sargın yaprakmışım, dallarına. yangın toprakmışım, yağmurlarına.

3.4K 333 970
                                    


***

selaaamlar, lütfen bolca yorum yapın. çok uzun bir bölüm yazdım size, sonlarında +18 şeyler var biraz rahatsız olursanız diye söylüyorum. umarım beğenirsiniz, hepinize iyi okumalar diliyorum 🥺💜💜💜💜💜🤭🤭

***

Yüksek sesli müzik, mahalleden, bizim çocuklar dışında da birkaç başka tanıdık ve bolca yiyecekle içeceğin arasından sıyrılmış, bunun benim adıma düzenlenmiş bir eğlence olduğunu bilmeme rağmen, içimde daha yüksek sesle bağıran Jimin'in cümleleriyle baş başa, parkta gördüğüm andan beri onu düşünüyordum.

Birer jenga tahtası gibi üst üste binmiş yorgunluklarım bu hareketiyle her yanıma dağılmış gibiydi. Hareketi yapan oydu ama nedense kaybeden benmişim gibi geliyordu. Üzgün değildim ama daha önce hiç olmadığım kadar yorgun hissediyordum kendimi. Jimin'in de içimdeki aşkının da her geçen gün yeni bir biçimiyle karşılaşıyordum ve bu tanıdık olmama hissi, yeni durumlara ayak uydurmaya çalışmak, her defasında bu aşkın içimde katlanarak büyümesi beni yoruyordu. Uzaklığı da. Yakınlığı da yoruyordu beni.

Gücüm çekilmişti. Birine tutunmadan yürüyemeyeceğim kadar yorgundum ama bu anlamsız parti bittiğinde koşarak gidecektim ona, biliyordum.

Onu zihnimde, içimde büyütmek farkında olmadan yaptığım bir şeydi. Tüm gidişlerini ya da yaptıklarını tek bir gelişiyle siliyordum. Bu ne sağlıklıydı ne de elimdeydi. Bana bunları açıkça anlatmasa bile gidişini sebeplere bağladığı için bu kadar geçemiyordum ondan belki. Tıpkı kırgınlığımın geçmemesi gibi. Geçeceğe de benzemiyordu. Beni bugün o adrese neden çağırdığı hakkında ufacık bir fikrim bile yoktu ve bilinmezlik beni korkutuyordu. Yine de bu korkunun yanında konaklayan, diğer bütün hislerin aksine içinde biraz sıcaklık barındıran bir heyecanı da duyuyordum. Sonunda arzuladığım sebeplere kavuştuğum gün bugün olabilirdi. Her şeyi ardımızda bırakıp gitmemizi gerektirmeden, onu doyasıya yaşayacağım bir zaman dilimi... Buna böyle yakın olmak en az diz kapaklarımı öptüğü kadar toparlıyordu beni. Kırgınlığımı halı altına süpürmeme yetecek gücü vermişti işte ve bu yeterdi. Üstelik onu tanıdığım bunca yıldan beri hiç bu kadar şeffaf olmamıştı.

Elbette yine yaralanacağımı, yanlış bir şey yaptığımı söyleyen bir yanım da vardı içimde. Sesi önceki günlerin aksine epey kısıktı. Gelmesini bekleyen yanım, Jimin'in dizlerime kapanmasıyla öyle büyük güç kazanmıştı ki gitmemem gerektiğini söyleyen sesleri duyamıyordum.

Dizlerime kapanmıştı. Bana yalvarmıştı, Jimin. En azından birkaç dakika da olsa yüzümü görmeyi hak ediyordu.

"Sanki partide değil de cenazedeymişsin gibi görünüyorsun."

Hoseok yanıma gelip konuştuğunda kafamda dolanıp duran düşünceleri de halı altına süpürdüm ve kendimi gülmeye zorlayarak "Biraz sıkıldım, gerçekten." dedim. Oysa benim aksime içtenlikle gülümsedi. Mutfak tezgahına tıpkı benim gibi yaslandıktan sonra elindeki bitmiş biranın kutusunu hemen yanında duran çöpe attı. Kollarını göğsünde birleştirmişti.

"Bu ifadeyi biliyorum." dedi, gülümsemesini hiç kesmeden. Nedense benim de zoraki gülümsememe gerek kalmadı. İyi enerjisi bir nebze de olsa bana geçmişti. "Bu ifade sıkıldığında takındığın ifade değil, düşüncelisin sen."

Yüksek sesli bir kahkaha attım. Buna artık şaşırmıyordum. Her ne kadar ben Hoseok'u kendime uzak hissetsem de onun beni iyi gözlemlediğini fark etmeme yetecek kadar çok zaman geçirmiştik son günlerde. Böyle tespitleri sık yapıyordu. Tuhaftı ama tutturamadığı olmamıştı henüz. Hoş bugünkü partide hem sıkılmıştım hem de düşünceliydim ama bilmişti işte.

Anılardan Anılara İnce Çizikler °JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin