BÖLÜM 37- SON

324 90 25
                                    

**

3 gün sonra

'' Kalabalığın bitmesini bekledim gelmek için, birileri beni görse hoş karşılamayacaklarını biliyorum. Bugün bu topraklardan gelmemek üzere gidiyorum, asla gelmemek üzere. Yaptığın şeyin beni mutlu ettiğini düşünme, Hasan yapınca da yüreğim böyle yanmıştı. Sevginin bedeli böyle ödenmez Arslan, bu senin yorumun oldu. Sana sitemim günlerce konuşsam bitmez, günlerce sana haykırsam yüreğimdeki ateş sönmez. Uzun zamandır sana içimde biriktirdiğim sözler vardı ama bugün dilimin konuşmaya dermanı yok. Yıllar önce kalbimi fethettiğin doğruydu ama benden vazgeçmen ruhumu fethedemediğinin göstergesiydi. Sevgi anlamaktır, bilmeden sevilmez. Her ne kadar buğulu ülkemin aydınlık lambası da olsan, sabahlarımın karanlığı da oldun... İnşallahımdır dedim bir zamanlar senin için ama elimde ah'tan başka bir şey kalmadı. Toprağın aydınlık olsun Arslan Karay...''

Yıldız Hanım silah ona doğrulup patlayacağı sırada önüne atlayıp can veren Arslan Bey'in mezarında onunla vedalaşıp uzaklaştı. Arslan Bey belki vicdan azabı belki ihanet edeni öğrenmenin acısı bilinmez ama nefesini vermeden önce huzurluydu. Bazı şeylerin bedelini ödediğini düşünmüştü.

**

3 yıl sonra

Zaman her şeyin ilacıdır derler, belki doğru belki yalan ama zamanla bazı şeyler unutulur bu doğru. Kâhta yıllar sonra bir kez daha sallanmıştı ama yeniden unutulmaya yüz tutmuştu. Herkes kendi mücadelesi ile yaralarını sarmaya çalışıyordu.

Arslan Bey'in ölümü aileyi derinden sarsmıştı, Lütfiye Hanım eşinin ölmeden önce onunla ilgili şeyi öğrenmesi hayatını kâbusa çevirmişti. Evin içinde her an öfkeli ve gergindi. Esma validesinin yanında olup ona moral vermeye çalışıp bir yandan da evin yönetimini hallediyordu. Mehmet babasından sonra şirketin başına geçip, işleri büyütmek için çabalıyordu. Herkes kendini işine verip olanları unutmak istiyordu.

Demir Bey oğlunun yaptığı şeyin sarsıntısını atlatmaya çalışırken dibe vuran işlerini toplamak damadına kalmıştı ama o da pek başarılı sayılmazdı. Baran her gün avukatı ile görüşüp, bir yol bulmaya çalışıyordu ama yol ne zaman açılır bilinmez.

Hasan, tüm bu olanlardan sonra huzura ermiş sayılmazdı, işine koşup ailesine bakıp duruyordu. Onu mutlu eden tek şey Gülcan'ın onu gördüğü yerde yüzünü artık çevirmiyor olmasıydı. Sara Nine hala aynı tespihe bir şeyler fısıldayıp günlerini geçiriyordu. Elif Bacı, Arslan Bey'in ölümüne üzülmüştü ama bir gün birilerinin hatasının bedelinin mutlaka ödeyecek birisi olurdu.

Bulut Hoca'nın meşhur kazı ekibi onunla başka bir maceraya atılmıştı bile. Bu defa ekibe Aslı da katılmıştı, belli ki Bulut Hoca sevgiyi taşıyanın sevgisini paylaşmaya karar vermişti.

**

''Demek burada kral ile kavuşamadığı sevdiğinin yattığını düşünüyorsun.''

''Düşünmenin ötesinde eminim, bunu rüyamda gördüm ve asla kimse onları bulamayacak.'' Maya kendinden emin Tuna'ya bakıp gülümsedi.

''Evet, memnun edici bir açıklama sayılır.'' Tuna gülümseyerek konuşmuştu.

''Söylesene Tuna, hani herkesi memnun edecektik.''

''Edemedik hayat böyle işte bazen olmuyor, babamın acısı planlarımı bozdu o yüzden zamana sırtımı dayadım. Ama edemezsek çare belliydi.''

''Neydi?''

''Seni kaçıracaktım ama galiba sen beni kaçırdın.'' Tuna bu kısımda göz kırpıp Maya'ya baktı. Olaylardan sonra annesi ile Maya, İzmir'e gitmişti. Tuna da bir süre babasının acısına dayanmaya çalışmıştı. Ailesinin yanında olup onlara destek olmuştu daha sonra bekleyip annesinden evlilik izni almaya uğraşmıştı ama annesi ölmeyi tercih etmişti. Tuna çaresiz boynunu büktüğü sırada, Mehmet kardeşine gidip Maya ile evlenmesini söylemişti. İkisinin sade töreninde Tuna'nın annesi hariç herkes vardı. Tuna, Maya'yı alıp konağa gelse de annesi bahçeden içeri adım atmalarına izin vermemişti. Tuna da çaresiz İstanbul'a evini kurup işleri oradan yürütüyordu. İkisinin sıcak yuvası birçok ruhu yumuşatmıştı ama henüz Lütfiye Hanım'ı yumuşatmamıştı.

''Senin de gönlün vardı.'' Maya gülümseyerek Tuna'ya baktı, ardından yüzünü doğan güneşe çevirdi. Kâhta'ya her geldiklerinde eve kabul edilmeyip, Nemrut Dağı'na çıkıyorlardı güneşin doğuşunu izlemek için. Bugün de eşi ile birlikte oturup saçları gibi kızıla çalan güneşe bakıp gülümsedi. Tuna sevgiyle Maya'ya bakıp konuştu.

''Sen de her an bu güneş gibi, yüreğimi aydınlatıyorsun. Nasıl bir anda nerden doğduğunu görmedim ama asla batmıyorsun.'' Ardından sevgiyle eşinin alnına bir öpücük kondurdu.

''Ama ufak bir şikâyetim var.''

''Neymiş şikâyetin?'' Maya bir kaşını kaldırarak sormuştu.

''Duymak istediğim bir söz var ve sen bunu pek söylemiyorsun, değil mi kızım, Ela? Annene söyle hemen söylesin.'' O sırada Maya'nın kucağındaki bir yaşlarında olan kızını kucağına çekti. Tuna ve Maya'nın kızı onların karışımı gibiydi. Gözleri yeşilin büyüleyici bir tonu, mavi ile bal renginin karışımı gibiydi. Dalgalı saçları babasına benzerken renginin kızıllığı tıpkı annesiydi. Maya gülümseyerek karşılık verdi.

''Kızımı bu işe karıştırma, zaten aranızdaki sevgiyi kıskanıyorum.''

''Bak işte sonunda beni kıskanacak doğru kişiyi buldun, sanırım bolca kıskanabilirsin.'' Tuna, kızının kokusunu içine çekerek uzunca öptü. Maya onları izlerken gözleri dolmuştu, dünyadaki hiçbir görüntü böyle güzel olamazdı. Yavaşça mırıldandı.

''Seni seviyorum Tuna...''

**

Güneşin doğuşunu seyreden Isias acıyla elindeki kolyeye baktı. Nemrut Dağı'nda güneş doğarken elini kaldırıp tüm kuvvetiyle attı kolyeyi. Dudakları kımıldarken acı içinde yanıyordu.

''Kimse bu mezarda neyin saklandığını bulamayacak, sana söz seninle sakladığımı gelip kimse senden alamayacak. Bir gün bu kolyeyi son takan, kızıl güneşi sevdası ile birlikte izlesin.''

SON

Yazdığım ilk romanım, ilk göz ağrım, ilk düşüm... Umarım birçok yüreği keşfedersin...

                                       Sitare

KEŞFEDİLMEMİŞ (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now