ben böyle sığındım sana, böyle kuş gibi.

3.1K 406 878
                                    


***

Nefes alıyordum.

Daha fazla çırpınmalı, haftalarca geciktirdiği, benden esirgediği sarılışından kaçmalıydım. Yapabilirdim de, ondan çok daha kaslıydım. Ama kaçamıyordum. Kaçamıyordum çünkü, bir çiçek filizinin suya duyduğu gibi ihtiyaç duyuyordum ona. Kaçamıyordum çünkü kollarında nefes alıyordum.

Göğsümün ortasında, haftalardır konaklayan kaygı, gözyaşlarımla birlikte benden uzaklaşıyor gibiydi. Ciğerlerimi daraltan, sıkan ne var ne yoksa akıyordu. Hafiflediğimi hissederken bu yüzden nefes alabiliyordum belki de, göğsümde yeri açıldığı için.

Başım boynuna yaslanmıştı, sahiden ev gibi kokuyordu. Annem gibi, annemin de içinde yaşadığı sıralarda kokan evimiz gibi. Bunu fark ettiğimde ağlamam daha da şiddetlendi. Onu çok özlemiştim. Annemi çok özlemiştim. Bana bir defada hem annemi hem kendini getirmişti kollarında, bu hissi benden esirgediği için onu asla affetmeyecektim.

Tek dayanağım o olduğu için, boynuna kollarımı sarmıştım. Ona, geri çekilme, kaçma arzum arttıkça daha sıkı tutunuyordum. Kendimle verdiğim ilk çetin savaşımdı. O kollarda soluklanmanın hem çok yanlış olduğunu biliyor hem de en doğru şey olduğuna inanıyordum.

Kolları belimdeydi, o da beni, benim onu tuttuğum kadar sıkı tutuyordu sanki içimdeki savaştan haberdarmış, kaçıp gitmek isteyen yanıma yenilmek üzere olduğumu sezmiş gibi. Oysa anlamalıydı. Tüm o yorgunluğuma rağmen göğsüne yaslı göğsümün solunda, deli gibi bir hızla çarpan kalbimi duyduğu an anlamalıydı. Kaçıp gidemezdim ki... O sınırı aşmıştım. Kendime çoktan dönmüştüm sırtımı, gidecek yerim kalmamıştı. Onun gövdesi dışında gidecek yerim kalmamıştı.

Birkaç dakika öyle geçti. Fırsatım varken ona daha çok sokuldum, ellerimi ensesine sardım, burnumu boynuna iyice gömdüm. Yapabiliyorken, annemin kokusunu göğsüme doldurdum.

Aklım yavaş yavaş yorgunluğumu da sırtlanıp yerine geldiğinde ondan uzaklaşmak istedim ama bana engel oldu. Bu defa belimdeki ellerini sırtıma çıkararak biraz daha sürdürdü sarılmamızı. Omuzlarının titrediğini, okul gömleğimin ıslandığını fark ettiğimde ne yapacağımı bilemediğim bir telaşla sarsılarak ondan ayrılmaya çalıştım.

Tutuşundan kaçıp yüzüne bakmayı denediğimde arkasını dönmüştü. Yutkundum. Aklımdaki soruya hayır cevabını alabilme umuduyla yüzüne bakmaya çalıştım ama kendini benden saklayarak sırtını döndü. Kalbim titredi. Onu omuzundan tutup yeniden kendime çevirmeye çalışsam da yapamadım. Elini, yüzüne götürdüğünde emin olmuştum aklıma geleni yaşadığıma. Kalbimin titreyişi, telaşı arttı çünkü ne yapacağımı şaşırmıştım.

Ağladığına öyle sık şahit olmazdım. Hatta belki de onu, ağlarken ilk defa görüyordum.

Ağlayan hep ben olurdum oysa. Kendi yaralarıma da Jimin'inkilere de... Annesine olanları öğrendiğimde ağlamıştım, babasını hapiste, davadan sonra ilk defa ziyaret ettiğinde onunlaydım, ağlamıştım. Ona, artık bizimle kalacağı haberini vermek için teyzesinin evine, heyecanla bisikletimi sürerken düştüğümde ağlamıştım. O çirkin heriften benim için yumruk yediğinde, okuldaki çocuklar ona ilk defa piç dediğinde, eve, gömleği yırtık bir biçimde ilk gelişinde... Hepsinde, onun yerine de ağlamıştım ama Jimin hiç ağlamazdı. Anlatmaz, sordurmazdı. Küçük ama dimdikti gövdesi, kimseye kendini açmazdı.

Benimle, diğer çocuklarla konuştuğundan daha çok konuşup vakit geçiriyordu o zamanlar. Ufacık elleriyle ördüğü duvarların ondan tarafına, beni çok kolay almıştı. Ona adi şeyler yapmış olmama rağmen hem de. Ama belki de o duvarların ardında bir duvarı daha vardı. Park Jimin, ben dahil kimseye kendini gerçek manada açmamıştı. Yüzünde yaşları gördüğüm an anlamıştım bunu. Aramızda ezelden beri, puslu da olsa bir duvar daha vardı.

Anılardan Anılara İnce Çizikler °JikookDär berättelser lever. Upptäck nu