Aldatılıyoruz

By fakirim_bosver

800K 45.3K 8.4K

Daha tamamlanmadı. Maalesef gençler, cringe ifadeler içerebilir: Dikkat! 0535***: Yani anlayacağınız Hazar B... More

♾ 1. Bölüm
♾ 2. Bölüm
♾ 3. Bölüm
♾ 4. Bölüm
♾ 5. Bölüm
♾ 6. Bölüm
♾ 7. Bölüm
♾ 8. Bölüm
♾ 9. Bölüm
♾ 10.Bölüm
♾ 11. Bölüm
♾ 12.Bölüm
♾ 13. Bölüm
♾ 14. Bölüm "Müzayede I. Kısım"
♾ 15. Bölüm "Müzayede II. Kısım"
♾ 16. Bölüm
♾ 17. Bölüm
♾ 18. Bölüm
♾ 19. Bölüm
♾ 20. Bölüm
♾ 21. Bölüm
♾ 22. Bölüm
♾ 23. Bölüm
♾ 24. Bölüm
♾ 25. Bölüm "Ayıcık Operasyonu Kısım I"
♾ 26. Bölüm "Ayıcık Operasyonu Kısım II"
♾ 27. Bölüm "Ayıcık'ı Kim Aldı?"
♾ 28. Bölüm
♾ 29. Bölüm
♾ 30. Bölüm "Yendik Mi, Yenildik Mi?"
♾ 31. Bölüm
♾ 32. Bölüm "Kaniş Güvesi ve Kaplumbağa"
Bugün Doğum Günüüğğmm:"(
♾ 33. Bölüm "Dalin Mi? Kısım I"
♾ 34. Bölüm "Dalin mi? Kısım II"
♾ 35. Bölüm "Dalin Kısım III"
♾ 36. Bölüm "Neredesiniz?"
♾ 37. Bölüm "Hemşire Bey"
🍷 38. Bölüm 🍷Sıfır Artı Sıfır
BÖLÜM DEĞİL, NEIN!
♾ 39. Bölüm "Kaniş Güvesi ve Tarsiyer"
♾ 40. Bölüm
♾ 41. Bölüm
♾ 42. Bölüm "Lâl-ı Şok II. Kısım "
♾ 43. Bölüm
♾ 44. Bölüm "Kadersel Problemler"
Bölüm Değil Nein!
♾ 45. Bölüm "Kadersel Problem Çaresizliği"
♾ 46. Bölüm
47. Bölüm'den Kısa Bir Alıntı
♾ 48. Bölüm "Müphem"
♾ 49. Bölüm "Girye"
♾ 50. Bölüm ♾ "Gidişler ve Gidemeyişler"
♾️ 51. Bölüm "Giz Perdesi"

♾ 47. Bölüm "Günlük"

3.6K 270 115
By fakirim_bosver

Not: Bu bölümün bazı kısımlarında bulunan yazım hataları, bilerek yapılmıştır. Bilginize.

"Hayır Ilgaz, üvey kardeşin değil, öz kardeşin oluyor. Yani tam olarak da öy--" Sözünü kestim.

"Saçmalıyorsun şu an Sema, annemiz bir değil. Sadece babamız aynı." Ardından devam ttim. "Tabi, kardeş mevzusunun doğruluğu kesin değil ama..." diye mırıldandım.

Karşımda oturup benim gibi bağdaş kurmuş, elindeki çekirdek paketinden kaseye çekirdek çitleyen Sema'nınelinden paketi alıp bir avuç kadar çekirdek alıp çitlemeye başladım.

"Bak şimdi, şöyle düşün. Bir adam var ve bu adamın üç dini nikahlı karısı var--"

"Yuh Sema! Üç mü, niye evlenmiş o kadar?"

Verdiğim tepkiye gözlerini devirip, "Ya sanane adamın evliliğinden. Konuya odaklan." diye sinirlenmeye başlayınca dudaklarıma hayali fermuarımı çektim.

"Bu adamın, her bir kadından bir çocuğu olsun."

"Sadece üç mü?"

Bir anda dizime şamar atınca kızgınmış gibi bakışlarımı yüzüne diktim.

"İstersen adamı seninle tanıştırayım Ilgaz!" diye alay ettikten sonra avucuna çekirdek alıp paketini yanına koydu.

"Adamın her bir kadından bir çocuğu var. Bu üç çocuk ne olurlar?"

"Miras kavgasına tutuşurlar herhalde?" diye sesli bir şekilde düşündüm.

Masallarda üç oğlan olurdu ve en zekisi küçük oğlan olur ve mutlu mesut yaşardı. Diğer iki oğlan da küçük kardeşi kıskanır ve kıskançlıklarıyla kendi kazdıkları kuyuya düşerlerdi. Bildiğim buydu sadece.

"Senin kafa bi' milyon Ilgaz. Bu üç çocuk üvey kardeş olmazlar, öz kardeş olurlar. Yani birbirlerine helaller, evlenemezler."

Farkındalıkla elimi Sema'ya "işte" der gibi kaldırıp konuşmaya başladım.

"Biliyordum Seman ya!" Aydınlanmış gibi parmaklarımı şıklattım. "Kesin onunla aranı yapmam için böyle diyorsun! Zaten demiştin sen, 'Hakan'daki yakışıklılık kimsede yok.' diye."

Ben böyle söyleyince sinirleneceğini düşünmüştüm fakat hayır, sırıtıyordu. Dudağının sağ tarafını şeytani bir şekilde kıvırınca bakışlarından bir an kormadım değil.

"Ben etmek flört, senin hoşlaştığın adamın kuzeniyle. Onu sevmiyor ben ama hoşlanıyor olmak. Yakında olacak sevmek ben ve hoşlaştığın adamı kuzeni. Çaktin?"

Sahtekar bir şekilde aksanını değiştirerek konuşunca konunun değişmesi işime gelmişti. Ama Sema ne diyordu böyle?

"Ne?" Elimdeki çekirdekler elimden düştükten sonra ayağa kalktım.

Bön bön yüzüme baktı önce. Çekirdeği ağzına yaklaştırıp dişlerinin arasına koydu, "çit çit" sesi geldikten sonra çekirdeğin kabuğunu yıllar önce izlediğim mahalle dizisindeki Pembe'nin Fatoş'un yüzüne tükürdüğü gibi tükürdü. Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırıp, kolumun iç kısmıyla yüzümü sömürdüm.

"Ne ne? Hoşlaşıyoruz işte. Aynı sen ve Hazar gibi."

Biz Hazar'la hoşlaşmıyorduk ki! Sema'nın anlamadığı şey buydu. Ben hoşlanıyorum diye karşı taraf da benden hoşlanacak diye bir kaide yoktu. Hazar hoşlansaydı eğer, belli etmez miydi? Tabi ben de belli etmemeye çalışıyordum ama ne kadar becerebildiğim tartışılırdı.

"Hey Ilgaz! Kime diyorum, alo?"

Yerimde irkilince Sema konuşmaya başladı. "Ne düşünüyorsun bilmiyorum ama düşündüğün gibi bir şey yok aramızda. Sadece konuşuyoruz. Konuşmak derken, mesela... Birbirimize öylesine soru soruyormuş gibi yaptık. İkimiz de saf ayağına yattığımızın farkındaydık ama bu oyunu sürdürdük kendimizce,"  deyip nefeslendikten sonra devam etti.

"Yekta, ailesinden, işinden, en sevdiği yemekten, hafta sonunu nasıl  geçirdiğinden bahsedince, dedim ki kendi kendime, Allah Allah! dedim, bu benden hoşlanıyor. Kim ailesini tanımadığı birine anlatır ki?"

Allah Allah...

"Sanırım, hoşlanan kişi." dedim mırıldanarak. Sema, hoşlandığından uzun uzadıya bahsederken, aslında Hazar'ı tam anlamıyla tanımadığımı fark ettim. Sevdiği rengi biliyorum, annesini biliyorum ama sadece bunlarla sınırlıydı. İş hayatı, ailesini... Hiçbir şey bilmiyordum. Annesinin hayatıyla ilgili bunca yıldır hiçbir şey bilmediğini fark eden ben, Hazar'ı nasıl tanıyabilirdim ki? Tanımadan gönül verilir miydi? Karşı karşıya gelince kalbimin ritminin değişmesi, ellerimin terlemesi, gözlerine direkt bakamamam... Gönül vermiş miydim ki?

Aklımı kurcalayan düşüncelerimi şimdilik bir köşeye bırakarak Sema'ya göstermek istediğim şey için, çantamı alıp bu seferde Sema'nın karşısına değil, yanına bağdaş kurarak kuruldum.

Sakin ol.

Sakindim.

Değilsin.

Değildim. Kaşlarıyla elimdeki ajandayı işaret etti Sema.

"Bu ne Ilgaz?"

Gözlerimi devirdim, ne saçma soruydu bu?

"Neye benziyor Sema?" dedim bıkkınlıkla.

"Ajandaya benzer bir yanı var. Ama bu ne Ilgaz?" dedi sorusunu tekrarlayarak. Derin bir nefes aldım.

"Hakan'ın ajandası... Almazsam içim rahat etmezdi." dedim, yaptığım doğru değildi. Farkındaydım.

"Oba!" İşaret parmağını yüzüme doğrulttuğu sırada, diğer elindeki çekirdekleri kaseye koydu.

"Bence asıl melahat olan senmişsin Yüce Dağ'ım."

Haklıydı; merakıma yenik düşüp Hakan'ın ajandasını araklamıştım. Almıştım.

Belki de diğer bir tabirle, çalmıştım.

"Neden aldın?"

Sorusunu kafamda tartmaya koyuldum. Sema'nın az önce konusunu açtığı kardeş mevzusu aklıma geldi. Eğer babam, sahiden annemi aldattıysa, - ki anneme karşı zerre güvensizliğim yok - çocuk yapacak kadar ileri gitmişse; bu çocuk Hakan olabilirdi. Elimdeki tek kanıt, Hakan'ın evinde bulduğum babamın bilekliğiydi.

Bir de elimde kutsal bir kitapmış gibi tuttuğum ajanda.

Sema, birden elimdeki ajandayı çekince afalladım. "N'apıyorsun ya?"

Siyah deri kapağındaki mıknatıslı kilidi açıp yüzüme baktı düz bir ifadeyle.

"İçinden ne çıkacağı belli değil Yüce Dağ'ım, seni tehlikeye atmamak için siper olacak birine ihtiyacın var. O da be-" Sözünü kestim.

"Ona aşık mı oldun Sema?" diye sordum ciddiyetle.

Aslında aşık olup olmadığından değildi, ben nasıl ki merakımı bastıramayıp ajandayı aldıysam; Sema da her zamanki gibi merakına yenik düşüyordu.

Bu huyundan vazgeçirmeliydim.

"Ne diyorsun sen Ilgaz ya? Ne aşık olması? Hele ki Hakan'a? Sende kafa kalmamış, söyleyeyim. Hem, az önce hoşlandığım kişinin kim olduğunu söyledim-"

Sema'nın konuşması, bu sefer telefonun zil sesiyle kesildi. Komodinin üzerinde duran telefonuna uzanıp arayanın kim olduğuna baktı. Ajandayı önüme fırlatır gibi bırakıp yüzündeki şapşal gülümsemeyi gizlemeden ekranı bana doğru çevirdi.

"Bak, iyi insan lafın üzerine gelirmiş. Hoşlandığım arıyor."
deyip telefonu açtıktan sonra odayı ve beni terk etti.

Gayet sakindim.

