaç adım geri gittiğini gördüm.

Eli yavaşça ağzına doğru gitti, avucunu dudaklarına örttü. "Ay üzerime iyilik sağlık!" dedi dehşet içinde. "Sen var ya azmışsın kızım. İyice bir si..."

"Seni öldürürüm!" Tam yataktan atlıyorken annem odanın kapısını açıp içeri daldı. Halam korkuyla sırtını duvara yaslayıp kocaman gözlerine yayılan dehşetle bana baktığında annemi umursamadan halamın üzerine çullandım. Annem aramıza girdiğinde, "Anne, çekil!" diye bağırdım. "Anne, çekil şuradan!"

Annem beni omuzlarımdan tutarak itmeye çalışırken, "Dur!" dedi korkuyla. "Lütfen dur, dursana Merve!"

"Bırak Dilek!" dedi halam ama sesinden anladığım kadarıyla şu an korkuyordu. "Baban seni uzun zamandır okşamıyor herhâlde?"

"Sor bakalım o kardeşine babalık yapıyor muymuş?" diye bağırdım annem beni tutmak için iterken. Aslında istesem annemi yıkar geçer halama saldırırdım ama işlerin boyutunun değişmesini istemiyordum. Annem için bu evin yaşanılır kalmasını istiyordum, biliyordum ki, halama el kaldıracak olursam bana olan kinini anneme kusacak ve zaten zindan olan bu evi anneme tamamen cehenneme çevirecekti. "Oradan bakınca kardeşin ve sen ne görüyorsunuz bilmiyorum ama düşündüğünüz hiçbir boku yemiyorum ben!" diye devam ettim. "Sen önce önündeki kızla ilgilen ondan sonra gel benimle bu şekilde konuş! Terbiyeymiş! Sen benimle bu şekilde konuşurken çok mu terbiyelisin? Senin terbiye anlayışın ne?"

"Merve, tamam annem," dedi annem beni yatağa doğru itmeye çalışırken. Ona karşı koymadım ama boynumdaki damar kabarmış, deli gibi atmaya başlamıştı.

"Ah Dilek ah!" dedi halam. "Senin büyüttüğün kızlardan ne beklenir ki?"

Annemin yüzü acıyla buruşurken, "Ne varmış benim kızlarımda? Lafını bil de konuş abla," dedi.

"Ne varmış annemin büyüttüğü kızlarda?" diye bağırdım, annemin elleri hâlâ omuzlarımdaydı. "Sen önce kendi büyüttüğüne bak, onun arkasını topla! Sen kimsin de annemin büyüttüğü kızlara laf edebiliyorsun?" Annem ağlamak üzereydi, halam göremese de ben şu an onun yüzünü görebiliyordum. Annemin ellerinin üzerine ellerimi kapatırken bağırdım. "Çık git odamdan! Kendi kızınla ilgilen, bizimle uğraşma! Hele bir Defne'ye de aynı şekilde davrandığını göreyim, yemin ediyorum ki bu evin kapısının eşiğinden adım attırmam sana!"

Halam yavaşça kapıya doğru yürüdü, eli ayağı titriyordu.

"Nesi varmış benim kızımın? Tırnağı olamazsınız siz onun!"

"Hadi be oradan!" diye bağırdım, dilimin ucuna gelen gerçekleri ısırarak parçaladım. Annesine kızıp Müge'yi yakmak istemiyordum.

"Yapma, bırak," dedi annem boğuk bir sesle. "Bırak konuşsun. Büyümesin bu olay."

Aslında çok daha ağırlarını işittiğim zamanlar olmuştu ama sanırım artık kaldıramıyordum.

"Büyüsün büyüsün," dedi halam kapının kulpunu çevirirken. "Büyüsün. Mehmet hele bir gelsin, bakın o zaman bu evde neler oluyor!"

"Gelsin!" diye bağırdım halama bakarak. "Gelsin kardeşin. Ne yapabileceksiniz?"

"Merve," dedi annem çaresizce. "Ne olursun yapma."

Çatık kaşlarla anneme baktığımda ifadem elimde olmadan yumuşadı. Çaresizlik alnındaki çizgilerin arasına saklanmış, çizgilere düşürdüğü gölgelerle çizgilerin daha derin görünmesine neden olmuştu. Bana bakan açık kahverengi gözlerinde yardım çığlıkları gizliydi, ona elimi uzatmamı ve onu çekip almamı, kurtarmamı bekliyordu sanki. Ama korkuyordu. İçinde bitmek bilmeyen, gün geçtikçe daha da büyüyüp onu yutan bir korku vardı. Bu korkuyu ona eken babamdı. Annemin topraklarında babamın ektiği korku tohumları çoktan çatlamış, yeşermişti. Oysa şimdi istese onu da Defne'yi de alır, bu zindandan farksız evden çıkar giderdim. Gerekirse hem çalışır hem de okurdum, ona da Defne'ye de bakardım. Yakın olmamıza, birbirimizi anlamamıza gerek yoktu. Onlar benim annem ve ablamdı. Bana asla ağır gelmezlerdi ki.

Tüm bunları çekmek zorunda değildik.

Halam, "Ah Dilek ah, edepsiz Dilek, sana yapacağımı bilirim ben. Büyüttüğün kızlara bak, şu kızların hâline bak. Üniversite okuyorlarmış. Güleyim de boşa gitmesin," diye bağırdığında hınçla ileri doğru atıldım ama annem beni durdurdu.

"Neden korkuyorsun?" diye sordum dehşet içinde. "Kimden korkuyorsun?" Sertçe yutkundum. "Nasıl bu kadar korkak olabiliyorsun?" Başımı iki yana sallarken dağılmıştım. "Neden kendini savunmuyorsun? Neden bizi savunmuyorsun?"

Annem gözlerime yıkılmış bir ev gibi baktı. "Merve..."

"Neden?" Tam gözlerinin içine bakarken ikimiz de çaresizdik. "Yanındayım. Yanındayım işte. Görmüyor musun?"

Halam kapıyı çarpıp odamdan çıkmıştı. Annem gözlerini yumup dudaklarını birbirine bastırdığında ben çatık kaşlarla onun yüzünü izliyordum. Halam salonda terör estiriyor, bağırıp çağırıyordu. Uzun kirpikleri zamanın hırpaladığı yüzüne gölgeler indirmişti. Geri çekilip yatağın ucuna oturdum. Gözlerini açıp yüzümü izledi, artık ona değil yere bakıyordum. Hemen önüme yürüdü, dizlerinin üzerine çöküp önüme oturdu. Gözlerimi gözlerine çevirip ifadesiz gözlerle ona baktığımda elini elimin üzerine kapatıp yavaşça okşadı.

"Kırk bir yaşındayım," dedi avucunu elimin üzerine bastırırken. "Deden ve anneannen öldüklerinde sen çok küçüktün." Sertçe yutkundu. "Büyük dayını biliyorsun. Beni kabul etmez. Küçük dayın desen o daha okul okuyor, kendi düzeni bile yok. Bizim bu hayatta babandan başka kimsemiz yok." Derin bir nefes aldı, gözlerim öyle boş bakıyordu ki şu an, bu anlatılmazdı. "Ben de isterdim sizi alıp şu kapıları çarparak çıkıp gitmeyi. İnan isterdim. Ama benim sırtımı yaslayabileceğim bir ailem, tanıdığım yok. Hiç kimsem yok. Okumadım ben. Ayaklarımın üzerine basamadım Merve. Temizlik işlerine gideyim desem, tekne temizleyeyim, ev temizleyeyim, tuvalet temizleyeyim desem... Temizlerim, gocunmam ben bundan. Ağır gelmez. Ama bu zamanda iki genç kıza o parayla nasıl bakarım, nasıl ev geçindiririm ben?"

Durdu, durdum. Gözleri gözlerimin içinde bir cevap aradı. Bir yanım onu haklı bulsa da diğer yanım direniyordu. Onun haklı olduğu yerleri görmek çok acı vericiydi. Halam içeride bir kez daha bağırdı ama ne dediğini anlayamadım. Annem, o bağırdığı an gözlerini yumup dişlerini sıktı. İlk kez olduğundan daha savunmasız göründü gözüme.

"Başka çarem yok benim," dedi kısık sesle. "İnan bana çok aciz hissediyorum."

"Kendini acizleştiren sensin, farkında mısın?" diye sordum yavaşça.

"Bu evde yaşayabilmek için tüm bunlara boyun eğmek zorundayız." Şoka uğramış gözlerle ona baktığımda gözlerini açıp çaresizce bana baktı. "Bakma bana öyle," dedi can çekişir gibi. "Siz okuyup bu evden kurtulacaksınız. O zamana kadar tüm bunlara boyun eğmek zorundayız. Biliyorum, sana göre değil bunlar. Asla boyun eğmeyeceksin. Ama ben... Buna mecburum, tamam mı? Sizin için..."

"Bunu bizim için değil, kendin için yapıyorsun anne," dedim yavaşça. Bunu ona söylemek istememiştim ama bu kez hak ettiğini düşünüyordum. Yine de yüzündeki ifadenin paramparça olduğunu gördüm. "Gidecek bir yerin olmadığını, nasılsa bizim kendimizi kurtaracağımızı ama senin hep o adama muhtaç olacağını düşünüyorsun."

"Merve..."

"Anne." Gözlerimi yumdum ve derin bir nefes aldım. Kurulabilecek tüm cümleler rotasını şaşırmış, düşünceler kalbime oturmuştu. "Bence bunu burada keselim. Çünkü ne ben senin bu hâlini hazmetmeye ne de sen benim söylediklerimi duymaya hazırız."

"Merve. Lütfen."

Yüzüne boş boş baktım. "Anne, odamdan çıkar mısın?"

Bir süre sessiz kalıp yüzümü izledi, ardından yavaşça doğrulup kalktı. Odadan çıkana dek oturduğum yerde kımıldamadan boşluğunu izledim. O kapıyı kapadığı an kendimi sırt üstü yatağa devirdim ve gözlerimi tavana diktim. Neden herkes önce kendini düşünüyordu?

Karan siyahın içindeki siyahsa, ben de yaranın içindeki yaraydım.

Ne kadar o şekilde uzanıp tavanı izlemiştim bilmiyordum. Bedenimi zorlayarak yataktan kalktığımda kendimi ceset gibi hissediyordum. Dar paça bir kot, asker yeşili dar, crop bir kazak giyip zaten düz olan saçlarımı taradım. Makyaj yapacak hâlim olmadığından yalnızca bir eyeliner çekip gözlerimin içini siyah kalemle boyadım ve siyah spor ayakkabılarımı giyip odamdan çıktım. Spor ayakkabılarımı yeni almıştım, biriktirdiğim harçlıklar bir işe yaramıştı. Rahat bir ayakkabıydı. Kolumdaki siyah kayışlı saate kısaca baktıktan sonra hızla koridoru kolaçan ettim, halam muhtemelen salondaydı ve sakinleşmişti. Deri ceketimi kolumun iç tarafına asıp evden çıkarken çıkardığım gürültü umurumda dahi olmadı.


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Evden çıktım. Köşedeki kahve dükkânında bir kahve içeceğim. (20:38)


Gönderen: Karan Çakıl

Ben de şimdi çıkıyorum. Seni oradan alırım. (20:40)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Kahvaltıda bahsettiğin barın adresini biliyorum. Ayaklarımla gelebilirim... Hem çok uzak değil, Paspatur Çarşısı yürüyerek en fazla on dakikamı alır. (20:42)


Gönderen: Karan Çakıl

Ayakların da çenen kadar istikrarlı çalışıyorsa kesinlikle on dakikadan önce orada olursun. (20:43)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Espri anlayışı olmayan bir yetişkin. (20:44)


Gönderen: Karan Çakıl

Esprinin sözlük anlamını bilmeyen bir ergen. (23:45)


Kahveci dükkânın kapalı olduğunu görünce kaşlarım çatıldı ama umursamadım. Yine de bir kahve tüm bu gerginliğime iyi gelebilirdi. Özdemir abinin kitapçı dükkânı hâlâ açıktı ama kasada duran Özdemir abi değil, boş zamanlarında ona yardımcı olan öğrenci kızdı. Kahve dükkânının önünde dikilmiş camdaki yansımama bakarken derin bir nefes aldım. Hemen arkamda cadde vardı, geçen arabaların ışıkları sırtımda patlıyordu. Aniden arkamda beliren silüet yüzünden az kalsın çığlığı basıyordum.

Arkamdaki kişinin Enis olduğunu fark edince ona boş boş baktım

"Aklını mı kaçırdın sen?" diye sordum gergin bir sesle. "Sinsice arkamdan yaklaşmak da ne demek oluyor?"

Enis teslim olur gibi elini havaya kaldırdı, bir elinde kitapçıdan çıktığını anlamama neden olan kitap torbası vardı. Arkasından geçip giden aracın ışığı kısaca yüzünü aydınlattı.

"Seni korkuttum mu?" diye sordu neşeli bir sesle. "Hem kafayı falan mı yedin? Neden camın önünde kendi kendine kendini dövecekmiş gibi bakıyorsun?"

"Şu çocuğu gördüğümde dünyayı terk edip Venüs'te kendi hâlimde bir yaşam sürmek istiyorum," dedi diğer Merve içimden.

"Bundan sana ne acaba?" diye homurdandım. "İstersem kendi kendimi de dövebilirim. Sana ne yani?"

"O kadar kaçırmadın bence keçileri," dedi Enis sırıtarak. "Ee, ne yapıyorsun? Özdemir abinin yanına mı uğrayacaktın?"

"Sen beni sınamak için falan mı geldin akşam akşam?" diye sordum, sıkıntılı nefesimi dışarı verip gözlerimi devirdim. "Kahve içecektim ama kahveci kapalı."

Enis kısaca arkamdaki kapalı kahve dükkânının inik kepenklerine baktıktan sonra aynaya düşen yansımasını izleyerek saçlarını yavaşça düzeltti. "Gel başka bir yerde içelim," dedi bakışlarını bana çevirirken. Ona alnında antenleri varmış gibi baktım.

"Sen acıktığında beynini mi yiyorsun?" diye sordum ve sırtımı arkasındaki cam kapının göründüğü kepenklere yasladım. "Uğraştırma beni Halkalı. Kaybol." Yavaşça yaklaşıp sırtını tıpkı benim gibi kepenklere yasladı.

"Keyfin yok," dedi kuru bir sesle. İkimiz de hemen karşımızdaki yolun diğer ucunda duran ışıkları yanan camiyi izliyorduk. Caminin yanında bir lise vardı, lisenin güvenlik görevlisi kulübesinin içinde çayını yudumluyordu. "Evdekilerle mi tartıştın?"

Bir an şaşıracakmış gibi hissetsem de bu hissin önüne bir kat daha duvar ördüm.

"Bu seni hiç ilgilendirmez," dedim, buz gibiydim. "Hem gerçekten sinirimi bozuyorsun. Neden benimle uğraşıyorsun ki? Ben yokmuşum gibi davransana. Bunu sana bin kez söyledim."

Enis derin bir nefes aldı. Ardından aldığı o nefesi ağır ağır dışarı verdi. "Senden uzak durmak senin sandığın kadar kolay değil," dedi sakince.

Bu cümle bir an için bana çok tanıdık gelmiş olsa da ilk söyleyen kişinin etkisi çok daha büyük ve yankılı olmuştu içimde. Şu an ise bomboştu. Hiçbir anlam ifade etmiyordu. Hiçbir şey hissettirmemişti. Omzumun üzerinden yavaşça Enis'e baktığımda sanki bunu bekliyormuş gibi o da kafasını yavaşça bana doğru çevirdi. Tuhaf bir sessizlik yaşandı.

"Benimle oynuyor musun?" diye sordum sakince.

Sorum onu afallattı. "Seninle neden oynayayım ki?"

"Beni tehdit etmiştin," dedim kollarımı arkaya atıp sırtımı ve belimi kollarıma yaslayarak. Avuç içlerimi kepenklere yasladım. "Senin hakkında pek de iç açıcı şeyler duymadım açıkçası. Üstelik bana o kadar gıcık olmuşken şimdi bir anda böyle yaklaşma çabaların... Bilmiyorum. Üzgünüm ama ben tüm bunları çok yapmacık buluyorum. Eğer oyun oynamak istiyorsan bir başkasını bulman gerekecek Halkalı." Omuz silktim. "Biz birbirimizin kalemi değiliz."

Enis'i gerçekten ilk kez bu kadar şaşkın görüyordum. Kaşlarını çattı, ince boynunun derisinin altından görünen damarlar zonkluyordu. Karan'ın esmer teninin aksine o bir ölü kadar beyazdı.

"Benim hakkımda gerçekten böyle mi düşünüyorsun?" diye sordu. Bunu sorarken sesi savunmasız gelmişti kulağıma.

"Aslında gerçek şu ki... Ben senin hakkında düşünmüyorum bile," dedim acımasızca. Gözlerimi önüme çevirip ıslıklı bir nefes verdim, başımı iki yana sallayarak, "Bence bu oyunu kesmelisin. Sorun o gün voleybol topunu sahaya atmamam mı? Bu çok çocukça," diye homurdandım.

"Sorun o gün topu sahaya atmaman değil Asi," dedi Enis, sesi dümdüzdü. Bakışlarım yavaşça ona doğru kaydı.

"Anlamadım?"

"Sorun o gün topu sahaya atmaman değil."

"Sorun ne o zaman?"

"Sorun o gün senin varlığını fark etmiş olmam."

Enis'in gözlerinin içine baktım. Şu an bile başka bir adamın gözlerine bakarken Karan'ı düşünüyor olmam akılalmaz bir olaydı. "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sorup derin bir nefes aldı.

"Boynuna atlamamı falan mı bekliyorsun?"

Duraksadı.

"Elbette beklemiyorum. Hatta hemen yanında duran kaldırım taşını söküp kafama atmanı bile beklemiştim ama sessiz kalmanı beklemiyordum."

"Eğer istiyorsan bunu yapabilirim." Duraksadı, neyi kastettiğimi sorgular gibi baktı. Onun boynuna atlayacağımı falan düşünmemişti değil mi? Ben kaldırım taşını söküp o taşla onun kafasını yarmaktan söz ediyordum. "Bakma öyle. Kaldırım taşından bahsediyorum. Sökebilirim."

Enis yamuk bir şekilde güldükten sonra, "Gerçekten adının hakkını veriyorsun," dedi. Başını iki yana sallayarak gözlerini önüne çevirdi. "Senin gibi bir kızla daha önce hiç karşılaşmamıştım. Başlarda senin bir falsonu aradım... Yani amacının ilgi çekmek olduğunu düşünmüştüm ama... Sen gerçekten olduğun gibisin Asi. Soğuk bakışların, iğneleyici lafların, hazırcevaplığın, güçlü tavrın... Bilmiyorum. Sanki gerçek değilmişsin gibi."

"Ama gerçeğim," dedim düşünceli bir sesle.

Enis'in gördüğü buzdağının yalnızca görünen kısmıydı. Buzdağının görünmeyen kısmı yaralarla doluydu, hasar neredeyse tüm buz kütlesini devirip, eritecek kadar büyüktü. Bu soğuk bakışların sonradan var olduğunu, aslında sandığı kadar da güçlü olmadığımı bilmiyordu tabii ki. Bilmesini de istemezdim zaten.

"Kesinlikle gerçeksin. Sanırım senden..."

Bir araba tüm farlarını üstümüzde yakarken yüzümü buruşturdum, elimin tersiyle gözlerimi korumaya çalışırken Enis cümlesinin devamını yutarak yüzünü buruşturdu. Kısık gözlerle farların geliş noktasına baktı. Ben de parmaklarımın arasından arabaya bakmaya çalışıyordum ama ışıklar o kadar güçlüydü ki başaramıyordum.

Küfürler dilimin ucuna sıralanırken, "Ne yapıyor bu be?" diye hırladım.

Aynı saniyeler içinde arabanın kapısının açılıp kapandığını işittim ama farlar hâlâ yanıyordu. Bir gölge far ışığını engellercesine önümde durduğunda ışıktan ağrıyan gözlerimi yavaşça aralamaya çalıştım ama karşımda duran silüet ışığın etkisiyle siyah bir gölge gibi görünüyordu. Yüzünü seçemiyordum ama kokusundan tanımıştım.

Sanırım bir gün yüzünü kaybedecek olsa bile onu kokusundan tanırdım.

Gözlerim kör olsa, milyarlarca insanın arasından bile sadece kokusu sayesinde onu bulabilirdim.

"Aptal farlar," diye tısladım dişlerimin arasından. "Beni kör etmek için mi çabalıyorsun sen?"

Cevap vermedi ama bakışlarını yüzümde hissedebiliyordum. Gözlerimi elimin tersiyle ovuşturarak kafamı kaldırdım ve yavaşça ona baktım. Görüntüsü yavaş yavaş netleşmeye başlamıştı ama hâlâ silikti biraz.

Yüzü tamamen odağıma girdiğinde sertleşmiş çenesi, tıpkı siyah bir kasırga gibi bakan kuzguni siyahı gözleriyle karşılaştım. Yeni tıraş olmuş yüzünde keskin ve sert bir ifade vardı. Kısalttığı sakallarına baktım. Dudakları düz bir çizgi hâlinde olmasına rağmen o kadar dolgundu ki, tüm dikkatimi dağıtmayı başarmıştı. Hareket dahi etmeden gözlerini indirmiş doğrudan gözlerimin içine bakarken o kadar ürkütücü görünüyordu ki...

"Senin sorunun ne?" diye sordum kaşlarımı çatarak. "Bizi kör etmek falan mı istiyorsun?"

Yüzü tamamen sertleşti. "Bizi?" dedi sorar gibi. İfadesizliğini korumaya devam ediyordu.

Enis'in meraklı bakışlarını profilimde hissedebiliyordum ama aldırmadım. Kalbim yine ihanet edip hızlanırken öylece Karan'a bakakaldım. Tek kelime edemedim. Şu an kilitlenmiş gibi hissediyordum kendimi. Gözünün siyah aynasında kendimi gördüm. Bir süre sadece bakıştık. Onun ve kahve dükkânının kepenkleri arasında kalmıştım, far ışıkları doğrudan ikimizi hedef almıştı.

"Sorun ne?" diye sordu Enis. Karan'ın sol kaşının yavaşça hareket ettiğini gördüm ama o kadar yavaştı ki belki de bana öyle gelmişti.

Çenesi seğirirken gözlerini gözlerimden çekmeden, "Konuşuyoruz," dedi Karan ifadesiz bir sesle. "İkimiz."

"Şu an hiç de konuşuyor gibi görünmüyorsunuz," dedi Enis.

"Peki, bu seni ne kadar ilgilendiriyor?" diye sordu Karan ama bunu sorarken sanki benimle konuşuyor gibi benim gözlerimin içine bakıyordu. Siyah bir gökyüzünü andıran gözlerinin kara bulutlarından yağan kelimeler gözlerimin kaldırımlarına yağıyordu. Beynim tıpkı bir kalp gibi atıyordu. Ve kalbim beynimin yerine düşünüp fikir üretmeye başlamıştı.

Ürkütücü bir yer değişikliğiydi bu.

"İlgilendirmese konuşmazdım herhâlde," dedi Enis meydan okur gibi. Bir anda ortamın gerildiğini fark ettim. Karan artık dişlerini sıkıyor, öldürücü bakışlarını gözlerime perçinleyip, sanki gözlerimde Enis'i görüyormuş gibi yırtıcı bir ifadeyle doğrudan beni hedef alıyordu.

"Eğer ilgilenmeye devam edersen konuşabilecek bir..." Parmaklarım aniden onun göğsüne dokunduğunda Karan dişlerini sıkarak sustu, gözlerini yumup bir süre sessiz kaldı. Parmaklarımın altında atan kalbinin göğsüne indirdiği tekmelerin kalıcı izlerini parmak uçlarımda hissediyordum. Bu mucizevî bir histi.

"Enis, sen git," diyebildim. Enis'in bile ses tonum yüzünden şaşkına döndüğünden emindim. Şu an Karan'ın tehdidinden çok benim incelen ses tonum şaşırtmıştı bence onu. Diğer Merve köşeye çekilirken uzun saçlarının ardından usulca Karan'a baktı. Hükmü altına girmek için Karan'a bakması yetiyordu.

"Ama Asi..."

Karan ismimi duyunca yumduğu gözlerini açtı, dişlerini sıkarken bana öyle bir bakış attı ki, ciddi anlamda kaldırım taşını sökmek ve Enis'in kafasına fırlatarak çocuğu susturmak istedim. Birkaç ton daha koyulaşan kara gözler yüzüme odaklandı.

"Git," dedim kesin bir sesle.

"Gitmene gerek yok," dedi Karan. "Biz gidiyoruz."

Tam dudaklarım aralanıyordu ki göğsümün üstünde duran bileğimde bir el hissettim. Beni kendine çekerken o kadar insafsızdı ki tutuşunun sertliğinden ziyade, yaydığı hislerin sertliğini hissettim. Gözlerim irileşip, iradem dışında hareket etmeye başladığımda kendi kendime şaşırıyordum.

Karan beni çekiştirerek arabaya doğru sürüklerken Enis'e bakmak istedim ama göreceğim manzaradan memnun kalmayacağımdan da emindim. O yüzden bu isteği bir silgi yardımıyla silip Karan'ın açtığı kapıdan içeri girdim, bedenimi ön koltuğa yerleştirip Enis'e bakmamak için bakışlarımı dizlerimin üstünde duran parmaklarıma düşürdüm. Karan sürücü koltuğuna geçerken sessizdi ama sessizliği mengene altına almış bir tehlikeyi bedenine ikinci bir deri gibi geçirdiğini hissedebilmiştim.

Cip geri geri çıkarken emniyet kemerimi bağladım ama bunu o kadar ağır hareketlerle yapmıştım ki, ben tamamlayana kadar araç düz yolda su gibi akmaya başlamıştı bile. Ön camdan akıp giden trafiği izlerken parmaklarım emniyet kemerinin kayışında dolanıyordu. Trafik çok yoğun değildi, hemen önümüzde iki, üç, yanımızda bir araba ilerliyordu. Şehrin ve araçların ışıkları tavan lambası yanmayan karanlık aracın içini aydınlatmaya yetiyordu.

Sessizdik.

"Sana kendim geleceğimi söylemiştim mesajda," dedim sessizliği bozmak adına. Sokak lambalarının ışıklarının altından geçerken bir aydınlanıp bir karanlığa bürünen yüzüne baktım. Sessizliği rahatsız ediciydi. "Sana kendim geleceğimi söylemiştim," dedim tekrardan. Dişlerimi birbirine bastırdım.

Direksiyonu sıkıca kavradığını fark edince gözüm parmaklarına kaydı. Uzun parmaklarının boğumları bembeyaz kesilmişti.

"Küçük bir kız çocuğunun sokakta yalnız başına dolaşmasını istememiştim." Başını iki yana salladı, bana değil altında akıp giden yola bakıyordu. "Pardon," dedi. "Yalnız değildin."

Güzeldi. İnsanın kalbini ağrıtacak kadar güzeldi.

"Birincisi ben küçük bir kız çocuğu değilim. İkincisi o tavır da neyin nesiydi?"

"Birincisi sen küçük bir kız çocuğusun," dedi Karan erkeksi bir sesle. "İkincisi... Hangi tavırdan bahsediyorsun?"

"Enis'e karşı olan tavrından bahsediyorum." Göz ucuyla bana baktı, bakışları buzun sivriltilmiş ucu gibiydi.

"Ona ne zamandan beri adıyla hitap ediyorsun?"

Duraksadım. Onun da duraksadığını hissettim ama bozuntuya vermedi. Bir süre çatık kaşlarla onun profilini izledim. Göğsümde büyüyen, yavaş yavaş tüm benliğime yayılmaya başlayan o tuhaf hissi içimden söküp atamıyordum. Dikkatle onu izlediğimi bildiğine emindim, yine de gözlerini bana değdirmeden aracı kullanmaya devam etti. Siyah, uzun kollu penye kumaştan kazağının kollarını dirseklerine kadar sıvamıştı, damarlı bileğinde siyah kayışlı bir saat ve siyah deri bir bileklik vardı. Saçlarını çok az kısaltmıştı, bakıldığında fark edilmiyordu bile ama ben onu öyle dikkatli izliyordum ki, fark etmememin imkânı yoktu. Kalın, şişkin pazuları kazağın ince kumaşını zorluyordu resmen.

"İnsanlara ismiyle hitap etmek gayet normal bir şey bence," dedim tekrar konuştuğumda. "Bana ismimle hitap etmediğin için bilmemen normal tabii."

Bakışlarımı hızla ön cama çevirdiğimde bu kez onun bana bakmaya başladığını biliyordum. Bilerek yolu uzatmıştı, arabayla iki dakikada gidilecek yol bitmek bilmiyordu.

"Söz konusu sensin velet. Söz konusu sen olunca gayet normal diye tanımladığın şeyleri hiç normal bulmuyorum ben."

Araç ani bir frenle durdu. Yolun tam ortasındaydık. Telaşla etrafıma bakındıktan sonra, "Ne yapıyorsun?" diye sordum endişeyle. Karan çenemi tutup yüzümü ona doğru çevirdi, dokunduğu yerde yanık izleri bırakıyormuş gibi hissettim. "Sorun ne?" diyebildim kalbim sıkışırken.

"Kolyen nerede?" diye sordu, sesi telaşlı çıkmıştı.

Gözlerim korkuyla irileşirken, "Burada," diye fısıldayıp kazağın altında kalan kolyeyi yavaşça kazağın üzerine doğru çıkardım. Siyah çakıl taşını parmaklarımın arasında tutarken onun gözlerine yayılan o ferahlığı görmek beni etkilemişti. Birkaç saniye kolyeyi izledi.

Arkamızdan korna sesleri yükselmeye başladığında Karan'ın parmakları hâlâ çenemde sabit duruyordu. Dokunduğu yerler çoktan alev almış, uyuşmuş ve tüm sinirlerini kaybedip, hissizleşmişti.

"Karan?" dedim sorar gibi. Yoğun bakışları bana odaklanmış, kulakları çalan kornalara sağır olmuş gibi görünüyordu.

Parmaklarını çenemden çekerken gözlerine yayılan o ifade saniyeler içinde parçalara ayrıldı. Aracı çalıştırıp biraz ilerledikten sonra sola saptı ve Paspatur Çarşısı'na girdik. Sokak üçe ayrılıyordu. Karan cipini araçlarla kaplı yerde bulduğu bir boşluğa park ederken gözlerimi Hamam Sokağı'na çevirdim. Buranın diğer adı Barlar Sokağı'ydı. İçeride eski bir hamam olduğu için Hamam Sokağı diyenler de vardı ama genelde genç kesimin ve turistlerin eğlendiği bir yerdi. Her arasında iki, üç eğlence mekânı vardı. Araçtan indiğimizde gözlerim etrafı taramaya devam etti. Tıpkı bir labirente benzeyen ve her zaman tıklım tıklım dolu olan sokak şu an daha karanlık ve âdeta ölü gibiydi. Neredeyse tüm dükkânlar kapalı, restoranlar bomboştu.

İlk ara sarraflar, gümüşçüler, bijuterilerle doluydu. İkinci arada hakiki deri mağazası ve hemen yanında hakiki kürk mağazası vardı. Kaşlarımı çatarak mağazaların camlarına tip tip baktım. Karan şu an bana değil, ileriye bakıyordu.

"O katlettiğiniz canlıların hesabını kime vereceksiniz?" diye söylendim mağazanın camına bakarken.

"Hızlandır biraz o küçük ayaklarını."

Onun arkasından boş boş baktım. "Hayvanları katlettiklerinin farkında mısın?"

"Farkındayım," dedi, sesi gergindi. "Ben de bayılmıyorum bu mağazaların önünden geçmeye. Neden hızlı yürüyorum sanıyorsun? Hareket et!"

Onun arkasından tuhaf bir yüz ifadesi yaparak onunla dalga geçtiğimde, sanki ensesinde gözleri varmış gibi, "Ergen," diye homurdandı.

Car Cemetery'nin önüne geldiğimizde duraksadım. Az önceki ölü sokakların aksine burası resmen yanıyordu. Gözlerim mekânı taradı. Car Cemetery yazısının hemen üzerinde bir araba hurdası vardı, sadece ön kaput da olsa inanılmaz şık görünüyordu. Burayı gündüzleri önünden geçerken falan görmüşlüğüm vardı ama geceleri kesinlikle farklı bir yere dönüşüyordu. Yuvarlak ahşap masalar, masaların etrafında hasır tipi sandalyeler kesinlikle mekâna uyumluydu ve gerçekten göz alıcı görünüyordu. Bu muazzam dekorasyon canlı müziğin de ona katılmasıyla birlikte huzur verici bir ahengi kanatlarının arasına yerleştirip, insanların keyfinin üstünde dolanmaya başlıyordu.

"Vay canına!" dedim yazının üstündeki hurda arabaya bakarken. "Çok hoş görünüyor!"

"Beğendin mi?" diye sordu Karan böbürlenerek.

"Böyle yerlerin adamı değil gibi görünüyordun," dedim yüksek sesle, müzik o kadar kuvvetliydi ki, beni duyması için sesimi yükseltmek zorunda kalmıştım. Masaların hemen yanlarında duran varillerin içinde ateşler yanıyordu.

Karan'ın eli yavaşça belime doğru kaydı, dudaklarını kulağımın kenarına sürterek, "Benim hakkımda bilmediğin daha onlarca şey var," diye fısıldadı. Tenim garip bir uğultuyla sızladı, sertçe yutkundum.

Benim yaşlarımda bir genç dibimizde bitti. "Karan abi!" dedi gülümseyerek. "Hoş geldin abi!"

Karan diğer eliyle genç çocuğun omzunu sıktı. "Hoş buldum genç." Çenesiyle ilerideki masayı işaret etti. Masa sahneye çok yakındı ve kalabalıktan biraz daha uzaktı.

"Hazır bil abi," dedi çocuk. Çocuk birkaç saniyeliğine kaybolduktan sonra Karan'ın işaret ettiği masanın önünde bitti. Parmaklarıyla Karan'a kısa bir işaret yaptı. Karan'ın büyük eli elimin içine kaydı, elimi sıkıca kavradıktan sonra kalabalığın içinde yürümeye başladık. Masaya oturduğumuzda ellerimiz ayrılmıştı ama avuçlarımda hâlâ onun elinin teri vardı.

"Ne içeceksin?" diye sordu Karan hemen karşıma otururken. Kaşlarımı çatıp bakışlarımı masanın parlak ahşap yüzeyine çevirdim.

"Meyve suyu? Soda? Kola?" Bir süre sessizce yüzümü inceledi. "Konuşsana kızım."

"Konuşmuyorum."

"Konuştun ama," dedi, iki parmağı ile burnumu kıstırıp yavaşça sıktı. Nefesim kesilirken gözlerimi kaldırıp ona baktım. Gözlerimiz buluştuğunda kuzguni siyahlarındaki yansımam o kadar duruydu ki... Onun gözlerine bakmak aynaya bakmak gibiydi.

"Bazen gerçekten seni tanıyamıyorum," dedim onun gözlerinin içine bakarak. Müzik yavaşlamıştı ama gitarın ağırlıklı olduğu bir parça çalıyordu. Siyah gözlerinde soru işaretlerini gördüm. Burnumu parmaklarından kurtarırken gözlerimi yavaşça kırpıştırıp bakışlarımı tekrar ona çevirdim. "Bazen gerçekten çok soğuksun. O kadar soğuksun ki, benim buzlarımı bile üşütüyorsun." Durdum. "Bazen de..." Derin bir nefes alıp gözlerimi masanın yüzeyine çevirip bir süre sessiz kaldım. Ardından tekrar gözlerimi ona çevirdim. "Bazen de kırgınlıklarını görüyorum gözlerinde. Ne tuhaf adamsın sen ya. Çözemiyorum seni."

Bir süre sessiz kalsa da gözleri benden ayrılmadı. Gitar sesi aramızdaki bakışmanın etrafında dolaşan tek hareketlilikti belki de. İnsanların varlığı pek umurumuzda değildi. Karan'ın bakışları altında ezildiğimi fark etmiş olsam da gözlerimi onun gözlerinin hapsinden kurtaramıyordum.

Sanki gözlerim onun gözlerinden ayrıldığı an kıyamet kopacaktı. Bedenim tek bir iz bile bırakamadan bu dünyadan silinip yok olacaktı.

Oysa ben bırakabildiğim kadar iz bırakmak istiyordum bu dünyaya.

"Tuhaf olmak güzel bence," dedi sade bir sesle.

"Bence de öyle ama yalnızca tuhaf olmak güzel. Yanına çelişki de eklenince biraz çekilmez oluyor."

Tek kaşı havaya kalkarken, "Ben çelişiyor muyum?" diye sordu, dudakları düz bir çizgi şeklini aldı. "Bence sen görmek istediğin gibi görüyorsun velet. Aslında hep aynı düzlükte ilerliyorum. Yolumdan sapmayı sevmem."

"Bana velet demekten ne zaman vazgeçeceksin?" diye sordum gözlerimi kısarak.

"Büyüdüğünde."

Başımı iki yana sallarken, "Büyümek?" diye sordum. "Büyümenin tanımı nedir? On dokuz yaş bile senin için küçük olduğuna göre, bir tanımını da yapman gerek ki büyümek senin için ne anlama geliyor bileyim."

Cevap vermedi.

"Ben de böyle tahmin etmiştim," dedim derin bir nefes alıp ona boş boş bakarken. "Bence artık bana velet demekten vazgeçmelisin."

Yavaşça masanın üzerine abanıp yüzünü yüzüme yaklaştırdığında bir an afallasam da geri çekilmedim ama gözlerim ben daha farkında olmadan irileşmişti. Tatlı kokusunu içime doldururken kirpiklerimin altından ona baktım.

"Sana velet demekten vazgeçmeyeceğim," dedi usulca. "Kaç yaşına gelirsen gel. Sen hep benim veledim olarak kalacaksın Asi Çakıltaşı."

Ürperip geri çekilmeye çalıştığımda parmakları omzuma kaydı, beni masaya doğru çekerken birkaç meraklı gözün üzerimizde dolaştığını hissettim. Bedenim kasıldı, Karan beni kendine çekerken yüzüm onun boynunun girintisine girdi. Boynundaki taze kokuyu içime doldururken bu sıcaklık beni afallatmıştı. Boynu sıcacıktı. Ekmek gibi.

"Anlaşıldı mı?" diye sordu. Fısıltısı boynuma akarken tüm tüylerimin dikildiğini, betimin benzimin attığını hissettim. Midem su kaynatır gibi yanmaya başladığında parmaklarım güçsüzce onun göğsüne tutundu ve onu itmeye çalıştım ama buna engel olarak boynunu yüzüme tamamen yaklaştırıp beni en hassas noktamdan vurdu. Kokusunu almamı sağladı.

"Anlaşıldı mı velet?"

"Tehditkârsın," diye fısıldadım acı çekiyor gibi. "Kesinlikle öylesin."

Neşesi yerine gelmiş gibi bir kez daha, "Anlaşıldı mı?" diye sorduğunda elimi yumruk yapıp güçsüzce göğsüne vurdum.

"Çok kötüsün."

"Sen de öyle."

"Herkes bize bakıyor. Şu an çok saçma görünüyoruz," dedim boğuk bir sesle. "Beni bırakır mısın?"

"Şşşh." Fısıltısı kulak boşluğumda büyüdü. "Sessiz ol velet. Daha inandırıcı oynuyoruz işte. Belki de dedem bir yerlerde bizi gözetliyordur, ha?"

"Kes şunu."

Karan beni biraz daha kendine doğru çekince karnım masaya baskı yaparak biraz sızladı. Aldırmadım. Boynu hafif nemliydi ama sıcacıktı. Burnum boynuna tamamen gömülürken, "Kes şunu," dedim bir kez daha güçsüzce. Sanki çok küçükken bir yıldızım vardı, gökyüzüne her baktığımda onu görürdüm ve o benim umudumdu ama zamanla yıldızım sönmeye, gökyüzünden silinmeye başlamıştı; sonra bu adam gökyüzüne elini uzatıp yıldızıma dokunmuş, yıldızım tekrar yanmaya, gökyüzünde parlamaya başlamıştı.

"O çocukla yakın olmanı istemiyorum," dedi bir çırpıda. Şu an gözlerini göremediğim için büyük bir hüsran içindeydim çünkü sesi o kadar değişik çıkmıştı ki, bu ses tonunun gözlerine farklı bir şekilde yansıdığından emindim.

Dudakları kulağıma, oradan da saçlarıma kaydığında artık tüm gözleri üstümüzde hissedebiliyordum. İnsanlar şu an iki kumru görüyor olabilirdi ama kumrulardan bir tanesi kalp krizi geçirip eşekler cennetini boylamak üzereydi.

"O çocuğun sana Asi demesini istemiyorum." Sertçe yutkundu. "O çocuğa ismiyle seslenmeni istemiyorum." Verdiği sert nefes saç diplerimi yaktı. "O çocuğun seninle ilgilenmesini istemiyorum."

Kalbim artık göğsümde değil boğazımda atıyordu. Tekrar yanmaya başlayan o yıldızın kuyruğundan ateş akıyor, gökyüzü kor renginde yanıyordu. Kokusunu içime doldururken söyledikleri beni sarhoş edecek kadar güçlüydü. Şu âna kadar hiç sarhoş olmamıştım ama sanırım alkol de bedenimde aynı yankıları uyandırırdı.

Karan Çakıl benim ilk sarhoşluğumdu.

"İnsanlar bakıyor."

"Umurumda değil Asi," dedi Karan. Daha derin bir nefes aldı saç diplerimde. "Şu an bizi izleyen hiçbir göz umurumda değil. Umurumda olan sensin."

"Ben mi?"

"Sen mi?" Geri çekildi bir anda. "Ne?"

"Umurunda olan ben miyim?" diye sordum nefesim arsız bir şekilde hızlanırken. Karan bir anda kendi tarafına geçmiş, benden ayrılmıştı. Ciğerlerimde kokusunun boşluğunu hissettim.

Karan aniden ayağa kalkıp, "İçecek bir şeyler alacağım," dedi ve avucunun içini ensesine bastırıp etrafı kolaçan etti. Onu tanımasam benden gözlerini kaçırdığını düşünürdüm... İyi de onu zaten tanımıyordum ki. O paniklemiş miydi?

"Sen ne içeceksin?" diye sordu Karan. Gözleri kısaca bana dokunurken ilk kez bu kadar yüzeysel bakmıştı gözlerimin içine. Normalde incelerdi hep.

"Fark etmez," dedim şaşkınlığımı örtbas etmek istercesine omuz silkerek. "Kafana göre takıl."

Karan hemen karşıdaki bar tezgâhına doğru yürümeye başladı, havlusuyla kadehleri kurulayan çocuk onu fark edince genişçe gülümsedi. Buradaki herkes onu tanıyordu demek ki... Herkes tarafından sevilen bir Karan Çakıl... Kulağa nasıl da yabancı geliyordu.

Gözlerim Karan'ı incelerken Karan'ın görüntüsüne engel olan görüntünün sahibi Funda'dan başkası değildi. Hiç beklenmedik anda kanımın içindeki öfke harlanırken gözlerimi kısarak Funda'ya baktım. Az önce Karan'ın oturduğu ve sıcaklığını bıraktığı yere otururken gözleri doğrudan gözlerimin içine perçinlenmişti.

"Merhaba," dedi bilmiş bir sesle. "Mira'ydı değil mi?"

Yüzüme yapmacık bir gülümseme eklerken ona yumruk atmamak için tırnaklarımı avuç içime sapladım.

"Merve. Ve sen benim adımın ne olduğunu zaten çok iyi biliyorsun," dedim, durup ona kısık gözlerle bakarken gülümsemem yüzümde soldu. Dudaklarım düz bir çizgi hâlini aldı. "Ne istiyorsun?" diye sordum tehlikeli bir ses tonu kullanarak.

"Karan'ı."

Gözlerimin içine öyle kararlı gözlerle bakıyordu ki, tırnaklarımı gözlerine saplamamak için kendimi tutuyordum. Cevabının getirdiği hissin acıya dökülüşü bir bıçağın kalbe saplanışı gibiydi. Yüzüm tamamen sertleşirken kıza boş boş baktım.

"Karan'ı istiyorum."

"Gerçekten yüzsüzsün, değil mi?"

"Kesinlikle," dedi genişçe gülümserken. "Ve aşkta her zaman yüzsüzler kazanır."

Gürültülü bir parça çalmaya başladığında göz ucuyla Karan'a baktım. Sırtı bize dönüktü ve barmen çocukla bir şeyler konuşuyor gibi bir hâli vardı. Funda da baktığım yöne baktı. Karan'ı görünce hayranlıkla iç çekti.

"O kesinlikle ilahî bir varlık," dedi mest olmuş bir sesle.

"Kalk gömelim şuna kafayı. Çok bile sabrettik," dedi diğer Merve sabırsız bir sesle. İlk kez ona bu denli hak veriyordum. Gerçekten çok bile sabretmiştik.

"Gider misin?" diye sordum nazik tutmaya çalıştığım ama ona duyduğum öfkeyi tınısında taşıyan sesimle. Eğer bir salak değilse muhtemelen ses tonumun altında gizlenen mesajları alırdı. Gerçi tam bir salaktı benim gözümde.

"Bir konuya açıklık getirmeden gitmeyeceğim," dedi. Uzun, narçiçeği rengindeki ojeli tırnaklarını masanın yüzeyinde tıkırdattı. "O bana ait ve bana ait kalacak. Ondan yaşça küçük bir kızın onu benden çalmasına izin vermeyeceğim. Sen yetersizsin. Onu doyuma ulaştırabileceğini falan mı sanıyorsun? Ne duygusal ne cinsel ne de başka bir anlamda onu doyuma ulaştıramazsın. Küçücük bir kız çocuğusun. On dokuz, yirmi yaşlarında bir veletsin. Şu hâline bak. Aynaya baktın mı hiç?" Gözleri kısaca beni taradı. "Umutsuz vakasın."

"Karan sana ait değil ve hiçbir zaman sana ait olmadı," dedim acımasız gerçeği yüzüne vurmaktan bir an olsun çekinmeden. Umurumda değildi. İncinecek miydi? İncinsin, önemsemeyecektim bunu. Benim canımı yakmaya çalışan birini ne diye düşünecektim ki?

Biçimli kaşlarını çatarken gözlerini yüzümde dolaştırdı. Dudaklarını birbirine bastırıp bana atabileceği en düşmanca bakışı attı.

"Yanılıyorsun," dedi ciddi bir sesle. "Sana acımasız bir gerçeği söylememi ister misin? Küçük kalbin buna katlanabilecek mi?"

"Durma," dedim omuz silkerek. "Hodri meydan."

"Karan'ın şu âna dek ona yaklaştığım hâlde yatağına almadığı tek kadın benim. Bana dokunmadı. Bunun anlamını hiç düşündün mü? Benim onun gözündeki farkımı..."

Funda'nın cümlesini tamamlamasına izin vermeden tırnaklarımı onun koluna geçirip masanın üstünde dostane bir görüntü çizerek tırnaklarımı etine batırırken tehlikeli bir şekilde gülümsedim. Şu an karşıdan gören biri yalnızca onun elini tuttuğumu düşünebilirdi. Yüzünü buruştururken dehşetle gözlerimin içine baktı.

"Buna fark değil de, Karan'ın damak zevkine bile uymuyorsun, diyelim. Fakir tesellisi yapma indirim reyonu ürünü."

Funda'nın gözlerinde şaşkınlığı gördüm. Tırnaklarımı etinden çıkarırken gözlerimi gözlerinden çekmedim. Karan elinde iki kokteylle masaya doğru döndüğünde Funda yavaşça kalktı ve kalkarken kolundaki etrafına kan oturmuş iz dikkatimi çekti. Dört tane hilâl şeklinde tırnak izi bırakmıştım kızın kolunda.

Karan masadan ayrılan Funda'yı fark edince kaşları çatıldı.

Funda kolunu tutarak kalabalığa karıştı. Karan elindeki kokteylleri masaya bırakıp kalabalığa kısaca göz gezdirdi.

"Onun burada ne işi vardı?" diye sordu gözleri bana kısaca dokunup ardından masaya koyduğu kokteyllere çevrilirken.

"Görmüş, bir merhaba diyeyim demiş," dedim yapmacık bir sesle. "Dalga mı geçiyorsun? Beni tehlike olarak görüyor ve aklınca senden uzaklaştırmaya çalışıyor. Onun için hiçbir tehlike teşkil etmediğimi söylemelisin bence ona. Benimle fazla uğraşmasın."

"Sana kötü bir şey mi söyledi?"

Dişlerimi sıkarak bakışlarımı kokteyllere çevirdim. O kadar gerilmiştim ki, eğer tenime bir bıçak değse, kanım bıçağı sebep bilip dışarı fışkıracaktı. Karan onu isteyen her kadınla o tür şeylerden mi yapıyordu yani? Bunu ona soracak olursam gözünde nasıl bir konuma düşerdim kim bilir? Karan'ın önüme ittiği sarı renkteki kokteylden bir yudum alırken, "Alkol yok, değil mi?" diye sordum.

"Sana ne dedi?" diye sorduktan sonra, "Ne alkolü ya?" diye homurdanarak başını iki yana salladı. "Meyve suyu kokteyli o. Alkol yok içinde. Neyse. Ne dedi sana o demiştim?"

Kokteylin içindeki gülkurusu rengindeki pipeti çevirdikten sonra, "Senin özel hayatınla alakalı saçma sapan şeyler söyledi. Umurumda değil üstelik." Diğer Merve baygın gözlerle yüzüme bakınca ona bakarak omuz silktim. Değildi işte. "İlgilenmiyorum yani."

"Sana ne dedi?"

Gözlerimi bayarak, "Seni isteyen her kadınla yattığını ama onunla yatmadığını, onu önemsediğini söyledi. Tamam mı?" deyip kokteylimden bir yudum daha aldım ve gözlerimi farklı bir yöne çevirmeye çalıştım.

Şu an kesinlikle kulaklarıma kadar kızarmıştım.

"Buna inanmadın, değil mi?" diye sordu düz bir sesle. Bir an ihtiyaçla bakışlarımı ona çevirdim. Göz göze gelirken şarkı ani bir şekilde değişti. Rengârenk ışıklar ağır hareketlerle pistte dolaşmaya başladığında hâlâ göz gözeydik.

"Ne yani, onunla yattın mı?"

Karan yüzünü buruşturdu. "Hayır aptal," dedi düz bir sesle. "Her önüme gelenle yattığıma inandın mı?"

"Umurumda değil."

"Umurunda olup olmaması da benim umurumda değil zaten. Ben inanıp inanmadığını soruyorum."

Doğrudan gözlerinin içine baktım. Siyah gözlerinde sorgu ve merak vardı. "İnanmadım," dedim düz bir sesle. "Oldu mu?"

Yüzü gevşerken gözlerindeki sertlik kırılmamıştı. "Oldu," dedi benim gibi düz bir ses tonu kullanarak.

"Sen ne içiyorsun?" diye sordum konuyu dağıtmak ister gibi. "Alkollü mü seninki?"

Gözleri kısaca beni süzdükten sonra, "Alkol kullanmıyorum," dedi sakin bir sesle. "Tek kötü alışkanlığım sigaram."

"Hiç mi kullanmıyorsun?"

Bir an yüzündeki ifade sertleşti, dişlerini sıktığını gördüm. Gözlerini masanın yüzeyine dikerken, "Özel günlerde, çok nadir," dedi. "Normalde ağzıma sürdüğüm bir şey değil."

"Buradan bakılınca havuz başında viskisini yudumlayan tiplere benziyorsun," diye itiraf ettim.

Karan'ın dudakları alayla kıvrıldı. Ne zaman onun gerçekten gülümsediğini görebilecektim? Bunu görmeye ihtiyacım olduğunu düşünerek alaycı gülüşüne bakakaldım.

Bir dudak kıvrımı nasıl olurdu da bu kadar can yakıcı olabilirdi?

Kısa süreli bir sessizlik yaşandığında Karan'ın gözleri etrafta dolaşıyordu. Birkaç kez kalabalığın arasında Funda ile göz göze gelmiştim ama önemsemeden kafamı çevirmiştim.

"Karan abi!" dedi az önceki genç çocuk yanımızda biterken. Karan omzunun üstünden çocuğa bakınca çocuk genişçe gülümsedi ve "Çalarsın artık bir şeyler," diye şakıdı neşeyle.

Karan, "Unut bunu Volkan," dedi tok bir sesle.

"Ama senin bebek burada," dedi Volkan. Karan'ın gözleri parlarken bir anda tekrar çocuğa bakıp, "Ciddi misin?" diye sordu heyecanlı bir sesle.

Kalbim aniden sıkıştı. Bebek kimdi? Karan'ı neden bu kadar heyecanlandırmıştı?

"Evet abi. Yaşar Bey Amca göndermiş. Ben de çalacaksın sanıp sevinmiştim... Gerçi hiç toplum içinde çalmazdın, bu beni şaşırtmıştı zaten."

Kaşlarım çatılırken burada ne döndüğünü anlamaya çalıştım ama benim anlamama fırsat vermeden Karan aniden ayaklandı ve çocukla masadan uzaklaşırken omzunun üstünden bana biraz beklemem için kısa bir işaret yaptı. Kollarımı göğsümün üstüne topladıktan sonra gözlerimle Karan'ı takip etmeye başladım.

Barın farklı bir bölüme açılan kapısından geçtikten sonra ortadan kayboldu. Birkaç saniye içinde elinde siyah parlak bir gitarla kapıdan çıktığında tüm gözler ona çevrildi. Kesinlikle çok havalı görünüyordu, ona bakan insanları zerre umursamadan kararlı adımlarla bana doğru yürüyordu.

Ama yanıma gelmedi.

Ben şaşkın şaşkın ona bakarken o bir anda sahnenin küçük tümseğinden yukarı zıplayıp elinin tersini kotunun kumaşına sildikten sonra sahnede duran küçük tabureye oturdu. Taburenin önünde mikrofon vardı. Karan bir bacağını dizinin üstüne attıktan hemen sonra gitarı kucağına yerleştirdi ve gözleri tekrar benim gözlerimle buluştu. Sahnenin hemen önünde oturuyordum, sahne biraz tepede durduğu için gözlerimi kaldırarak Karan'a bakmak zorunda kalmıştım.

Kuzguni siyahı gözler bir süre gözlerimde oyalandı.

Mikrofonun yönünü ayarlarken mekândaki tüm sesler kesildi, adının Volkan olduğunu öğrendiğim çocuk bir alkış kopardı ve onu takip eden saniyelerde içerideki herkes Volkan'a eşlik ederek alkışlamaya başladı.

Karan Çakıl gitarın ilk teline dokunduğunda ruhuma dokunduğunu hissettiren o ses mekânın duvarlarında yankılandı.

"Güzelsin ama garipsin de diye, düşünmüştüm seni ilk gördüğümde." Tok sesi mekânda yankılanırken dudakları mikrofona değiyordu. Parmakları ustaca gitarın tellerine can verirken gözlerini gözlerimden çekmedi ve kalbim büyük bir dehşetle göğsümü tekmelemeye başladı.

"Elinde kartpostallar üstünde kan çiçekleri vardı sanki teninde. Elveda sevgilim, diyorsun. Gideceğim ardıma bakmadan. Bu uzlaşmaz iki kalp bizim, yaralarını yarıştıran."

Derin bir nefes aldığını duydum. Nefesi mikrofonun ucunda yankılanıp kulaklarımın içine, kalbime doldu.

"Sen bana rüzgâr içimde, eseser coşarsın derimde. Karanlıkta evine soyundum geldim son kez. Sen bana düşman içimde. Kanar akarsın derimde. Karanlıkta evine geldim. Seninim son kez."

Herkesin büyülenmiş bir şekilde ona baktığının farkındaydım. Dudakları eğreti bir şekilde mikrofona dokunurken gözlerini gözlerimden çekmedi, yüzünde loş bir ışık canlanıp onun uzun kirpiklerini aydınlattı. Işıklar söndürülmüş, tek ışık onun üstüne tutulmuştu. Dudaklarım benden bağımsız aralanırken Karan'ın kaşlarını çattığını gördüm ama umursamadan yavaşça devamını getirdim. Şu an sesimi kimsenin duymadığından emindim, yalnızca Karan'ın dudaklarımdan dökülenleri okuyabildiğini biliyordum. Sessizce gitarı çalarken herkes şarkının devamını ondan bekledi ama yalnızca onun anlayabileceği şekilde ben devam ettim.

"Soğuksun çünkü kırılgansın diye, düşünmüştüm seni ilk gördüğümde. Elinde gitarın, üstünde gökkuşağı vardı gözlerinde. Kör olmuştum ışığından o zaman, yavaş yavaş görüyorum. Göze alıp sensizliği şimdi... Seni terk ediyorum."

Dudağının belli belirsiz yukarı kıvrıldığını gördüm. Gitara yavaşça dokunurken devam etmemi bekler gibi gözlerimin içine baktı. İnsanların onun söylemesini beklediğinden yüzde yüz emindim ama o yalnızca gitarını çalıyordu. Birkaç gözün bana döndüğünü fark ettim, utanç yanaklarıma kan gibi oturup sıcak bir baskı yaparken derin bir nefes alarak, "Sen bana rüzgâr içimde, eser coşarsın derimde. Karanlıkta evine soyundum geldim son kez. Sen bana düşman içimde. Kanar akarsın derimde... Karanlıkta evine geldim seninim son kez," diye mırıldandım gözlerimi Karan'dan çekmeden. Birbirine çarpan ellerin çıkardığı sesleri duyabiliyordum. Bu beni daha da çok utandırmıştı.

Ve Karan son tele bastırırken, "Güzelsin ama garipsin de diye, düşünmüştüm seni ilk gördüğümde," diye fısıldadı.


🦋


Karan arabanın kapısını çarparak kapatırken gitarını hemen arka koltuğa attı ve tavan lambasını yakmadan arabanın motorunu çalıştırdı. Arabanın göstergesinde saat sabahın dördünü gösteriyordu. Uykulu gözlerimi elimin tersiyle ovuştururken, "Funda ağlayarak mekândan çıkmıştı, gördün mü?" diye sordum. Kız Karan sahneden inerken ağlayarak mekânı terk etmiş, herkesi şoka uğratmıştı.

"Görmedim," dedi Karan gayet sakin bir sesle.

"Bu saatte eve dönemem," dedim çaresiz bir sesle. "En azından birkaç saat daha yanında kalabilir miyim?"

"Bu saatte eve dönemeyeceğini zaten biliyorum. Sahildeki çorbacıyı sever misin?" Direksiyonu sağa kırdı. "Gerçekten çok iyi çorba yapıyorlar."

"Bu saatte çorba mı?" diye sorup başımı arabanın koltuğuna yasladım. "Midem bulanır benim. Bu saatlerde hiçbir şey yiyemiyorum."

"Yedin mi de biliyorsun?"

"Yemedim ama tahmin edebiliyorum," dedim bilmiş bir sesle. "Hep beni sıkıştırmaya çalışıyorsun."

"Emin ol seni sıkıştırmaya başlamadım. Eğer başlasaydım şu an çok daha farklı şeyler konuşuyor olurduk ve sen küçük patilerinin içindeki keskin pençelerini bana batırmak yerine, bana çenenin altını sevdiriyor olurdun kedicik."

Kaşlarım çatıldı. "Yine başladın işte," diye çıkıştım. "Neden böylesin?"

"Nasılım?" diye sorduğunda omzunun üzerinden bana bakıyordu. Gözlerimiz karanlıkta birbirlerine tutunurken içimde bir şeylerin sarsıldığını hissettim ve bakışlarımı hızla önüme çevirdim. Derin bir nefes alarak bu yoğun hissi toprağın altına gömmeye çalıştım. Ona her baktığımda sahnedeki görüntüsü gözlerimin önünde can buluyor, bu görüntü beni her defasında büyülüyordu.

"Böyle işte," diye homurdandım. "Hep bir şeyleri ima ediyorsun ama açıkça söylemiyorsun. Soğuksun ama aynı zamanda sende kimsenin görmediğine emin olduğum siyah bir şefkat görüyorum."

"Siyah şefkat?" Duraksadığını hissettim.

"Evet," dedim hızlıca. "Siyah şefkat."

"Beni şefkatli mi buluyorsun?" diye sordu. Araba bomboş yolda kayar gibi ilerlerken derin bir nefes alarak sokak lambalarının fersiz bir şekilde aydınlattığı yolu izlemeye başladım. Sorusunun cevabı belliydi. Elbette onu şefkatli buluyordum. Ama bu şefkat siyahtı.

Simsiyahtı.

"Sana bir soru sordum Çakıltaşı."

"Evet," dedim ona bakmadan. "Şefkatlisin. Simsiyah bir şefkat."

Arabayı ani bir frenle durdururken arka tekerleklerin attığı çığlığı işittim ve bir süre arka tekerlekler kendi etrafında dönmeyi sürdürdü. Frenin çıkardığı ses kalbimin daha da hızlı atmasına neden olurken boğazımdaki yumruyu yutmak istercesine sertçe yutkundum. Omzumun üstünden Karan'a baktım. Derin bir nefes aldıktan sonra alev alev yanan siyahlarıyla bana baktı. Sokak ışıkları ince sütunlar hâlinde arabanın içine dolarken, "Bana neden bunu yapıyorsun?" diye sordu sakin bir sesle.

Beynimdeki şeffaf eller zihnimin içini karıştırdı, onun ne demeye çalıştığını anlayabilmek için onla ilgili tüm kaynakları bir bir önüme serip, büyük bir arayışın içine girdi. Onu bir türlü anlayamıyordum. Kendimi gerçek bir aptal gibi hissetmeye başlamıştım.

"Sana ne yapıyorum?" diye sordum saf saf.

"Bana bunu yapmayı kes," dedi dişlerinin arasından. Gür, kavisli kaşları çatılmıştı. Bir an benden nefret ettiğini düşündüm. "Beni şefkatli bulmanı istemiyorum."

Kalbime yumruk yemişim gibi hissettim.

"Ama buluyorum," dedim çaresizce. "Buna engel olamazsın."

"Olurum," derken parmakları direksiyonu öyle sıkı kavramıştı ki, korku bedenimde keskin, uzun pençelerini gezdirip beni parçalamakla tehdit etti. "Buna engel olurum."

"Bir anda böyle değişmenin nedeni ne?" diye sordum şaşkın bir şekilde. "Seni şefkatli bulmam kötü bir şey mi?"

Direksiyonu daha sıkı kavradı ve parmak boğumları bir ölünün kanı çekilmiş cesedi gibi beyazladı.

"Aklımın içinde dolanan her şeyden habersizsin. Saf küçük bir kız çocuğundan başka hiçbir şey değilsin sen."

Kaşlarım çatıldı. Yol bomboştu, şu an yolun ortasında durmuş birbirimize konusunun hızla saptığı cümleler kurarak, birbirimizin aklını karman çorman ediyorduk. Gerçekten benzediğimizi bir kez daha fark ettim ama bu benzerlik o kadar küçüktü ki... Asla onun gibi olamayacağımı bilmek canımı acıttı.

"Aklının içinde dolananları bana söylersen haberdar olurum," dedim yavaşça. Parmaklarım onun bileğindeki bilekliklere dokundu. Karan bir anda gözlerini yumup dokunuşumu sessizce karşılarken kaşları daha da çatılmıştı. İşaret parmağımla onun bileğine dokunurken yavaşça okşadım ve bunu yaptığım için büyük bir pişmanlık duydum. Karan'ın bedeni kaskatı kesilmişti, sanırım bu dokunuştan pek de hoşlanmamıştı.

"Kirli bir zihnim var ve seni oraya davet edip kirlenmene izin veremem. Bizim bir sınırımız olmalı Asi. Ve sen o sınırı geçmek için ayak diretiyorsun."

Yavaşça yutkunurken boğazım acıdı. Dokunuşumu derinleştirip bileğini sıkıca tuttum, onun avuçlarımın arasındaki bileğinin sıcaklığını nabzımın etrafında hissettim. "Seni anlamıyorum," diye fısıldadım usulca.

"Beni ben bile anlamıyorum, kız çocuğu," diye fısıldadı. "Sadece dediğim gibi... Kelebeğin yağmurdan kaçması, kanatlarını yağmurun insafsız damlalarından saklaması gerek."

"Niçin?"

"Uçabilmek için."

Darmadağın olmuş benliğimi bir köşeye iterken diğer Merve de en az benim kadar dağılmıştı. Saçlarını yüzüne örterek gözlerini benden sakladı, dizlerini karnına çekip zihnimdeki köşede küçücük kaldı.

Diğer Merve belki de uçmaktan çoktan vazgeçmişti.

Benim bir yanım hâlâ direniyordu. Kanat çırpmaya ihtiyacım vardı.

"Karan, ben..."

Karan aniden direksiyonu bırakıp bana yönlenirken sırtımı tamamen koltuğa yasladım, koltukla Karan arasında sıkışıp kaldım. Nefesim yumru olup boğazıma takıldı, gözlerimi kısıkça aralayıp yüzüne baktım. Tatlı nefesi yüzüme çarptı, karanlıkta parlayan ve karanlıktan daha da karanlık olan gözlerinin radarına takıldım.

Kuzguni siyah.

Beni alaşağı ediyordu.

"Konuşma," diye fısıldadı gözlerimin içine bakarken. "Kelimelerini dudaklarının arkasına it ve yut."

Sertçe yutkunduğumda sol dudağı küçücük bir kavisle yukarı büküldü, başını uysalca sallayıp elini koltuğun arkasına atarak bana biraz daha yaklaştı. Gözlerinin içine baktım. Tatlı nefesi yüzümün derisini yırtarak parçalarken ben çaresizce onun siyah güneşine baktım.

Gözünün siyah aynasından kendime baktım.

"Çakıltaşı," dedi acı çekiyor gibi. "Sen bana böyle bakınca..." Sustu. Dişlerini sıktığını gördüm. "Çok küçüksün."

"Çok mu?" diye sordum usulca. Sesim acı çekiyor gibi çıkmıştı ve bu beni çok şaşırtmıştı.

"Çok," derken o da benim gibi acı çekiyordu. Bunu hissetmiştim.

Gözlerimi yumup bir süre sessiz kaldım. Nefesi yüzümü yırtıyor, kokusu içime doluyordu. Gözlerimi tekrar aralarken mesafemiz biraz daha kapandı, kalbim kanlı bir savaşın ortasında elinde tek bir silah olmadan öylece üzerine yağan kurşunların önünde durdu.

"Karan..." diye fısıldadım yavaşça.

"O çocukla yakın olmanı istemiyorum Asi."

Bir an şaşırsam da herhangi abartılı bir tepki vermeden, "Neden?" diye sordum.

"Çünkü istemiyorum."

"Ama..."

"Aması yok." Sesi keskindi. "O siktiğimin veledini senin etrafında görmek istemiyorum."

Dudaklarından dökülen küfre şaşırırken bir an geri çekileceğimi sandım ama Karan buna izin vermedi. Alnını alnıma bastırdığında artık burunlarımız birbirine değiyordu. "Saf veledim," diye mırıldandı dudaklarının arasından. "Sınırlarımızı çizmek zorundayız."

Sessiz kaldım. Bu sessizlik bir kanser gibi bağışıklık sistemimi sinsice çökerterek yavaşça içimi çürütüyordu. Karan'ın hırıltılı bir nefes aldığını işittim. "Şimdi kendi sınırlarıma giriyorum izninle," diye fısıldadıktan sonra dudaklarını çenemle alt dudağımın arasındaki boşluğa bastırdı. Kalbim göğsümü parçalayıp, kanlı damarlarını Karan'ın boynuna dolamak isterken nefesimi tuttum ve gözlerimi yumdum.

Tam şu anda ağlayabilirdim aslında. İlk kez uzun zamandır gözlerimin arkasında saklanan, izini kaybettiğim gözyaşının tuzunu gözümün zarında hissettim ama bunu geri itmeye çalıştım.

Sınırlar...

Bu beni dehşete düşürüyordu. Kalbim bunu kabullenmek istemiyordu. Yanında ikinci birini istemiyor olabilirdi ama isteyene kadar uğraşacağımdan da emin olmalıydı. Kendimi ona kabul ettirecektim. Dudaklarını çenemle dudağımın arasındaki kendine ait ilan ettiği o çukurdan çekerken gözlerimiz bir kez daha buluştu.

Sertçe yutkundu ve konuştu. "Senin yanındayken nefes alabildiğimi hissediyorum. Bu çok tuhaf bir şey. Cehennemin içine siyah bir cennet inşa etmek gibi."

"Karan..."

"Yapma Asi," dedi acı çekiyor gibi. Siyah gözleri hüzünle dalgalanan bir gece okyanusu gibi baktı gözlerimin içine. Gözlerindeki kara okyanusta dalgalanan silüetimi gördüm. "Bana öyle bakarak ve o ses tonunu kullanarak adımı söyleme. Yapma." Dişlerini sıkarken kaşlarını çattı. "Durduramam kendimi. Islanır kanatların. Uçamazsın küçüğüm. Yapma."

İlk kez kanatlarımın ıslanmasını diledim. 


🦋

Continue Reading

You'll Also Like

1M 44.1K 42
0545* Sizi "MAFYA" adlı gruba ekledi #Romantizm kategorisinde 1.Sıra✨ #3Ay kategorisinde 1.Sıra✨ #Siyah kategorisinde 1.Sıra✨ #Esir kategorisinde 1.S...
546K 20.3K 85
Genç kızın arkadaşının verdiği yeni numarayı yanlış yazan kızın gelecekteki kocasına tesadüfen yazması. İlk başta kız engel yesede engel bir şekilde...
102K 1K 9
"Abin bu söylediklerini duysa ne olur biliyorsun değil mi Mavi?" "Şimdilik duymayacağına göre bence sorun yok Feyyaz." "Bana Feyyaz Abi demelisin Mav...
306K 17.1K 60
Hadi ama nerden bilebilirdim ki okulun ilk gününden müdürün oğluna tekme atıcağımı!