yokluğun da varlığın da yetmiyor.

3.3K 465 516
                                    


***

Ertesi güne kadar odamdan sadece bir kez, akşam yemeği için çıkmıştım. Jimin de bir süreliğine kafayı dinleme fırsatını bana sunarken odama hiç gelmemişti. Genelde yaptığı gibi yemekte de yoktu. Zaten anormal olan, okuldan uzaklaştırıldığından beri masada bulunmasıydı. Eksikliği beni hiç de şaşırtmamıştı. Sadece, biraz buruk hissetmiştim. Bir buçuk haftadır onu düzenli bir biçimde masada görmenin beni ona nasıl alıştırdığını yeni yeni fark ediyordum.

Moralim bozuk bir biçimde, yeniden eskiye döndüğümüzü, muhtemelen kahvaltıda da evde olmayacağını düşünerek odamdan çıktığımda onu, benimkinin karşısında bulunan odasından çıkmak üzereyken gördüm. Pijamalarını değiştirmişti ama hiç de dışarı çıkacak gibi giyinmemişti üstünü. Babamın da olduğu kahvaltı masasında nasıl bulunursa öyleydi. Düz, beyaz bir tişört, eşofman altı ve terlikler... Pijama kadar salaş değildi, işte hissettirecek kadar kasıntı da değildi. Yine de sadece bizimle olduğu zamanların aksine ciddiydi. Babamla arasında, Jimin tarafından konulmuş, garip bir resmiyet vardı. Jimin, babam etrafındayken her şeyine fazladan dikkat ederdi.

"Günaydın." dedi beni görünce, mesafeli bir tonlamayla. Sesi içimde yankılanırken kalbim tekledi. Ellerini eşofmanının cebine sokup salona doğru yürümeye başladığında, dışıma yorgun bir nefes verdim.

Gece boyunca, aramızda geçen konuşmayı düşünüp kendi kendime sonuçlar çıkarmaya çalışmış, zihnimin hep o, verdiği umuda çıkan sokaklarında gezip durmuştum. Bir yanım aptallığımı yüzüme bağırıyor öteki yanım da söylediklerinin açık anlamının bu olduğunu söylüyordu. Bense ikisi arasında dayak yiyordum. Elime geçen tek şey belirsizlikti. Belirsizliği dengemi bozuyordu; hem heyecanla kavuruyordu beni hem de sinirlendiriyordu. İçimden bir ses, dengesizliklerim yüzünden tavrını hak ettiğimi söylese de ona birçok konuda hala kırgındım.

Üstelik o da çok dengeli davranıyor sayılmazdı.

"Günaydın." dedim ben de, özellikle ayarlamamıştım ama benim sesim de onunki kadar mesafeli çıkmıştı. Arkasından yürüyüp salona girdim. Annem mutfaktaydı, babam ortada görünmüyordu. Jimin koltukların tekine oturdu, aramızdaki gerginlik daha saçma bir boyut almasın diye, odadan çıkmak yerine ben de bir koltuğa oturdum. Birazdan telefonunu çıkarıp bir şeyler yapmaya başladı, sanki orada yokmuşum gibi. Ben kendi telefonumu odamda unuttuğumdan yapacak bir şey bulamadım ve yerimde kıpırdanmayı bırakıp televizyonu açtım.

Sırf bir şeyler söylesin diye televizyonun sesini yükseltirken ona yandan bakışlar atıyordum ama Jimin oralı değildi. Gözlerini telefonunun ekranından çekmiyordu. Neye baktığını, kiminle mesajlaştığını deli gibi merak ediyordum. Ellerimi popomun altına koymuştum, içimdeki dürtüyle telefonu ellerinden çekip almayayım diye.

Sanki ben orada yokmuşum gibi davranması, beni görmezden gelmesi sinirlerimin biraz daha bozulmasına neden oluyordu. Dünkü tavırlarımdan sonra konuşma başlatması gerekenin ben olduğumu biliyordum ama içimden bunu yapmak da gelmiyordu. Bu yüzden varlığımı ona hatırlatma çalışmalarıma devam ettim. Televizyonu kapattım, yeniden açtım, babamı odasından çıkarıp bana bağırtacak kadar sesini yükselttim, annemin vazosunu, kırıyomuş gibi yaparken gerçekten kırdım ve tüm bu süre boyunca Jimin'in bana, sadece o kırıkları toplarken bakmasını sağladım.

Göz göze geldiğimizde "Ne bakıyorsun?" diye sordum anında, terslenerek. "Ne bakıyorsun, ne var?"

İstifini bozmadan, sanki onun için çok da önemli değilmiş gibi "Elini keseceksin." dedi. Anneme yardım etme bahanesiyle mutfağa girerken de "Dikkatli ol." diyerek uyardı beni. "Sana ne?" diye arkasından bağırıp kırık vazo parçalarını toplamaya devam ettim. "Sana ne ister keserim ister kesmem sana ne- ah!"

Anılardan Anılara İnce Çizikler °JikookWhere stories live. Discover now