Aldatılıyoruz

Oleh fakirim_bosver

800K 45.3K 8.4K

Daha tamamlanmadı. Maalesef gençler, cringe ifadeler içerebilir: Dikkat! 0535***: Yani anlayacağınız Hazar B... Lebih Banyak

♾ 1. Bölüm
♾ 2. Bölüm
♾ 3. Bölüm
♾ 4. Bölüm
♾ 5. Bölüm
♾ 6. Bölüm
♾ 7. Bölüm
♾ 8. Bölüm
♾ 9. Bölüm
♾ 10.Bölüm
♾ 11. Bölüm
♾ 12.Bölüm
♾ 13. Bölüm
♾ 14. Bölüm "Müzayede I. Kısım"
♾ 15. Bölüm "Müzayede II. Kısım"
♾ 16. Bölüm
♾ 17. Bölüm
♾ 18. Bölüm
♾ 19. Bölüm
♾ 20. Bölüm
♾ 21. Bölüm
♾ 22. Bölüm
♾ 23. Bölüm
♾ 24. Bölüm
♾ 25. Bölüm "Ayıcık Operasyonu Kısım I"
♾ 26. Bölüm "Ayıcık Operasyonu Kısım II"
♾ 27. Bölüm "Ayıcık'ı Kim Aldı?"
♾ 28. Bölüm
♾ 29. Bölüm
♾ 30. Bölüm "Yendik Mi, Yenildik Mi?"
♾ 31. Bölüm
♾ 32. Bölüm "Kaniş Güvesi ve Kaplumbağa"
Bugün Doğum Günüüğğmm:"(
♾ 33. Bölüm "Dalin Mi? Kısım I"
♾ 34. Bölüm "Dalin mi? Kısım II"
♾ 35. Bölüm "Dalin Kısım III"
♾ 36. Bölüm "Neredesiniz?"
♾ 37. Bölüm "Hemşire Bey"
🍷 38. Bölüm 🍷Sıfır Artı Sıfır
BÖLÜM DEĞİL, NEIN!
♾ 39. Bölüm "Kaniş Güvesi ve Tarsiyer"
♾ 40. Bölüm
♾ 41. Bölüm
♾ 42. Bölüm "Lâl-ı Şok II. Kısım "
♾ 43. Bölüm
♾ 44. Bölüm "Kadersel Problemler"
Bölüm Değil Nein!
♾ 46. Bölüm
47. Bölüm'den Kısa Bir Alıntı
♾ 47. Bölüm "Günlük"
♾ 48. Bölüm "Müphem"
♾ 49. Bölüm "Girye"
♾ 50. Bölüm ♾ "Gidişler ve Gidemeyişler"
♾️ 51. Bölüm "Giz Perdesi"

♾ 45. Bölüm "Kadersel Problem Çaresizliği"

3.7K 283 161
Oleh fakirim_bosver

°Ilgaz İPEK°

Sağımda duran üç katlı villaya baktım uzun uzun. Gereksiz büyüklüğüne, gereksiz ihtişamına... Etrafındaki uzun ağaçların kamufle ettiği kadarıyla tabiri caizse kuş uçmaz kervan dönmez bir yerdi burası. Sonbaharın bulutları, kararlılığını göstermiş yağmurun habercisiydi. Hava ikindi vakitlerine göre erken kararmıştı.

Sema'ya sadece önemli bir işimin olduğunu söyledim. Gelmek istedi ama onu dinlemeden arabaya atlayıp Hakan'ın gönderdiği konuma gelmiştim.

Arabamı siyah kapının önünde durdurunca kapılar iri adamlar tarafından açıldı. Arabadan indikten sonra aralarında biri takip etmem için önüme geçip yürümeye başladı. Yüzümü yalayıp geçen keskin rüzgar, burnumu sızlatıyordu. Şaşalı kapının önünde durunca kapı anında açılırken adamı takip edip ayakkabılarımla içeri adımladım.

Zafer'le yaşadığımız evden büyüktü. Sağdan ve soldan sarmal mermer taştan merdivenler adalet sarayını anımsatıyor, sağımda salon olduğunu düşündüğüm kısımda gri koltuklar duruyordu.

Merdivenlerden gelen ayak sesleriyle başımı çevirdim. Kaşlarım çatık Hakan'ın yanıma gelmesini beklerken annemi nerede tuttuğunu tahmin etmeye başladım. Her katta tutuyor olabilirdi. Bodrum katı varsa bodrumda bile.

Gri çizgili keten pantolonun üzerine giydiği siyah gömlekle şimdi tam karşımda duruyordu. Ellerini pantolonun ceplerine yerleştirmiş, birkaç saç teli alnına firar etmişti.

"Hoş geldin." dedi bana bakarak, birkaç adım önümden yürümeye başladı. Ona yetişmeye çalışmadım, kendi adımlarıma sadık kaldım ve hızımı arttırmadan arkasından yürüdüm.

"Annem nerede?" dedim, sonra zihnime çakılmış düşünceler yüzüme bön bön baktı. Annemin nerede olduğunu söyleyecek miydi?

"Misafir odasında, hastaneden daha iyi bakıyorlar. Merak etme." dedi koltuğa iyice yerleşerek. Ardından ayakta dikilmiş olan bana baktı. Eliyle karşısındaki tekli koltuğu işaret ederek, "Ne dikiliyorsun orada, otursana." dedi rahatça.

"Oturmaya mı geldim sence?"

Yüzüne alaylı bir ifade yerleştirip pişkin pişkin güldü. "Valla istersen halay çek, horon tep, zeybek meybek oyna. Ben tamamım."

"N'apim?" dedim ciddiyetle.

Genzini temizleyip elini karşısındaki koltuğu ısrarla işaret etmeyi sürdürdü. Buraya neden geldiğimi bilmiyormuş gibi davranması öfkemin körüklenmesine neden olurken, zihnimin puslu sayfaları gözlerimin önüne serildi. Beyin fonksiyonumun durmasına sebebiyet verecek detayla gözlerim kamaştı. Bunu Hakan'a belli ettirmemeye çabaladım.

"Annem nerede?" dedim, az önceki ciddiyetimle. Soruyu tekrarlayarak aklını bulandırmaya çalıştım.

"Misafir odasında olduğunu söylemiştim." diye mırıldandı.

O böyle söyleyince hiç beklemeden hızlı adımlarla merdivenlere yöneldim. Basamakları ikişer ikişer çıkarak birinci kata ulaştım. Beş kapı vardı; biri dördünden bağımsız köşedeydi. Tuvalet olduğunu düşünerek es geçtim ve sağ tarafımdaki kapının koluna değdirdim elimi. Baskı uygulayarak açmaya çalıştım ama açılmadı, kilitliydi. Yanındaki kapıya ulaştım ve kapı kulpuna asıldım. Açılmıştı. Kapıyı ardına kadar açarak içeri doğru bir adım attım. Burası yatak odasıydı. Hakan'ı anımsatan koyu gri rengin hakim olduğu bu oda kasvetini gözlerimin önüne seriyordu. İçeri doğru bir adım daha attım, odanın büyüklüğü normaldi. Biri sağımda, diğer ikisi solumda toplam üç kapı daha vardı. Birini tuvalet, birini giyinme odası olarak tahmin ederek üçüncü kapının fazlalığını sorguladım. Yan yana duran kapılardan birini açmamla yüzüme naftalin kokusu çarptı. Tuvaletti burası. Hemen yan kapıyı açtım, giyinme odasıydı. Karşıdaki kapıyı açtım, çalışama odasıydı. Az önce açamadığım kapının demek ki bir girişi de buradandı.

Ceketimin kollarını ellerime doğru çektim, avucumda toplayıp parmaklarımı kapatmaya çalıştım. Etrafımda bir tur dönerek nereden başlayacağıma baktım. Raflar? Tablolar? Dosyalar? Ceviz masa?

Masanın arkasına geçip çekmeceleri ses çıkarmadan açmaya çalıştım. Hakan geldiğinde beni böyle görürse hiç hoş olmazdı ama arkamdan gelmeyeceğinden emindim. Şu an annemin aradığımı düşünüyor olmalıydı. Krem ceketimdeki telefonumun sesi odayı doldurunca sessize almak için cebimden çıkardım.