Yekta'nın, Sema'yı araması bir nebze de olsa üzerimdeki gerginliği azaltmıştı. Elimdeki ajandayı Sema'yla açtığımda, olacakları tahmin edebiliyordum.

Hızlıca köşeleri yıpranmış siyah derili kapağını yana çevirdim. İlk sayfada mavi tükenmez kalemin sayfayı bulandırdığı mürekkebiyle Hakan Çetin yazısından başka bir şey yoktu. Bu yıllanmış, rengi sarıya dönmüş sayfayı çevirdim. Sağ üst köşeye tarih atmıştı, günümüzden 21 yıl önceydi. Kaşlarım çatıldı. Günlük olmasını tahmin ediyordum, etmesine de... Günlükler şöyle başlamaz mıydı?

Sevgili günlük, canım günlüğüm, bir tanecik günlüğüm, ya da ne bileyim... sırdaşım?

Hakan, günlüğüne, tuhaf bir şekilde hitap etmişti. Daha fazla beklemeden içimden bir bismillah getirdim. Çaldığım ajandayı besmele çekerek okumaya başlamam da ayrı bir ironiydi ya neyse.

Kötülüklü Günlük,

Seni, Mehdi Öğretmenim verdi bize. Sınıftaki herkese bir tane verdi. Bazıları hatıra defteri olarak kullandı. Ben seni günlük olarak kullanıcam.
Bugün Mehdi Öğretmenim, bize çok güzel şiir yazmayı öğretti. Satırların ilk baş harflerinden anlamlı kelime oluşturabiliyoruz. Öğretmenim ödev verdi ve ben de seninle paylaşmak istedim.

Özledim sizi
Zaman çok hızlı geçiyor, kocaman adam oldum
Leylekler bile göç etmeye başladı
Eğer beni sevmiyorsanız
Daha fazla beklemeyeceğim sizi
İnanın artık beklemeyeceğim
Mutlu olmak için size ihtiyacım olmicak anne baba

Annemi ve babamı çok özledim. En çok da babamı özledim, çünkü annemi hiç görmedim. Babamla bir keresinde lokantada yemek yemiştim. Yetimhaneden izin alıp götürmüştü beni lokantaya. Benimle konuşmuştu. Saçlarımı okşamıştı. Yanağımdan da öpmesini isterdim. Ama o beni yetimhaneye bırakıp gitmişti. Keşke yine gelse.

Sana kötülüklü günlük diyorum günlüğüm. Çünkü bu günlükte iyi şeyler olmicak galiba. Kim ailesinin olmadığı bir günlük yazar ki? Sadece ben. Mehdi Öğretmenim, şiirimi çok beğenecek bence günlük. Şimdi yatma zamanı. Sana da iyi geceler.
Hakan
°•°

2. Sayfa
Kötülüklü Günlük,

Bir haftadan beri seninle görüşemedik günlüğüm. Yalan söylemeyi sevmem. Seni özlemişim. Bir hafta boyunca hastaydım. Üşüttüğümü söyledi revirdeki doktor amca. Bence o üşütmüştü kafasını. Çünkü bana iğne yapmaya kalktı.

Kimseye söyleme günlüğüm, dokuz yaşında olmama rağmen, iğnelerden korkarım. Birinci sınıftayken sarı giymiş doktorlar geldiğinde ağlamıştım. Ama zorla yaptılar ve ben bayılmışıtm. Düşünsene, incecik bir iğnenin ucundan su gibi bir ilacı sana batırıyorlar. Şimdiden tüylerim diken diken oldu. Tüylerin diken diken olmasının ne demek olduğunu öğrenmiştik derste. Bir dakika bekle beni günlüğüm. Burnumu silip gelicem.

