ASİ ÇAKILTAŞI

By binnurnigiz

17.8M 661K 493K

Dışarıda devam eden bir hayat, içimde kalbi duran bir kız çocuğu vardı. Asi Merve Karakuyu, ailesi ve kendisi... More

ASİ ÇAKILTAŞI
1. BÖLÜM: KONFERANS
2. BÖLÜM: KİMSESİZ
3. BÖLÜM: İLK VAZGEÇİŞ
4. BÖLÜM: ASANSÖR
5. BÖLÜM: DART TAHTASI
6. BÖLÜM: SİYAH ÇAKILTAŞI
7. BÖLÜM: İZLERİN FISILTISI
8. BÖLÜM: KARANLIK
9. BÖLÜM: DAVET
11. BÖLÜM: APSE
12. BÖLÜM: ŞEFKAT
13. BÖLÜM: OKYANUS
14. BÖLÜM: MASUMİYET
15. BÖLÜM: KUYU
16. BÖLÜM: SİYAH KELEBEK
17. BÖLÜM: SINIRLAR
18. BÖLÜM: TATLI
19. BÖLÜM: BUZDAN KALE
20. BÖLÜM: VAVEYLA
21. BÖLÜM: ISLAK KELEBEK
22. BÖLÜM: MİSAFİR
23. BÖLÜM: ALİ
24. BÖLÜM: AĞ
25. BÖLÜM: MAĞARA
26. BÖLÜM: KEHF
27. BÖLÜM: KİLİT
28. BÖLÜM: KUYTU
29. BÖLÜM: KELEBEKLER VADİSİ
30. BÖLÜM: AY IŞIĞI
ÖZEL BÖLÜM: 17 KASIM
31. BÖLÜM: SARHOŞ
32. BÖLÜM: ANAHTAR
33. BÖLÜM: İMTİHAN
34. BÖLÜM: ÖZ
35. BÖLÜM: KÖRDÜĞÜM
36. BÖLÜM: UÇURTMA
37. BÖLÜM: RÜYA
38. BÖLÜM: SARMAŞIK
39. BÖLÜM: ATEŞ
40. BÖLÜM: ACI
41. BÖLÜM: ÖFKE
42. BÖLÜM: SAPLANTI
43. BÖLÜM: RÜZGÂR GÜLÜ
44. BÖLÜM: ÖTENAZİ
45. BÖLÜM: ÇIKMAZ SOKAK
46. BÖLÜM: SOLUK
47. BÖLÜM: MAYIN TARLASI
48. BÖLÜM: KİBRİT ÇÖPÜ
49. BÖLÜM: CENNETTEKİ ÇOCUK PARKI
50. BÖLÜM: KÖPRÜ
51. BÖLÜM: YANARDAĞ
52. BÖLÜM: REYC
53. BÖLÜM: ZERİR
54. BÖLÜM: LUNAPARK
55. BÖLÜM: ÂYA
56. BÖLÜM: GÜNEŞ
57. BÖLÜM: MAHŞER
58. BÖLÜM: VEBAL
59. BÖLÜM: KALEM
60. BÖLÜM: YANSIMA

10. BÖLÜM: YAŞIN ÇOCUK

297K 14.9K 4.5K
By binnurnigiz

🦋


Low – Lullaby


10. BÖLÜM

YAŞIN ÇOCUK


Boynumdaki kolyenin ağırlığını kalbimde taşıyordum.

Belki bunun altında öyle büyük şeyler aramak çok doğru değildi ama küçücük, kısa, nokta kadar bir an için kendimi olduğumdan çok daha değerli hissetmiştim.

Ve bu nokta kadarlık an, benim gibi örselenmiş bir kız için büyük anlamlar taşıyordu.

İçeri girdiğimizde Yaşar Bey'in konukları etrafımızı sarmışlardı. Funda'nın karşıdaki masadan sık sık benimle göz teması kurmaya çalıştığını hissedebiliyordum. Ona bakmak midemi bulandırıyordu.

"Boynundaki ne güzelmiş," dedi adının Emel olduğunu öğrendiğim, turuncuya yakın kızıl saçlara sahip olan, beyaz elbiseli güzel kadın. İri, kahverengi gözleri vardı.

"Teşekkür ederim," dedim kibarca. Yaşar Bey'in biri diğerinden kısık bakan güzel gözleri boynuma kayınca yanaklarımın ısındığını hissettim. Fark edilmişti. Fark edilmemesi imkânsızdı, inanılmaz güzel görünüyordu.

"Karan ona gerçekten çok değer veriyor," dedi Yaşar Bey. "Rıza bilir, Karan'ın çakıl taşları hazine değerindedir. Ama demek ki Merve, Karan'ın hazinelerinden daha değerli."

Yanaklarımdaki ısı şiddetlendi, tüm vücuduma yayıldı. Karan'ın kolu çıplak koluma değiyordu, takımının ceketinden bile onun sıcaklığını hissedebilmek mümkündü. Göz ucuyla ona baktığımda ifadesiz gözlerle dedesine baktığını gördüm. Gece boyunca yalnızca insanlara selam vermiş, zoraki bir iki kelime söyleyip insanları başından savmıştı.

"Karan şu zamana kadar birlikte olduğu hiçbir kadını ayyuka çıkarmamıştı. Seni gerçekten seviyor olmalı," diye fısıldadı Emel kulağıma doğru eğilerek. Hiçbir şey söyleyemedim.

"Karan, eğer şu an Fethiye gibi küçük bir yerde değil de İstanbul'da yaşıyor olsaydın paparazziler çoktan ilişkinizi medyaya ilan etmişti. Aman meraklı gözlere dikkat et evlat!" dedi Rıza amca. Gözleri bana doğru kayınca sıcak bir şekilde gülümsedi.

Duyduklarıma anlam veremedim. Paparazziler? Şaka mıydı bu?

"Burada böyle bir tehlikeyle karşılaşmayacağımızdan eminim," dedi Karan. Gözleri diğer tüm yüzlerden ayrılıp benim gözlerime indiğinde, "Hoş, benim için sorun değil ama onun öğretim hayatının tehlikeye girmesini istemem," diye devam etti.