Kaniş Güvesi: Olay Yeri İnceleme ekibiyle konuştum. Böyle ölüm vakalarıyla karşılaştıklarını söylediler.

Kaniş Güvesi: Selin, ya madde kullanıcısı, ya da zorla verilmiş.

Kaniş Güvesi: Ağzından akmış kanın başka açıklaması yok.

Kaniş Güvesi: Sen neredesin? Sema'ya da söylememişsin nereye gittiğini.

Kaniş Güvesi: İyi misin?

Hazar'ın bu durumdayken bile beni bir parça düşünebilmesi içimi sıcacık etti. Hazar'ı tanıdığım kadarıyla olanların hiçbirini hak etmiyordu. Benden önce veya sonra hiç fark etmez, olayların Hazar'a çıkıyor olması bir yandan içimi acıtıyordu. Hazar'a acımak değildi bu, hüznün acısıydı.

Selin'in ölümü zihnimde bir yerlere oturması gerekiyordu. Bu saçma bilinmezlik beni endişelendirse de durmamalıydım.

Hazar'a cevap vermeden telefonu sessize alıp cebime koydum. Az önce yaptığım gibi tekrar ceketin kollarıyla ellerimi kapattım.

İlk çekmeceyi açtım, A4 kağıtları vardı sadece. Bir altındakini açtım, masanın üzerindeki evraklardan, dosyalardan vardı, parmaklarımı bir yere değdirmeden kabaca çekmecenin köşesini, kıyısını, altını, üstünü taradım. Burada da bir şey yoktu. En alttaki çekmeceyi de açtım, burada da dosyalar vardı. Hakan emlakçı mıydı, mimar mıydı, kağıtçı mıydı bilinmez ama bu dosyalar birbirine o kadar çok benziyorlardı ki çoğaltıldığını düşündüm.

Dosyaları kaldırmamla çekmecenin tahta zeminindeki çivileri fark ettim. Çekmecenin tahtası testereyle kesilmiş de tekrar yerine monte edilmiş gibiydi. İlk bakışta fark edilmeyecek bu detayla dosyaları yanıma koyup masanın altına eğildim ve başımı yere koydum. Elimi çekmecelerin en altına koydum. Boşluğun olması gereken yerde boşluk yoktu.

Evet, çekmecenin altına çekmece boyutunda bir yer yapılmıştı.

Zeki yakışıklı Hakan seniii. Ne fena bir şeysin sen? Ama bak, ben buldum, harikayım!

Çekmecenin altındaki bölmeye nasıl ulaşabilirim diye düşünürken araba anahtarımın varlığını hatırladım. İyi ki bugün ceket giymiştim, her şey cebimdeydi.

Anahtarın ucunu çivilerin dörtgen çöküntüsüne soktum. Birkaç denemeden sonra çivinin döndüğünü ve kenarındaki spiralini görmeye başladım.

Birkaç dakika sonunda çivilerin tamamını çıkarmıştım. Tırnaklarım uzun değildi ama iş görürdü. Kenarlarını tırnaklarımla tutup kaldırmaya çalıştım. Birkaç defa daha tekrarladıktan sonra çekmecenin zemini elimdeydi. Şimdi karşımda duran tek şey çekmecenin normal boyutundan küçük de olsa eninin genişlemesiydi.

Ah, yine mi dosyalar?

Parmaklarımı değdirmeden dosyaları kaldırınca arkamda duran pencereden içeriye vuran ikindi aydınlığı zümrüt taşlara vurarak gözümü aldı. Tahminlerimde yanılmamıştım.

Selin'in kolyesi buradaydı. Zafer'in Selin'e hediye ettiği kolye Hakan'ın evindeydi. Bu Hakan'ı katil yapmazdı, ama şüpheli durumunda kalırdı. Bunu yapmamdaki amaç, paçamı Hakan'dan kurtarmak değildi. Hakan'ın ne yapmaya çalıştığını öğrenmek, üç dört yıl sonra neden tekrar karşıma çıktığını anlamlandırmaktı. Selin'le olan ilişkisini göz ardı edip benimle ciddi düşündüğünü söyleyen Hakan'ın, Zafer'le olan eski arkadaşlığını neden bitirdiğini bilmek istiyordum.

Hakan'a sorsam vereceği cevapların doğruluğundan her zaman şüphe edebilirdim. Bu yüzden cevaplarını kendim bulmaya bugün başlamıştım.

Kaşlarım çatık, çekmecenin gizli bölümünü karıştırmaya başladım, onlarca eşya vardı. Eski siyah bir ajanda, Selin'in zümrüt taşlı kolyesi, turuncu bir toka, gri bir cüzdan, kalem, kemer, pasaport, vize...

Gözlerim onlarca eşyadan birinde kilitli kaldı. Gözlerimi birkaç defa kırpıştırıp parmaklarımı kapatan ceketle dikkatlice almaya çalıştım. İki elimle bakmaya başladım bilekliğe. Gözlerimin bu bileklikte takılı kalması tesadüf olamazdı. Yeşil hasır ipten yapılmış bu küçük şeyin geçmişin oyunu muydu, yoksa kadersel bir problem miydi?

⏳Mark Eliyahu- Coming Back (Medyadaki. İndirip dinleyin, tam ihtiyacımız olan müzik)

"Baba!"

"Kızım!" Küçük kız, babasının kucağına atlayıp kollarını babasının boynuna sardı.

"Neredeydin baba, çoook özledim seni."

Babası gülümseyerek konuştu. "İşim uzun sürdü kızım. Çok yoruluyorum, yoruyor insanlar."

"Sen patron değil misin baba? Seni yoramazlar." dedi dudaklarını büzerek. Dokuz yaşındaki bu küçük kız, tombul yanakları sarkmış çok tatlı durduğunun farkında değildi.

"Patronlar da yorulur."

Küçük kız, babasının yorgunluğunu düşünerek babasının kucağından inip elini babasının büyük avucuna yerleştirdi.

Babasını soğumuş yemeklerin yer edindiği sofraya çekiştirdi. Karısı, yemek masasına başını koymuş, uyuyakalmıştı.

Sandalyelere yerleştiler baba kız. Babası tabağına çorbaya koyarken, küçük kız kaşlarını çattı.

"Annemi uyandırsana baba. Seni çok bekledi." dedi.

"O da benim gibi yorulmuştur Ilgaz, bırak uyusun." dedi fısıltıyla. Oysaki birazdan yemek yiyecekti. Çatal kaşık seslerine uyanmasını düşünmemişti.

Tam soğuduğu için katılaşan çorbadan bir kaşık almış, ikinci kaşığını ağzına atacaktı kızının konuşması yemeğine engel oldu.

"Bilekliğin nerede baba?"

Bir an kızının ne dediğini anlayamadı. Aklı çorbadaydı.

"Sana yaptığım yeşil bilekliğin nerede baba? Çıkarmayacağına söz vermiştin." dedi Ilgaz üzüntüyle. Dokuz yaşında bir çocuk olarak yaptığı uğurlu bileklik onun için önem arz ediyordu. Üzülmüştü.

Necip, kızının üzüldüğünü görünce uysal ses tonunu ayarladı.

"Düşürmüş olmalıyım Ilgaz, üzgünüm. Ama yenisini, daha güzelini yapabilirsin, değil mi?"

"Ama o uğurluydu!"

"Yenisine daha çok uğur serpiştirsen? Kaybettiğime göre uğuru azalmış olmalı."

Küçük kız gülümsedi. Başka bir tane daha yapardı, ne de olsa annesi ona nasıl bileklik yapılır, öğretmişti.

Ilgaz bir tane daha yapmıştı babasına. İlkinden daha hatasız, düğümleri ilkine göre kusursuz. Birkaç yıl sonra o bilekliği de kaybetmişti Necip. Ama Ilgaz bunu fark etmedi. Babası gibi o da fark etmedi.

•••

On dört yıl önce; dokuz yaşındayken yaptığım, düğümleri yanlış atıldığı için bileklik kusursuz sayılmayabilirdi. Ama bu... küçük Ilgaz'ın inandığı uğuru azaldığı için babasının kaybettiği bileklikti. Küçüklüğüm geçti gözlerimin önünden. Zihnim, babamın bilekliği kaybettiği günü gözlerimin önüne serdi. Puslu anılarım zihnimde silikleşip gözlerimde canlandı. Babama yaptığım kaybolan bilekliğin burada, Hakan'da ne işi vardı?

Bilekliği sol elime aldım, dağıttığım yerleri derinden toplamadım, ilk bakışta karıştırdığım anlaşılmasın yeterdi.

Etrafı toparladıktan sonra çalışma odasından çıktım, yatak odasından da çıktıktan sonra bir üst kata hızla ilerledim. Merdivenleri ikişer ikişer çıkarak karşıma çıkan tüm odaları kontrol ettim. Bu katta bulunan misafir odalarından birinde olmalıydı annem. En son kapıyı açıp içeri girdim. Yatakta sırt üstü uzanmış, tavana bakıyordu annem.

Yanına usulca yaklaştım. Bana bakmadı ama benim geldiğimi bildiğinden adım gibi emindim.

O yüzden bakmıyordu.

İzin istemeden felçli, sol yanına oturdum.

"Anne..." Sesimin fısıltılı çıkmasını engelleyemedim. Gözlerim doldu ama akmaması gerekiyordu. Şimdi olmazdı.

"Neden konuşmuyorsun benimle? Niye bakmıyorsun yüzüme?"

Hâlâ konuşmuyordu. Oysaki konuşmadığı için bu hâldeydik.

Elimi çenesine koydum, bana doğu yüzünü döndürmeye çalıştım. Ama o inat ediyordu. Tersi yönde yüzünü çeviriyordu. Çenesini acıtmayı umursamadan güçlükle yüzümü yüzüne yaklaştırarak başını çevirdim.

İşte şimdi yüz yüze, göz gözeydik. Koyu mavi gözleri sulanmış, kaşları çatık bir şekilde bana bakıyordu.

"Ne zaman konuşacaksın anne?" Konuşmadı. Kelimeleri toparlayarak sordum anneme.

"Ben... on yaşındayken merdivenlerden mi düştün?" Bu soruyu kesinleştirmek için soruyordum. Kelimeleri toparlayacak gücü kendimde bulamadım. Gözlerimden ardı ardına isyan eden yaşları durduramadım.

"Babam mı itti seni?" Babamın yaptığına inanamazdım. Ağlamamı durduramadan devam ettim.

"O gün neden tartışıyordunuz anne? Cevap versene!"

Annem de ağlıyordu şimdi. Gözlerini benden uzak tutmak için gözlerini sağa çevirdi.

"Niye o zaman söylemedin? Babam, merdivenlerden düştü dediğinde neden inkâr etmedin? Babamı çok sevdiğim için mi konuşmuyorsun benimle?"

Çenem titriyor, gözyaşlarımı durduramıyordum.

"Babam seni... aldatıyor muydu anne?"

Gözlerinden yanaklarına doğru çizgi çeken yaşlar hızlandı.

"NİYE SÖYLEMEDİN ANNE? GELİP BANA ANLATSAYDIN SANA İNANMAYACAK MIYDIM BEN? NİYE BUNCA ZAMAN SUSTUN ANNE? NİYE SUSTUN?"

Annem sağ eliyle yataktan destek alarak oturur pozisyona geldi. Kendi isteğiyle lacivert gözlerini gözlerime kenetledi.

"Yaşamam için susmam gerekiyordu."

Bu cümle o kadar ağırdı ki depremin tüm enkazı üzerime dökülmüş gibi hissettim.

Yaşaması için susması gerekiyormuş...

"Bir de tehdit etti yani öyle mi?" Konuşmadı.

"Biliyor musun anne, kocam da beni aldattı. Ama ben susmadım."

"Ne?" İki harf ağzından dehşetle havaya karıştı. Beklemiyordu.

Başımı hızlı hızlı salladım.

"Evet, kocam aldattı beni. Ama ben ondan bugün kurtuldum. Boşandım."

'Kızlar annelerinin kaderlerini yaşar.' sözünü hiçbir zaman doğru bulmamıştım, tasdiklememiştim. Ama yaşadığım şey, kadersel bir problem miydi? Her kız annesinin yaşadığı hayatın aynısı yaşamazdı. Kaderseldi.

"Baban son zamanlarda eve geç geliyordu. Takip ettirdim." Konuşmaya başlamasıyla dikkat kesildim.

"Kaç yıl ayakta uyutmuş beni... Hiç fark edemedim."

Düşündüğüm şey olmamalıydı.

"Çocuğu varmış. Bir erkek çocuğu... Öğrendiğim gün tartışınca bir anda beni itti, sonrasını ha-hatırlamıyorum..."

Annem bir elini yüzüne kapatıp hıçkırarak ağlamaya başlayınca durdurmadım onu. Yılların acısını belki de ilk kez ağlayarak çıkarmaya çalışıyordu.

Anneme sarıldım, ben de onunla beraber akıttım acılarımı. Boynuma gömdüğü başını ne zamana kadar kaldırmadı bilmiyorum ama gitmem gerektiğini hissettim. Saçlarından öpüp onu kendimden uzaklaştırdım. Yüzümdeki ıslaklığı ceketimin koluyla sildikten sonra konuşmaya başladım.

"Burada mı rahatsın, hastanede mi?" Yüzüme anlamsız gözlerle baktı. Onu götüreceğimi sanıyordu.

"Burası hastaneden daha rahat. En azından sadece bir hemşire gidip geliyor."

Anneme tekrar geleceğimi söyleyip veda ettim. Merdivenleri çıkarken nasıl hızlı çıktıysam şimdi de yavaş yavaş indim. Elimde duran bilekliği cebime yerleştirip salona doğru yürüdüm. Hakan, bacaklarının üzerinde duran tablete bakıyor, bir elinde kokusundan anladığım kadarıyla kahvesini yudumluyordu. Adım seslerinden benim geldiğimi biliyor ama bana bakmıyordu.

"Hayri! Bir bardak çay getir Ilgaz Hanım'a!"

Görgüsüz.

Çatık kaşlarla ona bakarken, göz ucuyla bana baktı. "Mağlum, kahvenin içine uyku ilacı atabilirim. O yüzden çay içmek istersin."

Onu ve adamlarını bayılttığımız güne gönderme yapıyordu.

Çıkışa doğru dönünce, "Hey, nereye?" diye sesini yükseltti.

Başımı omzuma yatırarak, "Ne o, anneme hastaneden daha iyi baktığını söylemedin mi? Bak işte." dedim.

Annemi birkaç gün burada tutmam gerekiyordu. Belki Hakan katil olabilir. Ama annemi öldürmeyeceğini biliyordum. Çünkü o benim annemdi.

"Birkaç gün sonra tekrar görüşürüz Hakan."

Tekrar görüşeceğimizi söylemem onu afallatmıştı. Afallamış yüzüne baktım. Kaşları babamın kaşları, burnu babamın burnunun kopyasıydı. Daha önce nasıl fark edememiştim?

Çünkü babanın anneni aldattığını bilmiyordun. Artık biliyorsun.

Aynı babanın genlerini paylaştığım Hakan'ı ardımda bırakarak bu evden de annemden de uzaklaşarak çaresizliğimle arabama doğru ilerledim.

Neler düşünüyorsunuz? Fikirlerinizi belirtmeniz beni mutlu eder.

Bölümün uzunluğu sizi bayıyor mu? Belirtin lütfen. Uzun mu, kısa mı iyi?

Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

66K 4.3K 21
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
919K 52.6K 34
Kuru öksürükleri durmadı bir süre. Boğazının acısını ben hissetmiş gibi yüzümü buruşturdum. Hastalığı benden kaptığı için kendimi iki kat kötü hissed...
867K 28.7K 56
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
650K 34.8K 57
Alışılmışın biraz dışında olan bir gerçek aile kurgusudur. Yani,nasıl anlatılır bilmiyorum.Ama galiba "Gül" ailesinden değilim. Biliyordum. Benim gib...