🍂 '20

11.2K 400 57
                                    

'Sevdan ölünecek kadar güzel
Kanunu yapanlar ihtiyar.'

Katline karar verilmiş hükümlü gibiydim. Kaderim, köylülerin değil Ömer'in elindeydi. İstese beni bu hengâmeden çıkarabileceği gibi, yine istese köylülerin beni taşlamasına izin verir, hatta o taşlardan bazılarının sahibi kendisi olurdu. Zaten birkaç tane taşın isabet ettiği başımın bazı bölgeleri acıyordu. Neyse ki gür saçlarım vardı da acıyı bir nebze düşürmüş, katlanılabilir kılmıştı.

Ama yapmadı. Ömer bana kıymadı.

Beni taşlardan korumak için önüme geçtiğini, dibime kadar gelip eğildiğinde anlamıştım. "Kaldır başını!" dediğinde sert ses tonuyla emir vermişti. "Eğmeyeceksin bir daha. Görmeyeceğim bu gözlerin yere baktığını. Duydun mu beni?"

Hafifçe başımı kaldırdığımda kollarıyla sardı beni. Köylüler de beni taşlamaya bir son vermişti böylelikle. Gözyaşlarımın izin verdiği ölçüde gördüğüm suratı, bana inandığını gösteriyordu. "Ömer ben masumum." dediğimde ağlamamdan dolayı çatlayan sesimi düşünecek halde değildim. "İnan bana onun dediklerinin hiçbiri doğru değil. Ben senden başkasına gözümün ucuyla bile bakmadım."

"Biliyorum Zeynebim, biliyorum. Sus artık. Kendini savunmayı bırak. Sana inanıyorum ben. Senin kalbini biliyorum güzel meleğim benim." Kollarıyla esir aldığı bedenimi daha sıkı sardı. Köylüler hâlâ bizi izliyordu.

"Çok korktum. Ona inanırsın, bana kıyarsın diye çok korktum Ömer."

"Sana kıyar mıyım ben? Eğer gün olur da sana inanmazsam, kolum kanadım kırılsın. Sana bakmaya doyamayan şu gözlerim kör, kulaklarım sağır olsun. Saçının tek teline ömrümü feda etmeye hazırım." Başımı öptü. Hâlâ ağlıyordum. "Haklı olduğun bir konuda asla başını eğmeyeceksin. Sen hakkını arayabilecek karakterde birisin Zeynebim. Hem kendini hem de beni üzme ne olur."

Bir eli belimi, diğer eli de bacaklarımın altını buldu ve yerden kaldırdı beni. Kucağına alarak köylülerin yüzüne bile bakmadan yürümeye başladı. Ben de başımı Ömer'in boynuna gömdüm ve kollarımı omzuna sardım.

"Karına haddini bildirmen gereken yerde kucaklayıp götürecek misin Ömer?" dedi arkadan yine o pislik ses. Ömer adımlarını durdurdu. Sakin kalmaya çalıştığını kasılan çenesinden anlayabiliyordum. Onun dediklerine bir cevap vermeyi düşünmüyordu sanırım fakat konuşmaya devam etti şerefsiz. "Ey köylüler! Bu kahpenin hayatta kalmasına, kocasını kandırmaya devam etmesine müsaade mi edeceksiniz? Ahlaksızlığın bir bedeli olmalı!"

"Benim karım ahlaksız değil." Ömer öyle bir tonda konuşmuştu ki, sesi yüksek çıkmasa da insanın kanını donduracak soğukluktaydı. "Ahlaksız, şerefsiz, namussuz olan sensin. En büyük kahpeliği karıma kötülük ederek sen yaptın. Seni şuracıkta öldürmeni istemiyorsam sus." dedi ve insanları yara yara ilerlemeye başladı. İnsanlar haklı olduğu için mi Ömer'e yol veriyordu. 'Lütfen öyle olsun.' diye geçirdim içimden. Ömer'e tutundum. Kocam bana inandığı için teşekkür ettim ona içimden.

Ömer beni eski evimin önüne getirip arabaya bindirdiğinde sessizdim. Hatta sürücü koltuğuna geçip arabayı sürmeye başladığında bile nereye gittiğimizi sormadım. Sessiz gözyaşlarım akmaya devam etti. Düşündüğüm tek şey, bunları hak edecek bir şey yapıp yapmadığımdı. Bunca sene evde ağabeylerimin gölgesinde büyümüştüm ben. Adımıza leke getirecek tek bir yanlış davranışım olmadığı gibi, kimsenin âhını da almamıştım. Kimseye bir kötülüğüm dokunmamıştı. Buna rağmen tüm köylünün gözü önünde kahpe damgası yemiştim.

Tanımadığım bir yere geldik. Arabayı durduran Ömer, arabadan iner inmez benim kapımı açtı. Sessizce indim ve etrafa bakındım. Bir çiftliğe gelmiştik. At çiftliği olmalıydı çünkü atların bulunduğu az ötedeki ahırı buradan görebiliyordum. Ahırın yanındaki küçük evi de gördüğümde Ömer elimi tuttu. Gülümseyerek baktı gözlerime. "Hadi gel."

Yedi Köyün ZeynebiTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon