ASİ ÇAKILTAŞI

By binnurnigiz

17.8M 661K 493K

Dışarıda devam eden bir hayat, içimde kalbi duran bir kız çocuğu vardı. Asi Merve Karakuyu, ailesi ve kendisi... More

ASİ ÇAKILTAŞI
1. BÖLÜM: KONFERANS
2. BÖLÜM: KİMSESİZ
3. BÖLÜM: İLK VAZGEÇİŞ
4. BÖLÜM: ASANSÖR
5. BÖLÜM: DART TAHTASI
6. BÖLÜM: SİYAH ÇAKILTAŞI
8. BÖLÜM: KARANLIK
9. BÖLÜM: DAVET
10. BÖLÜM: YAŞIN ÇOCUK
11. BÖLÜM: APSE
12. BÖLÜM: ŞEFKAT
13. BÖLÜM: OKYANUS
14. BÖLÜM: MASUMİYET
15. BÖLÜM: KUYU
16. BÖLÜM: SİYAH KELEBEK
17. BÖLÜM: SINIRLAR
18. BÖLÜM: TATLI
19. BÖLÜM: BUZDAN KALE
20. BÖLÜM: VAVEYLA
21. BÖLÜM: ISLAK KELEBEK
22. BÖLÜM: MİSAFİR
23. BÖLÜM: ALİ
24. BÖLÜM: AĞ
25. BÖLÜM: MAĞARA
26. BÖLÜM: KEHF
27. BÖLÜM: KİLİT
28. BÖLÜM: KUYTU
29. BÖLÜM: KELEBEKLER VADİSİ
30. BÖLÜM: AY IŞIĞI
ÖZEL BÖLÜM: 17 KASIM
31. BÖLÜM: SARHOŞ
32. BÖLÜM: ANAHTAR
33. BÖLÜM: İMTİHAN
34. BÖLÜM: ÖZ
35. BÖLÜM: KÖRDÜĞÜM
36. BÖLÜM: UÇURTMA
37. BÖLÜM: RÜYA
38. BÖLÜM: SARMAŞIK
39. BÖLÜM: ATEŞ
40. BÖLÜM: ACI
41. BÖLÜM: ÖFKE
42. BÖLÜM: SAPLANTI
43. BÖLÜM: RÜZGÂR GÜLÜ
44. BÖLÜM: ÖTENAZİ
45. BÖLÜM: ÇIKMAZ SOKAK
46. BÖLÜM: SOLUK
47. BÖLÜM: MAYIN TARLASI
48. BÖLÜM: KİBRİT ÇÖPÜ
49. BÖLÜM: CENNETTEKİ ÇOCUK PARKI
50. BÖLÜM: KÖPRÜ
51. BÖLÜM: YANARDAĞ
52. BÖLÜM: REYC
53. BÖLÜM: ZERİR
54. BÖLÜM: LUNAPARK
55. BÖLÜM: ÂYA
56. BÖLÜM: GÜNEŞ
57. BÖLÜM: MAHŞER
58. BÖLÜM: VEBAL
59. BÖLÜM: KALEM
60. BÖLÜM: YANSIMA

7. BÖLÜM: İZLERİN FISILTISI

282K 15.2K 5K
By binnurnigiz

🦋


Patty Griffin – Rain


7. BÖLÜM

İZLERİN FISILTISI


Gözlerime gömdüğüm tebessümler, ruhumda kendi kendinin boğazını parçalayan çığlıkların annesiydi. Ruhumdaki izlerin fısıltısını duyuyordum.

Derin, tuzlu ve dibinde beni neyin beklediğini bilmediğim bir okyanusun içinde, her seferinde o okyanusun tuzlu suyu ciğerlerimin tüm kıvrımlarına doluşup, kıvrımları dolduruyormuş gibi hissediyordum.

"Senin adına çok sevindim," dedi Yaşar Bey sonunda tekrar konuştuğunda. "Sonunda bir işin ucundan tutmaya başlamışsın eşek sıpası."

Karan'ın belimi tıpkı kara bir yılan gibi saran kaslı kolu sıkılaştığında, alenen beni tehdit ettiğini bu hareketinden yola çıkarak anlayabilmek çok da zor değildi.

"Evet," dedi.

"Kızın ailesinin haberi var mı?" diye sordu Yaşar Bey. Karan birkaç saniye sessiz kaldıktan hemen sonra elini usulca belimden çekti, büyük ellerini dizlerinin üstünde birbirine kenetledi.

"Henüz ailesinin haberi yok," dedi usta bir tiyatro oyuncusunu aratmayacak şekilde. "Ama en kısa zamanda olacak."

"Sana da bu yakışır. Kızın ailesinden habersiz görüşmek yakışık almaz. En kısa zamanda ailesiyle tanışalım." Yaşlı adam kararlı gözlerine yayılan şefkati saklamadı, bakışlarını bana doğrultup genişçe tebessüm etti. Tepkisiz bir şekilde adama bakakaldım.

Birkaç saniye kendime düşünmek için zaman tanıdım. Burada neler dönüyordu? Ağzımı açmak istesem de okul hayatımı riske atmaya da hiç niyetim yoktu. Yaşlı bir adamı ayakta uyuttuğu için asıl suçlu olan oydu ayrıca.

"Dede şimdi bunları konuşmanın ne yeri ne de zamanı. Sen neden geldin buraya?"

Yaşar Bey bir süre tip tip torununa baktıktan sonra boğazını temizledi ve sandalyeyi yavaşça döndürerek camdan duvardaki manzarayı izlemeye başladı. Şehir resmen ayaklarımızın altında serili duruyordu. Fethiye'nin Kordon'u her ne kadar şirkete uzak bir konumda da olsa, denizin manzarası buradan bakılınca dibimizdeymiş gibi görünüyordu.

"Seni kontrole geldim. Malûm, sen hiç uğramaz oldun." Yaşlı adamın sesinde kırgınlıktan ziyade benim gibi bir kızın anlam veremeyeceği türden bir hüzün oluşmuştu. Yaşının getirisi olan çizgilerin sardığı gözlerini manzaradan bir an olsun çekmedi ama o bakış yüzünden silinmedi.

"Vakit yarattıkça gelmeye çalışıyorum," dedi Karan, sesi soğuktu.

"O zaman hiç vakit yaratamıyorsun."

Karan cevap vermedi, dedesi de üstüne gitmedi. Üçümüz de birkaç dakika sessiz kalıp, -ki ben olayın başından beri sessiz olan taraftım- manzarayı izledik. Sessizliğin bozulacağını Yaşar Bey'in gözlerinin üstüme dönmesiyle birlikte kavradım. Sevecen, sıcacık bir şekilde dudakları yukarı kıvrıldı. Karan'ın aksine gülümseyebiliyordu. Bu ailede damarlarından katran akan tek kişi Karan mıydı acaba?

"Kaç yaşındasın güzel kızım?"

Şu an ne cevap vermem gerektiğini gerçekten bilmiyordum. Yaşımın on dokuz –ki kısa bir süre sonra yirmi olacaktı– olduğunu söylemem doğru olur muydu? Belki de kafamdan bir yaş uydurmalıydım. Bu herifin çok daha olgun kadınlardan hoşlandığı kesindi.

"Yirmi üç," diye yalan söyledim. Dişlerimin arasına alarak ısırdığım yanak içlerim sızladı. Bu sevimli ihtiyara yalan söylediğim için vicdan azabı çekecektim ama yapacak bir şey yoktu.

"Maşallah... Ah, bu arada!" dedi heyecanla. "Bir süre Fethiye'deyim ben, eşek sıpası! Kayseri'deki işleri Sırrı'ya emanet ettim!"

Karan'a baktım. Beynine bir mermi saplansa, merminin beynine saplanmasına bile bu kadar şok olmazdı. Gözlerini dedesine sabitlemişti, ardından bakışları usulca bana döndü.

Bak bu hiç hayra alamet değildi yalnız.


🦋


Birkaç saniye avucumda duran su şişesinin içindeki durgun suyu izledim. Yarısından fazlasını içmiştim. Sorular, çayın çaydanlığın dibine çöküp, koyu rengini suya verdiği gibi önce zihnimi kendi rengine boyadı, ardından da zihnimin zeminine çöküp dağıldı. Asansörün otomatik kapısı kayarak kapandığında başımı metal duvara yaslayıp Karan'a baktım.

"Beni neden böyle bir yalanın içine sürüklediğinizi sorabilir miyim?" Beni oradan çıkarırken, dedesine yemeğe çıkacağımız yalanını söylemişti. Yaşlı adamcağız çok mutlu olmuştu resmen.

"Asansördeyken sizli bizli konuşma, bey kuralı sadece şirketin içinde dolanırken geçerli."

Gözlerimi sinirle açıp Karan'a diktim. Benim aksime o kadar rahat, o kadar umursamaz görünüyordu ki aklım almıyordu şu an. Harelerime yayılan ateşi hissettim.

"Resmen yaşlı bir adama yalan söyledim senin yüzünden!"

"Uymasaydın o zaman bana," derken sesi öyle ifadesiz çıkmıştı ki, gerilip ona yumruk atmak istedim. "Seni zorlayan mı oldu?"

"Sen beni tehdit ettin!"

Kaşlarını kaldırarak omzunun üzerinden bana garip bir bakış attı. Siyah, kadifeden bir okyanusun yüzeyine yansıyan ay ışığının oluşturduğu yakamoz görüntüsünün çöktüğü gözleri karşısında kendimi savunmasız hissediyordum. Ama yine de kendimden ödün vermemek adına ona dik dik bakmayı sürdürdüm.

"Seni tehdit falan etmedim ben," dedi kuru bir sesle. "Ağzımı açıp sana tek kelime bile etmedim."

"Ağzını açmana gerek mi kaldı? Tutuşundan tehdit akıyordu."

"Bence sen her şeyi sana yapılmış bir tehdit olarak algılıyorsun velet," dedi sert bir sesle, hemen ardından bakışlarını önüne çevirdi. Bir süre sessiz kalarak onun profilini seyrettim. Düzgün burnu ile kalın üst dudağının ortasında duran çizginin yarattığı çukura bakarken garip hissetmiştim. Sus çizgisi. Onun sus çizgisi çok derindi. Susturulmuş, susmuş gibi.

Asansör durdu, kapı kayarak açıldı ve Karan önden, ben onun arkasından asansörden çıkarken tek kelime dahi etmedik. Girişteki sekreter ve hemen çıkış kapısının önündeki güvenlik görevlisi ile kısaca selamlaştı, ardından şirketten çıktık. Karan büyük adımlarla Range Rover'ının olduğu otoparka doğru yürürken ben de tıpkı annesini takip eden bir ördek yavrusu gibi onun arkasından ilerliyordum. Cipin uzaktan kumandası ile kilidi açtı, küçük tık sesinin ardından ışıkları yanıp sönen cipin ön yolcu koltuğunun kapısını açıp bindim.

Karan aracı çalıştırırken, "Tam olarak nereye gidiyoruz?" diye sordum. Derin bir nefes alıp direksiyonu sağa doğru yavaşça kırdı ve aracı ustaca otoparktan çıkardı. Aracın içindeki ısıtıcı çalışmaya başlamıştı, ayaklarıma yayılan sıcak yavaşça bedenime tırmanırken gözlerimi ön cama sabitledim.

"Bir şeyler yemeye gidiyoruz."

"Zorunda değilim," diye homurdandım. "Benim cezam senin şirketinde staj yapmak olacaktı. Bu değil. Senin ailevi meselelerin beni ilgilendirmiyor. Yaşlı bir adamı kandırmayacağım."

"Kandırdın zaten." Gözlerini yoldan ayırmadan konuştu. "En başta bana uymasaydın o zaman ufaklık? Artık geri dönüşü yok maalesef. Bana uydun."

"Sana uyduğum falan yoktu. Sen benim hiçbir şey söylememe bile izin vermedin ki!"

"Benden izin isteyecek kadar uysal bir kız olduğunu düşünmüyorum Çakıltaşı. Aksine. Kafamdan aşağı kahve boşaltırsın diye düşünüyordum ama sen orada bana uydun. Açıkçası bu beni şaşırttı."

"Ben sana uymadım!" diye bağırdığımda omzumun üstünden ona baktım, kaşlarım alnımın üzerine çıkmıştı resmen. Uzun parmaklı elleri direksiyonu çok sıkı kavramıştı, gördüğüm kadarıyla o da tam şu an bana kafa atmak istiyordu.

"Gayet de uydun," dedi gözlerini bana çevirirken. Mühür karası gözlerinin içinde beni suçlayan bir ifade yakalar gibi olunca kaşlarım daha da çatıldı.

"Seninle bunu tartışmayacağım. Stajımın bitmesine yalnızca beş gün kaldı. Beş gün sonra senden kurtuluyorum." Omuz silktim. "Ayrıca o yaşlı adamcağızı kandırdığın için de kendinden utanmalısın. Bir de olgun, yaşını başını almış bir yetişkin olacaksın sen! Beni ezen adama da bakın! Çok komiksin!"

"Kızım az bir sus da motorun soğusun," derken kaşları çatıldı. Hemen önümüzde akmakta olan trafik tam şu an tıkanmıştı. "Arabaya bindiğimizden beri hiç susmadın. Bu çeneyle evde kalırsın sen, haberin olsun."

"Evlenmeyeceğim ben zaten!" diye bağırdım sinirle.

Sağ kaşı yukarı kalktı. "Niye evlenmeyecekmişsin?" diye sordu, bana tuhaf bir yaratık görmüş gibi bakarken.

"Evlenmek istemediğin için evlenmeyeceğim."

"Evlenmek istememe sebebin ne?" diye sordu, sesi dümdüzdü.

"Evlenmek istememe sebebim, evlenmek istememem."

"O beyninin garip şeklini cidden merak etmeye başladım," dedi alayla.

"Beynimin şekliyle ne gibi bir alıp veremediğin var, anlamıyorum," dedim gözlerimi yavaşça ön cama çevirirken. Asfalt altımızda akıp gidiyordu ama trafik biraz sıkışık olduğundan yavaş ilerliyorduk.

"Bahsini ettiğimiz şeyin varlığından bile şüpheliyim Çakıltaşı."

Cevap vermedim. Karan Çakıl beni Fethiye'nin gözde mekânlarından biri olan Cafe Park Teras'a getirmişti. Burası Kordon'un hemen karşısında, oldukça yüksek bir kafeydi. Terasın en tepesinde tüm Fethiye ayaklarının altına seriliyordu. Mekânın sahibi şehrin en yüksek binalarından birini kaptığı için şanslı olsa gerekti. Buraya birkaç kez Defne'nin zoruyla geldiğim için mekânı az çok biliyordum ama şu an o kadar gergin hissediyordum ki, manzaranın güzelliğine bir türlü odaklanamamıştım.

Karan en güzel masalardan bir tanesine oturduktan sonra önündeki menüyü karıştırma gereği bile duymadan sırtını konforlu tekli koltuğa yasladı ve ben de hemen karşısındaki koltuğa oturdum. Karan'ı gören benim yaşlarımda olduğunu düşündüğüm temiz giyimli garson çocuk çoktan etrafımızda pervane olmaya başlamıştı bile.

"Karan Bey hoş geldiniz," dedi garson. "Ne alırsınız?"

Karan gözlerini deniz manzarasına çevirdi, temiz havayı ciğerlerine doldururken geniş göğsü ileri doğru şişti. Güneşin yüzeyine ışığını yayıp kendi tenini yansıttığı o durgun deniz, üstüne pırlantalar serpiştirilmiş mavi bir kadife gibi parıldıyordu.

"Sade, sert bir kahve."

Garsonun bakışları bana döndü. "Siz ne alırsınız efendim?"

"Sade kahve," diye mırıldandım.

Karan Çakıl bakıldığında sabah kahvaltısı yapmak yerine şöminenin önünde viskisini yudumlayan adamlara benziyordu. Daha çok alkol adamı gibi görünüyordu.

Bakışlarımı Karan'a sabitlediğimde garson çoktan yanımızdan ayrılmıştı. Karan'ın profilini izlemeyi sürdürdüm. Düzgün burnu bu açıdan bakılınca erkeksi görünüyordu, hoş yüz hatlarına sahipti. Âdem elması sanki boğazını parçalayacakmış gibi belirgin duruyordu.

Gözlerini manzaradan çekmeden, "Gözlerini üzerimden çekecek misin?" diye sordu, sesi sakindi ama daima altında yatan bir alay vardı. Yanaklarım ısınırken gözlerimi onun üzerinden çektim ve önümdeki pahalı, şık görünümlü masaya düşürdüm. Martıların çıkardığı hoş sesleri ve Kordon boyunda dolaşan insanların uğultulu sohbetlerini işitebiliyordum.

"Seninle bir anlaşma yapalım," dedi aynı düz sesiyle.

"Ne anlaşması?"

"Dedem Kayseri'ye dönene dek benim sevgilimmiş gibi davranacaksın."

Bir an kalbim göğsümü parçalayacak sandım. Romantik yaz dizilerinden birinin içine mi düşmüştüm? O kadar saçma geldi ki kalbimin atışlarına bile öfkelendim. Bir anda etraftaki uğultu mu artmıştı yoksa kanım damarımın içinde kaynamaya mı başlamıştı? Bakışlarımı masadan uzaklaştırıp ona çevirdim, bana bakıyordu. Kararlı kara gözlerine çöken karanlığın içinde tek bir ışık zerresi bile bulamadım. Birkaç saniye hızla geçti, saniyelerin okları dakikanın göğsüne saplandı.

"Cevabın nedir?"

Gözlerimi onun gözlerinden uzaklaştırmaya çalışırken, "Böyle bir şey yapmayacağım," dedim düz bir sesle. Diğer Merve zihnimin içinde, "Aptal!" diye bağırıyordu.

"Bence yapmalısın," derken gözlerindeki karanlık gitgide genişleyerek gözünün beyazına kadar yayıldı sanki. Gözleri üst üste istiflenmiş kadifeden siyah kumaşlara benziyordu. "Yerinde olsam yapardım. Sonuçta iyi bir üniversiteye gitmek istersin, değil mi?" Alayla güldü. "Mükemmel geçecek sınavlar ve iyi bir gelecek şu an tam karşında duran zorba, tehditkâr ve vazgeçmek nedir bilmeyen bu adamın avucunun içinde duruyor. Sana bunları verebilirim."

"Beni tehdit ettiğini kabul ettin sonunda."

Koyu renk gözlerimizin arasında siyah şimşekler çaktıracak kadar yoğun ve tehditkâr bir biçimde bakıyorduk birbirimize. Aniden garson gelip önümüze kahvelerimizi koyunca siyah şimşekler küçük birer elektrik kıvılcımı saçarak yavaşça ortadan kayboldu. Karan Çakıl beyaz fincanını kendine doğru çekerken gözlerini gözlerimden bir an olsun ayırmadı.

"Ben buna tehdit demezdim. Teklif derdim. Sana göre yaptığım, söylediğim her şey tehdit içermiyor mu zaten?"

"Şu an benden yardım dileniyorsun," dedim kendimi beğenmiş bir şekilde. Karan'ın kavisli gür kaşları alayla yukarı kalktı. Etli alt dudağını diliyle ıslatırken mideme yumruk yemişim gibi hissedip bakışlarımı ânında gözlerine çevirdim.

"Gerçekten senden yardım dileneceğimi düşünecek kadar aptal olamazsın." Dirseğini masanın üzerine koyup hafifçe masaya abanarak bana doğru eğildi. "Değil mi?" Nefesi yüzüme çarpıyordu, karnımdaki tüm kasların gerildiğini hissettim. Bedenim kaskatı kesilmişti. Yüzüme çarpan nefesi o kadar yakın ve kavurucuydu ki bir an olduğum yere tıpkı bir kazık gibi saplandığımı düşündüm. "Senin tüm hayallerin benim iki parmağımın arasında duruyor. Ya isteğinle bana yardım edersin ya da tüm hayallerinden vazgeçersin." Sesindeki tehlikeyi hissettim. "Karar senin."

Sertçe yutkunup onun kara gözlerinin içine baktım. Kuzguni siyahı gözlerinin içinde mermi kadar yıkıcı ve kararlı bir ifade belirmişti. O an onun yapacağı şeylerin bir sınırının olmadığını fark ettim.

"Bizim zaten hayallerimiz yok. Vazgeçebileceğimiz hiçbir şey yok," dedi diğer Merve sessizce. "Ama yine de kabul et. Bu teklifi kabul et!"

"Bu yaptığınıza ne derler biliyor musunuz Karan Bey?" diye sordum resmiyeti bir anda önümüze duvar gibi örerken.

"Ne derler?"

"Alçaklık derler." Yüzüne tükürür gibi baktım. "Umurumda değil. Elinizden geleni ardınıza koymayın. Kararlarımı yenebileceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Yenilmeye hiç niyetim yok. Beni parmağınızda oynatabileceğinizi falan mı sanıyorsunuz? Unutun bunu! Bir arazi için, bir kızın tüm hayallerini elinden alabileceğinizi düşünmezdim. Buradan bakılınca olgun, aklı başında bir adama benziyorsunuz ama ne yazık ki adamlıktan payınızı henüz alamamışsınız. Size bücür demek isterdim ama bücür olamayacak kadar da kartlaşmışsınız. Ayrıca elimden alabileceğiniz bir hayalim de yok. Hayalleri olmayan bir kızı, hayalleriyle tehdit edemezsiniz. İyi günler!"

Hızla ayağa kalktım ve Karan Çakıl'ı masada öylece bırakarak, kendimden emin ve hızlı adımlarla mekânın çıkışına yürüyüp hızla merdivenleri inmeye başladı. Yürürken çarptığım garsonlardan bir özür dahi dilememiştim.

"Aptal adam," diye fısıldadım binadan çıkarken. "Aptal!"


🦋


Cebimdeki anahtarı çıkarırken spor çantamı Karan'ın şirketinde unuttuğumu hatırladım ama bu ayrıntıyı önemsemedim. Anahtarı kapının deliğine sokarken içeriden gelen bağırış seslerini duyuyordum ama yüzümde herhangi bir duygu değişimi yaşanmamıştı. Anahtarı çevirmeden hemen önce biraz bekledim. Gözlerimi yumdum.

"Henüz konuşacaklarım bitmedi benim Dilek Hanım!" diye bağırdı babam. "Eğer benim getirdiğim ekmeği yiyorsanız, benim dediklerim olacak bu evde! Duydun mu lan beni? Kafana sok bunu!"

"Lütfen bağırma! Komşuları başımıza toplayacaksın yine. Hem Defne birazdan gelir eve... Duyarsa çok üzülür. Biliyorsun, hemen etkileniyor," dedi annem ağlıyor gibi konuşarak. Yumduğum gözlerimi yavaşça açarken dudaklarım yukarı kıvrıldı, bomboş gözlerle kapalı duran kapıya baktım. Neden yalnızca Defne'den bahsediyordu? Merve kimdi? Merve bu evin neyiydi? Ah, evet. Merve evin güçlü kızı, Defne kırılgan prensesiydi. Merve'yi ne etkilerdi ki?

Merve kırılmazdı. Merve parçalanırdı.

"Kapat o çeneni, amına koydurtma! Seninle evlendiğim güne binlerce kez lanet olsun!" Babam çıldırmış gibi bağırıyordu. "Senden çocuk yaptığım güne de lanet olsun! Ablamı dinlemeliydim, senin gibi bir sülükle, bir kan emiciyle evlenmemeliydim. Kızlarını da aynı kendine benzettin!"

"Allah aşkına ben ne yaptım sana Mehmet? Neden böyle davranıyorsun? Hiçbir şeyine karışmıyorum. O kadınla olan ilişkine bile göz yumuyorum!" Gözlerim şokla kocaman açıldı. "Yeter ki huzurumuzu kaçırma artık. İki yabancı gibi yaşamaya da razıyım ama artık evimde bir parça da olsa huzur istiyorum. Kızımı ağlatmaktan bıkmadın mı?"

Annemin kızı. Babamın o kadınla olan ilişkisi...

Anahtar deliğine soktuğum anahtarı yavaşça geri çektikten sonra kollarım bedenimin iki yanına düştü ve bir süre bomboş gözlerle yüzüme kapalı olan kapıyı izledim.

Ben bu kapının arkasında kalmıştım.

Ben bu kapının arkasında bırakılmıştım.

Bu boğazımda kalan gerçeğin yarattığı o iğrenç duygunun üzerine yutkundum. Bir yanım bu kez gerçekten çuvalladığımı fark etti ve diğer yanım bana yapılan bu büyük haksızlığın balyozunu kalbime vurdu. "Üzülme," dedi diğer Merve usulca. Sesi kırgın çıkmıştı. "Biz birbirimize yeteriz."

Arkasında bırakıldığım kapıya sırtımı dönerken kendimi savaştan sağ çıkan tek gazi gibi hissediyordum. Şehit düşememiştim, yaralıydım ve ölmemiştim. Bu yarayı ömrümün sonuna dek taşıyacaktım. Ölseydim, en azından yaralarımı taşıyan bedenim toprağa karışacak, ruhum arınıp ortadan kaybolacaktı. Yine de ölümü daha fazla düşünmemem gerektiğini fark ederek bu karanlık düşünceyi zihnimin düşünmemem gerekenler odasına kapatıp kapıları kilitledim. Biliyordum, bir şeyi düşündüğümde o şeye yoğunlaşıp yönelirdim. İntiharı zayıf bir eylem olarak görüyordum. Düşüncesi beni tatmin etmiyordu.

Güneşin yavaş yavaş ışıklarını silmeye başladığı sokakta yürümeye başladım. Karan'ın söyledikleri zihnimin duvarını yumrukluyordu. Peşinden koşacağım bir hayalim yoktu. Bu gerçek yüzüme ağır bir tokat indirmişti. O evden tamamen kurtulabilmem için iş güç sahibi olmak zorundaydım. Cebimdeki telefon titreyip duruyordu ama umursamadan yürümeye devam ediyordum. Sonunda oturabileceğim bir kaldırım taşı bulduğumda etrafı kısaca kolaçan ettim. Evden uzaklaşmıştım. Tümseğe oturduktan sonra cebimdeki telefonu çıkardım ve ekranı kaydırarak tuş kilidini açtım. Tuş kilidini açmamla kırmızı bir konuşma balonu belirdi. Tuhaf tuhaf ekrana bakarken konuşma balonuna tıkladım.


Gönderen: Anonim

Çok yalnızım. (18:29)


Kaşlarımı çatarak kırmızı siyah balonunun içindeki beyaz harflerle döşenmiş olan yazıya bakarken içimde bir şeylerin eğilip büküldüğünü hissettim. Bu uygulamayı telefonuma Büşra indirmişti, anonim kişilerle konuşabileceğimiz bir uygulamaydı ama hiç kullanmamıştım, şu âna dek yazanlara da hiç cevap vermemiştim. Neden bu uygulamayı silmediğimi düşündüm. Cevap yazmak ile yazmamak arasında kalmıştım ama parmaklarım çoktan telefonunun dokunmatik ekranında hareket etmeye başlamıştı bile.


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Ben de. (18:31)


Gönderen: Anonim

Hiç ölmek istediğin oldu mu? (18:33)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Olmadı. (18:34)


Gönderen: Anonim

Hiç ölümü düşündüğün oldu mu peki? (18:35)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Olacaktı az daha ama düşünmemem gerektiğini bildiğim için düşünmedim. (18:38)


Gönderen: Anonim

Neden düşünmedin? (18:41)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Eğer düşünseydim şu an hayatta olmazdım. (18:43)


Gönderen: Anonim

Kafasına koyduğunu yapanlardan mısın? (18:45)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Evet. Seninle neden mesajlaşıyorum ki ben? Sen de kimsin? (18:47)


Gönderen: Anonim

Ölmek isteyen biri. (18:48)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Zayıf. Yoksa sana korkak mı demeliyim? (18:50)


Gönderen: Anonim

Zayıfım ve korkuyorum. Ölmek istiyorum ama ölmekten çok korkuyorum. (18:53)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Korkak olmana sevindim. Bu bir korkaklıksa eğer, korkak ol. Şu an zayıf olduğunu düşünmüyorum. Eğer zayıf olsaydın şu an nefes alıyor olmazdın. İntihar zayıf ruhların ilacı. (18:56)


Gönderen: Anonim

İlginç birisin. Cinsiyetin ne? (18:58)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

İsmim yazıyor... Merve'nin üniseks bir isim olmadığını düşünüyorum ama senin ismin yazmıyor. (19:00)


Gönderen: Anonim

Pardon ya. Dikkatsizim biraz, bir de yabancılarla konuşmanın iyi gelebileceğini düşünen o çaresizlerdenim. Endişelenme yani, sapık falan değilim. Aslına bakılacak olursa erkek değilim zaten, hemcinsinim. Yalnızca... Bilirsin işte, pek iyi hissetmiyorum. Eğer bana cevap vermeseydin bir kutu uyku hapı içip sonsuz bir uykuya dalacaktım. Teşekkür ederim yabancı kız. (19:07)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Tuhaf kız. Hoşça kal. (19:09)


Gönderen: Anonim

Eğer sen de benim gibi bir çıkmaza sürüklenecek olursan bana buradan yazabilirsin. Hoşça kal. (19:11)


Bir süre telefon ekranındaki kırmızı konuşma balonuna baktım, ardından konuşma balonunu kapatıp kafamı kaldırarak gökyüzünü izledim. Bir yanım az önce işletildiğimi söylese de diğer yanım tuhaf bir kızın varlığına inanmak istiyordu. Oturduğum yerde ne kadar kaldım bilmiyordum.

Yavaşça eve doğru yürümeye başladığımda aniden çiselemeye başlayan yağmurun tenime indirdiği yumuşak darbelerle bir anlığına afalladım. Hava bugün iyi görünüyordu oysa. Fethiye böyleydi işte. Gündüzü yaz ise gecesi kıştı. Her ne kadar yağmuru çok seviyor olsam da adımlarımı hızlandırdım. Yağmur altında kalmamam gerekiyordu çünkü muayyen günüme çok az kalmıştı ve o günlerimde normal bir kadının çektiği ağrıdan kat kat daha fazla ağrı çekiyordum. Üşütürsem ağrım ikiye katlanacaktı ve bu kalça kemiğinizin kırılmasıyla hemen hemen eş değer bir ağrıyı bir hafta boyunca kasıklarımda taşımama neden olacaktı.

Biz kadınlar ağrı hamallarıydık.

Evin önüne geldiğimde derin bir nefes alıp verandanın altına girdim. Anahtarı deliğe sokup kapıyı açtıktan sonra içeri girip etrafı kolaçan ettim. Salona giden koridor karanlıktı. Ayakkabılarımı çıkarıp portmantonun yanındaki ayakkabılığa bıraktım. Saçlarım biraz ıslanmaz ve dağılmıştı, tam odamın kapısını açacaktım ki babamın sesini duydum.

"Neredeydin sen?" Sesi sertti, omzumun üstünden ona baktığımda banyodan yeni çıktığını gördüm. Saçları ıslaktı, teninden gelen sabun kokusunu alabiliyordum. İfadesizliğimi korumaya çalıştım. Annemin söylediği şeyler zihnimin içinde tekrar edip duruyordu. Kaşlarım çatıldı. Annemi aldatıyordu.

"Hava aldım biraz."

"Neredeydin dedim sana?" diye sordu yeniden kahverengi gözlerini gözlerimden ayırmadan. Sorgulayıcı kahverengi gözleri o kadar soğuk ve rahatsız edici bakıyordu ki, ona birkaç saniyeden fazla bakamadım.

"Neden beni görmezden gelmeyi denemiyorsun?" diye sorusuna soruyla karşılık verip göz ucuyla tekrar ona baktığımda kaşlarının çatıldığını gördüm. Dudakları düz bir çizgi şeklinde gerildi, çenesi kasıldı.

"Seni görmezden gelmeye çalıştıkça tıpkı bir çöp gibi gözüme batıyorsun," dedi acımasızca.

Kabuk bağlamasına bir türlü izin vermedikleri, dikiş atılabilecek deri bırakmadıkları o açık yara hafifçe sızladı. Kelimelerindeki acı tuzu açık yarama basıyordu.

"O zaman sen de yüzünü yıkamayı öğren," diye fısıldadım. Dişlerinin arasından hırlar gibi bir ses çıkardı ama geri basmadım, bana vurmasına asla izin vermeyecektim. Boş bir şekilde güldüm. "Gözüne battığım için üzgünüm," dedim, elim odanın kapısının kulpunda duruyordu. "Bu evde daha ne kadar görünmez olabilirim inan ben de bilmiyorum."

"Ukala."

Tam kapımı açacaktım ki eli boşta duran bileğimi sıkıca kavradı ve hiç de yumuşak olmayan bir şekilde sertçe beni kendine doğru çevirdi. Sıkarak çevirdiği bileğimdeki kemik sızlarken kaşlarımı çatarak, buz gibi bakan gözlerimi babama çevirdim. Babam ise benim aksime gözlerinden ateşler saçarak gözlerimin içine bakıyor, âdeta gözlerinden püsküren irinli nefreti üzerime akıtıyordu.

"Sana bir şey sordum değil mi ben?" diye bağırdı, ağzından saçılan tükürükler yüzümü ıslattı. "Neredeydin?"

"Bırak," dedim ruhsuz gözlerle. "Ayrıca ne bu ilgili baba tavırları ya? Hiç sana göre değil!"

Bileğimi biraz daha sıkarak bedenimi tamamen ona çevirmemi sağladı. Midem tanıdık bir duyguyla tepetaklak geldi.

"Bırak," dedim tekrar dişlerimin arasından. "Bırak bileğimi!"

Gözlerinde karanlık bir ifade büyüdü.

"Dün gece eve gelmediğinin farkındayım," dedi zehirli bir sesle. "Ne boklar yediğin konusunda hiçbir fikrim yok ama eğer benim şerefime laf getirtecek olursan ölümün benim ellerimden olur."

Dudaklarım alaycı bir kıvrımla şekillendi. Ona ruhsuz, duygudan uzak, küçümseyici bir şekilde gülümsediğimde hâlâ göz gözeydik. Beni neyle vurmaya çalıştığını, neyle itham ettiğini anlayabilmiştim.

"Olmayan bir şeye laf getirebilmem mümkün değil," dedim tanımlanması imkânsız derecede soğuk bir sesle. Aramızda bir soluğa sığdırılamayacak kadar kısa bir bakışma geçti, havaya yükselen elini gördüm, ardından o elin büyük avucu hızla yanağıma çarptı. Yanağımdan kulağıma, boynuma doğru akan sızıyı, sıcaklığı hissettim. Bu sıcaklık baba sıcaklığı değildi. Koridorda çınlayan şakıma sesi benim yanaklarıma mühürlediği parmak izlerinin çaresizlik dolu iniltisinden beslenmişti. Kafam sağ tarafıma doğru savrulurken sol yanağım tamamen uyuştu, karıncalandı. Birkaç saniye o şekilde bekledim. Zaman donmuştu sanki. Akrep, yelkovanın boynuna kıskacını geçirmiş, zehrini yavaş yavaş saniyelerin arasına akıtıyordu.

Şu an acıyı çeken yanağım değil, kalbimdi. Geçmiş zihnimde ateş aldı.

"Edepsiz köpek!" diye bağırdı babam.

"Sus," dedim ona bakmadan.

Babam elini bir kez daha havaya kaldırdığında, havadaki elini tutup ittim. Bana şok olmuş gözlerle bakarken dudakları aralandı, ona öyle ruhsuz gözlerle baktım ki, gözlerine düşen yansımam beni bile ürkütmüştü.

"Merve," dedi dişlerinin arasından.

"Sus," dedim tekrardan. "Bana Merve deme. Bana hiçbir şey deme. Şu saniyeden itibaren biz seninle yalnızca kanları birbirine uyuşan iki yabancıyız."

Onu itip kapıya fırladım. Ceketimi dahi almadan botlarımı giyip evden çıkarken kapıyı çarpmıştım. Dışarıda bardaktan boşalırcasına yağmaya başlayan yağmurun altında hızlı adımlarla yürürken, kafamın içindeki sesler o kadar fazlaydı ki, beynimi kaldırım taşlarına vurarak parçalamak, dağıtmak istiyordum. Bu bana ilk vuruşu değildi. Ama artık vurmasına izin veremezdim, kendimi savunmayı öğrenmiştim ama öyle bir anda sıkıştırmıştı ki, savunmasız kalmıştım. Ayağımı vuran botlarımın tabanları topuklarımı acıtıyordu. Kollarımı birbirine sardım, bedenimi dışarıdaki her şeyden korumak istiyormuşum gibi kendi kendime sığındım.

Kanım aksın istiyordum. Damarımda ona ait ne kadar kan varsa hepsi aksın, yağmurla birlikte ızgaraların arasından sızarak yeraltına karışsın istiyordum. Bedenimde ona ait hiçbir şey kalmasın istiyordum.

Yeryüzünden silinmek istiyordum. Çaresizdim.

Zinciri atmış bir bisiklet pedalını çevirip duruyordum.

Karan'ı görmek istiyordum. Onu görmeye ihtiyacım vardı.

Yağmurun altında yürürken çoktan sırılsıklam olmuştum. Attığım her adım sarsaktı. Yağmur görüşümü puslandırmıştı, sokak lambaları o kadar fersiz yanıyordu ki, sanki cehennem dünyanın üstüne kurulmuştu. Mevsimini kaybetmiş bir rüzgâr gibiydim. Hangi ayın hangi gecesine tutunup, hangi kaldırım taşında yürüyen kadının yüzüne vurmuştum bilmiyordum. Hangi yaprağı dalından koparmıştım? Hangi kâğıdı uçurmuştum sokak sokak farklı yerlere? Yağmur tenimi yağmalıyordu, ayaklarım artık sanki benden bağımsızmış gibi hareket ediyordu. Yürüdüğüm sokak bomboştu. Sokağın hemen ortasındaki terk edilmiş ve sırılsıklam olduğundan rengini kaybetmiş banka oturduğumda ayaklarım biraz olsun rahatlamıştı. Belki ağlayabilsem şu boğazıma oturan yumruyu en azından yutabilirdim ama ağlayamıyordum da. Ağlayamamak, ağlamaktan çok daha kötüydü.

"Hep yalnızdım," diye fısıldadım yağmurun hırçın damlaları yüzümden sicimle inerken. Ağzımı açtığımdan dolayı bazı damlalar kayarak ağzımın içine girmişti. Bu beni rahatsız etmedi. Gökyüzünün gözyaşları beni temizlerdi belki. "Hiçbir zaman beni kabul etmediniz. Beni de çocuğunuz olarak görmediniz. Ben hep yalnızdım. Beni siz yalnız bıraktınız."

Derin bir nefes aldım ve toprağa düşüp yayılan, toprağa karışan yağmurun cesedinin kokusunu ciğerlerime doldurdum. Gururum incinmişti.

Bu kırılmaktan çok öteydi artık. Bu parçalanmaktı.

"Siz beni kırmadınız," dedim boğazım düğüm düğüm olurken. "Siz beni parçaladınız. Bu ikisi çok farklı şeyler. Keşke kırsaydınız."

Pantolonumun cebindeki telefon üst üste iki kez titredi. Yağmura aldırış etmeden telefonu cebimden çıkardıktan sonra tuş kilidini kaldırdım ve diğer elimle telefonumun üstünü örterek ekrana baktım.


Gönderen: Anonim

Son konuşmamızdan bu yana yalnızca birkaç saat geçti ve ben tıpkı bir aptal gibi hâlâ bana yazarsın diye bekliyorum. Çıldırmış olmalıyım. (23:04)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Şu an konuşabilecek durumda değilim. Üzgünüm. (23:06)


Gönderen: Anonim

Hey! Neyin var? (23:07)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Şu an kör edecek cinsten bir yağmurun altında, ıslak bir bankın üzerinde oturuyorum ve neyin var sorusuna cevap veriyorum. Hiç kimsem yok. (23:10)


Gönderen: Anonim

Ortak yönlerimiz çok desene. Her neyse, senin derdin ne? Ciğerlerini iflas ettirip geç yaşta tahtalıköyü boylamak falan mı? Her neyse, güvenebileceğin kimse var mı? (23:12)


Gönderen: Asi Merve Karakuyu

Sen benimle dalga falan mı geçiyorsun? Güvenebileceğin kimse var mı dedi ya... Neyse, unut gitsin. İyi geceler. (23:14)


Gönderen: Anonim

Aptal! Seni önemsiyorum şu an, farkında mısın? Hadi aç rehberini ve bak. Sana yardımı dokunabilecek biri mutlaka vardır. (23:16)


Telefona boş boş bakarken, "Beni tanımıyorsun bile," diye fısıldadım.

Diğer Merve, bir anlığına birinin beni önemsemesi düşüncesiyle mutlu olurken, fısıldadığım gerçek omuzlarına öyle sert indi ki, sesi kesildi. Yalnızca bana burukça baktı. Birkaç saniye yağmurun altında öylece düşündüm, gerçekten güvenebileceğim hiç kimsem mi yoktu benim? Dudaklarımı birbirine bastırdım ve kızın dediğini yapıp telefon rehberime girdim. Annem, babam, Büşra ve Defne üçü alt alta duruyordu. Onları eleyerek ekranı kaydırmayı sürdürdüm. Aslında Büşra'yı arasam beni evine alırdı ama gecenin bu saatinde ailesinin gözünde bu duruma düşmek istemiyordum.

Karan Çakıl yazısının üstünde duran parmaklarım kasıldı. Adının yazılı olduğu ıslak, buğulu cama dokunurken sanki ona dokunuyormuşum gibi garip bir his göğsümü sardı. Bu his beni korkuttu ama kısa süreli dikkatimi dağıtmayı başardı, hissettiğim burukluğu birkaç saniyeliğine de olsa görmezden gelebildim. Bir süre sonra o büyük acı garip bir hızla dağılarak usulca toplandığı yeri terk etti. Karan Çakıl'ın ismi bile güven vericiydi.

Gölgesinde saklanabileceğin bir karanlık vardı. Onun karanlığında seni hiç kimse bulamazdı. Ona hiç düşünmeden sığınabilirdim ama bunun herhangi bir sebebi yoktu. Kendime bile mantıklı bir açıklamam yoktu. Hangi cesaretle yapmıştım bilmiyordum ama parmağım güven verici ismin yanındaki arama tuşuna dokundu ve telefonu ıslanan saçlarımın arasına sokarak kulağıma yasladım. İkinci çalışta açıldı.

"Çakıltaşı?"

"Benim." Sesimi bir fısıltıdan daha fazla yükseltmeye cesaretim yoktu.

"Sorun ne?" Sesindeki yumuşak ve sorgulayıcı tınıyı işittiğimde hıçkırmak istedim. Sesini ilk kez telefonda duyuyordum, telefondaki erkeksi tok sesi beni allak bullak etmişti. Tüm o kötü düşünceler kâğıdın üstüne düşen uçan mürekkep gibi özelliğini yitirerek kâğıdın üstünden silinip gitti.

"Cumhuriyet Mahallesi," dedim zorla yutkunarak. "Abdi İpekçi Caddesi, Cahit Ünal yolundayım. Beni... Alabilir misin?"

Hiçbir şey söylemeden telefonumu suratıma kapattığında telefon hâlâ kulağımda asılı duruyordu. Yağmur hızını arttırdı, tamamen sırılsıklam olmuştum ve artık titriyordum. Yavaşça banktan kalkıp kaldırımda yürümeye başladım. Hemen sol tarafımda insanların yürüyüş yaptığı küçük bir orman vardı. Kollarım iki yana düştü, telefonu avucumda sıkıca kavradım ve atabildiğim en minik adımları atarak yavaşça yürümeye başladım. Ama bacaklarımdaki dermanın dizlerimi terk ettiğini fark ettiğimde kaldırım taşına çöktüm ve içimden elliye kadar sayarak boşluğu izlemeyi sürdürdüm.

Bir ile elli arasındaki o sayılar benim bu kâbustan uyanırken geçtiğim karanlık yolları döşeyen taşlar olacaktı. Ben birazdan bu kâbustan uyanacaktım, telefonumun alarmı birazdan çalmaya başlardı. Okula gidecektim. Sahi... Neden hâlâ çalmamıştı alarm?

Siyah Range Rover köşeyi döndüğünde cipin tekerlekleri yağmur suyunu sıçratarak tuhaf sesler çıkardı. Bomboş gözlerimi kaldırıp araca baktığımda siyah filmli camların arkasından bana bakan adamın keskin kuzguni karası gözlerinin ağırlığını bedenimde hissedebilmiştim. Karan aracın kapısını açtı ve içinden oldukça seri bir hareketle çıktı. Uzun, çevik bacaklarının hareketini izledim, yüzündeki yıkılmaz ifade dağılmadı, uzun bacakları sayesinde üç adımda yanımda bitmişti.

Karan büyük ellerini saçlarının arasından geçirip kaşlarını çatarak yağmur suyunun yüzünü ıslatmasına izin verdi. Hemen kaldırımın eşiğinde, önümde diz çökerken kaşları hâlâ çatıktı. Üzerinde uzun kollu siyah bir kazak, altında da siyah kot pantolonu vardı. Üstündeki kazağı tek seferde çıkardı ve altında siyah sporcu atletiyle yağmurun altında öylece kalakaldı. Çıkardığı siyah kazağın yakasını başımdan geçirdi. Biraz sonra kollarımda onun kokusunun sindiği sıcak kazağın içindeydi.

Yağmurun ıslattığı kaslı, kalın ve bronz kollarına bakarken gözlerimi zorlukla kırpıştırdım ve burnumu çektim. Kazağı bana çok büyüktü, üstümde dökülüyordu resmen.

"Hadi," dedi gözlerini gözlerimden ayırmadan. Siyah gözlerinde beni sorgulayan tek bir şey görememiştim. "Seni arabaya götürelim." Beni koltuk altlarımdan tutarak kaldırdığında kendimi ilk kez çok aciz hissetmiştim.

"Üzgünüm," diye mırıldandım beni ayağa kaldırdığında. Kolları omzumda sabitlenmiş, beni sıkı sıkı tutuyordu. Yağmur tenimizi döverken o hiçbir şey söylemedi. Benimse dizlerim titriyordu. "Burada olduğun için teşekkür ederim."

Gözlerim onun gözlerinden koparak önüme düştü, ben mahcup bir şekilde yere bakarken o hiç ummadığım bir şey yaptı. Beni acı ve sıcak çikolata kokan kollarının arasına çekti, sımsıkı sarıldı. Kaslı göğsünün altını kaplayan sert kemiğini göğsümde hissettim. Bu her ne kadar canımı yaksa da hoşuma gitmişti. Ellerim benden bağımsız hareket ettiler ve Karan Çakıl'ın çıplak omuzlarına kayarak tenine kondular. Yağan soğuk yağmura rağmen teni hâlâ sıcacıktı. Parmaklarımın teninde eriyeceğini sandım.

"Kabul et," dedi dudaklarını ıslak saçlarıma bastırırken. Islak saçlarımın diplerinde onun sıcak nefesini hissettim. Etrafımızdan gelip geçen arabaların far ışıkları üstümüzde patlıyor, ardından bedenimizin üzerinden kayıp geçerek bizi karanlığın kollarına geri itiyordu.

"Neyi?" diye sordum, sesim titriyordu.

"Kabul et Çakıltaşı." Kolları bedenimi daha sıkı sardı, çenesini kafama koyup hafifçe bastırdı. Zihnimden bin bir türlü şey geçiyordu fakat bunları bu kadar dar bir vakte sıkıştırmaktansa, hiç söylememeyi tercih ettim. "Kabul et, seni o hayattan kurtarayım. Kabul et, sana sahip çıkayım."


🦋

Continue Reading

You'll Also Like

207K 9.5K 34
Geçmişi yüzünden güven problemi olan Kadın, Kadını gördüğü anda Aşık olan adam. _________ "Sınırları aşma Yüzbaşı." dedim ciddiyetle. Aramızdaki boş...
112K 7.3K 20
Ömer abi: Melis nerde? BxB kurgusudur
587K 24.7K 44
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
5.1M 280K 29
Sarhoş olduğu gece bir adamla birlikte olan Kayra, sabah uyandığında kendini tanımadığı bir adamla bulur. Evden apar topar kaçan Kayra, birlikte old...