Benim bir ismim vardı. Şu âna kadar hiç ismimle seslenmemişti bana. Bunu kafaya taktığım yoktu, Çakıltaşı demesi hoşuma gidiyordu ama adımın dudaklarından nasıl döküleceğini de merak etmiyor değildim.

"Karan, bence gece bitmeden hemen önce onu dansa kaldırmalısın!" dedi Emel. Beni omzumdan hafifçe Karan'a doğru itti, zaten yan yana olan bedenimiz şimdi tamamen dip dibeydi. Kulaklarım ve yanaklarım eş zamanlı olarak ısınırken, tenimin bu yanma hissini renge dökmesinden ölesiye korktum. Kıpkırmızı görünmek istemiyordum.

"Şey, buna hiç gerek yok," diye mırıldanırken aniden Karan tarafından dans pistine çekiştirilmeye başlandığımda gözlerim kocaman açıldı. Diğer Merve, "Sakın bir falso verme! Kendine güven kızım!" diye uyarıda bulunurken Karan benim dans becerisi sıfır olan bir insan olduğumu ne yazık ki bilmiyordu.

Dans pistinin ortasında geldiğimizde kafamı kaldırıp Karan'a baktım. Tüm gözlerin üzerimizde olması beni endişelendiriyordu. Bu gözlerin bir kısmında hayranlık varken, çoğunda derimi sıyırıp etimi çürütebilecek cinsten fesatlık ve kıskançlık vardı. Kalbim sanki mümkünmüş gibi daha hızlı çarpmaya başladığında Karan, kuzguni siyahı gözlerini gözlerimden ayırmadan büyük elinin avucunu belime kaydırdı, bel oyuğuma sıcak avucunu bastırdı ve diğer eliyle elimi tutup parmaklarımı parmaklarıyla kafesledi.

Beni yavaşça kendine doğru çekti, bedenimiz birbirine yapıştı.

Yüzünü boynuma yakın bir yere getirip, "Sakin ol Çakıltaşı," diye fısıldadı. "Yalnızca bana uy."

Fısıltısı tenimden bir tüy gibi geçerken, ürpertisi geçip gitmedi, bedenimde asılı kaldı. Beni yavaşça kendinden uzaklaştırırken göz temasını kesmedi. Ellerimi daha sıkı tutarak beni kendi etrafımda çevirdikten sonra bedenimiz aniden birbirlerine çarptı ve tüm kıvrımlarımda onun kıvrımlarını hissettim. Birbirimizi boşluklarımızdan tamamlamıştık. Kokusu çok tılsımlıydı.

Müzik aniden değişirken bu müziğin hangi dans dalına ait olduğu konusunda hiçbir fikrim yoktu ama biraz önce mekânda yükselen klasik müzikten oldukça uzaktı. Ağır bir müzikti ama ağırlığın içinde tuhaf bir de hareketliliği vardı. Yavaşça kıvrılmak ve bu ağırlığa uyum sağlamak şarttı. İspanyol ezgilerine benziyordu.

Dudaklarından dışarı bıraktığı sıcak nefes saç diplerime sindi, düşüncelerim bu nefesin ılıklığıyla dağıldı. Karan'ın büyük eli sırtıma, oradan da tekrar belimdeki oyuğa kaydı, tüm kıvrımlarıma dokunup, avuçlarını sürterken elbisemin kırışmasına neden olmuştu. Nefesimin kesildiğini hissettim. Gözlerini gözlerimden ayırmadan eli kalçamın biraz üstünde durdu, belimin kavisine bastırdığı parmakları kendimi geriye atmama neden oldu. Bedenim arkaya doğru kıvrılırken Karan da bana uyarak öne doğru eğildi, burnunu boynuma sürterek boşta kalan eliyle saçlarımı geriye attı. Etraftan bir alkış tufanı yükselirken, gözlerimi gözlerinin karasından çekemedim.

"İşte böyle," diye fısıldadı, uyumu yakaladığımı fark ettiğinde.

Sıcak nefesi boynuma aktı, boynumdan yayılarak göğsüme kadar indi. Dudaklarının boynuma çok yakın olduğunu fark ettiğimde masum bir şekilde başlayan dansımızın bir anda fazlasıyla tehlikeli bir hâl almaya başladığını fark ettim. Ellerimi yavaşça onun boynuna dolarken, Karan beni tekrar eski konumuma getirdi, kolunu kaldırıp beni kolunun altından geçirirken saçlarım yüzüne çarptı. Karan sırtımı ona doğru çevirip göğsüne yaslamamı sağladı.

Sırtım, onun kaslı göğsüne çarparken, Karan yüzünü saçlarımın arasına gizledi ve "Sınırlarımı zorlama velet," diye fısıldadı.

Sesi tehditkâr ve boğuktu. Alkış sesleri eşliğinde nefes nefese omzumun üzerinden Karan'a bakmaya çalıştığımda bir an burunlarımızın ucu birbirine değdi. İkimiz de kocaman olmuş gözlerle birbirimize bakarken sırtım hâlâ onun göğsüne yaslı duruyorduk ve ikimiz de ter içindeydik.

Alkış sesleri yavaşlarken kendimi geri çektim ve Karan'ın kollarından ayrıldım. Nefes nefeseydim. Gözlerimi kaldırıp karşıma baktığımda Funda'nın dolmuş gözlerle bana baktığını gördüm. Bir süre öylece Funda'yı izledikten sonra Karan elini elimin içine kaydırdı ve sıcacık elleriyle ellerimi kavrayıp beni çekti. Karan ile el ele masaya döndüğümüzde bir süre sahte ilişkimiz hakkında sayısız güzel yorum aldık. Süet çantamın içindeki telefonum titreyerek çalmaya başladığında masadakilerden müsaade isteyerek müziğin çok daha az duyulduğu bir yere geçtim ve sırtımı camdan duvara yaslayarak telefonu çıkardım. Arayan Defne'ydi.

Telefonu kulağıma götürüp, "Efendim," diye mırıldandım.

"Neredesin sen?!"

"Ne bağırıyorsun?"

"Ölsek umurunda değiliz senin biz!" diye bağırdı tekrardan.

Ruhsuz bir biçimde güldüğümde, bir an Karan ile göz göze geldim, gözlerimi hızla ondan uzaklaştırdım. "Ne saçmalıyorsun Defne? Bana bağırmayı kes."

"Aptal! Şu an hastanedeyiz ve sen neredeysen hemen buraya geliyorsun! Hem de hemen! Hem o müzik sesi de nereden geliyor?"

Duraksadım. "Bana emir vermeyi kes," diye hırlarken dişlerimi sıktım. "Ne yapıyorsunuz hastanede? Birine bir şey mi oldu?"

"Sokak serserileri babamı tartaklamış!" diye bağırdı Defne tekrardan. Bir an saniyelerin aktığı yerde donup buzdan mızraklara dönüştüğünü sandım. Karan'ın karşıdaki masadan hâlâ beni izliyor olduğunu görebiliyordum. Bakışlarımdaki anlık değişimi fark ettiğinde gür kaşlarını çattı.

"Önemli bir şeyi var mı?" diye sordum yavaşça.

"Hayır, o iyi. Yani yalnızca biraz hırpalamışlar ama sence de şu an burada olman gerekmiyor mu?" Sesi biraz öncekine nazaran daha yumuşaktı. "Hem o müzik sesi ne? Neredesin?" diye tekrar sordu.

"Nerede olduğumun bir önemi yok. Şu an gelemem."

"Ne demek gelemem Merve? Allah aşkına sen aklını mı kaçırdın? O bizim babamız!"

"O senin baban," diye fısıldadı diğer Merve, Defne'nin duyamayacağını bile bile. "Bizim babamız değil."

"Defne, kendin de söyledin. O iyiymiş."

"Sana inanamıyorum!" diye bağırıp telefonu suratıma kapattığında bir süre ifadesizce boşluğa bakarak telefonu kulağımda tutmayı sürdürdüm.

Telefonu yanağımdan kaydırıp kolumu yana düşürürken, "Biliyor musun?" diye fısıldadım sessizce. "Ben de size inanamıyorum."

Bizim babamla olan baba-kız ilişkimiz çok önceleri sona ermişti aslında. Bir yabancı bile bana öz babamdan daha yakın geliyordu.

Mekândan çıktığımızda saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Yaşar Bey ve arkadaşlarıyla vedalaştıktan hemen sonra Karan'ın arabasına doğru yürüdük, hava soğumuştu, kollarımı birbirine sarıp bedenimi ısıtmaya çalışırken omuzlarımda hissettiğim ağırlıkla gözlerimi kaldırıp Karan'a baktım. Takımının ceketini omuzlarıma örtmüştü, şu an yalnızca gömlekle yanımda yürüyordu, kravatını çıkarmıştı. Araca bindiğimizde Karan motoru çalıştırıp ısıtıcıyı açarken başımı koltuğa yasladım ve gözlerimi arabanın ön camına diktim. Karanlığı yarıp geçen far ışığının etrafında uçuşan toz zerreciklerini izledim.

"Kimle konuştun?" diye sordu, elini koltuğun üstüne koyup gözlerini arkaya çevirdi ve arabayı geri geri sürmeye başladı. Bana bakmıyordu.

"Ne?"

"Kaba velet. Diyorum ki, telefonda kimle konuşuyordun?"

"Defne'yle. Yani ablamla. Ama ben kaba bir velet olduğumdan abla demek yerine Defne demeyi tercih ediyorum. Kabayım ya ben, ondan."

"Sorun ne?" diye sorduğunda araç artık pürüzsüz bir şekilde hareket ediyordu. Gecenin karanlığını aydınlıkla buluşturan tek ışık, aracın ön farlarıydı. Etrafta tek bir sokak lambası bile yanmıyordu.

"Bir sorun yok," dedim düz bir sesle.

"Birçok sorun var," diye fısıldadı diğer Merve.

"Bir sorun olduğu ortada," dedi gözlerini yoldan ayırmadan. "Söyle bana. Kesilmeyi bekleyen kurbanlık gibi bakıyorsun."

Yanaklarımın içini havayla doldurdum.

"Babam sokak serserilerinin saldırısına uğramış."

Karan cevap vermeyince omzumun üstünden ona doğru baktım, yüzünde zerre duygu değişimi yaşanmamıştı. Araç virajlardan kıvrıldı, sonunda birkaç sokak lambası yolu aydınlatmaya başlamıştı.

"Durumu nasılmış?" diye sordu, gözleri gözlerime dokunmadı.

"İyiymiş."

"Üzüldün mü?" diye sordu, sesinin kavislerine yerleşmiş dikenler vardı. Kaşlarımı çattım. Üzülmüş müydüm? Sanırım ona vurduklarını görseydim onu kurtarmak için bir erkekle bile kavga ederdim ama şu an onu görmediğim için hiçbir şey söyleyemiyordum. Üzülüp üzülmediğimi ayırt edemeyecek hâle getirilmiştim. Bana duygularımı ayırt etmeyi unutturmuşlardı.

"Bilmiyorum," dedim dürüstçe. Gözlerimi ön cama, önümüzde akıp giden yola çevirdiğimde Karan'ın bakışlarını profilimde hissettim ama ona bakmadım.

"Belki de biliyorsun ama bildiğin şeyi kabul etmek istemiyorsun."

"Şu an bu konu hakkında konuşmak istemiyorum," diye fısıldadım.

"Nasıl hissettiğini bilmek istiyorum," dedi açıkça, vitesi öne aldı, araç biraz daha hızlandı. "Birlikte bir iş yapıyorsak, bunu bilmeye hakkım var."

Dalga dalga içine çekildiğim, tuzlu hırçın sularında boğulduğum geçmiş o kadar yakıcı bir gerçeklikle karşımda duruyordu ki, bazen o geçmişi tekrar tekrar yaşarken buluyordum kendimi. Derin bir nefes alıp saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım.

"Bana nasıl hissettiğimi sorma. Ben hissetmek denen şeyden kendimi soyutlayalı uzun zaman oldu Karan. Ama illa bir şey duymak istiyorsan, söyleyeyim. Ben eksik değil de parçalanmış gibiyim."

Karan'ın gülme sesine benzer ama gülmekten epeyce uzak bir ses çıkardığını duyunca omzumun üstünden tekrar ona baktım. O da bana baktı. Yüzü ifadesizdi ama dolgun dudağı ufak bir kıvrımla yukarı bükülmüştü.

"Sabaha daha çok var," dedi, gözlerinden gözlerime uzanan halatların ucundan su damlıyordu.

"Ne alaka şimdi?"

"Ama bir sabah var." Bir süre cevabını düşündüm. O gözlerini yola çevirdi ama ben gözlerimi onun üzerinden çekmedim. "Şimdi seni eve bırakacağım," dedi. "Güzelce dinleneceksin. Bugün yorucu bir gündü Çakıltaşı."

Kaşlarım ânında çatıldı. O eve gitmek istediğim falan yoktu benim. Tenim uğursuz bir ürpertiyle kasıldı, kollarımı birbirine sarıp göğsümün üstünde topladım ve sertçe yutkundum.

"Ben o eve gitmek istemiyorum," diye fısıldadım.

"Savaşacağını söylemiştin," dedi gözlerini yoldan ayırmadan. "Savaşmak bu değil, biliyorsun değil mi? Benim için sorun değil, sana sahip çıkacağımı söyleyen bendim. Ama şu an savaşırkenki Çakıltaşı'nı görmek istiyorum."

Gözlerimi ucunda beyaz ojelerin olduğu, temiz görünümlü parmaklarımda gezdirdim. French parmaklarımda hoş görünüyordu. Çatık kaşlarla parmaklarımı izlerken gözlerimi kıstım.

"Eğer bir sorun olursa beni arayacaksın," dediğinde cevap vermedim.

Parmaklarım yavaşça boynuma kaydı, benim için yaptırdığı kolyenin ucundaki siyah çakış taşını okşadım. Yol boyunca düşündüğüm tek şey yalnızlığım olmuştu.

Evet, Karan şu an buradaydı ama bunun geçici bir şey olduğunu biliyordum. Kendimi kandırmamalıydım. Sonunda yollarımız ayrılacaktı, zaten yalnızca kendi çıkarları için yanımda duruyordu. Yine de onun varlığı bana iyi geliyordu. Ben toplasan bir kişi bile etmiyordum. Öyle yalnızdım aslında.

Karan'ın aracı sokağın başında durduğunda bir süre sessizce hemen ileride duran eve baktım. Aracın farları açıktı, farın ışıkları yolu aydınlatıyordu ve hemen far ışığının önünde duran tekir bir kedi, gözlerini araca dikmiş bizi izliyordu.

"Amma korkak çıktın sen ha," dedi Karan, derin bir nefes alırken.

Duraksadım. "Bunun korkaklıkla ne ilgisi var?"

"Babanla yüzleşmekten korkuyorsun."

"Korkmuyorum."

"Kanıtla," dediğinde dişlerimi sıktım. "Bana yüzleşmekten korkmadığını kanıtla."

"Biliyor musun, bana meydan okumaktan vazgeçsen iyi olacak," diye homurdandım aracın kapısını açarken. Gecenin soğuğu bacaklarımı ısırdı. "Tüm bunları beni gaza getirmek için söylediğini biliyorum ve emin ol, benim senin bana gaz vermene ihtiyacım yok. Kendim halledebilirim."

"Şu an tam olarak gereken gazı sana verdiğimi düşünüyorum velet," dedi, sesi eğlendiğini belli eden bir tonda yükselmişti. Ona düz düz baktıktan hemen sonra omuzlarıma attığı ceketi aracın içine bırakıp araçtan çıktım ve kafamı eğerek aracın içine baktım.

"Kendine çok güveniyorsun ama bu velede ihtiyacın var. Bence bunu unutma," dedikten hemen sonra aracın kapısını çarparak kapattım ve gelen anlık gururlanma hissiyle göğsümü kabartarak eve doğru yürümeye başladım.

Karan Range Rover'ı hareket ettirmeden bir süre öylece bekledi. Anahtarım yanımda olmadığı için kapının zilini çalarken üstümdeki kıyafetin ve yüzümdeki makyajın hesabının sorulacağını düşünüyordum. Kısa süren bekleyişin ardından Defne kapıyı açtı, beni baştan aşağıya süzdükten sonra kaşları çatıldı. Üstünde sarı geceliği vardı ve gözündeki makyajı silmemişti. Beni bileğimden tutup içeri çekti. Ruhsuz gözlerle onu izlerken kapıyı kapattı, bileğimden çekmeyi sürdürerek beni odama soktu.

"Bu hâlin ne senin?" diye fısıldadı kapıyı kapatıp bileğimi bırakırken. Yatağın üzerine oturdum ve ayağımdaki topukluları çıkarıp bir kenara fırlattım.

"Defne, uyuyacağım. Yarın önemli bir dersim daha var."

"Merve!" diye bağırdıktan sonra alt dudağını ısırdı. "Bu kıyafet, bu makyaj da neyin nesi? Ne işler karıştırıyorsun sen Allah aşkına? Seni aradığımda hastaneydik! Babama saldırmışlar diyorum ve senin şu hâline bak! Partiye mi gittin?"

"Onun iyi olduğunu söyledin," dedim gözlerimi bayarak. Odanın içi karanlıktı ama pencereden içeri vuran sokak lambasının ışığı Defne'nin yüzünü görmemi sağlıyordu. "Defne, cidden dinlenmem gerek. Bunu yarın konuşabiliriz. Sabah dersim var."

Kollarını göğsünün üzerine topladı, bana kaşlarını kaldırarak baktı.

"Merve, sen ne haltlar karıştırıyorsun? O kapıdaki arabadan mı indin sen?"

"Neden umurundaymış gibi davranıyorsun sen?" diye patladım. Şu an istese evdeki herkesi ayağa kaldırabilir, pahalı bir cipten indiğimi söyleyip yaygara çıkarabilirdi. Onu alttan almam gerekirken yine kendimi tutamıyordum işte. "Defne, ne diyorum biliyor musun? Neden beni görmezden gelmeyi denemiyorsun? On dokuz yıldır nasıl yapıyorsan şimdi de öyle yap ve beni görmezden gel."

Defne'nin dudakları aralanacak gibi oldu ama hiçbir şey söyleyemeden dudaklarını geri kapattı. Gözlerimin içine bakıyordu, karanlığa rağmen onun yoğun bakışlarını görebiliyor ve hatta hissedebiliyordum. Kafamı iki yana salladım.

"Defne. Yalnız kalmak ve dinlenmek istiyorum. Duş alıp uyuyacağım."

Bir süre sessizce gözlerimin içine bakmaya devam etti, ardından hiçbir şey söylemeden bana sırtını dönüp odadan çıktı. Üstümdekilerden kurtulup banyoya giderken düşündüğüm tek şey Defne'nin sırtını dönerken uçuşan saçlarının, aramızdaki uçuruma atılıp, beni çekemeden kopan bir halata benzediğiydi.


🦋


Voleybol filesinin yakınındaki bir banka oturup voleybol oynayan öğrencileri izlemeye başladım. Voleybol oynayan erkeklerin sayısı kızlardan daha fazlaydı. Hatta fakültede bir voleybol takımı olduğunu biliyordum. Voleybol ilgi alanıma girmediği için yalnızca izlemeyi seviyordum. Hava soğuk değildi ama güneş bulutların arkasına saklanmış, bir görünüp bir kayboluyordu.

Karşı takımdaki uzun boylu, beyaz tenli ve turuncu saçlara sahip çilli çocuk topa sert bir smaç bastı. Çillerinin yoğunluğunu bu açıdan bile görebilmek mümkündü. Esmer çocuklardan biri topun önüne geçip topu karşılamaya çalışsa da başarısız oldu. Top dışarı çıktı ve oturduğum bankın önüne kadar sekip ayağımın dibinde durdu. Karşı takımdaki çocuklardan bir tanesi bana doğru koşarken gözlerimi yavaşça ayağımın dibinde duran topa çevirdim ama hareket bile etmedim.

Çocuk ayağımın dibinde diz çöküp topu alırken, "Biliyor musun, eğilip topu almak ve onu sahaya atmak sandığın kadar zor bir iş değil," dedi, sesi iğneleyiciydi. Gözlerimi toptan ayırıp biraz kaldırarak ona baktım. Dikkat çeken iri ela gözleri vardı, güneşte yeşile döndüğüne emindim. Koyu kumral saçları terli ve dağınıktı, ifadesiz bir suratla ona baktığımı fark edince gözlerini devirip topu alarak ayağa kalktı.

"Hasta," diye söylendi.

Tam arkasını dönecekti ki, "Sensin hasta," diye mırıldandım.

Omzunun üstünden tek kaşını kaldırarak bana baktı.

"Uğraştırma beni," diye söylendi. Ona matematikteki etkisiz elaman oymuş gibi baktım. "Ne bakıyorsun kızım cins cins?" diye sorup bana doğru döndü.

"Enis, hadi artık oğlum!" diye bağırdı karşı taraftan biri.

"Sahibin çağırıyor, hadi oğlusu," dediğimde elindeki topu sahaya atıp tekrar bana döndü. Gömleğinin kollarını yukarı sıvadıktan sonra kaşlarını çatarak yüzüme baktı. Güzel, kemikli bir yüzü vardı.

Elinin tersiyle alnındaki sildi. "Ne diyorsun kızım sen?"

"Sahibin çağırıyor diyorum." Aramızda düz ruhsuz bir bakışma geçti ama bana bir cevap vermedi. "Gidecek misin artık?" diye sorup gözlerimi devirdim.

"Bu iş burada bitmedi," dedi gözlerini kısarak. Başımı sallayarak gözlerimi tekrar devirip ayağa kalktım, onun gitmeyeceği belliydi, onu iterek yanından geçtim.

"Çok korktum," diye dalga geçtiğimde, arkamda kaşlarını çatarak sırtıma baktığını göremesem bile hissetmiştim.

Dersliğe giden merdivenleri çıkarken Büşra'nın arkamdan seslendiğini duydum ama önemsemedim. "Yahu beni beklesene!" diye bağırdı ve nefes nefese koluma girdi. "Ne bu acelen? Üstelik bu gerginliğin sebebi ne? Resmen siyah bir aura yayıyorsun! Sorun ne? Bölüm Başkanı'nın burada olduğundan haberi var mı?"

"Salla," dedim dersliğin önüne geldiğimizde. Bana inat ve merakla baktığını görünce bezmiş bir şekilde yanaklarımın içini havayla doldurdum. "Aşağıda aptalın biriyle takıştım biraz. Önemli bir şey değil ve evet, Bölüm Başkanı biliyor," diye savuşturdum.

"Yine mi Damla?"

"Buradaki tek aptalın Damla olmadığını sen de biliyorsun."

"Ee, kim o zaman?"

"Aşağıda voleybol oynayanlardan biri işte, önemli biri değil yani."

"Kırmızı görmüş boğa gibi görünüyorsun," dedi dersliğin kapısından içeri girerken.

"Abartma," diye homurdandım sırama yerleşirken. "Canımı sıktı sadece. Sanki o topu sahaya atmak zorundaymışım gibi! Aptal herif ya! Şeytan diyor geri in, topu yedir ona."

"Seni bayağı kızdırmış bence. Sahiden kim ki bu? Cidden merak ettim." Büşra notların olduğu defterin sayfalarını çevirirken durmadan bu konu hakkında sorular sorup duruyordu. Yaptığım tek şey gözlerimi devirerek derse giren hocayı izlemek oldu.

En sonunda sorularının bir sonu olmayacağını fark edince pes ederek, "Adı Enis'miş," dedim gözlerimi hocadan çekmeden. "Kumral, ela gözlü, gıcık bir tip."

"Enis?" Büşra bir an duraksadı. "Piercingleri var mıydı bu Enis'in?"

"Aynen," dedim omuz silkerek.

"Hassiktir!" diye bağırdı bir anda Büşra. Hoca da dahil olmak üzere tüm öğrencilerin gözleri bize doğru dönerken elimi yüzüme kapatıp başımı iki yana salladım. Büşra, "Pardon," diye fısıldadı ama hocanın ona nasıl baktığını az çok tahmin edebiliyordum şu an. Büşra kolumu sıkarak ona bakmamı sağladı.

"Ne bağırıyorsun geri zekâlı?" diye çıkıştım sessizce.

"Aynı Enis'ten mi bahsediyoruz şu an?" Eliyle ağzını örttüğünde ona düz düz baktım. "Kızım o çocuk belanın ta kendisi. Ne diye onunla kavga ediyorsun sen? Hem onu tanımayan mı kalmış? Sen nasıl tanımazsın onu?"

"Büşra, abartıyorsun. Ayrıca burada hakkında bir şeyler bildiğim tek insan bir sensin bir de Defne. Bence buna bu kadar şaşırmaman gerekiyordu. Önemsemiyorum hem. Yarın unutacaktır."

"Enis'ten bahsediyoruz, o sorunlu hiçbir şeyi unutmaz!"

"Abartıyorsun. Teması kötü çocuklar olan dizileri izlemeyi bırakmalısın."

Huysuz bir şekilde homurdandı. Tam sessizlik hakim oldu sanmışken Büşra'nın elini boynumda hissettiğimde bir anda gözlerim kocaman açıldı ve boynumda taşıdığım şeyin varlığını hatırladım. Elim ânında Büşra'nın boynumda duran eline kayarken sertçe yutkundum. Büşra ani hareketim karşısında şaşkın şaşkın yüzüme baktı.

"Şey, yalnızca bakacaktım," dedi kekeleyerek. "Gerçekten çok güzel görünüyor. Nereden aldın?"

"Ben almadım," diye ağzımdan kaçırdığım anda Büşra'nın kaşları havaya kalktı, bana inanamayan gözlerle baktı.

"Oha! Biri mi var?"

"Hayır. Ne alaka?" diye çemkirdim. "İlla biri mi olması gerekiyor? Saçma sapan şeyler düşünmekten vazgeç."

"Birisiyle çıkmanın nesi saçma Merve?"

"Sen ve senin engin romantizm bilgilerinden konuşmak istemiyorum Büşra."

"Tamam tamam," dedi dudaklarını büzerek. Bir an da duraksadı ve tekrar bana döndü, gözlerimi devirip yönelteceği soruyu bekledim. "Dersten sonra staja gitmen gerekmiyor muydu senin?" diye sordu sessizce.

"Bugünlük izin verdi bana. Bu saatten sonra gitmemin bir anlamı yokmuş, öyle söyledi. Yani Karan'ın..." Duraksadım. "Karan Bey'in haberi var."

"Ay, Kara Prens!" dedi Büşra tekrar bağırarak. Hoca bir kez daha ikimize baktığında parmağımla Büşra'yı işaret ederek omuz silktim. Büşra ağzına görünmez bir fermuar çektiğinde hoca, "Vizelere az kaldı, biliyorsunuz değil mi hanımlar? Goygoydan vakit bulursanız not alırsınız," dedi önüne dönerken.

"Vizeleri falan hatırlatmasa olmaz." Büşra yüzünü buruşturduktan sonra tekrar bana sokulup gözlerini kıstı. "Kız, harbiden siyahtan başka renk giyiyor mu hiç?" Dudaklarını büzdü. "Nasıl biri?"

"Aman Büşra, of ya!"

Ders bitiminde Büşra ile birlikte fakülteden çıkarken yağmur çiselemeye başlamıştı. Kaldırıma koyu renk lekeler bırakan yağmurun kokusu yoğunlaşırken derin bir nefes aldım. Büşra elindeki not dolu defteri çantasına tıkıştırmaya çalışıyordu.

"Bana hâlâ boynundakini sana kimin aldığını söylemedin," diye mırıldandı adımlarını hızlandırıp bana yetişmeye çalışırken.

Yüzümü ıslatan yağmur damlalarının soğuk dokunuşları yanaklarıma oturan ısının azalmasına yetmiyordu. Büşra bir anda kolumu dürtünce irkilerek omzumun üstünden ona baktım. Çenesiyle ileriyi işaret ediyordu. İşaret ettiği yöne baktığımda Karan'ın siyah Range Rover'ının ön kaputuna yaslanmış, kollarını göğsünün üstünde toplamış şekilde beni izliyor olduğunu gördüm. Siyah saçları yağmurdan ıslanmıştı ve dağınık görünüyordu. Altında siyah bir kot, üstünde ilk iki düğmesi açık duran siyah bir gömlek vardı. Gün ışığının yardığı çatlamış kurak topraktan kafasını çıkarmış siyah bir güle benziyordu.

Kalbim süratle çarpmaya başladı. Yalnızca birkaç saniye süren ama asırların üstünden altın harflerle geçeceği bir bakışma geçti aramızda. Büşra'nın koluma tekrar dokunduğunu hissedebiliyordum ama şu an Karan'a kilitlendiğim için dönüp ona bakamıyordum.

"Sanırım senin için gelmiş," diye fısıldadı Büşra, sesi şaşkındı ama ondan daha şaşkın biri varsa, o da bendim şu an. Adımlarımız bıçak gibi kesilmişti, öğrenciler etrafımızdan yürüyüp gidiyorlardı. Büşra bir kez daha kolumu dürtüp, "Şey, sanırım yanına gitmen gerekiyor?" dedi sorar gibi.

Başımı yavaşça sallarken, "Evet," diye fısıldadım. "Seni ararım." Büşra'ya bakmadan etrafı kısaca kolaçan ederek Karan'a doğru yürümeye başladım. Ayak bileklerim sızlıyordu, kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu ve başım dönmeye, midem bulanmaya başlamıştı. Onun önünde dikildiğimde gözlerini indirerek yüzüme baktı.

"Burada ne işin var?" diye sordum kafamı kaldırıp gözlerinin içine dikkatle bakarken.

"Ben de sana çok meraklı değilim velet," dedi soğuk bir sesle. Kalbimin büküldüğünü, tıpkı bir çamaşır gibi ikiye katlandığını hissettim ama yüzümde herhangi bir duygu değişimi yaşanmadı. "Hemen sağ tarafımdaki lacivert Mercedes'i görüyor musun? Sakın bakayım deme. Dedem şu an iz üstünde. Birlikte nasıl vakit geçirdiğimizi öğrenmeye çalışıyor."

"Bizim için gelmemiş, mendilimi uzat," dedi diğer Merve ağlıyor gibi bir ses çıkartırken.

"Ne yapmamız gerekiyor yani?" diye sordum Karan'a.

"Şöyle ki," dedi yavaşça bana doğru bir adım atıp, aramızdaki mesafeyi sıfıra indirerek. O kadar uzun boyluydu ki, eğilmiş olmasına rağmen alnım çenesine değiyordu. Nefesim daralırken Karan kolunu yavaşça belime sarıp beni kendisine doğru bastırdı. Fakültenin hemen önünde olduğumuzun farkında mıydı bu adam?

"Hey, kes şunu!" dediğimde sesim titredi. "Arkamızdaki binayı görüyor musun? O bina ne, biliyor musun? Okul. Benim okulum!"

Karan'ın diğer eli saçlarıma uzandı, Büşra'nın gitmiş olmasını dilerken gözlerimi yumdum. Dağınık, uzun saçlarımı arkaya atarak yüzümü ortaya çıkardı. Kendini geri çekerken gözlerimi açtım, gözlerinin siyahının bir ton daha koyulaştığını görür gibi oldum ama onun gözleri zaten dipsiz siyahtı.

"Üzgünüm velet," diye mırıldandı, yüzü yüzüme hâlâ çok yakındı. "İhtiyar gidene kadar yanımda olmak zorundasın. Sonrasında sana yapman gerekeni söyleyeceğim."

Yapmam gereken? İçime koyu renk bir huzursuzluk çökerken omzumun üstünden okula doğru baktım. Çok şükür ki Büşra çoktan gitmişti. Araca binerken kendimi tedirgin hissediyordum. Karan sürücü koltuğuna oturup cipin motorunu çalıştırana kadar gözlerimi dizlerimden ayırmadım.

"Deden ne zamandan beri iz sürücülük yapıyor?" diye sordum yavaşça. Cevap vermedi. "En azından nereye gittiğimizi söyle."

"Çocuk parkına," diye homurdandı ağzının içinden. Kaşlarımı kaldırarak ona baktığımda o da bana baktı. "Küçük bir kızım var da, onu oynatmaya götürüyorum."

"Gerçekten çocuk parkına mı gidiyoruz?"

Başını geriye atarak dikiz aynasından arkaya baktı.

"Senin o garip beyninin içinde dönen dönme dolapları cidden görmek istiyorum ben ya," diye fısıldadı ve omzunun üstünden tekrar bana baktı.

"İnsan gibi sana nereye gittiğimizi sordum, topa tuttun resmen beni."

"Ya oradan bakınca çocuk parkına gidecek bir adama mı benziyorum ben kızım?"

Buradan baktığımda çocuk parkına giden organ mafyalarına benzediğini düşünüyordum. Cevap vermedim.

Bu onu memnun etmiş olacak ki yol boyunca hiçbir şey konuşmadı. Cip, Kordon'un diğer ucundaki deniz kıyısında durduğunda anlam veremeyen gözlerle önümüzde çarşaf gibi kıyıyı usulca okşayan buruk mavi denize baktım.

"Neden burası?" diye sordum ama cevap vermeden araçtan indi.

Gözlerimi tekrar ön cama çevirdim, denizin üstüne düşen yağmur taneleri denizin çarşafımsı görüntüsünü belli belirsiz bozuyordu. Aracın kapısı açık durduğundan soğuğu hissedebiliyordum, şortun içindeki bacaklarımı âdeta ısırıyordu. Karan'ın hemen denizin kenarında duran hafif yosun tutmuş kayalıklara doğru yürüdüğünü gördüm. Karan kayalıkların üstüne çıktığında bir süre tereddütte kalsam da araçtan çıktım ve onun yanına gidip hemen dibindeki diğer kayalığın üzerine çıktım.

"Babanla konuştun mu?" diye sordu gözlerini denizden çekmeden, yağmur yavaşlamıştı ama denizin üzerine düşen her bir damla denizin yüzeyinde gitgide genişleyerek yok olan halkalar çiziyordu.

Sorduğu soru beynimin loblarından aşağıya siyah bir mürekkep gibi aktı, akarken geçtiği yüzeylerde kalıcı mürekkep lekeleri bıraktı.

"Onunla konuşmamı gerektirecek herhangi bir durum olmadığından konuşmadım. Mümkün olduğunca az iletişime geçeriz biz."

Gözlerimi yavaşça denize çevirdim, sonu yok gibi görünen denizin bile bir sonu varken, yaşadığımız acıların neden bir sonu yoktu? Esen o hafif rüzgâr saçlarımı yavaşça havalandırdı ama çok sürmedi, bedenime dokunup geçip gitti.

"Durumu nasıldı peki? Görmüşsündür mutlaka," dedi, sesi düzdü ama içinde anlam veremediğim ayrıntılar gizliydi sanki. Omuz silkip kollarımı göğsümün üzerinde topladım.

"Eve gittiğim gibi duş alıp odama çekildim. Sabah da erkenden çıktım."

"Kaçacaksın dememiştim Çakıltaşı. Savaşacaksın demiştim."

"Bana vurdu. Sen de söyledin, bunun bir açıklaması olamaz dedin ve onun bana ilk fiziksel şiddeti değildi bu. Beni yalnız bıraktı, daha bilmediğin bir ton şey var senin. Saymamı ister misin?" Yüzümdeki ifadesizliğin aksine sesimde isyan vardı. "Senin duymak bile istemeyeceğin şeyleri bana o yaşattı."

