25 Eylül 2018*

236K 15.7K 18.3K
                                    

25 Eylül 2018...

Yapmam gereken onlarca iş, olmam gereken onlarca yer var ama ben buradayım. Ablamın mezarında. Aslında olmam gereken yerde. Olmam gereken yer konum olarak doğru ama yanlış olan, toprağın üstünde durmam. Altında olmalıydım. Hepsinin yerine ben orada yatmalıydım. Karabey Aile Mezarlığı... Kendimi dönüp dolaşıp bulduğum yer.

Bu mezarlığa ilk kez dedemle gelmiştim. Bir bayram sabahı. "Sana bir sır vereyim," demişti. Yüzünde ne zaman buraya gelsem hatırladığım ve o güne gittiğim eşsiz bir gülümseme vardı. "Ben ne zaman kaybolsam, buraya gelirim. Köklerimize."

"Nasıl? Sen nasıl kayboluyorsun ki dede?!" diye sormuştum şaşkınlıkla.

"Kayboluyorum ya!" demişti, başımı severken. "Her insan kaybolur evlat." Ne kastettiğini ancak büyüyünce anladığım kaybolmak kavramı beni o zaman meraka düşürmüştü. Uzun süre, dedemin avucunun içi gibi bildiği köyde nasıl kaybolduğunu merak etmiştim. "Eğer bir gün, büyüdüğünde, sen de kaybolursan buraya gel. Köklerimize. Çünkü herkesle geçen kara gün bayram olur."

"Köklerimiz niye burada?" diye sormuştum, kayınpederinin mezarının mermerini yıkayan dedeme.

Dedem ise bana cevap vermeyip, mezardaki taşa bakmıştı. "Selamünaleyküm baba..." dediğinde yaşadığım şoku bugün bile hatırlıyorum. "Bak sana büyük oğlanın oğlunu getirdim bu bayram. Bora. Bana benzediğini söylüyorlar ama senin kıza sor sen bir de. Bana ne zaman kızsa, 'Benim babamın küçüklüğünün aynısı!' deyip duruyor." Dedem, mezardaki taşla konuştuğu yetmezmiş gibi bir de taş sanki ona cevap veriyormuş gibi gülümsüyordu da. "Gülsüm de dün gelmiş görmüş sizi. Kızdı bana Arefe Günü gelmedim diye ama... İlçede işlerim vardı. He ya. Habire kızıp duruyor senin kız bana. Vallahi billahi bir şey yaptığım yok."

Dedem duasını ettikten sonra, kendi annesiyle babasının mezarına doğru ilerlemiştik. "Hey gidi Sultan Karabey!" demişti annesinin mezarındaki taşa bakarak. "Geldi mi gene en sevdiğin bayram? Kestirdim senin için de kurban, sen hiç tasalanmayasın. Bak torunum geldi."

"Dede kiminle konuşuyorsun sen?!" demiştim en sonunda dayanamayıp.

"Anacığımla..." demişti iç çekerek.

"İyi de ölmüş nasıl konuşuyorsunuz?! O seni duyamaz bile!" demiştim.

"Duymaz olur mu hiç duyar. Çok sevdiğin, seni çok seven herkes, ölmüş bile olsa, seni duyar evlat. Ve hep de duymak ister. Bir bayram sabahı mesela, hayatında olup biten güzel şeyleri duymak ister."

Dedemin o cümlelerinin en kara günümü bayram ettiği zamanlardan geçmiştim.

"Gönül koyma sakın Ahmet Karabey! Senin kurbanın da tamamdır!" demişti sonra, babasının mezarındaki taşa bakarak.

"Senin babanın adı da mı Ahmet'ti diye sormuştum?" şaşkınlığım daha da artarken.

"Evet," demişti. "Seninle ortak yanımız bu..."

Bu beni öyle mutlu etmişti ki, "Sen de sever miydin babanı?" diye sormuştum.

"Çok..." dedi. Babasının mezarındaki toprağı sevdi. "Seni şimdi o kadar iyi anlıyorum ki baba... Bu sıfatı almak ne zor işmiş. Üçü evlendi barklandı, toruna torbaya karıştım, geldim gidiyorum hâlâ bu sıfatın hakkını verebiliyor muyum bilmiyorum."

"Veriyorsun veriyorsun," demişti babam. Dedem de ben de onu yeni fark etmiştik. "Hakkını ödeyemem." Sevindiğimi hatırlıyorum, babam geldi diye. Çünkü gelip gelemeyeceği belli değildi ve biz, annem, ablam, Filiz Hala'm ve Gökhan'la beraber geceden Trabzon'a gelmiştik. Önce dedemin elini öperek onunla bayramlaşmış, sonra da beni kucağına almıştı. "Oğlum!" diye öpmüştü beni. "İyi bayramlar!"

Maça Kızı 8Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin