biri gelişin, dünyayı isteyen sorular. öteki gidişin, kırılmış kirpik tufanı.

3.6K 450 995
                                    


***

Eli, elimdeydi.

Sanki onca anıyı konuşup yeniden diriltmeye yorulmuş gibi, yürüdüğümüz yol boyunca başka kelime etmemişti. Nefesini duyuyordum, kalp atışlarımla birlikte, bir de kuşların sesini. Daha önce kendimi bu kadar huzurlu hissettiğimi hatırlamıyordum. Sadece, huzuru içime çekiyordum, heyecan tüm bedenimi kavururken. Bir şeyler söyleyeceğim de ortamı bozacağım diye ödüm kopuyordu, zaten söylemek istesem de yapamazdım çünkü aklımı toparlayamıyordum. Çünkü eli, elimdeydi. Ona yaslanmıştım çünkü benden bunu istemişti. Ayağımın ağrısı umurumda değildi, canı isterse kopabilirdi bile hatta.

Küçük parmakları parmaklarıma dolanmışken başka hiçbir şey önemli değildi.

Yemek molası vereceğimiz yere gidebilmek için yaklaşık yarım saattir el ele, yürüyüş yolundaki levhaları takip ederek yürüyorduk. Dediğim gibi, ikimiz de sessizdik. Bir ara tökezledim, elimi tutan eli refkleksle beni kendine çekti, sımsıkı. Gülümsedim, bir şey demedi.

Okuldakilere yaklaştığımızı belirten ufak tefek gürültüler kulağımıza çalınmaya başladığındaysa Jimin, ayakkabısını bağlama bahanesiyle elimi bıraktı. Bir daha da tutmadı. Biraz bozulmuştum ama daha bunun anlamını kendim bile çözememişken diğerlerine bu şekilde görülmemizin doğru olmadığının farkındaydım. Artık bazı şeyleri açık seçik konuşmamız gerektiğinin de...

Ama uzun süredir yaptığım gibi yaparak bu konuşma fikrini zihnimde gerilere iteledim ve kendi kendime gezinin tadını çıkaracağıma dair bir söz verdim. Artık ne kadar başarılı olursam...

Jimin'den önce ağaçlar arasındaki kafeye geldiğimde Bay Kang, nerede kaldığımızı sinirli sayılabilecek bir ifadeyle sormuştu, olanları anlattım ama ayağım yine de azar işitmemi ya da ceza için kararlaştırdığımız parayı ödememi engelleyememişti. Böylece hem Jimin'in yerine azar işitmiş hem de ikimizin geç kalma cezasını ödemiştim.

Bir an önce Taehyung'un yanına gidip karnımı doyurmak istediğimden, masaların arasında dolaşırken onu, tek başına oturmuş ve muhtemelen yemeğini bitirmiş bir halde müzik dinlerken buldum. Beni gördüğünde kulaklıklarını çıkardıktan sonra inanılmaz yılışık bir ifadeyle "Bir duvara yaslanıp delice öpülmüş gibi duruyorsun." dedi. "Kızarık ve darmadağın."

"Kes şunu." dedim, dudaklarım beynimin gönderdiği emirlere uymayarak beni daha da rezil bir duruma sokarken yukarı doğru kıvrılmışlardı bile. Yüzümü gizleyebilmek için masada duran menüyü gözlerime kadar kaldırdım. "Bir şey olmadı."

"Emin misin?" diye sordu, kusursuz kaşlarını havalandırmıştı. Hmmladım, bu defa yandan bir gülüş sundu. "Yazık, ben de uygunsuz içerikle karşılaşırım diye sizi aramaya gelmemiştim."

"Ha ha!" dedim gözlerimi devirerek. Menüyü kafamdan çekip yarım yamalak İngilizcemle siparişimi verdikten sonra da etrafta Jimin'i aramaya başladım. Taehyung "Huysuzsun sen," diye karşılık vermeden hemen önce onu, Nora'nın da içinde bulunduğu bir masada yemek yerken bulmuştum. "Uygunsuz içerik yaşanmamış gerçekten, belli."

"Karnım aç," dedim. Katlanmak zorunda olduğum görüntü moralimi bozmuştu. Elimde değildi, ufacık şeyde ne yaşandıysa unutuyordum. Ufacık şeyde Jimin'i kaybetme korkusu yaşıyordum ve bu hiçbir şeyden zevk alamamama neden oluyordu. "Yorgunum, terledim, ayağım acıyor."

"Ne söyledi de canını sıktı yine bu gereksiz?"

"Ne bileyim?" dedim, sinirle. Çantamdaki suyu vermesini istemiştim. "Ne bileyim bir sürü şey söylüyor."

"Bu gezide de birbirinize açılmazsanız artık..."

"Elimi tuttu." dedim, Taehyung'un önüme itelediği suyu nefessiz bir biçimde bitirdikten sonra. Bundan bahsetmek bile tenini tenimde hissetmeme yetiyordu. Bundan bahsetmek bile karnımı ağrıtıyordu ve gerçekten elimi tutmuştu. Kaçıp dursa da sürekli, bundan da kaçacağına emin olsam da yaşanmıştı işte.

Anılardan Anılara İnce Çizikler °JikookWhere stories live. Discover now