yanlış karar yok, işin özünde sen beni istemedin.

2.6K 395 937
                                    


***

dünyanın en güzel yeri, senin yanın evet ama gelmek yasaktır bana.
sen dünyanın bi ucunda, ben ellerim avucumda, kaldım bu boş diyarda.

***

Hayatım tersine döneli, iki buçuk hafta olmuştu. Ne ev, cenazenin ilk günlerinde olduğu kadar kalabalıktı ne de ben bir daha o kadar dağılmıştım. Annemin yokluğunu, her geçen gün daha çok hissediyor olmama rağmen iğrenç bir yanım hayata tutunmayı başarmış, beni bir şeylere alıştırmıştı. Okuldan döndüğüm günlerin bazılarında anahtarımı cebimden çıkarmak yerine, annemin açacağı yanılgısıyla zile basıyor, karşılık alamayınca alıştığımı sandığım o yoklukla yeniden yüzleşiyordum ya da yemek yapmak zorunda olduğum her seferde, elimi kolumu yaktığım bahanesiyle ağlıyor, gözyaşlarım yüzünden hep, parmağımı kesiyordum ama yaşıyordum işte. Üstelik hiç, o günkü kadar kendimden geçmemiştim. Okula gidip geliyor olmam kafamı dağıtmama yardımcı oluyordu belki de.

Babam neredeyse, eve uğramaz olmuştu. Erken geldiği günlerde benimle eskisi gibi vakit geçirmeye çalışsa da aramızda garip bir soğukluk vardı. İkimiz de acımızı kabuğumuzda çekmeye karar verdiğimizden ne konuşacağımızı pek bilmiyorduk. Önemsiz şeyler için bile evdekilere mızmızlanan biri olduğumdan bu durum benim için diğer her şey gibi yeni ve tuhaftı. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bunu ona hiç açmıyordum ama sanırım benimle dertleşmediği için babama kırılıyordum içten içe. Belki o da bana kırılıyordu, hiç söylemediğinden anlayamıyordum.

Çocuklar bizde yatmayı geçen hafta kesmişti. Hepsinin de okulu, işleri vardı bu yüzden ilk günler verdiğim tepkiyi vermek yerine daha olgun davranmıştım. Hatta onları evimden kovduğum bile söylenebilirdi. Yine de Namjoon, alarmla uyanamadığım için okula birkaç kere geç kaldığımı duyduğundan beri sabahları benimle birlikte yürüyordu.

"Senin başına böyle bir şey gelseydi, Rin yanında olur muydu?"

Yine o sabahların birindeydik. Okulun tatil olmasına birkaç ay kalmıştı, buna seviniyordum çünkü okulda neredeyse kimseyi tanımazken birden herkesin parmakla gösterdiği, acıyarak baktığı biri haline gelmiştim. Bu da insanların bana acımasından nefret ettiğim için sürekli tetikte olmamı sağlıyordu. Onlara iyiymişim gibi görünmeye çalışıyordum bu yüzden de sürekli gülüyordum. Rol yapmak zorunda olduğum için de Jimin, eve gelmediği gibi okula gelmediğinden de her şey iki katı berbattı. Hayatım tersine dönmüştü sahiden. İki buçuk haftadır çok yorgundum.

Aklım ben önleyemeden Jimin'e kaydığında, yanımda sessizce yürüyen Namjoon'a "Senin başına böyle bir şey gelseydi, Rin yanında olur muydu?" diye sormuştum. Bir an konuşmamı hiç beklemiyormuş gibi şaşırdıktan sonra şüpheli gözlerini üzerimde dolaştırarak ne cevap vermesi gerektiğini düşündü. Sorduğum soruyu hangi amaçla sorduğumu anlamaya çalışıyormuş gibi görünüyordu. Jimin'le ilgili sorduğumu bildiğine emindim, onu Rin ile metaforlaştırarak soruşum hakkında ne düşüneceğiyle de ilgilenmedim. Hatta güldüm bile. Hiç istemediğim halde sokağın ortasında bir kahkaha attım.

"Gelirdi, değil mi?" dedim. Namjoon, Rin konusu açıldığında onunla çok alay ettiğimizden bizimle ilişkisini çok paylaşmazdı ama bu kadar zaman ayrı iki ülkede, ayrı dilleri konuştukları halde bir ilişki yürütmeyi başardıklarına bakınca gayet iyi olduklarını kestirebiliyordum. Muhtemelen gelirdi, sırf Namjoon'a sarılmak için bile olsa gelirdi.

Namjoon yine bir cevap vermedi, ben de aldığım sessiz cevabın aklımdakilere karışmasına izin verirken yürümeye devam ettim. Rin Japonya'dan kalkıp gelirdi, Jimin'in nerede olduğunu bilmiyordum ama ülke sınırları içinde olduğuna emindim oysa bana sarılmak için gelmemişti. Yolunu gözlemeyi zaten bırakmıştım, sadece merak ediyordum.

Anılardan Anılara İnce Çizikler °JikookDär berättelser lever. Upptäck nu