37

62.4K 3.2K 13.6K
                                    

Upside Down Kingdom - Won't Be Afraid

Imagine Dragons - Radioactive

*

Bir Çin Atasözü'ne göre kader; hayatımızın her köşesinden esen rüzgarlar gibidir. Zamanın patikalarında bizi sıkıştırır. Yürekli olanlar fırtınaya karşı sağlam durabilir ve rüzgarın yönüne göre yollarını çizebilirler. Zayıf olanlar ise fırtına nereye sürüklerse oraya savrulurlar.

Kim Taehyung benim fırtınamdı.

Kuvvetli bir rüzgar gibi nereden, nasıl geldiğini bilmediğim bir anda esmiş ruhumu dalgalandırmıştı. Hayatıma bir anda girip aklımı başımdan öyle bir almıştı ki değil bir yol çizmek, o yolu kaybetmiştim. Esmişti ve savrulmuştum.

Her zaman omuzlarım dik başım kalkık gezen bir adamdım. Kendimden emin bir duruşum vardı. Beni hiçbir şeyin yıkamayacağına, yenilmez olduğuma öyle bir inanmıştım ki kaderin cilvesi bana gülümsemiş, karşıma Kim Taehyung'u çıkararak dumura uğratmıştı.

Yenilmiştim. Kim Taehyung beni gafil avlamıştı. Yenilgim olmuştu.

Eski benden çok uzaktım. Değil kendimden, artık hiçbir şeyden emin olamıyordum. Omuzlarım dik, başım kalkık değildim. Dizlerimin üzerindeydim. Aşkı bir satranç maçıydı ve benim mat olmaktan başka şansım yoktu.

Daha önce kimseyi bu kadar düşünmek zorunda kalmamış, kimse için bitmek tükenmek bilmeyen bir kaygı taşımamıştım. Rafta duran bir porselen bebek nasıl özenle muhafaza edilir, esirgenirse onun da üzerine öyle titriyordum. Dokunurken bile tedirgince dokunuyor, sanki parmaklarım tenine değdiği vakit toz olup havaya karışacak diye korkuyordum. Oysa doyamıyordum ona. Aşk bir çeşit hastalık gibiydi. Durmadan düşündüren dermansız bir akıl hastalığı gibi. Bir yanım daima endişe içinde olacak, bir annenin yavrusuna duyduğu koruma içgüdüsünü taşıyacaktım.

Belki de tam olarak bu yüzden şu an önümdeki kapalı bilgisayarın ekranıyla bakışıyordum.

Bu sabah Taehyung'dan önce kalkmıştım. Onu rahatsız etmemek için salona inmiş, dün gece sebep olduğumuz dağınıklığı toparlamaya koyulmuştum. Kırık alkol şişelerini, zeminde küçük bir birikinti oluşturan dökülmüş şarap kalıntılarını, kaymış masayı, devrilmiş bibloları, kanepelerin altına kadar sıçramış cam kırıklarını toparlarken ses çıkarmamak için ekstra bir çaba göstermiş, evin içinde neredeyse parmak uçlarımda yürümüştüm. Taehyung'un çok nadir derin uykuya daldığını biliyordum. Ya çok az uyuyor, ya da uyuduğu uykudan kesik kesik uyanıyor, uykusunu alamıyordu. Bugün de o nadir günlerden biriydi. Dün gece duştan sonra giyinip birbirimizin ellerini sarmış, daha sonra yatağa uzanıp bedenlerimizi de sarmıştık. Taehyung yorgun olduğu için dakikalar içinde uyuyakalmış, ben de dakikalarca nefesinin sesini dinleyip saçlarını okşamış, en sonunda uykuya yenik düşmüştüm.

Şimdi de işim neredeyse bitmişti. Fakat saniyeler evvel çöp poşetlerini mutfağa getirdiğim esnada hemen masanın üzerinde Taehyung'un ekranı kapalı dizüstü bilgisayarını görür görmez adeta kilitlenmiş, şeytan kulağımın arkasına üflemişti. Dakikalardır karanlık ekrana bakıyordum. Buraya geldiğimiz gecenin sabahında onun kucağındayken açık ekranda gördüğüm dosya isimleri zihnimi talan ediyordu. Ekranda gördüğüm ilk dosyanın Hera için olduğunu çok net hatırlıyordum ama dün gece yanlış anlaşılmalar düzeltilmiş, o dosyanın da bir değeri kalmamıştı. Fakat ikinci dosya Seokjin için açılmıştı. Beni endişelendiren esas şey buydu.

Üzerime bir karabasan gibi çöreklenen sıkıntıyla bakışlarım bilgisayarın klavyesine, oradan açma tuşuna, oradan da mutfağın salona tamamen açık çıplak duvarından görünen merdivenlere gitmiş, gerginlikle bir soluk vermiştim. Merak bir sıçan gibi içimi kemiriyor, avuçlarım önümdeki bilgisayara ulaşmak için adeta karıncalanıyor; o ekranın ardında, o dosyada neler olduğunu öğrenmek için inanılmaz bir istek duyuyordum.

grindhouse // taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin