ayyaş ruhum sayıklıyor, her zerrem sende çarpıyor.

4K 293 742
                                    


***

aşk yok olmaksa şimdiden yar ben yokum bende zaten.*

***

"Çok acıyor mu?" diye sormuştu. Korkuyla irileşmiş gözleri gözlerimi, elleri de sıkıca tuttuğu ellerimi bırakmıyordu. Bisikletten düşüp yara bere içinde kalan bendim ama nedense Jimin benden daha çok incinmiş görünüyordu. Bugün her şey bitmişti. Küçücük bir çantaya sığdırdığı eşyalarıyla birlikte Jimin, teyzesinin yanından annemlerin ricasıyla bizim eve gelmişti. Davanın sonucunu ona söylemek için can atarak sürdüğüm bisikletim beni ilk defa yarı yolda bırakırken heyecanıma alışkın olmadığından olsa gerek beni üzerinden atmıştı ama ağlamama rağmen bu biraz bile önemli değildi. Normalde olsa ağıdımı yarım saat boyunca oturduğum yerden sürdürürdüm, o gün o kadar heyecanlı o kadar mutluydum ki yaralandığıma, gözlerimden akan istemsiz yaşlara bir an bile aldırmadım.

Anında bisikletimi düzeltip Jimin'in teyzesinin evine kadar sürdüğüm için zorladığım yarayı iyice kanatırken pijamamın yaraya yapışmasına neden olduğum günün sonunda Jimin'i de alıp dönmüş, annemin bir güzel azarlarıyla karşılaşmıştım. Onu zaten babam alacakmış yakında. Buna da hiç aldırmadım. Jimin artık bizimle kalacaktı çünkü. Bitmişti, hepsi geçmişti. Babasıyla birlikte tüm o kötü günleri parmaklıklar ardında sıkışıp kalmıştı ya da en azından on bir yaşındayken ben buna inanmıştım. Çocuktum daha. Yaşadıklarını, bir köşeye bırakılacak kadar önemsiz, kolay şeyler sanmıştım.

O gün annem beni ağlata ağlata pansuman yaparken bırakmadığı ellerimi ben odama geldiğimde bile tutuyordu Jimin. Yatağımın ucuna oturttuğu bedenime iyice eğilip "Çok acıyor mu?" diye sorduğunda beş saniye önce kestiğim ağlamamı titreyen dudaklarımla ötelemeye çalışmıştım çünkü diyorum ya benden daha yaralı görünüyordu. Birçok konuda olduğu gibi bunda da kendini suçlayacaktı ve ben o an bu mahçup görüntüsünü de demir parmaklıklar ardına tıkmak istedim. Bu yüzden kafamı sağa sola sallayıp "Hiç acımıyor şimdi." dedim, konuşurken dudaklarım titrediği için yalanım pek inandırıcı değildi. Zaten Jimin de inanmadı. Bunun yerine eğilip diz kapaklarıma usul birer öpücük bıraktı. Yeniden ağlamaya başlamayayım diye burnumu çekerken "Kan olacak dudakların." demiştim, sargım taze olduğu halde. "Hem eğilme öyle."

Dediğimi yapıp doğrulduğunda onu eve getirdiğim andan beri ilk defa içtenlikle gülümserken yanıma oturmuş, biraz sessiz kaldıktan sonra da "Ben nerede uyuyacağım?" diye sormuştu. Davanın nasıl sonuçlanacağını bilmediğimiz için Jimin'e oda hazırlamaya yetecek süreyi bulamamıştık. Annem de beni bu yüzden haşlamıştı zaten. Odasını hazır ettikten sonra alacaktı babam onu teyzesinden ama ben büyüklerime danışmadan iş yapmıştım. "Zaten mahçup bir çocuk." demişti annem, "Onu evinde hissettirmemiz için gereken zamanı çaldın."

Annem böyle konuşunca aklıma dizlerimdeki yara gelmişti ve ben yarım saat kadar süren bir ağıt tutturmuştum. Jimin benim yüzümden bir defa daha dışlanmış hissedecek diye ödüm kopmuştu. O kadar korkmuştum ki göğsümün sol tarafı dizlerimden daha çok acımıştı.

Jimin o günlerde yaşı küçük olduğu için herhalde içimi görme yeteneğini henüz keşfedememişti. Aslında yarama ağladığımı sanıyordu, yarama ağlıyordum da gerçi. Hem dizimdeki hem de gövdemdeki yaram acıyordu. Başına gelen, küçücük aklımla bile kavrayabileceğim berbat şeyler her yanıma yara katmaya uzunca bir süre devam etmişti ama o günkü en büyük yaram buydu: Evinde hissedemezse kendimi nasıl affedecektim?

Bu yüzden sorduğu sorunun üzerine ayaklarımı sallayarak biraz düşünmüştüm. Jimin, iki seneden beri az çok bildiğimiz haliyle benim yatağımda asla uyumazdı. Beni rahatsız etmek istemezdi. Oysa onunla uyuyabilmek için öyle can atıyordum ki. Annem içerideki açılır koltukları onun için hazırlayacağını söylediği halde şansımı denemiştim.

Anılardan Anılara İnce Çizikler °JikookWhere stories live. Discover now