🍂 '22

10.3K 444 76
                                    

-Multimedyaya bir bakın derim. Özellikle Ömer'in türkü söylediği kısımda açıp dinlemenizi tavsiye ediyorum. Ben düştüm bile. İyi okumalar ^^
___

'Düş içinde düş canan ey seyrimin dilberi
De gönül sarayına sultan edeyim seni.'

Hayat bana türlü acılar yaşatmıştı. Bugüne değin pek çok zorluğa rağmen ayakta kalmaya çalışmış, direnmiştim ama Ömer'in yokluğu... İşte bu dayanılması en güç olandı. Fakat kocam sözünü tutmuş, bizi bırakmamıştı. Bir yılın sonunda yine evinde, benimleydi. Daha da uzun olabilirdi bu ayrılık ama olmadı. Bir yıl acı çektik, birbirimize hasret kaldık ama bitti işte.

Ömer kollarımın arasında ağlarken kocama kavuştuğuma sevinsem mi yoksa onu böyle gördüğüme üzülsem mi bilemedim. Saçları her zamanki gibi dağınıktı ama sakalları uzamıştı. Üstelik zayıflamıştı da. Mektuplarımı okumamış mıydı yoksa. Her mektubumda yazmıştım ona iyi beslenmesi gerektiğini oysa ki. O da özlemişti beni. En az benim onu özlediğim kadar...

"Kavuştuk mu gerçekten?" diye sordum hâlâ üzerimden atamadığım şokla birlikte. Konuşmayı da ilk ben başlatmış oldum böylece. Ömer bir süre soruma cevap vermedi. Kollarımın arasında sakinleşmeyi bekledikten sonra başını boynumdan çekerek gözlerime baktı. Hasret kaldığım yeşil gözleri aynıydı. "Kavuştuk." diye fısıldadı bana bakarken. "Ayrılık bitti Zeynebim."

Bana böyle seslenmesini öyle çok özlemiştim ki...

"Ömer. İnanamıyorum hâlâ. Mahkeme devam ediyordu. Nasıl oldu da çıktın geldin?"

"Bugün mahkeme vardı. Ali'ye tembihledim kimseye söylememesi için. Eğer tahliye olursam size sürpriz yapmak istedim. İstediğim gibi de oldu şükür ki. Hasret bitti güzelim. Bitti."

Tekrar sarıldım kocama. Bir yılın hasretini dindirmeye yetmezdi bu sarılma ama bugünden sonra bol bol vakit geçirirdik ne de olsa. Sarıldım, yanaklarını öptüm. Sakallarını sevdim ellerimle. Ömer yerdeki mindere oturup beni de kucağına çektiğinde hâlâ gerçekliğini sorguluyordum yaşadığımız ânın. Bunun için de sürekli Ömer'in yüzüne dokunuyor, yanımda olduğunu somut bir şekilde hissetmek istiyordum.

"Oğlumuz nerede?" diye sordu alnımı alnına yaslayarak.

"Sultan anne uyuttu galiba onu. Ben de dışarıdan geldim. Dolaşmaya çıkmıştım."

"Onu da, seni de o kadar çok özledim ki." Gözlerini kapattı. "Her gece, her gün, her saat, her dakika hasretlik içtim. Zehir içsem daha iyiydi."

Ellerimle sakallarını usul usul okşadım. "O yüzden mi görüş günlerine gelmemize izin vermedin?" diye sordum, biraz sitemden zarar gelmeyeceğini düşünerek.

"Kimseyi görmek istemedim Zeynep. Görürsem... görürsem o dört duvar arasında kalmak daha zor gelecekti. Daha katlanılmaz olacaktı."

"Bir mektup yazsaydın o vakit? Onu neden yapmadın?" Kaşlarımı çattım. Ona yazdığım mektuplara bir karşılık alamadığımda savaşta yenik düşmüş gibi bozguna uğradığımı bilseydi, yine yazmaz mıydı acaba diye düşündüm. Oysa hiç pes etmemiştim. Her defasında o beyaz kağıda hasretimi dökmüştüm ağlaya ağlaya.

"Ah be Zeynep."

"Bu bir cevap değil."

"Biliyorum. Yazdım Zeynebim. Yazdım da yollayamadım hiçbirini. Elim varmadı. Senin mektuplarını okuyordum her seferinde, iyi olduğunu, oğlumuzun gelişimini yazıyordun bana ama kendi gözlerimle göremedim hiçbirini. İlk anne deyişini, ilk adımını göremedim. Oğlumun önemli anlarında yanında olamadım. Kendi iç hesaplaşmamı yaparken de mektup yazsam da göndermedim sana. Aciz hissettim kendimi."

Yedi Köyün ZeynebiWhere stories live. Discover now