ASİ ÇAKILTAŞI

By binnurnigiz

17.8M 661K 493K

Dışarıda devam eden bir hayat, içimde kalbi duran bir kız çocuğu vardı. Asi Merve Karakuyu, ailesi ve kendisi... More

ASİ ÇAKILTAŞI
1. BÖLÜM: KONFERANS
2. BÖLÜM: KİMSESİZ
3. BÖLÜM: İLK VAZGEÇİŞ
4. BÖLÜM: ASANSÖR
5. BÖLÜM: DART TAHTASI
6. BÖLÜM: SİYAH ÇAKILTAŞI
7. BÖLÜM: İZLERİN FISILTISI
8. BÖLÜM: KARANLIK
9. BÖLÜM: DAVET
10. BÖLÜM: YAŞIN ÇOCUK
11. BÖLÜM: APSE
12. BÖLÜM: ŞEFKAT
13. BÖLÜM: OKYANUS
15. BÖLÜM: KUYU
16. BÖLÜM: SİYAH KELEBEK
17. BÖLÜM: SINIRLAR
18. BÖLÜM: TATLI
19. BÖLÜM: BUZDAN KALE
20. BÖLÜM: VAVEYLA
21. BÖLÜM: ISLAK KELEBEK
22. BÖLÜM: MİSAFİR
23. BÖLÜM: ALİ
24. BÖLÜM: AĞ
25. BÖLÜM: MAĞARA
26. BÖLÜM: KEHF
27. BÖLÜM: KİLİT
28. BÖLÜM: KUYTU
29. BÖLÜM: KELEBEKLER VADİSİ
30. BÖLÜM: AY IŞIĞI
ÖZEL BÖLÜM: 17 KASIM
31. BÖLÜM: SARHOŞ
32. BÖLÜM: ANAHTAR
33. BÖLÜM: İMTİHAN
34. BÖLÜM: ÖZ
35. BÖLÜM: KÖRDÜĞÜM
36. BÖLÜM: UÇURTMA
37. BÖLÜM: RÜYA
38. BÖLÜM: SARMAŞIK
39. BÖLÜM: ATEŞ
40. BÖLÜM: ACI
41. BÖLÜM: ÖFKE
42. BÖLÜM: SAPLANTI
43. BÖLÜM: RÜZGÂR GÜLÜ
44. BÖLÜM: ÖTENAZİ
45. BÖLÜM: ÇIKMAZ SOKAK
46. BÖLÜM: SOLUK
47. BÖLÜM: MAYIN TARLASI
48. BÖLÜM: KİBRİT ÇÖPÜ
49. BÖLÜM: CENNETTEKİ ÇOCUK PARKI
50. BÖLÜM: KÖPRÜ
51. BÖLÜM: YANARDAĞ
52. BÖLÜM: REYC
53. BÖLÜM: ZERİR
54. BÖLÜM: LUNAPARK
55. BÖLÜM: ÂYA
56. BÖLÜM: GÜNEŞ
57. BÖLÜM: MAHŞER
58. BÖLÜM: VEBAL
59. BÖLÜM: KALEM
60. BÖLÜM: YANSIMA

14. BÖLÜM: MASUMİYET

364K 13.3K 10.9K
By binnurnigiz

🦋


Aleah – Water and Wine (Acoustic)


14. BÖLÜM

MASUMİYET


İnsanların söz geçiremediği duyguları vardı, engelleyemediği düşünceleri...

Birçok kez kendime, her şeyin bittiği konusunda yalan söylemiştim. Bir daha acımayacağını, bir daha aynı şekilde hissetmeyeceğimi, bir daha kanamayacağını defalarca kez kendime söyleyip, her seferinde bu yalana kendimi körü körüne inandırırken, içten içe sonumun yine kendimi aynanın önünde kendi saçlarımı kısaltıyorken bulacağım olduğunu biliyordum. Uzun zamandır saçlarımı kesmiyordum.

Beni kollarının arasına çektiğinde bir an nefesim kesildi. Kolları bedenime öfkeli bir yılanın düşmanının boynuna dolandığı gibi dolandı. Enis'in yüzüne yayılan o sersem ifadeye bakakaldım.

"Onun okyanusu," dedi diğer Merve sessizce. "Onun siyah okyanusu."

"Sen kimsin?" diye sordu Enis afallamış bir sesle.

"Karan," dedi beni kollarının arasında sıkıca tutarken. "Karan Çakıl."

Enis'in gözleri gözlerime takıldı, yeşil hareli gözlerinin içinde sorguyu tattım ama umursamadım. Kalbimdeki o yumru boğazıma kadar çıkmıştı.

"Bizim okula konferans için gelen Karan Çakıl," dedi Enis doğrulamak ister gibi. Bakışları kısaca Karan'a kaydı, ardından tekrar bana döndü. "Siz nereden tanışıyorsunuz Asi?"

Karan'ın belimi saran elinin tutuşunun sertleştiğini hissettim, nefesi hızlanmıştı. Ne yapmam gerektiği konusunda hiçbir fikrim yoktu, kendimi karmakarışık hissediyordum şu an.

"Bu seni ne kadar ilgilendiriyor?" diye sordum karmaşanın düğümlendiği sesimi düz tutmak için çabalayarak.

Enis gözlerini yüzüme dikerken, "İlginçmiş," dedi kısık bir sesle. "Çok ilginçmiş."

Bir an ortamdaki tüm iplerin gerildiğini, benim kalbimin telaşla çarpışının aksine Karan'ınkinin öfkeyle çarptığını hissettim.

"İlginç olan ne?" diye sordu Karan, sesi bu kez ifadesiz değildi, sert ve tehlikeli yükselmişti.

"Hiç." Enis umursamazca omuz silkip saçlarını karıştırdı. "Her neyse. Yarın görüşürüz Asi."

Bana Asi demesi damağımda acı bir tat, midemde rahatsız edici bir his bırakmıştı. Yine de ağzımı açıp tek kelime edemedim ve Enis ters istikamette sokağın sonuna doğru yürümeye başladı. Karan'ın kollarında Enis'in yavaşça yok oluşunu izlerken nefesimi tutuyordum. Beni yavaşça kendine doğru çevirdi, tuttuğum nefesi vermeden omuzlarına tutunarak dengemi korumaya çalıştım.

"Sana ilk isminle hitap ediyor, ha?"

Yalnızca gözlerimi kaldırarak ona baktığımda, aramızdaki gözle görülür boy farkına lanet ettim. Gözlerini kısmış, kafasını santim oynatmadan bana bakıyordu. Kendimi geri çekmeye çalışırken tutuşunu daha da sıkılaştırdı. O simsiyah bir mıknatıstı ve ben mıknatısın çekimine kapılan kutuptum.

"Yanlış anlayabilirdi," diyebildim. "Neden böyle davrandın ki? Adımın okuldaki dedikodulara karışmasını istemiyorum. Zaten o gün seni gören her kızın aklının bir köşesinde iz bıraktın, bir de senin yüzünden düşman olacaklar bana."

"Seni sıkıştırıyordu."

"Ben halledebilirdim!" dedim kelimelerin üstüne basarak.

Yüzündeki ifade kesintiye uğramadı, bana öylece bakmayı sürdürdü. Onun gözlerinde siyah bir makas vardı. Gözlerimi onun makasından kaçırmaya çalıştım, sanki ne zaman gözlerinin içine baksam cümlelerimi var edecek o kelimeleri fişlere ayırıyor, parçalıyordu.

"Ağrın var mı?" diye sordu gözlerini yüzüme dikmiş bir şekilde beni izlerken. Bu alakasız soru yanaklarımın ânında ısınmasına neden oldu.

"Konumuz bu değil," dedim gözlerimi zeminden çekmeden. "Bizi yanlış anlamıştır muhtemelen. Şimdi o salak sürüsüne anlatır Allah bilir."

"Sence bu ne kadar umurumda?" diye sordu, sesi düzdü. Kafamı kaldırıp ona baktım, göz göze geldiğimizde kelimelerimin ucu yandı.

"Senin umurunda olmayabilir ama benim gayet umurumda."

"Ondan hoşlanıyor musun? Size engel mi oldum?" diye sordu, bakışları kademsiz bir şekilde ağırlaşmıştı. Gerçekten gerinip ona sağlam bir yumruk geçirmemek için kendimi sıkarken sertçe yutkundum.

"Biz imkânsızız."

Duraksadı, bakışları cehennemin kapısını bile yakan ateş tarafından kuşatıldı.

"Biz mi?" diye sordu, sesini yöneten bir şeytanın varlığına inandım.

Göğsümü yumruklayan hisler nefesimi hızlandırırken, "Ha-hayır," diye kekeledim. "O ve ben... Yani. Sadece onunla birbirimize benzemiyoruz, hiçbir şekilde ondan hoşlanamam anlamında yani..."

Birkaç saniye yüzümü süzdükten sonra, "Tamam," dedi. "Sakin ol." Koyu renk gözleri kısaca etrafı taradı, kuzguni karalarını tekrar yüzüme çevirdi. "Eve mi gidiyordun?"

"Evet."

Kolundaki siyah kayışlı, oldukça pahalı olduğu her hâlinden belli olan saate kısaca göz gezdirdikten hemen sonra, "Eve gitmek zorunda mısın?" diye sordu.

"Hiçbir zaman zorunluluklarım olmadı," dedim dalga geçer gibi. Ona hayatımın kısa bir özetini çıkarmıştım aslında şu cümleyi kurarak. Bakışları yüzüme yoğunlaşırken aniden bileğimi tuttu, beni kendine doğru çekti. Bedenim onun bedenine doğru çekilirken hemen yan tarafımızdan geçip giden arabanın rüzgârıyla eteğim uçuştu, tüm vücudum Karan'a yaslı durduğundan herhangi bir kaza yaşanmadı.

"Araba," dedi, beni neden kollarının arasına çektiğini açıklamak ister gibi. Aslında araba çok yakınımdan geçmemişti ama yine de beni kollarının arasına çekmişti.

"Araba," diye fısıldadım.

"Ağrın falan yoksa dedem seninle görüşmek istiyor."

Kokusunu içime doldururken, dünyanın yakıcı oksijenine inat bu adamın bedeninde bir yaşam olduğunu, kokusuyla insanlara yaşam dağıttığını düşündüm. Hisler saklandıkları kara delikten bir bir kafalarını çıkarırken, "Ağrım yok," diye mırıldandım. "Birkaç saatimi dedene ayırabilirim."

Araca doğru yürüdük. Karan sürücü koltuğuna geçerken, ben de yanındaki yolcu koltuğuna geçtim. Cipin içi siyah ve sütlü kahve ağırlıklıydı, koltuklar deridendi. Cipini seviyordum. Biz orta gelirdi bir aileydik ve yalnızca birkaç kez zorunlu olarak bindiğim babamın arabası kesinlikle bu kadar lüks değildi. Karan arabanın motorunu çalıştırdıktan sonra direksiyonu sağa kırarak park ettiği kaldırımdan indi ve araba hızla kendini ileri atarak, hiç sarsılmadan dosdoğru ilerlemeye başladı.

"Sana ilk isminle hitap ediyor," dedi pürdikkat arabayı kullanırken. Zaten gergin olan bedenim biraz daha gerilirken sessiz kalmayı tercih ettim. Her ne kadar içimde kanlı bir savaş çıkmış, duygularım ellerinde keskin kılıçlarla mantığımı kesmeye çalışıyor olsa da, yüzüme geçirdiğim takım elbise resmiyeti ve buzdolabı soğukluğu yerini her daim koruyordu.

"İkisi de benim ismim sonuçta," dedim düz bir sesle, mantık terazisini kullanmaya çalışarak.

"İlk isminle hitap edilmesinden hoşlanmadığını duymuştum," dedi keskin bir virajı dönerken. Bir an kaşlarım havalansa da bunu ona nereden duyduğunu sormayacaktım tabii ki.

"Hâlâ öyle. İlk ismimle hitap edilmesinden hoşlanmam. İlk ismimle yalnızca özel insanlar hitap edebilir bana."

Karan'ın direksiyonu tutan parmaklarının kaskatı kesildiğini gördüm. Direksiyonu sıkı sıkı tutarken, tutuşundaki o ürkütücü tehdit havaya karışmıştı resmen.

Ardından yalnızca dudaklarını oynatarak, "O senin için özel mi?" diye sordu düz bir sesle.

"Hayır," diye çıkıştım aniden. "Onu tam olarak tanımıyorum bile!"

"Ama sana ilk isminle hitap ediyor."

"Bana ilk ismimle hitap etmesini ona söyleyen benmişim gibi konuşmasana." Ah, evet. Yaşasın tam bağımsız regl agresifliği! "O fazla inatçı. Ona bana öyle hitap etmemesini söylemiştim ama anlamıyor."

"Sikerim onun inadını," dedi aniden.

Duraksadım. "Ne?"

"Sen ondan daha inatçısın," dedi bu kez düz sesiyle. Kuzguni siyahı gözler siyah bir kartal gibi yolu izlerken çenesi kaskatıydı. Her ne kadar deli gibi bana bakmasını istiyor olsam da bana bakmadığı için bir bakıma iyi hissediyordum. Bakışları altında çaresizleşen kalbime söz geçirmek imkânsızdı. "Onu vazgeçirmek senin için çok zor olmasa gerek. Demek ki elinden geleni yapmamışsın."

"Seninle bunu tartışmayacağım," dedim dişlerimin arasından. "Yalnızca önemsediğim insanlara inat yaparım ben. Diğerleri umurumda bile olmaz."

Omzunun üstünden bana baktığında siyahıyla kucaklaştım ve kelimelerim dilimin altında dört dönüp, dışarı çıkmamak için damaklarıma tutunurken, "Beni önemsiyorsun yani?" diye sordu sakince.

Ben tamamen şok olmuş şekilde sessizce ellerime bakarken, "Çok zor bir soru sorduğumu düşünmüyorum," dedi aynı sakinlikle.

"Önüne bak," diye mırıldandım gözlerimi ön camda altımızdan akıp giden yola çevirirken. "Trafik kuralları yüzünden bir kez kavga etmişliğimiz var zaten, elime koz veriyorsun."

"O çocuğa yüz veriyor musun Çakıltaşı?"

Sinirlerim tamamen gerilirken bir an kuduz köpek gibi ağzımdan köpükler çıkararak dişlerimi Karan'a geçirmek istedim ama isteğimin ayaklarına prangalar vurarak engelledim.

"Ona yüz vermiyorum," diye mırıldandım. Gözlerim hâlâ altımızda akıp giden yoldaydı. "Ona yüz veriyor olsaydım onunla konuşuyor olurdum. Sence konuşuyor gibi mi görünüyorduk?"

"Yüz vermekten kastım onunla konuşman, konuşmaman falan değil," dedi direksiyonu sağa kırarken. "Benim bahsettiğim şey, sana karşı bu kadar rahat olabilmesi. Demek ki yeterli mesafeyi koyamamışsın ona karşı. Ya da nerede nasıl davranması gerektiğini bilmeyen bir hıyar ve dayağa ihtiyacı var?"

"Bu beni ilgilendirir."

Araba ani bir frenle durduğunda ön cama çarpmaktan son anda kurtuldum ve şaşkın şaşkın Karan'a baktım. Direksiyonu öyle sıkı kavramıştı ki bir an kalbim korkuyla çarptı ve bu korku bedenim için hiç tanıdık bir his değildi.

"Çakıltaşı," dedi düz bir sesle. Doğrudan arabanın ön camından dışarıya bakıyordu ve çenesi gitgide daha da kasılıyordu. Dişlerini birbirine bastırdığını görebiliyordum ve dişlerini birbirine bastırdıkça elmacık kemikleri yüzünün derisini yırtacak gibi belirginleşiyordu. "Şu anki konumumuzun farkında mısın?" Bir süre sessiz kaldı ama benden cevap alamadı. Şu anki konumumuz hakkında hiçbir fikrim yoktu. "O tuhaf şekilli beyninden neler geçiyor bilmiyorum ama şu an benimlesin. Evet, bu bir oyun olabilir ama oyunlar kurallarına göre oynanır."

"Kurallar çiğnenmek içindir," diye fısıldadım onun profilini incelerken. Işığı yansıtmayan karanlık bir yolun ortasında durmuştuk ve etrafta in cin top oynuyordu. Karan beni yok sayarak ileriyi izlerken sanki şeffaftım ve arabanın içinde beni göremiyordu. "Hem ne kuralı? Dediğin gibi, bu bir oyun ve deden gittiğinde her şey bitecek."

Direksiyonu kavrayan ellerinin parmak boğumlarının beyazladığını görebilmiştim. Esmer tenine inat beyazlayan parmak boğumları direksiyonu ne kadar sıkı kavradığının yazılı bir metni gibiydi.

"Gerçekten senin o beyninin şeklini görmek istiyorum velet," dedi ifadesiz bir sesle. "Şu an farkında mısın bilmiyorum ama Karan Çakıl'ın sevgilisi ilan edildin. Bu böyle devam ettiği sürece buna göre hareket etmen gerekecek, anlıyor musun?"

Omzunun üstünden bana baktığında duraksadım. Kuzguni siyahı gözleri sanki mümkünmüş gibi birkaç ton daha kararmış, ölüm çukuru gibi koyulaşmıştı.

"Şu an çevremin gözünde bana aitsin, tıpkı çevremin gözünde sana ait olduğum gibi. O yüzden çevrende erkek sinek dolaşmasını istemiyorum. Dedem gidene kadar bana uymak zorundasın. Dedem gittikten sonra..." Dudakları aralandı ama cümlenin devamını getiremeden geri kapandı. Dolgun dudaklarını birbirine bastırırken yanaklarındaki çukuru belli edecek şekilde dişlerini sıktı ve bakışlarını tekrar önüne çevirdi. "O zaman bir şey düşünürüz."

Damarımda dolaşan kan yön duygusunu kaybederken, ruhum bedenimin dışında bir yerde sıkışıp kaldı ve düşüncelerim üst üste binip beni dipsiz bir karanlığın içine itti.

"Anlamıyorum," diye fısıldadım bakışlarımı parmaklarıma düşürerek. "Beni tehdit etmenden, bana emirler vermenden gerçekten nefret ediyorum."

"O zaman onlara gerek kalmadan yapman gerekenleri yap sen de," dedi arabayı tekrar sürmeye başlarken. "Bu inadın sadece bana mı?"

"Ben senin malın değilim. Bana emir verip beni tehdit edemezsin. Bu çok alçakça. Üstelik beni saçma sapan şeylerle yargılayamazsın. Bu yaşıma kadar hayatıma güvenip de tek bir erkek bile almadım ben. Kime, ne zaman ve nasıl güveneceğimi, nasıl davranacağımı çok iyi bilirim," diye mırıldandım kaşlarım çatık bir şekilde. Gözlerim hâlâ parmaklarımdaydı. "On dokuz yıldır ihtiyacını duymadığım bir şeyin hesabını da sana verecek değilim üstelik."

"Hiç sevgilin olmadı mı senin?" diye sordu şaşkına uğramış bir sesle. Bir an kafamı kaldırıp onun yüzünün aldığı ifadeyi görmek istedim ama bu isteğime engel olarak başımı sallamakla yetindim.

"Merak etme, dedeni kızdıracak bir şey yapmam yani. Hem yapsam bile umurumda değil, bu senin sorunun."

"Keçi," dedi dişlerinin arasından. "Ergen keçi."

"Keçi," dedim onu taklit ederek. "Kart keçi."


🦋


Yoğun lavanta kokulu bir restoranın kapısından içeri girdiğimizde Yaşar Bey oturduğu masadan kalkmadan bize el sallayarak kendini gösterdi. Karan ifadesizce dedesine baktıktan sonra uzun parmaklı eli elimi yakaladı ve parmaklarımız birbirine kenetlenirken kalbim göğsümü terk edip avuç içime indi. Tüm duyularım avucumun içine toplanırken, beynimin içindeki her şey uğuldamaya başladı.

Restoran bordo ve yeşil renkleri ile zenginleştirilmişti. Öğlen yemeği için oldukça şık, akşam yemeği için ise zenginlerin dünyası göz önüne alınınca oldukça sadeydi. İçeride klasik müzik çalıyordu. Birkaç meraklı gözün üstümüzde dolaştığını hissettim ama şu an düşüncelerim elimde toplandığı için başka bir şeye odaklanamıyordum.

"Hoş geldiniz," dedi Yaşar Bey yavaşça oturduğu yerden doğrulurken. Karan boşta duran eliyle dedesine oturmasını işaret ettikten sonra, eli elimden ayrıldı ve ben renksiz bir boşluğa yuvarlandım. Sandalyemi çekip oturmam için bana soğuk nezaketini gösterirken elime bulaştırdığı sıcaklığı hâlâ avuç içlerimde hissedebiliyordum.

"Sanıyorum dersten yeni çıktın Merveciğim?" diye sordu Yaşar Bey sevecen bir şekilde gülümserken. Her zaman olduğu gibi takım elbisesi üstündeydi fakat bu kez takım elbisesi lacivert değil, gümüş rengindeydi.

Kısaca onu inceledikten sonra ucuz bir çıkartmayı andıran yapmacık tebessümümü yüzüme geçirdim ve "Evet, efendim," diye mırıldandım isteksiz bir nezaketle.

"Sorun olmadı inşallah? Ailen merak etmez, değil mi?"

"Dakika bir, gol bir. Bu moruk neden bizi her defasında aileyle vuruyor?" diye homurdandı diğer Merve. Onu içten içe onaylarken yüzümde hâlâ yapmacık bir ifade vardı. On dokuz yaşında genç bir kadını ailesinin merak edip etmeyeceğini de bilmiyordum üstelik, uzun zamandır bir çocuk değildim ve çocukken de umursanmıyordum.

"Hayır Yaşar Bey. Gecikeceğimden haberdarlar." Bu bir yalan değildi. Bu bir kandırmacaydı. Ben şu an Yaşar Bey'i değil, kendimi kandırıyordum. Karan'ın yoğun bakışlarını profilimde hissettiğimde göz ucuyla ona baktım. Hemen yanımdaki sandalyeye oturmuştu ve iki elini masanın üzerine koymuş, birleştirerek yumruk yapmıştı.

"Yaşar Bey mi?" dedi Yaşar Bey ifadesiz bir sesle. "Oluyor mu hiç öyle? Yaşar amca diyebilirsin canım benim. Hatta dede bile diyebilirsin." Karan'a ima dolu bir bakış attı. "Ağzın şimdiden alışsın değil mi ama Karan?"

"Dede," dedi Karan sakin tutmaya çalıştığı ölçülü ama gergin siyah kanatlı sesiyle. "Onu utandırıyorsun."

"Utandırıyor muyum?" Yaşar Bey mahcupça gülümsedi. "Kusuruma bakma, kızım. Şimdiki genç kızlar biraz arsız. Senin gibilerinin varlığını unutturdular bize."

Anlık bir yanma hissiyle kızarırken başımı uysalca salladım. Uysallık? Bu hiç de bana göre değildi. "Sorun değil, teşekkür ederim."

Masadaki suya uzanıp sudan bir yudum aldım.

"Aslında size söyleyeceğim bir şey var," dedi Yaşar Bey garsona kısaca el işareti yaptıktan sonra. "Bir süredir sizin hakkınızda düşünüyorum ve Merve'nin ailesi ile görüşmemiz gerektiği kanısına vardım. Bu işin adını koymalıyız. Öyle gezmek tozmak bizim ailemize yakışık almaz. Parmağınızda bir söz yüzüğü olmalı en azından."

Dudaklarımdan içeri dökülüp kuraklığımı nemlendiren suyun boğazıma takıldığını, genzime dolan yanma hissiyle gözlerimin yaşardığını hissettim. Arkası kesilmeyen öksürükler beni esir alırken Karan beni belimden tutup sabitledi ve sırtıma hafifçe vurdu. Yaşar Bey şaşkına uğramış gözlerle bize bakıyordu, peçete ile dudaklarımı kuruladım ve moraran suratımın rengini geri getirmek için ciğerlerime derin nefesler doldurarak Yaşar Bey'in gözlerinin içine baktım.

"Heyecanlandı galiba," dedi Yaşar Bey panikle. "İyi misin canım kızım?" Başımı hızlıca sallarken tüm organlarım da başımla birlikte sallanmıştı.

"Dede şu an bu konuları konuşmak için uygun bir zaman değil. Gördüğün gibi o henüz böyle bir şeye hazır değil." Karan'ın sesi de şaşkın çıkmıştı ama bir şeyleri toparlamaya çalıştığı kesindi. Dudaklarımı mendille kurulamaya devam ederken, ölü balık bakışlarımı masanın üstündeki dantel örtüye kaydırdım ve soluklanmaya devam ettim.

Beynimde, tıpkı bir örümcek gibi kendine ağ ören saçma sapan düşünceler vardı.

"Ne uygun zamanından bahsediyorsun sen eşek sıpası? Fethiye küçük yer, kızın adı senin gibi bir hıyarla duyulursa ne olur sanıyorsun? Ya ailesinin kulağına yakışıksız şeyler giderse? Gencecik kızcağızların hayatlarını karartan dedikodular yapan bir sürü hadsiz, terbiyesiz var. Ah bir elimde olsa kurutsam soylarını soplarını. Her neyse... Kazık kadar adam oldun Karan. Bu işin adı konacak."

Yaşar Bey'in dudaklarından dökülen her bir kelime, düşüncelerimin arasında çığlık atarak kendini beynimin duvarlarına vurmuştu, duvardaki lekelere baktım, biliyordum, beni tüm gece bunları düşünmek zorunda bırakacaktı. Karan'ın ve benim vücudumdan yükselen gerginliğin şeffaf varlığını hissedebiliyordum. Bizim aksimize Yaşar Bey oldukça kararlı ve sakindi.

Karan'ın eli tekrar elime kaydığında birbirine kenetlenen parmaklarımız masanın üstündeydi. Elindeki siyah şefkati hissettiğim an tüm vücudum gevşedi ve düşünceler sazlıkların ardına saklanarak gözden kayboldu.

"Henüz okulunu bitirmedi," dedi Karan sakin bir sesle. "Üstelik bu tür konularda oldukça hassas. İkimiz de bu işin adının konmasını istiyoruz fakat ailesi okulu bitirmeden böyle şeylere asla izin vermez. Öğrenim hayatı benim yüzümden etkilensin istemiyorum dede."

Yaşar Bey'in bakışlarını masanın üstünde birbirine kenetlenmiş şekilde duran ellerimizde hissettim. Midemde büyüyen yumrunun artık elleri ve ayakları vardı. Yumru elleriyle kendine yol açıp ayaklarıyla kalbime doğru tırmanıyordu. İlk kez bir erkeğin sıcaklığını avuç içlerimde hissediyordum ve bu sıcaklık kalbimdeki pası yok edip buzu eritecek kadar kuvvetliydi.

"O zaman en azından ailesiyle tanışalım, insanlara ayıp oluyor. Kızcağızın tahsili bittiğinde de bu işi resmiyete dökeriz," dedi Yaşar Bey gözlerini ellerimizden ayırmadan. Bedenime çarpan panik dalgaları ruhumu aşındırdı, çaresizce olanları izliyordum. Karan'ın parmaklarının altında atan nabzı hissetmek... Bu paha biçilemezdi.

"Ablasını tanıyorum. Ailesiyle de en yakın zamanda tanışacağım," dedi Karan sakin bir şekilde. O benim aksime çok daha sakin, çok daha profesyonel oynuyordu oyununu. Ama bir ara nedense onun da paniklediğini hisseder gibi oldum.

"Bir büyüğün de yanında olsun ki, niyetinin ciddi olduğunu anlasınlar," dedi Yaşar Bey. Ardından genişçe gülümseyerek yüzüme baktı. "Güzel kızım, benden çekinmene gerek yok. Her baba kızını gelinlikle görmek ister. Bence baban bu işe ılımlı yaklaşacak."

"Her baba mı? Sahiden mi?" Diğer Merve bunu söylerken gözleri ne bana ne de dışarıda olup bitene bakıyordu. Büyük bir boşluğa düşürdüğü koyu kahve gözleri yorgundu ve sesi hiç olmadığı kadar güçsüz çıkmıştı. Anlık durgunluğumun getirdiği çığlık etkisindeki sessizlik, Karan'ın elimi daha sıkı tutmasıyla sonlandı. Parmaklarından parmaklarıma akan hissin adı neydi bilmiyordum ama sanki bana destek olmak için yapmıştı.

"Eğitimimi tamamlamadan böyle bir şey istemezler," diye mırıldandım. "Yani elbette gelinlikle görme hayali vardır her babanın..." Sahiden mi? Bu kez kendini bile kandıramıyorsun. "Ama bu benim babam için geçerli değil efendim. Şey. Yani... O önce ayaklarımın üstünde durmamı istiyor. Evlilik ikinci planda."

İçimde indirdiğim tüm o camlar babamın odasına, çerçeveler babamın fotoğraflarına aitti.

"Ah, böyle babaların olması ne kadar güzel. Ayaklarının üstünde durmalısın tabii ki. Pekâlâ," dedi Yaşar Bey, gözlerinde tuhaf bir ifade oluşmuştu. İçime batan camlardan habersizdi. Herkes habersizdi. "Sanıyorum bu yıl mezun olacaksındır? Ona göre en azından diplomanı aldıktan sonra bir yüzük takacağız."

Dört yıllık okuduğumu sandığı için böyle düşünmesi normaldi. Ben iki yıllık okuyordum ve evet, bu yıl mezun oluyordum. Yani yarı yalan yarı doğru da diyebilirdik buna, değil mi?

Diğer Merve huysuzca esnedi. "Yılan hikâyesine döndürdünüz olayı. Yalanlar, entrikalar... Baydı!"

Yaklaşık bir buçuk saat süren bol yüzüklü muhabbetin sonunda Karan nihayet beni restorandan bir bahane uydurarak çıkarmış, eve dönüş yolunda neredeyse hiç konuşmamıştı. Nefes alırken çıkardığı sesler dışında sesini neredeyse hiç duyamadığım kara kanatlı meleğin nereye saklandığını merak ederken, sonunda sessizliğine çomak sokmam gerektiğini fark ettim. Cipin konforlu yolcu koltuğuna yaslandım ve kollarımı göğsümün üstünde toplayıp omzumun üstünden ona kısaca baktım. Yola odaklanmış, konuşmamakta ısrarcıydı.

"Dedenin gideceği yok sanırım," dedim iğneleyici bir sesle. Tek bir amacım vardı. O kara kanatlı meleğin sesini duyabilmek...

"Bugün yarın gider," dedi Karan bana bakmadan. "Kayseri'de onu bekleyen bir sürü iş var. Çok kalacağını sanmıyorum."

"Bir an önce gitse iyi olur." Bakışlarımı ön cama çevirirken derin bir nefes aldım. "Ailen tutucu sanırım. İşi hemen resmiyete dökmek istediklerine göre."

"Kayseriliyiz," dedi sert virajları ustaca alırken. Araba kullanırken gerçekten ilahî göründüğünün farkında mıydı? Belki de onu bu kadar yücelten benim her daim depresif bakan gözlerimdi. "Tutucu demeyelim ona. Konu aşk olunca, gerektiği gibi davranıyoruz, o kadar."

"Anlamadım?"

"Gelenek ve göreneklerden bahsediyorum Çakıltaşı." Omzunun üstünden bana baktığında, siyah bakışların ağırlığı kalbimi zorladı. Bu güzelliği anlatabilecek kelime haznesi hiçbir sözlükte yoktu.

"Diğer kültürlere antipatin olduğunu da söylemezsin umarım?"

"Hayır elbette. Her kültürü severim, her kültür ve dine saygım vardır fakat kendi kültürümü de seviyorum ve o kültürün büyüttüğü bir adamım."

Duraksadım. "Bunun, yani kültürün konumuzla ne alakası var?" diye sordum afallamış bir sesle.

"Bir kişiyi büyüğümüzün önüne sevdiğim sıfatıyla çıkarırsak, o kişiyle evleneceğimizi ilan etmiş oluruz. Müslüman adamın kitabının sayfaları tek bir kıza ait olur."

Tüm hücrelerim çığlık çığlığa etrafa kaçışırken, organlarımın birbirine geçtiğini hissettim. Sevdiğim sıfatı. Beni dedesinin önüne o sıfatla çıkarmıştı. Göğsümün ortasındaki kanlı savaşa rağmen başımı dik tutmayı başardım.

"O zaman deden bunun bir oyun olduğunu öğrenince epeyce kızacaktır sana," diye mırıldandım. "Böyle şeylere gerçekten değer veriyor olsa gerek." Cevap vermedi. "Aşka inanıyor musun?" diye sordum aniden.

Az önce söylediklerinden dolayı böyle bir inancı olduğunu düşünmüştüm. Bu düşünce kalbimin karanlık inine sızdı ve kalbimden yoğun bir merak, telaş, heyecan ve belirsizlik kasırgası geçti, geçerken uğradığı her noktayı dağıttı, viran etti. Karan'ın direksiyonu tutan parmaklarının sıkılaştığını gördüğümde, bir an bu soruyu sorduğum için kendime lanet ettim.

"Bilmem," diye fısıldadı yavaşça. Ona alnının üstünde antenleri varmış gibi baktığımda bana baktı ve kaşlarını çattı. "Ne var?"

Düz ruhsuz bir bakışma.

"İnanıyorsun," diye fısıldadım.

"Çeneni kapasana sen, çok konuşuyorsun," dedi. Gözleri tekrardan yola dönerken sıktığım yumruğumu onun çenesine indirip, çene nasıl kapatılırmış ona göstermek istedim ama canıma susamamıştım.

Araba bizim sokağa girdiğinde çoktan karanlık çökmüştü ama yıldızlar ve ay gökyüzündeki gri bulutlar yüzünden görünmüyordu. Etrafı aydınlatan tek ışık bizim evin biraz ilerisinde duran sokak lambasından dökülen sarımtırak ışıktı. Sokak lambalarını seviyordum.

"Burada ineyim ben," dedim gözlerimi evden çekmeden. Karan arabayı yavaşlatıp durdururken derin bir nefes aldı.

"Tamam."

Arabanın kapısını açıp dışarı çıkarken birkaç damla yağmur asfalta koyu renk lekeler bırakarak düştü.

"Yağmur başladı," diye mırıldandım ayağımı arabanın dışına atarak. Karan aniden bileğimi yakaladığında omzumun üstünden ona baktım. Göz göze geldik. Bir ışık, karanlık gökyüzünün tenini maviye boyadı ve çok geçmeden göğün çığlığı sokağı inletti.

"Çakıltaşı," dedi doğrudan gözlerimin içine bakarken. "Daha önce hiç sevgilin olmadığını söylemiştin."

Kulaklarımdaki kan fokurdadı, başımı hızlıca salladım ama öyle şaşkın bakıyordum ki, şu an yüzüme geçirdiğim takım elbise resmiyeti ve ucuz çıkartmaları andıran ifadesizlik maskesi paramparça olmuştu. Tamamen yalın, karanlığa sakladığı duygularını sırtına asmış bir Asi Merve gibi bakıyordum.

Bakışları bir an duraksarken, gözünün siyahında kendimi görür gibi oldum. Belki de gerçekten onda kendime ait bir şey buluyordum. Belki o da bende kendine ait bir şeyler buluyordu, bilmiyordum. Ama siyah kirpiklerinden, kuzguni siyahı gözlerine damlayan kelimelerin bulanıklaşmış harflerini yavaş yavaş seçmeye başlamıştım.

"Yani sanıyorum daha önce kimseyle öpüşmedin?" diye sordu bu kez yalnızca dudaklarını oynatarak.

Gözleri o kadar keskin, o kadar kararlı bakıyordu ki, bakışlarının üstüme devrildiğini ve ben üstüme devrilen bu ağırlığın altında ezildiğimi hissettim. Yanaklarımdan kulaklarıma tırmanan ısı, boynumu komple ele geçirmişti. Bedenim dışarıdaki soğuğa inat derecelerin ibresini zorlarken, gözlerimi kırpıştırarak Karan'a baktım.

"Bu ne biçim bir..."

"Öpüşmedin," dedi yavaşça. Bileğimi bırakırken yüzünde anlam veremediğim karmakarışık bir ifade oluşmuştu. "Ben cevabımı aldım velet. Gidebilirsin."

Tam bir şey söylemek için ağzımı açacaktım ki, "Bana cevabı veren sen değilsin, şaşkın şaşkın bakan gözlerin," diye mırıldandı. "Bunun altında eziliyorum."

Duraksadım. Arabanın kapısı hâlâ açıktı, içeriye soğuk doluyordu. Üstelik yağmur hızlanmıştı ve birkaç damlanın da soğuğa karışarak cipin içine girdiğini görebiliyordum.

"Neyin altında eziliyorsun?" diye sordum anlam veremeyen gözlerle Karan'a bakarken.

"Masumiyetinin," dedi bana bakmadan. Kalbim göğsümün içinde tepetaklak gelirken, zihnimin içinde siyah mürekkep taşıyan uçan balonlar en tepeye ulaştığında patladı, zihnimin içine siyah mürekkepten yağmurlar yağdı.

Tam bir şey söylemek için ağzımı açacaktım ki, "Hadi ufaklık," dedi Karan. "Gitmelisin."

Bir süre sessiz kalsam da sonunda onun dediğini yaparak cipten indim. Hızlanan yağmura aldırmadan eve doğru yürürken bakışlarının keskinliğini sırtımda hissedebiliyordum.

Masumiyet. Ben mi masumdum?

Eve girdiğimde kendimi o kadar yorgun hissediyordum ki, bedenimi soğuk suyun altına bırakmak istiyordum ama yapamazdım, bugün kanamam başlamıştı ve daha şiddetli bir ağrı çekmek istemiyordum. Soğuk bir duş yerine biraz ılık bir duşla bedenimi gevşettikten sonra banyodan çıktım ama işler sandığım gibi gitmedi. Ilık duşa rağmen bedenim kaskatı kesilmişti, âdeta donuyordum şu an. Tekrar banyoya girdim, üzerime geçirdiğim lacivert kazağın içinden ıslak saçlarımı çıkardım ve buğulu aynaya yansıyan görüntüme baktım. Gözlerimin altı çökmüştü, yüzüm zayıflamış görünüyordu. Yanaklarımın içini havayla doldurdum ve buğulu aynayı avucumla silip iğrenç görüntümün daha da netleşmesini sağlayıp yanaklarımın içine doldurduğum havayı yüksek sesle dışarı verdim.

Kasıklarımı sızlatan ağrıyla banyodan tekrar çıkıp mutfağa girdim, buzdolabını karıştırırken kendimi çok halsiz hissediyordum. Dolaptan küçük yoğurt kâsesini çıkardım ve buzdolabını kapatıp bir çay kaşığı alarak kalçamı mutfak tezgâhına yasladım, yoğurdun kapağını açıp kaşığı yoğurda daldırdım. Aniden kasığıma saplanan acıyla yüzümü buruşturdum. Yoğurttan bir kaşık almıştım ki mutfak kapısındaki hareketlilik dikkatimi çekti, gözlerimi kapıya çevirdim. Kalbime bir kazık saplanmış gibi hissettim.

"Zıbarmadın mı daha sen?" diye sordu babam uykulu bir sesle. Elinde bir kahve fincanı vardı, sanırım uyumamış, bir köşeye oturup hesap yapmıştı. Gözlerim fincanda dolaşırken onunla benzeyen yönlerim olmasına lanet ettim.

"Zıkkımlanıyorum," dedim ağzımın içinden. Duymadığını biliyordum.

Babam elindeki fincanı tezgâha koydu, elektrikli su ısıtıcısının düğmesine bastı. İçi su dolu ısıtıcı tiz çığlıklar atmaya başladığında, şu an mutfaktan yükselen tek sesin bu olduğunu fark ettim. İki yabancı gibi, ona ait olan tüm kanı bileğimi keserek lavaboya akıtmışım ve ona ait olan her şeyden arınmışım gibi hissediyordum.

"O yoğurtla doyacak mısın?" diye sordu, geçmişi hatırlamama sebep olan sorusu dişlerimi sıkmama neden oldu. Gözlerimi kaldırıp ona baygın gözlerle baktım, bakışlarım bir an yüzünde dolandı ve ifadem donuklaştı. Yüzüne dikkatli baktığımda, dudağındaki yarayı ve gözünün altında duran kalın, etrafı morarmış çiziği görebiliyordum. Kalbim sızlamak istedi, mantığım buna engel oldu. Zihnim geçmişin taşlarıyla döşediği duvarı kalbimin çevresine ördü.

"Hayrola, konuşmuyor muyuz?"

Bakışlarımı hızla yoğurt kabının içine düşürdüm. "Konuşacak bir şey olduğunu sanmıyorum," diye mırıldandım yavaşça.

Konuşacak çok şey vardı aslında. Bunu o da biliyordu. Yalnızca hangisinden başlayacağımı bilmiyordu. Bunu ben de bilmiyordum. Harabeye çevirdiği kızının dilinin ucundaki zehirden bir lokma alırsa yaşama şansı sıfırdı. O zehir tüm organlarını parçalayabilecek, sabun gibi eritebilecek kadar güçlenmişti. Zehri o güçlendirmişti. İçime ektiği o zehir ruhumu öldürmüştü.

O bunu biliyor muydu? Bilmiyordu. O hiçbir şeyi bilmezdi.

"Bir tokat yedin diye mi tüm bu triplerin? Sanki hiç yemedin dayağımı." Cümlesi içimdeki eski merhamet aynasına taşı vurdu, taş aynayı parçalara ayırırken savrulan cam kırıkları doğrudan ciğerime saplandı. Ciğerimde kapanması zor bir yaranın açıldığını, ciğerimin delindiğini hissettim. Daha fazla konuşmasını istemiyordum. Konuşmamasını diliyordum. "Sanki etlerini çürütmüşüm de sokağa çıkacak kadar makyaj malzemen yokmuş gibi davranıyorsun. Altı üstü bir tokat."

"Altı üstü bir tokat," dedim kaşlarımı kaldırırken. "Haklısın."

"O yoğurda bakmayı bırak da bana bak," dedi elini koluma uzatarak. İrkilerek kolumu çektim. Yoğurda bakmaya devam ettim. Yoğurt beni ondan daha iyi anlardı. Bir yoğurt bile beni babamdan daha iyi anlardı.

"Bana dokunma," diye fısıldadığımda elinin havada asılı kaldığını fark ettim ama dönüp ona bakamadım. Bedenim kaskatı kesilmişti. Sesimi yükseltmek istiyordum, biraz bağırıp onu yerden yere vurabilmek istiyordum ama yapamadım. Aslında yapardım ama Defne'nin ve annemin tüm olup biteni duymasını istemiyordum. Babam kolumu sertçe kavradığında gözlerim dehşetle açıldı, elimdeki yoğurt kâsesi hızla elimden kaydı ve yere düştü. Beyaz yoğurt parkeye dökülüp etrafa saçılırken çatılan kaşlarımın altında öfkeyle tomurcuklanan kahverengi gözlerimi babama diktim.

"Bırak!" Etimi ezmek istiyormuş gibi sıktığında inledim.

"Saygıdan yoksunsun," dedi dişlerinin arasından. "Kırılmadık kemiğini bırakmayayım, bunu mu istiyorsun?"

Kırdığı yetmezmiş gibi şimdi de kemiklerimi mi kırmak istiyordu? Gözlerimdeki son ışık da aniden sönerken ona öylece bakakaldım. Tüm bu olanların beni dehşete düşürmüş olması gerekiyordu ama tepki bile veremiyordum şu an. Artık canımın acıyacak yeri kalmamıştı. Parmaklarının arasına hapsettiği kolumun acıdığını hissediyordum ama artık bu acı beni çok da etkilemiyordu.

"Bırak dedim," diye fısıldadım, fısıltım zehirli bir yılanın çatallı dilinde sakladığı ölümün aynısını saklıyordu.

"Bırakmazsam ne olur?" Bana acımasız, yıkıcı gözlerle baktığında, beni zaten çoktan acımasızca yıktığını kendime bir defa daha hatırlattım.

Kolumu çektim, bırakmadı, daha sıkı tuttu ve acıdan gözlerimi yumarken, "Bırak!" diye hırladım.

"İnsan babasından bu kadar nefret edebilir mi?" diye sesini yükselttiğinde gözlerimi gözlerinin karnına sapladım. Acı kolumu sıktığı yere toparlanmaktan vazgeçip tüm koluma, hatta omzuma kadar yayılmış olmasına rağmen bunu ona belli etmedim.

"Ben senden nefret etmiyorum," dedim gözlerimi aldığım adamın gözlerine bakarken.

Dişlerinin arasından, "Senin gözlerine baktığımda yalnızca nefret görüyorum," diye tısladı.

Gözlerimi gözlerinden çekmedim, uzunca tam gözlerinin içine baktım, belki yalnızca birkaç saniyeyi kaplamıştı ama bana uzun gelmişti. Sanki son nefesini vermek üzere olan bir hastaydım da, ruhum nefes boşluğuma sıkışmış bedenimden bir türlü çıkamamıştı.

"Biliyor musun," diye mırıldandım bakışlarımı onun gözlerinden ayırıp fildişi rengindeki tavana çevirerek. Uzun avizenin kristal kolları aşağı doğru sarkıyordu, avizenin kristal kolları karanlığın içinde sim gibi parıldıyordu. Kolumu tutuşu artık sıkı değildi ya da kolum baskıdan dolayı karıncalanmıştı, acıyı hissedemiyordum. Gözlerimi yavaşça kahverengi gözlere çevirdim. "Yokluğunu hissettiğim zamanlar olmuştu. Ama şu an yanlış hissettiğimi fark ettim."

Duraksadı, kolumu yavaşça bırakırken gözlerini gözlerimden ayırmadı. Bana bakışına gülsem mi ağlasam mı şaşırmıştım.

"Ne?"

"Hiç var olmamış bir şeyin yokluğunu hissedemezsin."

Sessizce yutkunduğunu gördüm. Dudaklarım buruk bir kıvrımı kenarlarından çekiştirmesi için zorladı, onun gözlerinin içine bakarken sırtıma koyduğu tüm yükleri dudaklarıma asarak gülümsedim. Bağırıp çağırmasını bekledim, belki saçımdan tutup yanağımı tezgâha yaslardı ve özür dilemem için bana yalnızca birkaç saniye bırakırdı, ben de özür dilemezdim ve ondan dayak yerdim. Hayır, bana vurmasına izin vermezdim. Gözlerine yayılan şaşkınlığa rağmen ifadesiz görünmeyi başarıyordu. Bu yönümün de ona benzediğini fark ettiğimde tezgâhın üzerindeki bıçaklığın içinden en büyük ekmek bıçağını çekip almak ve kalbime saplamak istedim.

Onun yavaş yavaş yaşlanan yüzündeki çizgilere baktım, o çizgilerde karanlığın içinden akan hislerimin pıhtılaşmış kanı zorlanarak akıyordu sanki. O yaşlandıkça ben büyüyordum, ben büyüdükçe o ölüyordu, o öldükçe onun öldürdüğü ben, kendi içimde çürüyordum.

Zorlanarak da olsa onun yanından geçip giderken bu kez bana dokunmadı.

Mutfaktan çıkarken dudaklarım aralandı, duyamayacağı bir şekilde, "İyi geceler," diye mırıldandım.

Diğer Merve donuk gözlerle duvara çizdiği resme bakarken burukça gülümsedi. "İyi mi geceler?" diye fısıldadı. Cevap vermedim.


🦋


Gönderen: Billur Bayraktar

Bu kadar mı? Sana vurmadı, değil mi? Neden onu arkanda bırakıp çıktın sanki o mutfaktan? Acılarınla yüzleşmekten korkuyorsun sen. Kalıp onunla biraz daha savaşmalıydın! (08:18)


Billur'un profil fotoğrafına bakarken attığı mesaja vereceğim cevabı düşünüyordum. Birbirimizin telefon numaralarını almıştık, ben de onun numarasını aldıktan hemen sonra o uygulamayı telefonumdan silmiştim. Büşra hemen yanımda oturuyor olmasına rağmen tek kelime etmiyor, sanki ben yanında değilmişim gibi davranıyordu. Önündeki notların yazılı olduğu defterin sayfalarını çevirirken bir an bana baktığını hissettim ama ona bakmadım. Billur'un kızıllıktan çıkmış, resmen kırmızılığa uzanmış, uçları daha açık renk olan saçlarına bakarken kaşlarımı kaldırdım. Burnunda siyah bir halka vardı, onu ilk gördüğümde burnundaki halka gümüş rengindeydi, sanırım halkasını değiştirmişti. Dudağının alt kısmında bene benzer siyah bir piercing daha vardı. Kollarını kaplayacak şekilde etine işlettirdiği dövmeleri yaptırırken acıdan geberdiğinden yana hiç şüphem yoktu. Farkında olmadan güldüm, Büşra bunu fark edince bana baktı, ben de ona kısaca bakıp gözlerimi tekrar telefon ekranına çevirdim. Görüntüsü ne kadar çılgın olursa olsun o iyi bir sırdaştı.


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Acılarımla yüzleşmekten korkmak mı? Bana bunu kendini öldürmek istediğini söyleyen kız mı söylüyor? (08:23)


Gönderen: Billur Bayraktar

Çişim var. (08:24)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Git ve işe o zaman halkalı kızıl. (08:26)


Gönderen: Billur Bayraktar

İşemeye gidiyorum soğuk nevale :* (08:27)


Tuhaf bir şekilde sempatik ve içten, olduğu gibi biriydi. Yine de kasvetli bulduğum yönleri yok değildi. Bazen bir sır küpüne dönüşebiliyordu. Günün birkaç saatini mesajlaşarak geçirdiğimiz için artık onu yavaş yavaş tanımaya başlamıştım. Telefon bir kez daha titrediğinde mesaj gönderenin Billur olduğunu düşünmüştüm ama ekranda gördüğüm isim, midemin birkaç saat önce içine kabul ettiği kahveyi dışarı atmak için boğazıma itmesine neden oldu.


Gönderen: Karan Çakıl

Ne yapıyorsun velet? (08:34)


Parmaklarım ben farkında olmadan boynumdaki çakıl taşı kolyesine gitti, kolyenin ucundaki çakıl taşına yavaşça dokundum.


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Görünürde not okuyorum, gerçekte hiçbir şey yaptığım yok. (08:37)


Gönderen: Karan Çakıl

Ders boş mu? (08:38)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Notları okuyordum, vizelere az kaldı. (08:39)


Gönderen: Karan Çakıl

Bilinçaltıma nasıl yerleştiysen şu mesajlarını elinde kaynar kahveyle bana bakıyormuşsun gibi okuyorum. Tüyler ürpertici. (08:41)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Haha. Çalışacağım, hoşça kal. (08:42)


Gönderen: Karan Çakıl

Bırak o notları ve kafeteryaya in. (08:44)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Ne yapacağım orada? Okumam gereken notlar var. (08:46)


Gönderen: Karan Çakıl

E iyi ben geleyim üst kata. (08:48)


Mesaja bakarken gözlerim kocaman oldu. Burada mıydı şu an? Şaşkına dönmüş bir şekilde ayağa kalktığımda bir an dersteki öğrencilerin tamamının gözlerinin üstüme döndüğünü fark ettim. Damla ve Büşra da dahil olmak üzere şu an herkes bana bakıyordu. Hızla çıkışa yürümeye başladım. Adımlarımı oldukça büyük atıyordum. Onu göreceğim için garip bir heyecan tüm bedenimi ele geçirmişti.

Bu heyecanın sebebini sorgulamadım.

Son basamağı indiğim sırada kasığıma saplanan ince sızıya aldırış etmemeye çalıştım. Kafeteryaya girdiğimde masalara dağınık bir şekilde oturmuş son sınıflardan başka kimse yoktu. Gözlerim hızla etrafı tarafı. Onu göremediğim için omuzlarım düştü. Neredeydi? Beni mi kandırmıştı?

Ensemde hissettiğim sıcak nefes tenimden yüksek volt bir elektrik geçmesine neden olurken, "Nasıl da uysal uysal geliyor. Aferin benim kızıma," diye fısıldadı Karan kulağıma doğru.

Tüm tüylerim dikilirken sertçe yutkundum, ensemden ayrılmayan o tedirginlik hissi onun varlığının altında eriyip yok oldu. Kalbim öyle hızlı atmaya başlamıştı ki, o an kalbimin tam bir insafsız olduğunu düşündüm. Elleri omzuma dokundu, yavaşça önüme doğru yürüdü ve onu görmemi sağladı. Siyah gözleri parlıyordu, sakallarının çok çabuk uzadığını fark ettim. Keyfi yerinde gibi görünüyordu.

Kafeteryanın diğer ucundaki boş masayı gösterdikten sonra, "Gel sana bir kahve ısmarlayayım," dedi. Ben onun bana işaret ettiği masaya yürürken o kafe kısmına geçti. Biraz sonra elinde dumanı tüten iki karton bardakla döndüğünde bardaklardan birini benim önüme koyup hemen karşımdaki sandalyeyi çekerek oturdu.

"Neden buradasın?" diye sordum karton bardağın içindeki sıcak kahveye bakarken.

Sanırım bu kahveyi içersem bu sabah içtiğim üçüncü kahve olacaktı ama sorun değildi, rekorum yediydi ve şu an üçlemekte herhangi bir sakınca görmüyordum. Kasıklarımdaki ağrıyı kafeinin hafifletebileceğini düşünüyordum. Ne kadar belli etmesem de kanamam başladığından beri çok fazla ağrı çekiyordum. Karan'ın bakışları yüzümde dolaşırken kahvemden bir yudum aldım, dilimin ucu biraz yanmıştı. Gözlerimi kaldırıp onun gözlerinin içine baktım.

"Bölüm Başkanınızla görüşmeye geldim," dedi karton bardağı iki avucunun arasına alıp bardağa yavaşça avuçlarını bastırırken. "Bana seni sordu. O bana seni sorunca ben de senin varlığını hatırladım. Ne yapıyor diye bir bakayım dedim."

"Müdür sormasa hatırlanmayacaktı varlığımız yani?" diye homurdandı diğer Merve. Her ne kadar göğsüme bir öküz oturmuş olsa da yüzümdeki ifadenin bozulmamasını sağladım.

"Anladım," diye mırıldandım. "Ama şu an burada seninle oturuyor olmam pek de hoş görünmeyebilir. Sonuçta yanında staj yaptım, artı olarak sana saygısızlık yapmış olduğum gerçeğini es geçmemek lazım."

"Sence bu benim ne kadar umurumda?" diye sordu kahvesinden bir yudum almadan hemen önce. Kahveden bir yudum aldı, dili dudaklarının üzerinde gezinirken gözleri gözlerimdeydi. "Üstelik dediğin gibi, neticede benim yanımda staj yaptın. Eski stajyerimin hâlini hatırını sorup onunla bir kahve içemez miyim?"

Bir an kaşlarımı çatacağımı sandım ama yüzümdeki stabil ifade varlığını korudu. Kahvemden bir yudum aldım, gözlerim kafeteryanın içinde gezindi. Geçen günkü sarışın kızın hemen karşı masada oturduğunu, gözlerini bana dikmiş beni izliyor olduğunu gördüm. Kızın bakışları yüzünden anlık bir duraksama yaşasam da bakışlarımı tekrar Karan'a çevirdim.

"Okuldakilerin çoğu senin şirketinde staj yaptığımı bilmiyor, sana saygısızlık yaptığımı ise sanırım tüm Fethiye biliyordur."

"Bölüm Başkanı stajyerim olduğunu biliyor. Bu yeterli bence."

Cevap vermedim. Ben karton bardakla ilgilenirken onun bakışlarını yüzümde hissedebiliyordum. Bu hem cennet hemen önümdeymiş gibi iyi hem de cehenneme saplanmış gibi kötü hissettiriyordu. O beni izlerken ben onun neden beni masum bulduğunu düşünüyordum. Benimle ilgili neyi masum bulmuştu? Düşüncelerimi mi? Bu imkânsızdı. Zihnimde binlerce kişiyi katletmiş insandım ben.

"Baksana," dediğinde gözlerimi kaldırıp ona baktım. "O çocukla ne oldu?"

Kaşlarımı çattım, kimden bahsettiğini anlamam birkaç saniyeme mâl olmuştu. "Henüz onu hiç görmedim," dedim omuz silkerek.

"Ona tavrını koymalısın," dedi ifadesiz bir sesle. Kuzguni siyahı gözleri önündeki karton bardağa düştü, kahvenin yüzeyini dikkatle incelemeye başladı. Nedensizce bu hareketi bir anlığına gözüme çok çocuksu ve temiz gelmişti.

"Ona gerekli tavrı koydum zaten."

"Yeterince koyamamışsın demek ki," derken hâlâ karton bardağın içindeki kahveye bakıyordu. Sesi ne kadar ifadesiz gibi çıksa da, keskin gözleri karton bardağın içindeki kahveyi dalgalandıracak kadar güçlü bakıyordu.

"Şu an okuldayız ve ben bu konu hakkında konuşmak istemiyorum," diye sızlandım. Zaten kasıklarımda taşıdığım o emsalsiz ağrı beni yeterince germişti, bir de o aptal halkalı kumralın yüzünden gerilmek hiç istemiyordum.

Siyah gözleri yavaşça yüzüme tırmandı, kısaca yüzümü inceledikten sonra o yoğun bakışlar gözlerimde durdu. Karan'ın bakışları altında ezilirken hemen arkasında beliren görüntüyle afalladım, aynı saniyeler içinde Damla'nın sesini duydum.

"Karan Bey?" dedi şaşırarak. Karan omzunun üstünden arkasına bakarken kaşlarını çatmıştı. Oturduğum yerde kabuğuma çekilirken diğer Merve'nin zihnimin içinde kaşlarını çattığını hissedebiliyordum. Neler döndüğünü anlamaya çalışıyordu, o da, ben de hiç memnun değildik şu an bu görüntüden.

"Evet?" Karan'ın sesinde mesafe vardı.

"Gerçekten de sizsiniz!" Damla'nın heyecanı gözlerine yayıldı, beni yok sayarak Karan'ı dikkatle incelemeye başladı. Yiyecek gibi bakıyordu. "Konferans günü büyük amfide konuşma yapmıştınız. Yine öyle bir şey için mi buradasınız?"

"Hayır," dedi Karan mesafesini koruyarak.

Damla yüzüne düşen açık renge boyanmış saç telini kulağının arkasına iterken kısaca bana baktı, ardından, "Neden buradasınız?" diye sordu. Bir insan nasıl bu kadar yapışkan olabilirdi?

"Bölüm Başkanı Ahmet Bey ile görüştüm," dedi Karan ve önüne döndü. Bakışları buz gibiydi. Gözlerimi Karan'ın yüzünde gezdirdim, o da dikkatle gözlerimin içine baktı.

Damla, Karan'ın hemen yan tarafına geçip onun odağına girmeye çalıştı.

"Merve'nin sizin şirketinizde staj yaptığını duymuştum." Gözleri beni buldu. "Ceza olarak." Gözlerimin arkasında uyuyan o kaplan pençelerini çıkarırken bakışlarımı Damla'ya çevirdim. O kaplan tam şu an onun yüzünü parçalamak istiyordu. Koca burnunu çekip bir an evvel buradan gidebilir miydi? Damla bakışlarını benden ayırıp tekrar Karan'a çevirdi. "Ben de bu yaz staj yapabileceğim bir yer arıyordum. Şirketinizde bana da yer var mı?" Sevimli sevimli gülümsedi ama bu öpücük bekleyen bir kurbağanın gülümsemesine benziyordu. Üstelik öpücüğü alsa bile kurbağa olarak kalacaktı.

"Maalesef," dedi Karan soğuk gözlerini kıza dokundururken. "Tercihim dört yıllık okuyanlar; ya son sınıf olmalı ya da mezun olmuş olmalı."

Masanın altındaki yumruğumu sıktım, bu kıza birinin haddini bildirmesi gerekiyordu. Karan'ın kendini bu şekilde çekerek kıza soğuk davranması işime gelmişti doğrusu ama yine de Damla'nın yüzünü parçalamak istiyordum. Biri onun karnını yarıp tüm organlarını önüme dökse keyifle izler ve izlerken midem zerre bulanmazdı sanırım. Diğer Merve, "Abartma ayol," dedi sessizce.

"O da benim gibi iki yıllık okuyor. Merve'yi neden kabul ettiniz o zaman?" diye sordu hayal kırıklığına uğramış gözlerle Karan'a bakarken. "Ya da şöyle mi sorsam. Onu yetersiz bulduğunuz için mi iki yıllık okuyanları stajyer olarak kabul etmiyorsunuz?"

"Ne diyorsun sen be?" diye çıkıştım aniden. Tüm damarlarım boynum ve alnıma kökler saldı, bedenimin sinirden zonkladığını hissettim. Masanın altında, bacağımın üzerinde duran yumruğumu Damla'nın suratının ortasına geçirmek istiyordum ama kendimi dizginlemem gerektiğinin de farkındaydım.

"Aksine," dedi Karan benim aksime sakin bir sesle. "Asi şu âna dek gördüğüm en muazzam çalışanlardan biriydi."

Ona öylece bakakaldım. Kalbim, Asi ismine mi yoksa onun söylediklerine mi böyle bir tepki veriyordu bilmiyordum ama şu an göğsümde değildi, kalbimi şu an dudaklarımın hemen arkasında hissediyordum. Ağzımı açsam, kalbim masaya zıplayacak ve kan içinde sürünerek Karan'ın avuçlarının arasına girecekti.

Aslında tam şu an Damla'nın yüzünün aldığı ifadeyi görmek istiyordum ama bakışlarım Karan'a takılı kalmıştı ve uğultulu kafeteryada yalnızca onun sesini duyabiliyordum. Geri kalan tüm seslere sağır olmuştum sanki.

"Asi mi?" Damla duraksadı, şaşkına uğradığı her hâlinden belliydi. "Üniversiteli stajyerleri yeterli bulmadığınızı söylemiştiniz?"

"Asi bir istisna," dedi Karan gözlerimin içine bakarak. "Bir grup miskin, cırtlak ve yetersiz ergenle uğraşabileceğimi sanmıyorum. Asi onların aksine oldukça olgun, disiplinli, pratik ve başarılı."

Damla bir süre sessizce ikimize baktıktan sonra, "Peki," diye fısıldadı isteksiz, kırgın bir sesle. İstediği olmadığı zamanlarda tırnaklarını çıkaran, sinsileşen bir kızdı, bunu biliyordum ve şu an bana olan gıcıklığı kesinlikle birkaç ton daha artmıştı. Umurumda mıydı? Değildi. Damla ayaklarını yere vurarak masadan uzaklaştı.

Bana ilk kez ismimle hitap etmişti. Herkesin kullandığı ismimi kullanmamıştı. Merve değil, Asi demişti. Yanına Çakıltaşı'nı eklemeden, yalnızca ilk ismimle seslenmişti. Bu sebepsizce iyi hissettirdi. Dudaklarından dökülen üç harfin oluşturduğu ismimi sevdiğimi fark ettim.

Karan karton bardaktaki kahvesini tek seferde diktikten sonra, "Kafasından aşağı kahve boşalttığın kız buydu, değil mi?" diye sordu yavaşça.

"Nereden anladın?"

"Hissettim diyelim," dedi, gözleri yüzümde dolaşıyordu. Biraz sonra dersleri biten öğrenciler, kafeteryayı ağzına kadar doldurdu. Karan rahatsızca kıpırdandı. "Üniversite hakkında bir şeyi fark ettim," diye mırıldandı dudaklarının arasından.

"Neyi?" diye sorarken Enis'in sarışın kızın olduğu masaya oturduğunu gördüm. Kahvesi baskın yeşil bakışları bizim masadaydı ama bana değil, Karan'a bakıyordu. Onu yok sayarak Karan'a döndüm.

"Üniversiteyi hiç özlemediğimi."

Kaşlarımı kaldırdığımda, "Baksana," dedi etrafı izleyerek. "Bir sürü kimlik karmaşası yaşayan, yetişkinliğe adım attığını sanan ergen var burada. Onlara nasıl katlanabiliyorsun?"

"Hiç sorma bence," dedim kafamı iki yana sallayarak yüzümü buruştururken.

"Senin de onlardan bir farkın yok aslında," dedi, kaşlarını kaldırıp bana alay dolu gözlerle baktı. "Yirmi birinden önceki herkes ergendir."

"Az önce olgun olduğumu söyleyen sendin yalnız," dedim ona düz düz bakarak. "Çelişiyorsun Karan Çakıl."

Kaşları havaya kalkarken dirseğini masaya yaslayarak yavaşça masaya abandı, bana yaklaştı. "Karan Çakıl?"

"Karan Çakıl."

"Güzel," diye mırıldandığında bakışları yüzümde dolaşıyordu. "En azından artık seni kızdırdığımda Karan Bey demiyorsun. Karan Çakıl çok daha iyi."

"Bence artık gitmelisin." Sertçe yutkunup geri çekildim, çevreme rahatsız bakışlar atmaya başladım. "Cidden yanlış anlaşılmak istemiyorum."

"Çok takıntılısın," dedi, oturduğu yerden kalktı. "Her neyse. Gidiyorum o zaman."

"Pekâlâ," diye mırıldanıp ben de ayağa kalktım.

Duraksadı. "Ne o? Beni geçirecek misin?"

"Sanırım?"

Birlikte kafeteryanın çıkışına doğru yürümeye başladığımızda sırtıma bıçak gibi saplanan meraklı gözleri hissedebiliyordum. Karan'ın da hissettiğinden adımın Asi Merve olduğu kadar emindim. Son iki adımı atarken karnıma saplanan krampla olduğum yerde öylece dikilip kaldım. Boğazımda alçak perdeden bir inilti yükseldi, geçen seferki şeyin tekrarlanmaması için bildiğim tüm duaları ederken dizlerimin bağının çözüldüğünü hissettim.

"Merve?" Bu ses Büşra'ya aitti.

Hemen ardından arkamda tanımadığım birkaç kişi, "Kıza bir şeyler oluyor!" diye bağırdı. Bir kargaşa çıktı, aynı saniyeler içinde bedenim yere serilmeden hemen önce sıcak kollar tarafından yakalandım, dikenler batıyormuş gibi sızlayan bedenim bu dokunuşla birlikte kendini serbest bıraktı. Kendimi Karan'ın kollarına teslim ettim.

Dudaklarımdaki iniltiyi tutmak için alt dudağımı sertçe ısırırken, kısılan gözlerimi yavaşça araladım ve onun güçlü kolları hemen dizlerimin altından geçti. Beni tek seferde kucakladı.

"Çakıltaşı," diye fısıldadı nazik sesiyle. "Seni aptal kız çocuğu! Ağrının devam ettiğini benden neden sakladın?"

"O iyi mi?" diye bağırdı bir kız. Bu kez ben ağrıyı değil, ağrı beni kontrol ediyordu ve bu ağrının diğerleri ile yakından uzaktan alakası yoktu. Hissettiğim çok yoğun bir şeydi. Kemiklerim kırılıyor, damarlarımdaki kan çekiliyor, iliğim kuruyordu sanki. Gücümü toplamaya çalışarak Karan'ın ensesine tutundum.

"İyiyim," diye fısıldadım bilinçsiz bir sesle. Kendi sesimi bile kontrol edemiyordum. "Lütfen bırak beni."

"Aptal," dedi dişlerinin arasından. "Aptal kız!"


🦋


Kendimi güvende hissettiğim zamanları toplayıp önüme koymamı isteseler, Karan'ı tanımadan önce yaşadığım tüm zamanı toplayıp çöpe atar, Karan'dan sonraki hislerimi önüme koyardım. O hayatıma girdiği günden beri kendimi güvende hissetmediğim tek bir günüm dahi olmamıştı. Sanki o benim için cennetin topraklarından gönderilmiş bir melekti.

Ölüm kadar güzeldi, günah kadar lezzetli ve tamamen gerçekti.

"Ailesine haber verildi mi?" diye sordu yabancı bir ses. Burnuma dolan o iğrenç ilaç kokusuna ve tenimi donduran soğuğa rağmen parmağımı bile kımıldatamayacak kadar yorgun hissediyordum kendimi.

"Ben ablasıyım," dedi titreyen bir ses. "Ailemize ulaşamıyorum ama ben buradayım!"

Ablam burada.

"Tamam, lütfen sakin olun," dedi aynı yabancı ses. "Karan Bey, durumu size aktarmam gerekecek sanırım. Ablasının sinirleri yeterince bozulmuş, şu an beni dinleyebileceğini, dinlese bile anlayabileceğini düşünmüyorum."

"O iyi mi?" diye sordu Defne, sesi hâlâ titriyordu. Elimin üzerinde bir baskı hissettim, ardından bir hıçkırık sesi duydum. "Nesi var?"

"Sakin olun lütfen. O iyi, merak etmeyin. Suna Hanım, küçük hanımı dışarı çıkartır mısınız? Mümkünse sakinleştirici bir iğne vurun."

Defne'nin hemşireye olan direnişini duydum ama sesler o kadar silik geliyordu ki, kelimeleri toparlayıp bir cümleye çeviremiyordum. Bedenimde dalga dalga dolaşan ağrının yanına bir de iliğimi donduracak bir soğuk eklendiğinden bedenim sızlıyordu, dudaklarım da kurumuştu.

"Karan Bey," dedi yabancı sesin sahibi. Kulağıma mekanik bir ses doluyordu ama yön duygumu kaybettiğimden sesin nereden geldiğini ayırt edemiyordum. Kendimi kafası vücudundan ayrılmış bir hamamböceği gibi hissediyordum şu an.

Kafası olmadan yaşayan ama sonunda öleceğini bilen zavallı bir hamamböceği gibi.

"Sizi dinliyorum." Karan'ın sesini duyduğum an artan üşümeme engel olamadım.

"Genç kadının rahatsızlığı hakkında kendisine de bilgi vermemiz gerek," dedi sonunda doktor olduğunu anladığım yabancı sesin sahibi. "Kendine geldiğinde ona küçük sorular soracağım bu ağrılar hakkında."

"Rahatsızlığı mı?" Karan'ın sesindeki endişenin farkına vardım. "Bana yumurtalıklarının geç geliştiğini söylemişti. Araştırdım. Bu evlendikten sonra düzelen bir durummuş."

"Evet ama ağrısı gerçekten çok şiddetli. Zaten bünyesi çok zayıf, bu dönemlerde stresten uzak durması ve beslenmesine dikkat etmesi gerekiyor. Bu rahatsızlık çok daha tehlikeli bir boyuta ulaşabilir."

Bir an kaşlarımı çatmak istedim ama yüzümdeki hiçbir mimiği bile kontrol edemediğimi fark ettim.

"Tam olarak ne yapılması gerekiyor?"

"Bu dönemlerde onu strese sokacak şeylerden uzak durması gerekiyor," dedi doktor. "Stres, adetinin gecikmesine neden olacak, geciken kanama da gelirken kuvvetli ağrıları da beraberinde getirecek." Yanaklarımın yanmaya başladığını hissettim. Karan'ın bu kadar mahremime kadar öğrenmiş olması beni utandırıyordu. Tıpkı küçük bir çocuk gibi yüzümü kapatmak istiyordum ama elimi kaldıracak hâlim yoktu. Karan sessiz kaldı. "Şimdi çıkıyorum," dedi doktor sakince. "Kendine geldiğinde ona birkaç soru soracağım ve ardından taburcu edebiliriz. Diğer adet dönemine kadar bir sorun yaşamayacaktır. Eğer yaşayacak olursa lütfen beni arayın."

Kısa süren sessizliğin sonunda çevredeki uğultular da kesildi ve yerini ölüm sessizliğine bıraktı. Yanağıma yayılan sıcaklığı hissettim, bedenim bu sıcaklığa olumlu tepki verdi. Uzun parmağını yanağıma sürterken düşüncelerim çok farklı bir boyuta pedal çevirmeye başlamış, mantıklı tarafım körelmişti.

"Benden uzak durman gerekiyor," diye mırıldandı.

Söylediği şeyi gerçekten o mu söylemişti? Yoksa her şey damarlarımda dolaşan ilacın etkisinden mi kaynaklanıyordu? Sanırım bunun gerçekten ilacın etkisi olmasını umuyordum. Öyle olsun istiyordum.

Çünkü ondan uzak durmak öyle sanıldığı kadar kolay değildi.

Ayaklarımın altında eriyip toza dönüşen bulutların üzerinde yürüyormuş gibi hissediyordum. Karan'ın telefonunun çaldığını işitir gibi oldum. Parmağını yanağımdan çekmedi, sürtmeye devam etti ama hareketliliği hissedebiliyordum.

"Seni dinliyorum," dedi ve karşı tarafı dinledi. "Sen izlemeye devam et Sergen." Bir süre karşı tarafı dinledi. Karan'ın kalın ve uzun parmağı göz çukurumun altına tırmandı, hemen orada durdu. Avucundan gelen o çikolata kokusu ilaç kokusunu bastırmıştı. "Kendini göstermediğin sürece sıkıntı olacağını sanmıyorum. Dedemin Fethiye'de olduğunu öğrendiği an Kayseri'ye gitmiş olması tesadüf olamaz. Dedemin oradan uzaklaşmasını bekliyordu." Güldü, bu yapaydı. "Geçmişini arkada bırakmaya çalışırken geleceğini mahvediyor."

Merak duygusunu tekrar tattığımda, "Tamam," dedi Karan gergin bir sesle. "Herhangi bir gelişme olursa beni ara. Şu an konuşabileceğim bir yerde değilim." Karşı tarafı dinledi. "Evet," dedi kısık sesle. "Onun yanındayım."

Şu an bana baktığını hissediyor, hatta bunu biliyordum. Yutkunma isteği boğazımda asılı duruyordu. O adama benden mi bahsediyordu? Kuzguni siyahı gözlerini yüzümde dolaştırırken, o görünmez pençelerini tenime, ruhuma ve hatta tüm benliğime geçiriyordu.

Muhtaçlık. Bir türlü kabul etmediğim duygunun ismi bu muydu? Şu an yanağıma dokunan babam değil, Karan'dı. Bu yüzden mi benim için bu kadar yüce, bu kadar ilahî, bu kadar vazgeçilmez olmuştu? Ona karşı ne hissediyordum bilmiyordum ama ona ihtiyacım vardı. Sanki elimde kalan son şeyleri de onun karanlığına saklarsam kimse elimdekileri almaya yeltenemezdi. Onun siyah şefkatine muhtaçtım. Bu his beni iğrendirse de onun yanındayken gerçekten ölmüş bir ruhu değil de küçük bir kız çocuğunun ruhunu taşıyordum sanki.

Bana yaşadığımı hissettiriyordu. Şu an benim yanımdaydı.

Kirpiklerim titrerken Karan'ın parmağı göz çukurumdan yukarı çıktı, alnıma ulaştı. Alnımda dolanan parmaklarının varlığını hissetmek o kadar zordu ki, sanki dokunmuyordu. O kadar narindi.

"Tehlikelisin," dedi usulca. "Ve ne kadar tehlikeli olduğunun farkında değilsin."

Yutkunmaya çalıştım, boğazımı yaran bir şeyler vardı. Sanki kendi içimi kesmiştim ve kanım yine kendi içime akıyordu. Hani beni masum buluyordu? O zaman neden tehlikeli olduğumu söylüyordu?

"Küçük kız," diye fısıldadı. "Sinsi velet. Neden böyle olmak zorunda?"

Kirpiklerim biraz daha titredi. Göz kapaklarımı aralamayı başardığımda kirpiklerim birbirine girdiğinden, önce hiçbir şeyi seçemedim. Sanki gözlerimin önünde buzlu bir cam vardı ve ben o camın arkasından Karan'ı görmeye çalışıyordum. Yüzü yavaş yavaş netlik kazanmaya başladı.

"Çakıltaşı?" dediğinde parmakları saç diplerime kaydı. Usulca okşadı. Dudaklarımı aralamak istedim ama kuruyan dudaklarım gerilip acıdı. "Şşh, tamam." Saçlarımı yavaşça okşadı. "İyisin. Her şey yolunda."

"İyiyim," diyebildim ona bakarken.

"Ablan burada." Parmaklarını saçlarımdan çektikten sonra yatağın hemen dibindeki siyah deri koltuğa oturdu, tekli koltuğu koca bedeniyle kaplamıştı. "Ve birkaç arkadaşın da burada."

Arkadaş mı? Zihnim bu kelimeyi süzgecinden geçirdi ama bu kelimeye uyan herhangi bir yüz belirmedi. Benim arkadaşım yoktu ki.

"Arkadaşım mı?" Dudaklarım kuru olduğu için her kelimede canım yanıyordu ve sesim ilk kez bu kadar güçsüzdü.

"Evet. Adının Büşra olduğunu öğrendiğim bir kız, sarışın bir kız ve o."

"O?" diye sordum ona şaşkın şaşkın bakarken. Ayrıca sarışın kızın kim olduğunu da bilmiyordum.

"Adını bilmiyorum," dedi düz bir sesle. "Geçen seferki çocuk. Ablan dışarı çıkarılırken gördüm onu. Koridorda dikiliyor."

"Enis mi?" Dudaklarım bu ismi ilk kez dile getirirken Karan'ın siyah gözlerinin bir ton daha koyulaştığını gördüm. Dolgun dudakları düz bir çizgi şeklinde gerildi, biçimli siyah kaşları çatıldı.

"Adını bilmediğimi söylemiştim."

"Sarışının da kim olduğunu bilmiyorum. Hem o halkalı da benim arkadaşım değil."

"O zaman o çocuk hangi sıfatla burada?" diye sordu. Şu an bu kadar halsiz hissetmesem ona inat yapardım ama hiç hâlim yoktu. Gözlerimi ağır ağır kırpıştırarak Karan'a baktım.

"Bunu neden ona değil de bana soruyorsun?"

"Bana bu yetkiyi veriyor musun yani?" diye soruma soruyla karşılık verdiğinde bir an dudaklarımı birbirine bastırıp dişlerimi dilime geçirmek istedim.

"Seninle tartışmak isterdim ama şu an bunun sırası değil," dedim. "Neyim varmış?"

"Hiçbir şeyin yokmuş. Katır gibisin maşallah."

Gözlerimi devirip, "Komik misin sen?" diye homurdandım.

"Harikayım," dedi ardından sol elini kaldırıp parmaklarını bir bir açmaya başladı. "Zenginim, zekiyim, seksiyim, başarılıyım, yakışıklıyım." Bana baktı. "Tüm bu özelliklere sahipken komik olmama gerek kalmıyor."

"Kendini beğenmiş," diye söylendim.

"Harika bir kendini beğenmişim," dedi bu kez alayla. "Sen bana laf ebeliği yapmaya başladığına göre iyisin demektir."

"İyiyim."

"Güzel. Bahsettiğin şeyle ilgili ufak araştırmalar yaptım. Merak ettiğimden yaptım, özel bir sebebi yok. Muhtemelen evlendiğinde bu sıkıntılardan kurtulmuş olacaksın." Sesi ilgiliydi ama evlenme detayını verirken sırıtmıştı. "Bu arada doktor sana bazı sorular soracakmış."

"Evlilikle ne alası var?" diye sordum ama şu an evlilikle olan alakasına değil, Karan'ın benim için böyle bir şeyi araştırmasına takılı kalmıştım aslında.

Karan siyah gözlerini devirdi. "Sence?" diye sordu bezmiş bir sesle.

"Ne yani, evlilik cüzdanını göstererek mi korkutacağım ağrıyı?" diye sorduğumda gözleri irileşti, dudakları titredi ve gerçekten kendini tutamadı, dişlerini göstererek kısaca güldü.

Bu çok ilahî bir görüntüydü.

"Kızım sen saf mısın?" diye sordu. Kafasını iki yana sallayıp, "Evlilikten kastımın ne olduğunu anlamadın mı? Yani lafın gelişi evlilik, illa evlilik olacak değil," dedi. Başımı iki yana salladığımda bana boş boş baktı. "Cidden..."

"Evlilik ve ağrıyı nasıl birbirine bağlayabiliyorsun, onu anlamıyorum ben," diye çıkıştım pürüzlü bir sesle. "Hem ne diye beni ezip duruyorsun? Saf falan değilim ben!"

"Evet," dedi onaylar gibi başını sallayıp ciddileşirken. "Saf değilsin sen."

Zafer kazanmış gibi baktığımda koltuktan kalktı, dizini yatağın kenarına koyarak üzerime abandı. Nefesim aniden kesildi, gözlerim kocaman açıldı ve kalbim kanlı yumruklarını göğsüme indirmeye başladı. Kokusu çok yakından geliyordu, ciğerime açılan yaranın sızladığını hissettim.

"Karan?" dedim sorar gibi, soluk soluğa kalmıştım. Elimi kaldırıp onun kaslı göğsüne koymak istediğimde bileğimdeki serumu fark ettim ve dudaklarımdan kesik bir inilti döküldü. Bana sarıldığı ve kucağında uyuduğum ânı saymazsak belki de onunla ilk kez bu kadar yakındık. Sıcak nefesi dudaklarıma çarpıyordu. Kuzguni siyahı gözlerini gözlerime dikti. Kaslı göğsünün aldığı nefesle şiştiğini gördüm.

"Ne yapıyorsun?" diye fısıldadım, sesim titriyordu.

"Sende bende olmayan bir şey var," dedi o sıcak, baş döndürücü nefesi dudaklarıma çarparken. Yatağın başlığına tutundu, kaslı kolları gergin duruyordu. Kalbim göğsümün altında kıvranıyordu.

"Ne?"

"Masumiyet," dedi kısaca, sertçe yutkundum ama hiçbir şey söyleyemedim. Bakışlarımız birbirine kilitlenirken yapabildiğim tek şey derin nefes almak oldu.

"Ben masum değilim," diye fısıldadım. Siyah gözleri bir an için hareket eden dudaklarıma düştü ama kısa bir dokunuştan sonra tekrar gözlerimi buldu.

"Masumsun," dedi gözlerimin içine bakarak. "Sana safsın demiyorum velet. Sen masumsun. Senin masumiyetin benim için çok tehlikeli."

"Ne?"

Burnunu aniden boynuma gömdü, kalbim çığlık çığlığa haykırmaya başladı. Burnunu boynuma bastırırken, "Çakıltaşı," diye fısıldadı. Cevap veremedim. "Evlilikten kastımın ne olduğunu sana söylememi ister misin?" Yine cevap veremedim. "İstemez misin?"

"Karan," diye fısıldadım, sesim acı çekiyor gibi çıkmıştı. "Şu an çok yakınsın." Karan bu yakınlığa aldırış etmedi. Burnunu sürttüğü yer alev alev yanıyordu.

"Masum düşüncelerini kirletmeme izin verme Asi," dedi burnunu boynuma sürterek. "Kendimi sana bulamama izin verme."

Sertçe yutkundum. "Karan."

"Çok acımasızsın," dedi boynumda derin bir nefes alarak. Altüst olmuştum.

"Karan biri gelecek!"

Artık tamamen saçmalamaya başlamıştım. Daha fazla konuşmasını, yakınlaşmasını ve beni bu şekilde mahvetmesini istemiyordum. Konuşmaya devam edecek olursa hiç aklıma gelmeyecek şeyler yapabilirdim. Söyledikleri bana cesaret veriyordu ve ben yalın ayak siyah cam kırıklarının üstünde ona koşuyordum.

Yüzünü boynumdan çıkarırken nefes nefese kalmış bir şekilde gözlerimin içine baktı. Burunlarımızın ucu birbirine dokunmak üzereydi. Burnundan verdiği sıcak nefes sus çizgime çarpıyordu. O nefes, ruhuma görünmez yaralar açıyordu.

"Evlilikten kastım seksti Çakıltaşı. Belki anlarsın diye üstü kapalı söylemeye çalıştım, yoksa evlilik ile bir ilgisi yok, evlilik olmadan da olur," dedi bana dikkatle bakarken. Gözlerim şokla irileşti, yanaklarım yanmaya başladı. "Kızarıyorsun," diye fısıldadı. "İşte bahsettiğim şey bu. Senin düşüncelerin çok masum. Zekisin, ataksın ve mücadele etmenin ne olduğunu iyi biliyorsun ama benim gibi bir adam için çok fazla masumsun."

Duraksadım. "Senin gibi bir adam için mi?"

Üzerimden doğrularak kalkarken başını salladı. "Benim gibi bir adam için," diye onayladı beni. Karan yataktan kalktığında hâlâ nefesimi düzene sokmaya çabalıyordum.

"Seninle ilgili merak ettiklerimin listesi gitgide uzuyor Karan Çakıl," diye mırıldandığımda kapı iki kez tıklatıldıktan sonra açıldı ve bir kafa içeri uzandı. Kumral, uzun saçları gördüğüm an gelenin Defne olduğunu anlamıştım. Hemen Defne'nin arkasında Enis ve Büşra da içeriye girdiler. Enis'in varlığından rahatsız olmuştum. Enis'e beni gösteren o sarışın kız da içerideydi.

"İyi misin?" diye sordu Defne panikle. "Beni çok korkuttun Merve! Sana bir şey oldu sandım!" Gözlerinin etrafı kıpkırmızı görünüyordu. Benim için ağlamış mıydı?

"İyiyim," dedim kısaca.

Büşra hemen dibimde bittiğinde dudaklarını büzerek, "Özür dilerim," dedi. "Gereksiz şekilde tavır yapıyordum. Seni üzdüysem affet beni. İyisin, değil mi?"

"Beni üzmedin," diye yalan söyledim. Karan pürdikkat beni, Enis de Karan'ı izliyordu. "Sorun yok Büşra. Ben iyiyim."

Defne cebinden telefonumu çıkardı. "Billur diye bir kız aradı," dedi sakince. "Durmadan mesaj atıp duruyor. Kim bilmiyorum ama çok endişelendi."

Yüzümde farkında olmadığım buruk bir tebessüm belirdi. Önemsenmek... Birinin benim için endişelenmesi... Bu tuhaf bir şekilde hem iyi hem de kötü hissettirmişti.

"Canım," dedi sarışın kız. "Nasıl oldun? İstediğin bir şey varsa söyle lütfen."

Kaşlarımı çatarak, "Sen kimsin?" diye sordum kıza.

Kız genişçe gülümseyerek Enis' baktıktan sonra, "Ben Gamze," dedi neşeli bir sesle. "Enis'in yakın arkadaşıyım."

"Teşekkürler," diye mırıldandım isteksizce. "Burada olduğunuz için yani. İyiyim ben." Şu an yapmacıklıktan ikiye bükülmek üzereydim. Defne elimi tuttuğunda bir an elimi geri çekecektim ki buna bir şekilde engel olmayı başardım. Çevremizdeki insanların ilişkimizin boyutunu bilmesini istemiyordum.

"Korkuttun Asi," dedi Enis sonunda varlığını belli ettiğinde. Üstünde bir basketbol tişörtü, altında siyah kot vardı. Karan'ın bakışlarının benden uzaklaşarak Enis'e döndüğünü fark ettim.

"Sağ ol," dedim sadece. Adının Gamze olduğunu öğrendiğim ama kesin unutacağım sarışın kız sevimli gülümserken Defne, Karan'a baktı.

"Size de zahmet oldu," dedi mahcupça. "Teşekkür ederiz Karan Bey."

Karan başını sallamakla yetindi, gözleri tekrar Enis'e döndü. Enis de pürdikkat Karan'a bakıyordu şu an.

Diğer Merve, "Kesinlikle birbirlerinden hoşlanmıyorlar," diye fısıldadı kulağıma.

Uğultulu konuşmaları bomboş gözlerle izlerken aklımı kurcalayan, beni durmadan aynı yerimden vuran tek şey Karan'ın bende var olduğunu düşündüğü o masumiyetti.

Hissizlik koynumda beslediğim bir yılandı, bir gün beni sokup zehrini ruhuma akıtacaktı.

Masumiyet. Kendimde aradığım ama bir türlü bulamadığım tek şey buydu. 


🦋

Continue Reading

You'll Also Like

1.9M 31.4K 52
- Ahh...abim gelicek yapamayız.. Üstümdekileri delice yırtarak çıkardı. - Abini boş ver gece. Bugün gelmeyecek güzelim Erkekliğini boxer'ından çıkar...
198K 3.6K 20
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
4.1M 264K 45
Aylardır izlediği yayıncıya olan hislerinin arttığını düşünen İzem, artık onun dikkatini çekmek ister. Dağhan'a ilk mesajı değildi ama bu sefer onun...
66.7K 3.8K 29
TAHASSÜR Cihan ve Kamerin hikayesi... Yıllar önce birbirine verilmiş sözler... Yıllarca birbiriyle kavuşmayı bekleyen iki insan. Yıllar sonra tekrard...