George Ogilvie - GraveZayn ft. Kehlani - Wrong
*
İki beden birbirine lehimlenince ruhlar da birbirine kaynıyordu. Eriyen bir mumun bir damlasının insan etine yapışması gibi bir ruh diğerini bir vücut gibi üzerinde hissediyordu. O kesildikçe kesiliyor, o sızlayınca sızlıyor, o kanayınca kanıyordu. Ben hissediyordum. Onunla bedenlerimizi birlediğimiz gibi ruhlarımızı da birlemiştik. Şimdi içinde bir volkan gibi kaynayan öfkenin sıcaklığını adeta ateşi parmak uçlarımla yoklamışçasına hissediyordum.
Bana bakıyordu. Gözleri bir hesabı zikrediyor, ayaklarımın ucunda bekleyen felaketi birbirine bastırdığı dişlerinin arasında çiğniyordu. Biliyordum. Bana böyle ayazla bakan gözbebeklerinin izdüşümünde boynumdaki iple ayaklarımın altındaki kürsüye son bir tekme atması için bekliyordum. Beni öldürüyordu. Kim Taehyung beni bakışlarında öldürüyordu.
Dudakları incecik bir çizgi gibi kapalı, kirpikleri hırçınlaşan bir yırtıcı gibi bakışlarını kafesliyor, gözlerindeki ışık söndükçe kendi yansımamı da göremez oluyordum.
Bacaklarımdaki uyuşukluk sızım sızım ederken yerimde hafifçe doğrulup dudaklarımı aralamış fakat şaşkınlıktan ne diyeceğimi bile bilememiştim. Şok içimdeydi. Sanki derimin içinde etimi tırmalıyordu. Öfkesini öyle net, öyle içimde hissediyordum ki sanki o bendim. Benim hissimdi, damarlarında sızlayan öfke benimdi.
Bu dört duvarın arasına vicdansız bir mahkeme kurulmuştu. Bakışları beni yargılıyor, karşısında hüküm giymiş bir mahkum gibi birbirine bastırdığı iki küçük et parçasından çıkacak akıbetimi bekliyordum.
Yargılıyordu.
Kim Taehyung, Jeon Jungkook'a sonsuz bir güvenin bekçisiyken şimdi karşısında yel yemiş bir yaprak gibi titreyen sevgilisinin celladı olmuştu. Güvenmiyordu ona. Acımadan katlediyordu.
''Taehyung.''
İsmi sanki yasaklı bir kelimeyi dile getirmişim gibi dilimde yalpalarken boynumdaki damarların gerim gerim gerildiğini hissetmiştim. Bu öyle can yakıcı, öyle güçlü bir ızdıraptı ki sanki adının tüm harfleri dilimden sıyrılırken etimi de hoyratça kesmişti.
Güvenmiyor.
Sana güvenmiyor.
''Sen...'' Sanki şok sesimi yalıtıyordu. Öyle güçsüz, öyle cılız konuşuyordum ki bir an için bu sesin bana ait olup olmadığını düşünecek oldum. Bakışlarım koyu halelerinde, ifade barındırmayan gözlerinin içine bakıyordum. Yutkundum. Öyle zorlandım ki bunu yaparken, bir eylemin insanı yoruşu tüm bilincime işledi, ''Sen neden bahsediyorsun?''
Bir an için gözlerimden kopmayan bakışları konuşurken şokla açılan dudaklarıma inmiş bir süre orada oyalanmıştı. Ama ruh yoktu. Bana bakarken tattığı tutkuyu açık etmiyordu. Ne hissettiyse toparlayıp bakışlarından geriye atmış, üzerlerine çelikten kapılar örtmüştü. Bakışları usulca yeniden gözlerimi bulduğunda kirpiklerimin bile titrediğine yemin edebilirdim.
''Neden bahsettiğimi biliyorsun.''
Sesinde uğuldayan kutupla ilk kez konuşmaya başladığında baştan aşağı bir ürperti adım adım tenimi gezmiş, onun bile bariz görebileceği şekilde titremiştim. Fark eder gibi bir an için duraksadı. Gözleri titreyen bedenimi dikenli bir ifadeyle gezerken bakışlarının altında var gücümle ayakta kalmaya çalıştım. Dişlerini sıkıyordu. Bunu çenesinin kasılışından anlamıştım. İrkildim. O an çarpıştığım gerçek başımdan aşağı bir kova soğuk su dökülmüş gibi hissetmeme neden olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
grindhouse // taekook
FanfictionBana nefesini ver, kalbimden kalbine sonsuz adımlar atayım. Bitmeyecek gecelerimize bir kadeh kaldıralım ve gülerek, severek, birbirimizi parçalarcasına sevişelim. Diz kapaklarını ellerimle tutup bacaklarını açayım; cennetine ürkek bir giriş, dudakl...