Elimi omzuna koydum. "Nazlı, neden burada bekliyorsun?" diye sordum. İsmini bilhassa vurgulamak istemiştim, Ali duysun diye. Nazlı Alaca benim misafirimdi, bugün buraya geleceğinin Ali'ye bildirilmiş olması gerekiyordu. Kız bana döneceği sırada elimi omzundan çektim ve ellerimi cebime soktum. Gözlerinden korkusu okunuyordu.

Hatta sesinden de. "Bir sorun olmuş sanırım... Seninle görüşmeye gelecek birisinden haberdar değillermiş..."

Ali'ye baktım. Çoktan pişman olmuş, bir hata yaptığını fark etmişti. Fakat bu Ali'nin hatası değildi ve dilediği özür yersizdi. Ona misafir beklediğim söylenmemiş olmamalıydı. Kızın kolundan tuttum ve içeriye geçmesi için yönlendirdim. Ali'nin karşısında gördüğü kızı ve karşımda yaşadığı mahcubiyeti asla ama asla unutmayacağını biliyordum. Fakat Ali'nin bakışlarını da ben unutmayacaktım. Alaylı bakışlar. Güvenlik böyle bir şey değildi ve ben güvenlik görevlilerinin haksız özgüvenlerini hiçbir zaman anlamayacaktım. Bu saygısızlığı sadece bu kıza değil, misafir vasfına sahip kimseye yapmaması gerekiyordu. En azından yalan söylediğine emin olmadan.

Kızla içeriye girdiğimizde Seren'le karşılaştık. Kızdan özür dilemedi. Kızın maruz kaldığı muamele Seren'in hatasıydı; bunu ne zaman fark edecekti? Asansöre ilerlediğimizde, yakın gelecekte fark etmeyeceğini anlamıştım. Unuttuğum toplantı hakkında benimle konuşurken mesela, sitem ediyordu ve bu gerçekten komikti. Onun unuttukları peki?

"Sorun olur mu senin için şirkette kalmamız?" diye sordum, kıza. Sanırım daha evvel hiç kimse ona herhangi bir konuda, herhangi bir şey sormamıştı çünkü bu kadar şaşırmasının başka bir anlamı olamazdı.

"Yoo... Yok. Yani... Şey... Sorun değil... Fark etmez..." Benden tahmin ettiğimden daha çok korkuyordu. Madem bu kadar çok korkuyordu, burada ne işi vardı?

"Güzel, kısa tutmaya çalışırım. Seninle de o sırada Seren ilgilenir."

Asansörden indik ve odama gittik. Kız etrafta gözlerini gezdirirken ben masama doğru ilerledim ve oturması için, ona karşımdaki koltuğu gösterdim. Eğer bunu yapmasaydım oturabilecek gibi değildi. Kendini tedirgin hissediyordu. Seren'in kahvesini nasıl içeceğini sorması bile onu germiş gibiydi, çünkü belli ki kahve önemsizdi, ayıp olmasın diye içecekti. Sütlü filtre kahve. Tahmin ettiğim gibi. Muhtemelen şekerli içiyordu.

Seren odadan çıkınca, "Nasılsın?" diye sordum.

İyi olduğunu söyledi ama daha çok çıkışıyor gibiydi. Kendisine neden hatırını sorduğumu anlamaz gibi ya da. Benim kumarhanemde hile yapan kendisi değilmiş gibi, beni suçlayan bir tavrı vardı. Bir kumarhaneyi dolandırmaya kalkmanın sonu, Kıbrıs'ta, en iyi ihtimalle polis merkezinde biterdi fakat kız muhtemelen, girdiği yerden elini kolunu sallayarak çıkacağını düşünüyor olmalıydı ki, şu an yaptığı şeyleri gereksiz buluyordu. Hesabı ödeyemeyince bulaşık yıkamak zorunda kalmak gibi. Muhtemelen bu kız, böyle bir durumla karşılaşsa, tabakları yıkamak yerine sirtaki yapardı. Öyle dikti.

Kısa bir süre sonra, benim nasıl olduğumu sordu. Tamamen nezaket göstermesi gerektiğini düşündüğünden olsa gerek. "İyiyim. Yorgunum sadece," dedim. Bunu beklemiyor olmalıydı çünkü duyduğunda bakışları yumuşadı ve beni incelemeye başladı. Bir an için, yorgun olduğumu görünüşümle de onaylamaya çalıştığını düşündüm. Gözleri fıldır fıldır dönüyor, kafasının içinde bana dair muhtemel yeni ön yargılar inşa ediyordu.

"Bu arada ben... Teşekkür ederim," dedi. Neye teşekkür ediyordu? "Bir haftadır Seren Hanım her şeyle ilgilendi, sürekli telefonla irtibatta kaldık." E ben bunun sözünü vermiştim zaten?

"Gitti mi?" diye sordum, ayıp olmasın diye.

Beklediğim gibi oldu. Yüzü düştü. Gözlerinin derinlerine sinen hüzünle çarpıştım. Kız, çocukla alakalı her ne hissediyorsa göstermekten çekinmiyordu. Belki de maske takmaya çabalıyordur ama çocuğa karşı öyle yoğun duyguları vardır ki, maskeden taşıyordur. Ki öyle olmalı. Çocuğun yaşayıp yaşamayacağı bile belirsizken, kendi hayatından vazgeçti. "Evet iki gün önce. Ambulans uçağa bindirdiler Anıl'ı," dedi.

Maça Kızı 8Where stories live. Discover now