Bakışlarının bana döndüğünü hissettim. Rüzgârın uğultusu kulaklarımı çınlatıyordu.

"Ne yapacaksın peki?"

"Yeni bir sayfa açacağım," dedim durgun bir sesle. "Biliyorum, kulağa çok klişe geliyor ama öyle yapacağım. Yeni bir sayfa iyidir."

Dudakları alayla yukarı kıvrıldığında bedenini tamamen bana döndürmüştü.

"O yeni sayfaları bilmem kaç kez açmışımdır Çakıltaşı. Yırttıklarımı saymam. Bir boka yaramıyor." Cevap vermedim. "Çok küçüksün," dedi, sesi sitem eder gibiydi ve sanki bir şeyleri kabullenmeye çalışıyordu. Gözlerimi kusursuz yüzüne çevirip onu inceledim. "Gerçekten çok küçüksün. On dokuz sana çok büyük bir yaş gibi geliyordur şimdi. Her şeyi başarabileceğini düşündüğün bir yaş gibi, değil mi? Değil. Daha yolun başındasın velet."

"Yan yana yürüsek hemen biter o yol," diye fısıldadı diğer Merve, bunu yalnızca diğer Merve ve ben duyabiliyorduk ne yazık ki. Karan'ın yüzünü izlemeye devam ettim.

"Bakma öyle," dedi tekrar sitem eder gibi. "Yalan mı? Küçük... Küçücük değil misin?"

Eli usulca rüzgârın dağıttığı saçlarıma kaydı, saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken gözlerini gözlerimden ayırmadı. Siyah gözlerine çöken kasveti izlerken, o bakışların altında anlamını bilmediğim kelimeler sakladığını düşünüyordum.

Bir gün o sakladığı kelimeleri sobeleyebilmek istiyordum.

"Küçüklük yaşla alakalı olan bir şey değil. On dokuz yaşındayım, on altı yaşında değilim ama on altı yaşındayken de her şeyin farkındaydım," diye fısıldadığımda gözleri kazağımın açık duran üst düğmelerinin yarattığı dekolteden görünen siyah çakıl taşı kolyeme kaydı. Bir süre ifadesiz gözlerle boynumdaki kolyeye baktıktan sonra gözleri tekrar gözlerime doğru tırmandı.

"Belki öyledir ama şu an benim için önemli etkenlerden biri senin yaşın. Senin yaşın on dokuz olabilir ama benim için bu çok büyük bir yaş değil," diye fısıldadı. Fısıltısı tüm bedenimi gezdi, gözlerinin içine yok edemediğim bir istekle baktım. Yüzüne düşen yağmur damlaları bronz teninden sicimle iniyordu. Yaşım onun için çocuk.

"Neden peki?" diye sordum sessizce.

Bir eli omzuma kaydı, omzumu hafifçe sıktı. Yüzünü yüzüme yakın bir yere indirip sıcak nefesini yüzüme doğru bıraktı. Kirpiklerimin altından ona bakarken kalbimi kusacakmışım gibi hissediyordum. Sertçe yutkunduğunu duydum. Dudakları yavaşça aralandı.

"Küçüksün," dedi üstüne basarak. "Ben yirmi altı yaşındayım, belki oradan, senin olduğun yerden bakınca ben çok büyük bir adam değilim ama ben buradan bakınca küçük bir kız görüyorum. Sen yaşıtlarım için olmasa da benim için çok küçüksün."

"Olgun kadınlardan hoşlandığın için böyle düşünüyorsun, değil mi? Kendinden büyük kadınların seni anlayacağını düşünüyorsun," diye mırıldandım ve şaşkınlığın siyah gözlerindeki raksını izledim.

Buna cevap vermek yerine, "Körpesin ve de çok asisin. Söz dinlemiyorsun. Karanlığın içine yuvarlanmaya çalışmaktan vazgeç. Karanlığa sürükleniyorsun. Zararın neresinden dönersen kârdır," dedi, sesi beni bilinmezliklere sürüklüyordu.

Kalbim, bir yılanın değiştirdiği derisini geride bıraktığı gibi kendi içinden çıkmak ve bu hisleri gerisinde bırakmak istedi. Tam olarak neden böyle hissettiğimi bir türlü anlayamasam da Karan'ın kelimelerinin ucunda beni hedef alan, ucundan kan damlayan oklar vardı.

"Ya benim o karanlığa çok ihtiyacım varsa?"

Yüzlerimiz arasındaki mesafenin kapanmaya başladığını fark ettiğimde ayağımın altındaki kaya parçalanıyordu sanki. İçimde bir panik havası baş gösterdi. Gözlerim Karan'ın yüzüme yaklaşan yüzünde dolaşıyordu. Karan'ın burnunun ucu burnumun ucuna değdi, ardından yanağını yavaşça yanağıma yasladı ve dudağını kulağımın yakın bir yerine getirip, sıcak nefesini kulağıma bıraktı. Bedenim teline dokunulmuş keman gibi titrerken Karan'ın boynundan yükselen ağır acı çikolata kokusunu alabiliyordum.

"Bu zararın artık dönülecek virajı da kalmadı velet."

Ve yağmur hızlandı. 


🦋

Continue Reading

You'll Also Like

205K 3.7K 20
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
Haz By 🍀

Romance

191K 2.2K 16
"Siktir, kırmızı senin rengin." Sütyenimin açıkta bıraktığı göğüslerimi öpmeye başladı. Bir eliyle kalçalarımı sıkıyor diğeriyle de kasıklarımı okşuy...
65.5K 5.2K 6
Hiç kapanmamak üzere açılan yaralar, kanamaz. İz bırakır. Ve o iz sonsuza dek geçmez, Yanı başında kalır.
208K 9.5K 34
Geçmişi yüzünden güven problemi olan Kadın, Kadını gördüğü anda Aşık olan adam. _________ "Sınırları aşma Yüzbaşı." dedim ciddiyetle. Aramızdaki boş...