36

69.8K 3.8K 17K
                                    




George Ogilvie - Grave

Zayn ft. Kehlani - Wrong

*

İki beden birbirine  lehimlenince ruhlar da birbirine kaynıyordu. Eriyen bir mumun bir  damlasının insan etine yapışması gibi bir ruh diğerini bir vücut gibi  üzerinde hissediyordu. O kesildikçe kesiliyor, o sızlayınca sızlıyor, o  kanayınca kanıyordu. Ben hissediyordum. Onunla bedenlerimizi  birlediğimiz gibi ruhlarımızı da birlemiştik. Şimdi içinde bir volkan  gibi kaynayan öfkenin sıcaklığını adeta ateşi parmak uçlarımla  yoklamışçasına hissediyordum.

Bana bakıyordu. Gözleri  bir hesabı zikrediyor, ayaklarımın ucunda bekleyen felaketi birbirine  bastırdığı dişlerinin arasında çiğniyordu. Biliyordum. Bana böyle ayazla  bakan gözbebeklerinin izdüşümünde boynumdaki iple ayaklarımın altındaki  kürsüye son bir tekme atması için bekliyordum. Beni öldürüyordu. Kim  Taehyung beni bakışlarında öldürüyordu.

Dudakları incecik bir  çizgi gibi kapalı, kirpikleri hırçınlaşan bir yırtıcı gibi bakışlarını  kafesliyor, gözlerindeki ışık söndükçe kendi yansımamı da göremez  oluyordum.

Bacaklarımdaki  uyuşukluk sızım sızım ederken yerimde hafifçe doğrulup dudaklarımı  aralamış fakat şaşkınlıktan ne diyeceğimi bile bilememiştim. Şok  içimdeydi. Sanki derimin içinde etimi tırmalıyordu. Öfkesini öyle net,  öyle içimde hissediyordum ki sanki o bendim. Benim hissimdi,  damarlarında sızlayan öfke benimdi.

Bu  dört duvarın arasına vicdansız bir mahkeme kurulmuştu. Bakışları beni  yargılıyor, karşısında hüküm giymiş bir mahkum gibi birbirine bastırdığı  iki küçük et parçasından çıkacak akıbetimi bekliyordum.

Yargılıyordu.

Kim Taehyung, Jeon  Jungkook'a sonsuz bir güvenin bekçisiyken şimdi karşısında yel yemiş  bir yaprak gibi titreyen sevgilisinin celladı olmuştu. Güvenmiyordu ona.  Acımadan katlediyordu.

''Taehyung.''

İsmi sanki yasaklı bir  kelimeyi dile getirmişim gibi dilimde yalpalarken boynumdaki damarların  gerim gerim gerildiğini hissetmiştim. Bu öyle can yakıcı, öyle güçlü bir  ızdıraptı ki sanki adının tüm harfleri dilimden sıyrılırken etimi de  hoyratça kesmişti.

Güvenmiyor.

Sana güvenmiyor.

''Sen...'' Sanki şok  sesimi yalıtıyordu. Öyle güçsüz, öyle cılız konuşuyordum ki bir an için  bu sesin bana ait olup olmadığını düşünecek oldum. Bakışlarım koyu  halelerinde, ifade barındırmayan gözlerinin içine bakıyordum. Yutkundum.  Öyle zorlandım ki bunu yaparken, bir eylemin insanı yoruşu tüm  bilincime işledi, ''Sen neden bahsediyorsun?''

Bir an için gözlerimden  kopmayan bakışları konuşurken şokla açılan dudaklarıma inmiş bir süre  orada oyalanmıştı. Ama ruh yoktu. Bana bakarken tattığı tutkuyu açık  etmiyordu. Ne hissettiyse toparlayıp bakışlarından geriye atmış,  üzerlerine çelikten kapılar örtmüştü. Bakışları usulca yeniden gözlerimi  bulduğunda kirpiklerimin bile titrediğine yemin edebilirdim.

''Neden bahsettiğimi biliyorsun.''

Sesinde uğuldayan kutupla ilk kez konuşmaya başladığında baştan aşağı bir ürperti adım adım tenimi gezmiş, onun bile bariz görebileceği şekilde titremiştim. Fark eder gibi bir an için duraksadı. Gözleri titreyen bedenimi dikenli bir ifadeyle gezerken bakışlarının altında var gücümle ayakta kalmaya çalıştım. Dişlerini sıkıyordu. Bunu çenesinin kasılışından anlamıştım. İrkildim. O an çarpıştığım gerçek başımdan aşağı bir kova soğuk su dökülmüş gibi hissetmeme neden olmuştu.

grindhouse // taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin