Bölüm 89 (Ö.B)

2.6K 345 1.3K
                                    

.

Yaşadık, yaşıyoruz, yaşayacağız. Şu üç kelimeyi öylesine yaşamıştık ki, bakın yaşamıştık diyorum, yaşadık ve bitti. Şimdi artık önümüze bakma zamanıydı. Günler geçti, haftalar geçti, saya saya içimdeki sayılar tükenmedi ama yüzlerce, hatta binlerce dakika geçti. Bize bir asır gibi gelmişti ama dört seneyi alnımızın akıyla bitirmiştik. Ve evet, bitmişti. Sizinle görüşmeyeli aradan tam tamına 365 gün geçmişti. Bugün okulumdan, şu çok sevdiğim, atıldığım zaman okulu bırakmak istediğim, yıkılmasın diye 4 gün bahçesinde yattığımız, binlerce anıyı iyi kötü sığdırdığımız koca okulumuzun son günüydü. Bizim için bir sondu. Bizden sonra gelecek nesiller burada okumaya devam edecekti ama biz bu okulun öğrencisi olarak bu bahçeye son kez adım atıyorduk.

Herkesin aksine sivil kıyafetle değil, lacivert pantolon, beyaz gömlek ve hatta lacivert kravatlarımızla son kez eğitim binasına girdik. Sınıf defterini alacakmışız gibi Kemal hocanın odasına geldik. Yanımda kim olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Reislerin efendisi, egolastik Kutay reis yanımdaydı.

"Vay be," dedi koridorda her yere bakarken, "Bugün resmen mezun oluyoruz, öyle mi?"

"Resmen oluyoruz," dedim Kemal hocanın odasının kapısına bakarken. Burada ağzımı kapatmıştı, Sebasfidan'ın namusunu korumuştuk haberimiz olmadan.

"Evlatlarım gelmiş," dedi hüzünlü bir sesle Kemal hoca ve pala bıyıkları.

"Son kez," diye mırıldandığım zaman yerinden kalkıp önümüzde durdu. "Artık mezun oluyorsunuz," sesindeki titreklikten bahsetmeme gerek yok sanırım, "Siz bu okula yapılacak en güzel şeyleri yaptınız çocuklar. Kimsenin cesaret edemeyeceği bir sürü iyiliği yaptınız. Sadece bu okula değil, bütün insanlığa yaptınız hatta. Şu an bu sandalyede oturmak geçen seneye kadar bana çok yorucu geldiği için emekliliğimi istemiştim ama sizin gibi öğrencilerle bir arada olmak, sizlerin müdür yardımcısı olmak beni çok gururlandırdı. Yolunuz, bahtınız açık olsun. Her şey gönlünüzce olsun çocuklarım..."

O konuştukça gözlerim doldu, dolan gözlerim yanaklarıma doğru indirdi yaşlarını. İçimden gelerek öyle bir sıkı sarıldım ki, rakamlara böyle bir istekle sarılmamıştım daha önce. "Hakkınızı helal edin hocam," dedim ağlaya ağlaya, "Bu sizi son görüşümüz değil, ara sıra gelip okulu yoklamaktan geri kalmayacağız..." Kendini çekerken bize çaktırmamaya çalışarak gözlerini sildi. "Başımın üstünde yeriniz var evlatlarım. Her zaman gelin, yeni öğrencilere sizleri anlatacağım..."

"Ressamlıktaki kızlara söyleyin, plaketi silmeyi unutmasınlar hocam. Yaşadıklarımızı unutmayalım..." Bu sefer de sıkıca sarılan o oldu. Emeği biliyorduk, emeğin kıymetini biliyorduk. Bize bir şeyler öğretmek için senelerini harcayan, senelerce okuyan, uğraşan, didinen, belki sıcak bir yemeğe hasret kalarak okullarını bitiren, bize bir harf bile öğretseler haklarını asla ödeyemeyeceğimiz öğretmenlerimizin bizlere verdiği emeği biliyorduk. Onlar baş tacımızdı. Bizimle beraber sabahın köründe kalkıp okula gelen, kar kış demeden Doğu görevini yapan kutsal mesleğin değerini biliyorduk.

Kutay'la da vedalaştıktan sonra odadan çıktık.
Derin bir nefes alıp bina çıkışını yürümeye devam ettim. Attığım 18 adımda sanki 18 senelik hayatımı bu binalara bırakıyormuş gibi hissettim. Köprüye geldik, kalbimi köprüde bıraktım sanki. Köprünün ortasında durup, "Tam burada," dedim Kutay'a bakarak. "Tam burada," dedi çikolata sosları gözlerime akarken, "Omzuna vurmuştum hayatım..." Histerik bir şekilde güldüm, komik geldi açıkcası. Omzuna vurmuştum ve hayatım. Nereden nereye gelmiştik. Ama iyiki gelmiştik.

Tekrar yürümeye devam ederken gözümün önüne grev yaptığımız zamanlar geldi. Şu bahçede Tuğrul'un yaptıklarını dinlediğimde az gülmemiştim. Basket direğini yamultması, işkembeciye dalması...

OKULDA SAPIK VAR (Serisi)Where stories live. Discover now