korkular da benim, umutlar da. beni bırakma.

4.1K 395 1.1K
                                    


***

ilk defa bölüm başına not bırakıyorum galiba, hoşlanmadım bundan. ama söylemem gereken iki şey var, ilki şu; birçoğunuza bildirim gitmedi, bir bölüm daha yayımlamıştım geçenlerde. okumayanlar önce onu okusun lütfen.

ikinci şey de şu; yazacağım iki farklı bölümü bir arada yayımlıyorum, bir şeyleri öne çekmek istediğim için. sanırım sonraki bölüm de öyle olacak, normalde yazdığım bölümlere göre epey uzun bir bölüm o yüzden ve duygusal yönden biraz dengesiz... umarım sıkılmazsınız ve umarım aynı şeyler tekrarlanıyor gibi hissetmezsiniz.

iyi okumalar. ♥️

***

"Oramı buramı öpüp duruyor." dedim, Taehyung'a. Gözlerini devirdi. Anlaşılan her zaman olduğu gibi sızlanmalarımın ardındaki mutluluğu sezmişti. Gözünden hiçbir şey kaçmıyordu. Ben sabahtan beri, ruhuma birkaç numara büyük gelen bedenimi kimse görmesin diye, yalandan homurdanırken Taehyung yaptığı işe devam ediyor, bir sinek vızıltısıymışım da katlanılmam gerekiyormuş gibi sabırlı sabırlı yemekleri pişiriyordu.

"Ne sanıyor kendini anlamıyorum ki."

Eh, beni duymazdan gelmesi çok da umurumda değildi. Biraz önce kanepede dilimi yutmuştum çünkü. Beni dinlemediğini bilsem bile konuşmam gerekiyordu. Kendi kendimi, bundan hoşlanmadığıma ikna etmem, onu hala affetmediğimi hatırlamam gerekiyordu.

Taehyung susmaya devam edince konuyu bir saniyeliğine değiştirip "Babam alışveriş yapmış sanırım." dedim, dolabı ağzına kadar dolu, Taehyung'un istediği her malzemeyi orada görünce. "Şu günlerde babalıktan anladığı bu, alışveriş yapmak. Cebime tomarla para tıkıştırmak."

Tae, yine yorum yapmadı ama eskisinden daha sessiz bir biçimde ocaktaki yemekleri pişirmeye devam etti. Tamam, suskun olması pek de sürpriz değildi. Yine de içimden sürekli konuşmak geldiği için onun susuyor olması biraz sinirimi bozmuştu. Kendi kendime konuşuyor gibi hissediyordum hatta bir duvara karşı konuşuyor gibiydim. Dinlenmiyor olmam konuşmama engel değilse bile sinir bozucuydu işte.

"Böyle yemek yapmayı nereden öğrendin?"

Başka bir konudan bahsetmemi de Jimin'den bahsetmem kadar önemsiz bulduğundan olsa gerek, sorduğumda sanki bolca sabıra ihtiyacı varmış da bu sabrın tamamı havadaymış gibi, içine derin bir nefes çekti. Sonra da doğrudan yüzüme bakıp "Çenen neden düştü senin?" diye sordu. "Jimin avucunun içini öptü diyeyse git onun başını şişir."

"İstemiyorsun resmen beni." dedim şaşkınlıkla. Konuşmamasının beni, başından savmak için geliştirdiği bir taktik olduğunu anlayacak kadar aklım yerindeydi ama bunu yüzüme öylece söyleyince bozulmuştum. Kollarımı gövdemde birleştirmemek için kendimi zor tutuyordum.

"Jungkook, cidden." dedi. Yine o aynı, sabır dilenir ifadeyle. Kaşlarımı havalandırdım, "Ne cidden?" diye sorarken. "Cidden, uyanalı yarım saat bile olmadı." diye cevap verdi. Tüm o pansuman sırasında da sonrasında da uyuyordu. Ben koltukta bir dondurma gibi erirken kim bilir ne rüyalar görmüştü. Bedeni ihtiyacı olan dinlenmeye kavuşmuştu, ben bir tur da Jimin'in dudaklarından dayak yemiştim. Haksızlıktı. Bunu anlaması gerekti.

"Avucumun içini öptü diyorum."

Benimle konuşmak zorundaydı, en azından bunu yapmalıydı. Beni orada, Jimin'e pansuman yapmak zorunda bırakıp gidişi, çenem gibi bir cezayı hak ediyordu. Ayrıca, gerçekten biriyle konuşmalıydım yoksa patlayacaktım. Konuşurken ruhuna sığmayan bedenim biraz daha küçülüyormuş gibi geliyordu bana. Sustukça daha çok sıkışıyordum. "Sence de konuşmamız gerekmiyor mu bunu?"

Anılardan Anılara İnce Çizikler °JikookWhere stories live. Discover now