ASİ ÇAKILTAŞI

Par binnurnigiz

17.8M 661K 493K

Dışarıda devam eden bir hayat, içimde kalbi duran bir kız çocuğu vardı. Asi Merve Karakuyu, ailesi ve kendisi... Plus

ASİ ÇAKILTAŞI
1. BÖLÜM: KONFERANS
2. BÖLÜM: KİMSESİZ
3. BÖLÜM: İLK VAZGEÇİŞ
4. BÖLÜM: ASANSÖR
6. BÖLÜM: SİYAH ÇAKILTAŞI
7. BÖLÜM: İZLERİN FISILTISI
8. BÖLÜM: KARANLIK
9. BÖLÜM: DAVET
10. BÖLÜM: YAŞIN ÇOCUK
11. BÖLÜM: APSE
12. BÖLÜM: ŞEFKAT
13. BÖLÜM: OKYANUS
14. BÖLÜM: MASUMİYET
15. BÖLÜM: KUYU
16. BÖLÜM: SİYAH KELEBEK
17. BÖLÜM: SINIRLAR
18. BÖLÜM: TATLI
19. BÖLÜM: BUZDAN KALE
20. BÖLÜM: VAVEYLA
21. BÖLÜM: ISLAK KELEBEK
22. BÖLÜM: MİSAFİR
23. BÖLÜM: ALİ
24. BÖLÜM: AĞ
25. BÖLÜM: MAĞARA
26. BÖLÜM: KEHF
27. BÖLÜM: KİLİT
28. BÖLÜM: KUYTU
29. BÖLÜM: KELEBEKLER VADİSİ
30. BÖLÜM: AY IŞIĞI
ÖZEL BÖLÜM: 17 KASIM
31. BÖLÜM: SARHOŞ
32. BÖLÜM: ANAHTAR
33. BÖLÜM: İMTİHAN
34. BÖLÜM: ÖZ
35. BÖLÜM: KÖRDÜĞÜM
36. BÖLÜM: UÇURTMA
37. BÖLÜM: RÜYA
38. BÖLÜM: SARMAŞIK
39. BÖLÜM: ATEŞ
40. BÖLÜM: ACI
41. BÖLÜM: ÖFKE
42. BÖLÜM: SAPLANTI
43. BÖLÜM: RÜZGÂR GÜLÜ
44. BÖLÜM: ÖTENAZİ
45. BÖLÜM: ÇIKMAZ SOKAK
46. BÖLÜM: SOLUK
47. BÖLÜM: MAYIN TARLASI
48. BÖLÜM: KİBRİT ÇÖPÜ
49. BÖLÜM: CENNETTEKİ ÇOCUK PARKI
50. BÖLÜM: KÖPRÜ
51. BÖLÜM: YANARDAĞ
52. BÖLÜM: REYC
53. BÖLÜM: ZERİR
54. BÖLÜM: LUNAPARK
55. BÖLÜM: ÂYA
56. BÖLÜM: GÜNEŞ
57. BÖLÜM: MAHŞER
58. BÖLÜM: VEBAL
59. BÖLÜM: KALEM
60. BÖLÜM: YANSIMA

5. BÖLÜM: DART TAHTASI

236K 13K 4.8K
Par binnurnigiz

🦋


Fornicas – The Need


5. BÖLÜM

DART TAHTASI


Tahtanın ortasındaki siyah deliğin tam kalbine saplanan koyu mor ok, duvardaki dart tahtasının yediği darbeyle dizlerinin üzerine düşecekmiş gibi titremesine sebep oldu. Kalbimi bir dart tahtasının ortasındaki siyah deliğe benzetiyordum, o deliğe sayısız ok fırlatılmıştı ama oklar yalnızca ruhumu temsil eden tahtanın farklı yüzeylerine saplanmayı başarabilmişti. Bir gün tahtanın ortasındaki siyah deliğe saplanacak bir okun varlığını düşünmek bile ayak parmaklarımı içeri doğru kıvırma isteğimi tetikliyordu. O okun varlığının gerçekliği değil, yalnızca düşüncesi bile hissettiğim gücün üstüne kara bir gölgenin çökmesine neden oluyordu.

Benim kalbime hiç dokunulmamıştı.

117, 118, 119... ve tam iki dakika! İki dakikadır Karan Çakıl'ın koluna, avucumda gitgide artan bir güçle baskı uygulayarak tutunuyordum. Gözleri hâlâ gözlerimin aynasındaki yansımasını seyrediyordu. Bu zamana dek hep kendi başının çaresine kendim bakmıştım; bunun sebebi ebeveynlerimle çok parlak bir ilişkim olmadığından kaynaklanıyordu sanırım. Ya da ciddi anlamda Tanrı'nın bana biçtiği kumaşın şeklini almıştım. Yapım buydu yani. Bilmiyordum.

Baba kız ilişkimiz olmamıştı hiçbir zaman babamla. Ne beraber parka gitmiştik ne de birlikte vakit geçirmiştik. Geriye dönüp baktığımda yan yana olduğumuz her an, tenimde parmaklarının çürük izlerinin kaldığı zamanlardı. Küçüklüğümden bu yana hep gergin ve edilen kavgalardan dolayı nefes alınmayan bir ortamda büyüdüğümden kaynaklıydı bu asiliğim sanırım. Babamın birçok kez hem fiziksel hem de duygusal şiddetine maruz kalmıştım. Fiziksel şiddetlerini çok üst seviyelere taşıyamamış olsa da ruhsal olarak çökmüş bir robottan farkım yoktu.

Belli bir yaşa kadar seyrini koruyan şiddet, yaşımın büyüyüp tırnaklarımın dışarı çıkmasıyla azalmış, zamanla yok olup geçmişte boğaz sızlatan bir anıya dönüşmüştü.

Öfkem neyeydi, kimeydi bilmiyordum ama öfkeliydim. Belki de benim öfkem, dindiremediğim kasırgam babama benziyordu. Gözlerim ve öfkemden başka ona benzeyen neyim vardı ki? Yine de içten içe benzeyen tek yanımın dinmeyen öfkem ve aynaya baktığımda tiksindiğim gözlerim olmasından memnundum. Kişilik bakımından onunla çok farklı kaldırımların taşlarını eziyorduk ayağımızın altında. Ben onun gibi olmak istemiyordum. O benim kahramanım değildi.

Hırçın gözleri tüm düşüncelerimin kayalıklarına tıpkı kabarmış tuzuyla ortalığı birbirine katan karanlık bir dalga gibi çarptığında duraksadım.

"Şu an sallanmıyoruz küçük koala. Kolumu geri alabilir miyim?" diye sordu, sesi durgundu. Elimi hışımla geri çekerken gözlerim kocaman açıldı.

"Pardon."

"Kaslı kollara sahip olmam, kollarımı bir ağacın gövdesine benzetmene neden oldu sanırım."

Karnım utançla kasılırken kaşlarımı çattım ve kollarımı göğsümün üstünde topladım. Gözlerine bakarken savaşa silahsız katılmış bir asker gibi hissediyordum kendimi.

"Ağacın gövdesinden çok, ağacın dallarına benziyor."

Kaşları alayla havaya kalktı ama yüzünde herhangi bir duygu değişimi yaşanmadı. İfadesi sabitti. Omzunun üstünden bana bakmayı sürdürürken, ben de aldığım nefesleri kontrol altında tutmak için çabalıyordum.

"Dikkat et de ağacın dalları bir yerlerini çizmesin küçük kız," dedi tehditkâr bir sesle.

İçerideki oksijenin azaldığını fark ettiğimde spor çantamı yere attım ve sırtımı metal duvara verip olduğum yerde aşağı doğru kayarak yere oturdum. Karan Çakıl'ın düz bakışları üzerimdeydi. Dizleri karnıma çektikten sonra çenemi dizimin üzerine koydum ve kafamı oynatmadan yalnızca gözlerimi kaldırarak Karan Çakıl'a baktım. Kara kıyametleri hiçbir ayrıntıyı kaçırmak istemiyor gibi beni inceliyordu. Şu an yüzümdeki en ufak kusuru bile net bir şekilde görebildiğinden adımın Asi Merve olduğu kadar emindim.

"Oksijen yok denecek kadar az," diye söylendim aynı şekilde ona bakmayı sürdürürken. "Az nefes alın Karan Bey. Burada yaşlı patronumla birlikte ölü bulunmak istemiyorum."

Sol kaşı alayla havaya kalktı ama bu alayın içerisine biraz da sorgu eklemişti.

"Yaşlı patronun mu?"

Alt dudağımı üst dudağımın altına aldım ve başımı sallayıp ona atabildiğim en yapmacık masum bakışı attım.

"Evet, yaşlı patronum."

"Emin ol ufaklık..." derken gözlerini benden çekti ve asansörün kapısına çevirdi. Bu açıdan bakıldığında onun yalnızca profilini görebiliyordum. "...henüz ergenliğini atlatamamış küçük bir kız çocuğuyla asansörde ölü bulunmak benim için de çok gurur kırıcı olurdu. Olgunluktan uzak küçük bir kızla olduğumun düşünülmesini istemem."

Gözlerimi devirerek, "Bunun olgunlukla ne alakası var?" diye sorduğumda kara kıyametleri omzunun üstünden yüzüme döndü, gözlerimin tam içine baktı. "Hem ne düşüneceklermiş?"

"Burada nefessiz kalıp, kalp krizi geçirene kadar ne yapmış olabileceğimizi elbette sorgulayacaklar, biliyorsun değil mi?"

Gözlerim şokla irileşti, dudaklarım aralanırken bir an öyle kalakaldım. Karan Çakıl yüzümün aldığı şekle bakarken eğlenmiş gibi görünüyordu. Ardından hiç ummadığım bir şey yaptı ve bir iki adım geri atıp sırtını duvara yasladı. Tıpkı benim gibi sırtını metal duvarda kaydırarak yere oturduğunda aramızda neredeyse bir karışlık bir mesafe vardı ve eli hemen elimin yanında duruyor, parmak uçları parmak uçlarıma değiyordu. Parmak uçlarından parmak uçlarıma akan bu şeyin adı neydi bilmiyordum ama elektriğe tutulmuşum gibi hissettirmişti. Avuçlarımı toprağa sürtme isteğiyle dolup taştım. Kafasını sert bir şekilde metal duvara vurduktan sonra omzunun üstünden bana baktı. Çenesini sol omzunun üzerine koymuştu ve bu açıdan bakılınca tıpkı küçük bir erkek çocuğuna benziyordu.

"Hadi bana bir şeyler anlat," dedi doğrudan gözlerimin içine bakarken. Nefesinin sıcak ayazı doğrudan yüzümü hedef alıyor, tenimin altındaki kanın uğuldamasına neden oluyordu. "Aksi takdirde oksijensizlikten değil, sıkıntıdan öleceğim. Çok suratsızsın."

Tok bir sese sahipti. Sesindeki tınıydı belki de saçma sapan kelimeleri bile büyülü birer cümleye, ardından ilgi çekici bir metine çevirip önüme seren. Tek kaşımı kaldırdım.

"Bana suratsız demeden önce aynaya baktınız mı siz hiç?"

Kademsiz kıyamet karası gözler bir an dudaklarıma kaydı, ardından hemen gözlerime geri tırmandı. Bu hareketi anlamsızca kalbimin hızlanmasına sebep olurken, düşüncelerim, dengesini kaybetmiş sallanan inşaat tuğlaları gibi etrafa saçılıp paramparça olduktan sonra dağıldı.

"Fırsat buldukça aynaya bakıyorum," dedi düz bir sesle. "Ve aynada çok yakışıklı bir adam görüyorum."

"Kendini beğenmiş zengin züppe!" diye bağırdı bilinçaltımda yaşayan, sesini çok nadir zamanlarda bana duyuran diğer Merve.

"Aynada gördüğünüz adamın yakışıklılığından bahsetmediğimi ikimiz de biliyoruz. Bahsettiğim şey yüzünüzde yapay duran şu ifadeniz. Sizle konuşurken sanki bir perdenin arkasındaymışsınız, cevapları bana o perdenin arkasından veriyormuşsunuz gibi hissediyorum."

Kaşlarını çattı ama bu defa tamamen alaydan uzak bir hareketti bu.

"İyi bir gözlemcisin, değil mi?" diye sordu, sesi gözlerine bulaşan sertliği onaylayan cinsten katı ve soğuktu.

Ona gözlerimi kırpıştırarak baktığımda, onun dik bakışları yüzüme saplanan oklar gibi tenime batıyordu. Aramızdaki bir karışlık mesafeye rağmen sanki yüzlerimiz yan yanaydı. Parmak uçlarının terlediğini, parmak uçlarıma baskı yapan ve gitgide artan ıslaklıktan anlayabiliyordum şu an. Parmak uçlarımızın arasındaki mesafenin tamamen kapandığını hissettim.

"İyi bir gözlemci olduğumu söylerler."

"Diyorsun."

"Evet," dedim kaşlarımı çatarak. "Diyorum."

Çatılan kaşlarımın ortasına kaba bir şekilde işaret parmağını bastırdı. Yüzümdeki o sert ifade bir anlığına yerini şaşkınlığa bırakırken gözlerim irileşti ve iri gözlerimi kırpıştırarak ona baktım.

"Bücür," diye söylendi. "Canımı sıkıyorsun."

Ağzım beş karış açılırken parmağı hâlâ iki kaşımın ortasında duruyordu.

"Kaşlarını çatma. Erken yaşta kırışacaksın."

"Sen... Yani siz. Bana bücür dediniz!"

Tek kaşını havaya kaldırdı ve boş boş yüzüme baktı. "Değil misin?"

"Sizle yaşım ile alakalı tartışmaktan yoruldum artık! Beyefendi, on dokuz yaşındayım ben!"

"Yalnızca ergenler yaşlarını kafaya takar," dedi. "Küçük olduğunu söylediğimde bunu kaldıramıyorsun, çünkü gerçekten küçüksün." Sırıttı. "Beyefendi, on dokuz yaşındayım ben," diye taklit etti beni.

İki kaşımın ortasında duran parmağını umursamadan kaşlarımı daha fazla çattım, şu anki yakınlığımıza bildiğim tüm küfürleri sıralarken dişlerimi sıktım.

"Size daha kaç defa küçük olmadığımı söylemem gerekiyor benim? Küçüklüğün veyahut olgunluğun yaşla bir alakası yok! Hem ben on dokuz yaşındayım! On dokuz!"

"Kanıtla," dediğinde parmağını bir kez daha kaşlarımın ortasına bastırdı, uyguladığı kuvvet yüzünden gözlerimi kısmak zorunda kaldım. "Bana olgun olduğunu kanıtla. Şimdi. Burada."

Cevap vermedim. Bu kez yavaşça sordu: "Nasıl olgun olunur?"

Bana biraz daha yaklaştı ve aramızdaki o küçük mesafeyi de sıfıra indirdi. Acı çikolatayı anımsatan ağır kokusunu soluduğumda, ciğerlerimdeki hava boşlukları cam kırıklarıyla doldu. Uzun, siyah kirpiklerinin koyu renk gölgeleri yanaklarına düşerken, gözlerini kısarak yüzüme bakmayı sürdürdü. Onu hiç bu kadar yakından görmemiştim.

"Bana olgun olduğunu kanıtla Çakıltaşı."

"Siz..." Ondan uzaklaşmaya çalıştım ama sanki buna engel olan bir şeyler vardı. Onun akılalmaz çekimine kapılmıştım sanki. "...ne kastediyorsunuz?"

Kaşlarını çatarken, yüzünde tuhaf bir ifade belirdi. "Ha?"

Bir an afalladım, soluk soluğa kalmıştım. Hızla inip kalkan göğsüme düşen gözleriyle birlikte kavisli siyah kaşları daha da çatıldı.

"Şu an ne kastettiğimi düşünüyorsun sen?"

"Siz olgunluğunu kanıtla diyorsunuz ve şu an bana çok yakınsınız." Geri çekilmeye çalıştım. "Ve burası çok havasız. Ve..." Nefes nefese kalmıştım. "Ve... Çekilir misiniz?!"

Duraksadı, yüzündeki perdenin yırtılır gibi olduğunu hissettim. Bana şaşkın şaşkın baktıktan sonra gözlerini hızla kırpıştırıp geri çekildi, sertçe yutkunarak ifadesini toparlamaya çalıştı. Ben hâlâ nefes nefese duvara sinmiş öylece otururken, elim ayağım buz kesmişti ve süt dökmüş kediden farksızdım.

"Bahsettiğim olgunluk..." Duraksadı, gözlerini ileriye dikti. "O tür bir şeyden bahsetmiyordum. Yanlış anladın velet."

Kalbim göğsümü parçalayacak kadar hızlı atıyordu. Zihnimin duvarlarından şaşkınlık bulaşmış karışık bir telaş, sıvı bir kıvam almış sicim gibi akarken yutkundum.

"Burası çok havasız. Ben kapalı yerlerde fazla kalamıyorum," diye mırıldandım konuyu değiştirmek istercesine.

Omzunun üstünden bana baktığında irkildim. "Tuhaf düşüncelere kapılma. Sana saldıracakmışım gibi bakmaktan da vazgeç. Küçük bir kıza göre fazla ahlaksız düşüncelere sahipsin." Bana düz düz baktı. "Küçük bedeninle ilgili hiçbir fantezim yok."

"Ben öyle bir şey düşünmed-"

"Sus." Kaşlarını çattı. "İçinden bu tür şeyler fışkıran o küçük beyninin şeklini o kadar çok görmek istiyorum ki şu an."

Utançtan yanaklarım ısınırken, "Siz çok yakındınız," diyebildim. "Ve burası çok havasız." Gözlerimi kaçırıp bakışlarımı metal duvarlara çevirdim. Bana baktığını hissedebiliyordum.

"Tuhaf düşüncelere sahip olan beyninin suçunu mekânın havasızlığına mı atıyorsun şimdi de?"

Kaşlarımı çattım ama bakışlarımı bir an olsun ona çevirmedim. Aslında aklımda o tür düşünceler yer falan etmemişti ama yakınlığı benim için beklenmedik bir ataktı. Ayrıca onun yüzünü ilk kez o kadar yakından gördüğüm için de heyecanlanmış olabilirdim, akıl alması zor, anlatılması imkânsız bir güzelliğe sahipti. Sanki yüzü simsiyah bir tuvalin üstüne neon renklerle çizilmiş karanlık bir resim gibiydi. Karanlıkta kalmadığı müddetçe neon renkler görünmüyordu.

"Saat kaç?" diye sordum düşüncelerimi bir kenara atabilme umuduyla. Evdekilerin beni merak etmeyeceğini biliyor olsam da bu sessizliği bozmak zorunda hissetmiştim kendimi.

"23:45," dedi düz bir sesle.

"Oha!" Aniden ona döndüğümde bana tuhaf bir bakış attı. "O kadar oldu mu sahi?"

"Yok, seni kandırıyorum, manyağım ben," dediğinde duraksayıp ona bön bön baktım.

"Karan Bey, sabaha kadar burada havasızlıktan ölürüz. Ayrıca burası soğumaya da başladı."

Yanaklarının içini şişirdi ve başını geriye atarak tavana baktı. Uzun kirpiklerinin gölgesi elmacık kemiklerinin üzerine serilirken, ona bu kadar dikkatli baktığım için kendimi tokatlamak istiyordum. Âdem elmasının belirgin çıkıntısına kayan gözlerim kısıldı. Esmer teninin altında elmas varmış gibi duruyordu.

"Kim dedi sana evden ceketsiz çık diye?" diye sordu tavana bakarken. "Hem şu gözlerini üstümden çeker misin?" Dudakları her hareket ettiğinde, teninin altında duran bir elması andıran âdem elması da hareket ediyordu.

"Size bakmıyorum ki ben," diye yalan söyledim.

"Bana bakmadığını söylerken bile bana bakıyorsun Çakıltaşı."

"Hayır." Gözlerimi önüme çevirerek yerde bağdaş kurdum. "Bakın, size bakmıyorum."

"Küçük kızlarla ilgilenmiyorum," dedi alaycı bir sesle. "O yüzden sana bakmayacağım ufaklık."

Bedenimin bir kısmını ona doğru çevirdim ve kaşlarımı çatarak onun düzgün profiline baktım.

"Hâlâ küçük kız diyor ya. Bana ufaklık, velet, bücür falan demekten vazgeçmediğiniz sürece sizinle anlaşamayacağız Karan Bey. Ayrıca ne bu, hiç anlamıyorum. Yirmi altı yaşındasınız ama tıpkı bir çocuk gibi durmadan benimle dalga geçiyorsunuz."

Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra güldü. Bu alay içermiyordu, aksine soğuk bir gülücüktü. Başını havadan indirmeden yavaşça bana doğru çevirdi. "Dedi küçük kız," diye dalga geçti. "Seninle dalga geçmiyorum. Gerçeklerden bahsediyorum. Küçük olduğunu kabul etmeyecek kadar ufaksın benim gözümde. Yalnızca küçük çocuklar yaşlarının küçük olduğunu kabul etmez."

"Beni tanımıyorsunuz," dedim kara gözlere düz düz bakarken. "Bu yaptığınız yargısız infaz."

Kaşları çatıldı. "Seni tanımamı mı istiyorsun?"

Kelimeler boğazıma dizildi. Kelimelerin arasında saklanan harfler boğazıma kırık uçlarından sarkan bıçakları batırırken, gözlerimi gözlerinden kaçırmamak için büyük bir gayret gösterdim. Diğer insanlara karşı olan kalıplaşmış tutumumu bu adama karşı sergileyemediğimi fark ettim. Onu en sevdiğim renge benzetiyordum. Kimi pembe, kimi mavi, kimi yeşil, kimi sarıyı severdi. Ben tutup siyahı sevmiştim. Siyahın tüm renkleri yok edebilmek gibi özel bir yeteneği vardı.

"Öyle bir şey söylemedim." Elimi koluma götürüp yavaşça sürterek kolumu ısıtmaya çalıştım. Kazağımın pek işe yaradığı söylenemezdi. "Yalnızca beni tanımadığınızı söyledim. Hepsi bu."

"Çok mu üşüyorsun?" diye sordu bana düz düz bakarken. Başımı sallamakla yetindim. "Bu mevsimde evden ceketsiz çıkarsan böyle olur. İlgilenmiyorum. Donarak öleceksen bile lütfen buradan kurtulduktan sonra öl. Sabaha kadar bir cesetle aynı ortamda bulunmak istemiyorum."

Gözlerim bir an hemen yanındaki takım elbisesinin ceketine kaydı ama ondan istemeye hakkım yoktu, zaten üstündeki gömlek de incecikti. Bakışlarımın farkına mı varmıştı bilmiyordum ama aniden ceketi üstüne geçirip göz ucuyla bana baktı.

"Ailen merak etmez mi gerçekten?" diye sorduğunda, beklemediğim bu soru karşısında kısa süreliğine de olsa afalladım. Şanslıydık ki asansörün içi loş olsa da aydınlık sayılırdı. Garip mavi bir ışık içeriyi belli belirsiz aydınlık tutmaya yarıyordu. Dizlerimi tekrar göğsüme doğru çekerek karnıma yasladım ve ellerimi bacaklarımın etrafına sararak bağladım.

"Etmezler."

"Neden?"

Bakışlarımı ayakkabılarıma çevirdim. Bakışlarını yanağımda hissedebiliyordum ama yok saymayı tercih ettim. İnsanlarla ailem hakkında konuşmayı sevmiyordum. Ben baş başa kalınca kendimle bile konuşmuyordum bu konuyu. Kendimle konuşmayı bile reddediyordum. Zihnimdeki aile kırıntılarını birleştirdiğimde, önüme düşen görüntüde yalnızca benim yüzüm beliriyordu. Aile dendiğinde yanıma annemi, babamı ve Defne'yi ekleyemiyordum her nedense. O bağ denen şey ne yazık ki bizde yoktu.

"Bu konu hakkında konuşmak istemiyorum," diye fısıldadım.

"Seni çok mu sıkıyorlar?" diye sorduğunda, sesindeki merakı solumuştum. Bu beni şaşırttı. Son derece umursamaz bir adam gibi görünüyordu oysaki. Yalnızca gözlerimi kaldırarak başımı hafifçe çevirip ona baktım. Karan Çakıl. Yalnızca birkaç gün önce tanıdığım, siyaha hükmeden adam. Tüm renklere hükmeden siyah, Karan Çakıl tarafından hükmediliyordu.

"Dalga mı geçiyorsunuz?" diye sordum kısık bir sesle. "Beni çok sıkıyor olsalardı şu an burada bu kadar rahat oturuyor olabilir miydim sizce?"

"Belki de şanslısındır," dediğinde gözlerinde ciddi bir ifade belirdi. "Özgür olmak isteyen bir ton insan var." Züğürt tesellisi miydi şimdi bu? Ona boş boş baktım.

"Peki ya özgür olmak istemiyorsam?"

Bana boyası akmış bir duvar gibi baktığında kalbimin sızladığını hissettim. Kara kıyametleri yalnızca beni inceledi. Hiçbir şey söylemedi. Çenesi kaskatı görünüyordu, dişlerini sıktığını ise çukurlaşan yanakları ve belirginleşen elmacık kemiklerinden net bir şekilde görebiliyordum.

"Onların ilgisine ihtiyacın olduğunu düşünmüyorum," dedi ciddiyeti ses tellerine giydirerek. "Karşımda duran küçük kız... Ya da yanımda oturan mı demeliyim? Peki. Asansörde birlikte mahsur kaldığım ve çok fazla nefes alıp oksijen israfı yapan küçük kız. Bence o küçük kız güçlü ve kimsenin ilgisine ihtiyacı yok."

Karan Çakıl beni teselli mi ediyordu? Ne diyeceğimi bilemedim, birkaç saniye yüzünü izledim.

"Teşekkür ederim."

Karan uzun bir süre sessizce durdu. "Gerçekten çok üşüyorsun, değil mi?"

"Biraz."

"Pekâlâ," derken gözlerindeki o sert siyah, yerini kadife dokusuna bıraktı. Usulca bana yaklaştı, irkilsem de geri çekilmedim, yüzüme bakmadan beni kollarının arasına çektiğinde biri kalbime tekme indirmiş gibi irkildim. Beklemediğim bu hareketi karşısında gözlerim şokla açılmıştı, bakışlarımı boşluğa doğrultarak bekledim. Sol eli kolumu tutarken, sağ elini belime sardı ve sırtımı onun kaslı göğsüne yaslamamı sağladı.

Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki, bir an patlayacağını düşündüm.

"Sana ceketimi verirsem ben üşürüm," diye fısıldadı kulağıma doğru. "Ama ısınmana yardım edemezsem de sen üşürsün ve hasta olursun. Hasta olman umurumda olduğundan değil Çakıltaşı. Yalnızca... Şirketimde sümükleri akan, hasta küçük bir stajyer görmek istemiyorum."

Göğsü büyük bir dinginlikle yukarı aşağı hareket ederken, beraberinde beni de hareket ettiriyordu. Garip bir huzur, anlam veremediğim bir rahatlama hissi tenimde karıncalanırken sessizce yutkundum. Çenesini saçlarıma bastırdığında bir an biri karnıma tekme atmış gibi hissetsem de bunu ona fark ettirmemeye çalıştım. Yanağımın bir tarafı onun göğsüne yaslı durduğundan, kokusunu çok daha yoğun bir şekilde soluyabiliyordum.

Sıcak, acı çikolata gibi kokuyordu.

"Sakın kollarımda uyuyakalayım deme," dedi sakin bir sesle. Her ne kadar yüzünü göremiyor olsam da ruhsuz bir şekilde ileriyi izlediğini hissedebiliyordum. "Uyuyacak olursan da o ağzını kapalı tut. Güne salyalı bir gömlekle başlamak istemiyorum."

"Uykum yok. Ayrıca uyurken salya akıtmak gibi bir alışkanlığım da yok."

"Ne kadar çekici bir adamın kollarında olduğunun farkında mısın sen Çakıltaşı? Belki de salyaların çoktan akmaya başlamıştır."

Sesindeki alayı yakaladığımda yüzümü buruşturdum.

"Size karşı herhangi bir ilgim yok Karan Bey," diye yalan söylediğimde, zihnimin içinde oturmuş uzun tırnaklarını izleyen diğer Merve kıkırdadı. "O yüzden bütün gece seni düşündük," diye fısıldadı alayla. Tabii Karan bunu duymadı.

"Bana ikide bir bey demene gerek yok ufaklık."

İrkildim, kollarında olmak beni yeterince geriyordu zaten.

"Resmiyeti elden bırakmamak en doğrusu. Şu an geçici de olsa benim patronumsunuz."

Çenesini sertçe saçlarıma bastırdığında kalbim göğsümden ayrılarak boğazıma doğru kaydı. Gözlerimi kırpıştırarak yanağımı yasladığım siyah gömleğe baktım. Gömleği tamamen onun gibi kokuyordu, gözlerimi yavaşça yumdum.

"Adımın sonuna bey eklemene gerek yok."

"Denerim," diye mırıldandım. Tenimin altında kan değil de buzlu su aktığını düşünürdüm; Büşra'nın bana sırnaşmasına katlanamazdım, insanlarla temas hâlinde olmak beni tedirgin ve rahatsız ederdi. Ama şu an şu hâlimden o kadar memnundum ki, kendimi olmam gereken yerdeymişim gibi hissediyordum. Bu his kendimden iğrenmeme neden oldu. Beni yutmadan, hastalıklı bir boyuta ulaşmadan hemen önce bu histen kurtulmam gerektiğini düşündüm. Daha onu tanımıyordum bile.

"Dene o zaman. Hadi," dedi ve tutuşunu biraz daha sıkılaştırdı. "Adımı söyle."

Şu an gerçekten üşümüyordum. Bunu üşümemem ve hasta olup onun başına dert olmamam için yapıyordu, bunun farkındaydım ama yine de onun kollarında bedenimi ve kalbimi iyi hissettiren bir şeyler vardı.

Eğer baba sıcaklığının ne olduğunu bilseydim, bu kollarda baba sıcaklığı var derdim.

"Karan," diye fısıldadım. İsmini söylemek dilimin ucunu yaktı. Sıcaklığı uykumu getirmeye başladı.

"Uykun geldi sanırım."

Gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu, sesi bir an için çok şefkatli geldi kulağıma. Sanırım bu bilinçaltımın benim için hazırladığı bir oyundu.

"Uyuyabilirsin Çakıltaşı."

"Bana neden Çakıltaşı diyorsun ki?" diye sorduğumda derin bir nefes aldı, kabaran geniş göğsü beraberinde beni de havaya kaldırdı.

"İsminin anlamı bu. Ve sana Çakıltaşı demek hoşuma gidiyor."

Bir süre sessizlik oldu. Uzunca bir süredir aynı pozisyonda durduğum için belim ağrımaya başlamıştı ama bunu ona söylemeye niyetim yoktu. Beni mızmız küçük bir kız çocuğu olarak görmesini istemiyordum.

"Hey," diye mırıldandı, bu sessizliğe uzatılan bir bıçak gibiydi. "Saçlarını neyle yıkıyorsun?"

Kaşlarım hayretle havaya kalktı. "Şampuan?"

"Ciddi ciddi içinden bu tarz şeyler fışkıran beyninin şeklini o kadar çok merak etmeye başladım ki." Sesi bezmiş gibi çıkmıştı. "Şampuan, tamam da nasıl bir şampuan? Markası ne?"

"Düzenli olarak kullandığım bir şampuan yok," diye fısıldadım. "Bir süredir babamın eve getirdiği şampuanı kullanıyorum. Ne oldu ki?"

"Lafı uzatmayı sevmem. Saçlarının kokusunun sakinleştirici bir etkisi var. Bunu sevdim. Eve gidince şampuanının markasını mesaj olarak atıyorsun."

Kalbim kasıldı. "Yine emrediyorsunuz Karan Bey."

"Karan," diye düzeltti.

"Yine emrediyorsun Karan," diye fısıldadım. "Ayrıca babamın kullanmam için getirdiği şampuan bir kadın şampuanı. Onu kullanacak değilsin ya?"

"Emretmiyorum ve o şampuanı kullanacağımı söylemedim," dedi tok bir sesle. "Ayrıca sesin hava kaçıran balon gibi çıkıyor. Sanırım birkaç saat uyuman gerek. Benim de uykum var. Çok hareket edip rahatımı bozacak olursan seni boğarım."

Gülmemek için alt dudağımı ısırdım. "Aslında iyi birisin," dediğimde tüm kaslarının gerildiğini hissettim.

"Ben iyi biri değilim." Sesi, sert bir rüzgâr gibi girdi saç diplerimden içeriye.

"Ne yani?" Kaşlarımı kaldırdım. "Kötü biri misin?"

"Hayır," derken sesinde aşılması güç bir mesafe vardı. "Ben kötü biri değilim."

Kaşlarımı çatarken gözlerimin üstüne oturan uykuyu geriye itmeye çalışıyordum. "Anlamıyorum."

"Ben karanlığım."

Kalbim göğsümün içinde iki büklüm oldu. Kafamı kaldırıp ona bakmak istedim ama bunu yapacak gücü kendimde bulamamıştım.

Karanlık. Damarımı kesip kanımı akıtan, yattığım kâbusların boğazına sarılan cevaptı bu.

"Olabildiğince az nefes al," diye fısıldadı Karan, ben uykunun kollarına akan kanıma elimi bastırmadan usulca düşerken. "Ufacık bir kızın, bir dinozor gibi solunum yapması beni ürkütüyor."

"İyi uykular," diye fısıldadım. Kollarımı belinden geçirdim ve onun ince beline sıkı sıkı sarıldım. Bu cesaret nereden geliyordu bilmiyordum, şu an için umursamıyordum da. Sırtını, beline dolanmış ellerimi ezmeyecek şekilde metal duvara yasladı ve derin bir nefes aldı.

"İyi uykular Asi Çakıltaşı."


🦋

Continuer la Lecture

Vous Aimerez Aussi

1.1M 69.5K 48
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.
133K 4.1K 21
Ağzımı kapatmış güçlü eller baskısını biraz daha arttırırken Peyami bedenini benim ki ile bir bütün yapmak ister gibi sokuldu Göğüsüm hızla yükselip...
52.3K 721 5
İnanamaz bir şekilde karşımdaki adamı süzdüm. Canlı, sapasağlam bir şekilde karşımda dikiliyordu. "Sen..." Aldığım nefes bana diken gibi batarken şok...
4.1M 263K 45
Aylardır izlediği yayıncıya olan hislerinin arttığını düşünen İzem, artık onun dikkatini çekmek ister. Dağhan'a ilk mesajı değildi ama bu sefer onun...