Ben geldim, çok uykum var. Günlüğe her gün ne yaptığımı yazarsam her gün aynı şeyi yazmış gibi olurum. Yetimhanede değil de, evimde olsaydım güzel şeyler yazabilirdim. Böylece iyilikli bir günlük olacağını tahmin ediyorum.
Sana da iyi geceler günlüğüm.
Hakan
°•°

Sayfalar böyle böyle ilerliyordu. Akranlarının ona yaptığı eşek şakaları yüzünden ağladığını bile yazmıştı. Hatta, bunu yazdığı sayfada buruşuk noktalar vardı. Yazarken ağlamıştı demek...

Kabul, Hakan'ın ailesiz büyüdüğünü okumak bir nebze acıtmıştı. Hakan'ın o "ben yıkılmam" görünümlü cüssesinin ardında kalan o masum, saf çocuğu görmek üzmüştü beni. Hiçbir çocuk, annesiz-babasız büyümeyi hak etmiyordu; ki bu Hakan gibi kötü olduğunu düşündüğüm insanlar olsa bile. Zaten insanlar çocukluğunu geleceğine sürüklerlerdi. Hiçbir şey geçmişte olup bitmiyordu ne yazık ki. Peşimizden geliyordu.

Duygusallığı şimdilik bir kenara bırakıp günlüğü karıştırmaya başladım. Belki gözüme önemli bir yer takılır umuduyla günlüğün ortalarını okudum. Ama hayır, hiçbir şey yoktu. Gerçekten albenili bir çocukluğu yoktu Hakan'ın. Bir sayfa daha çevirdim ki, o sayfadaki yazılar beni oku, der gibi gözlerime ilişti.

"... babamın adını öğrendim kötülüklü günlüğüm. Necip İpek'miş adı. Neden daha önce söylememişti ki? Bu soruları sormadım. Çünkü babam, sinirli bakıyordu. Bir daha beni görmeye gelmeyeceğini söyledi. Zaten dördüncü görüşümdü onu. Annemin nerede olduğunu sorduğumda bir trafik kazasında öldüğünü söyledi. Ölmek, ne demek biliyordum ben. Yetimhanenin bahçesinde beslediğim Tekir de ölmüştü. Sonra öğretmenimle onu toprağa gömmüştük. Ölmek ne demek biliyordum. Bazen kalbimde uçurtma olduğunu hayal ediyorum. İpi gevşek tuttuğum için uçurtma elimden kayıp gidiyor. O da ölüyordu. Uçurtma hep havada kalamazdı. Toprağa düşer ve biri onu görmeden toprak, uçurtmayı içine çekerdi. Herkes ölüyordü. Keşke anneme bir kez onu sevdiğimi söyleyip sarılabilseydim. Belki o zaman bu kadar üzülmezdim. Ne kadar da çok yazmışım. Galiba arka sayfayı kullanıcam.
°•°

Sayfayı çevirdim.

Babamla dördüncü yemek yiyişimdi. Son güzel yemeğimdi belki de. Yemeğimizi yavaş yavaş yiyip lokantadan çıktık. Yetimhanenin önüne kadar yürüyerek geldik. Kahverengi olan saçlarımı okşadı. Kalbimdeki tırtıllar kelebek oldu birden. Mutlu oldum. Bir daha saçımı yıkamicam günlüğüm.
Kendine iyi bak, dedi. Gözlerim doldu ama ona göstermedim. Başımı eğdim. Sen de, dedim. Gitti. O gidince sessizce ağlamaya başladım. Bi yandan gözlerimi silip babamın az önce ilerlediği yola baktım. Her gün bileğinde gördüğüm yeşil ipi de düşürmüştü. Yerden alıp hızlıca cebime sakladım. Bir daha gelmicem, demişti. Artık onun gelmesini beklemicem. Artık günlük de yazmicam. Bilekliği buraya koyucam. Belki özlediğimde açarım bu sayfayı. Hoşça kal. Sana da son defa iyi geceler.  Saçlarımı yıkicam.
Hakan
°•°

Bundan sonraki tüm sayfalar boştu. Dikkatimi çeken şey, okuduğum bu yaprakta halka şeklindeki yeşillikti. Bilekliği buraya koymuş ve uzun bir zaman geçmişti ki; bilekliğin ipinin rengi sayfaya bulaşmıştı.

İstemsizce ağlamaya başladım. Patlama anı gibiydi sanki; şu zamana kadar ne yaşadıysam hepsi hıçkırıklarımla firar ediyordu. Hıçkırıklarım odaya dağıldı, hıçkırıklarımı bastırmak için ellerimi yüzüme kapattım.

Aynı babanın kanını taşıdığım çocuktu Hakan. Babamı tanıyordu, babasını tanıyordu. Beni sevdiğini, benimle evlenmek istediğini söylemişti oysaki; kardeş olduğumuzu da biliyordu. Ne planı olduğunu tahmin edemiyordum; ancak Hakan, onun kardeşi olduğumu biliyordu. Ne yapmaya çalışıyordu? İntikam mıydı tüm bu olanlar? Benden ne istiyordu?

Düşüncelerimin başımı ağrıtmaya başlamasının yanında, telefonumun zil sesi odayı doldurdu. Yüzümü kolumun iç kısmıyla kurulayıp içimden bir istiğfar çekip oturduğum yerden ayağa kalktım. Telefon bir zamandan sonra susunca bu sefer ardı ardına mesaj sesi doldurdu odayı. Gördüğüm Kaniş Güvesi yazısıyla kalbimin ritminin değiştiğini fark ettim.

Kaniş Güvesi: Selin'in tâziyesi annemin evinde olacak. Çok kişi gelmeyecek zaten. Yarın öğleden sonra.

Kaniş Güvesi: *Konum* İnşAllah bu günde yanımda olursun.

Ilgaz: Geleceğime emin olabilirsin. İyi bak kendine. Allah'a emanetsin.

Kaniş Güvesi: Sen de iyi bak. Allah'a emanetsin.

Safir rengi gözlerini görmeyi, Allah affetsin ki, özlemiştim. Parlak bakışları, yer yer muzip ifadeyle parlayan gözlerini özlemiştim. Yarın onu çökmüş bir hâlde görme ihtimali içimi kemirmeye başladı.

Elimdeki telefondan bir bildirim sesi daha gelince, anlık merak saldı içimi. Ekranı aydınlattım. Hazar değil, Hakan'dı.

Hakan Çetin: Seninle şöyle oturup çay içmeyi isterim

Hakan Çetin: Ah, pardon. Sen çay yerine kahve içerdin, değil mi? En son beni ve adamlarımı eterle bayıltmadan önce kahve istemiştin

Hakan Çetin: Annen ve ben, seni evimde bekliyor olacağım. Kahvelerimizi soğutmadan içelim karşılıklı.

Hakan Çetin: Görüşürüz kardeşim

Ilgaz: Yarına sözüm olsun. Görüşürüz

Ilgaz: Abiciğim

Günlüğünü aldığımı fark etmişti. Ne yapacağımı, neyle karşılaşacağımı gerçekten bilmiyordum. Bilinmezlik içimi kemirirken Sema elinde telefonla odaya girdi. Yüzündeki gülümsemeye bakılırsa mutluydu.

"Ee Yüce Dağ'ım, neler oldu ben yokken? Yoksa! Yoksa bensiz mi okudun bunu?"

Af Allah'ım, Yüce Rabbim! Sen bana yardım et.

Merak ettiklerinizi buraya sorabilirsiniz

Bölüm beklerken sıkılanlar için diğer kitaplarıma profilimde.

Continue Reading

You'll Also Like

1.6M 57.3K 55
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
96.9K 3.1K 15
Sırf kuzeni için 18 yaşında Mardin'in acımasız ağasına gelin giden Larin... Annesi için berdeli kabul eden Baran ağa...
2.5M 79.1K 59
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...
352K 29.7K 17
Sertçe yutkundum ve kısık çıkan sesimle "Çok acıyor mu?" diye sordum. "Evet ama senin ölmüş olman daha çok acıtıyordu." dedi. Gözlerimin dolmasına en...