ROOM [37]

1.8K 146 382
                                    

Bölüme geçmeden size kişisel bi şey sorucam, instagramda hikaye ve post atamıyorum. Üstelik çıkış da yapmıyor bir şey yüklenirken çıkış yapamazsın diye. Anlamadım ve çözemiyorum bilen biri nolur yardım etsin ağlıcamㅜ.ㅜ

Dert dinlediniz, şimdi bölüme geçebilirsiniz.. Yorumcuk bırakmayana yb okuma yasağı geldiğini zaten biliyorsunuz :"))))

37

Sehun

Zaman öyle garip bir kavramdı ki, yirmi senesi de birdi iki saniyesi de. Senelerim onsuz geçmişti, seneler asırlar gibi gelirdi hep fakat onu gördüğüm üç saniye tüm kayıp senelerimi alıp götürmüştü sanki. Asırlar saniyeler içinde eriyip gitmişti. Şimdi ise üstünden günler geçti ve sanki ben yine senelerdir ona hasrettim.

Abimden bu yana yorucu koca bir hafta geçti. Dükkanda indirim reyonları kurulacağından fazla mesaiye kalıyor ve geceleri eve geç geliyordum. Bacaklarımın altı öyle hamlanıyordu ki durup abimi düşünmeye fırsat kalmıyordu. Hoş o fırsatı kendi ellerimle öldürmeye kalkmıştım ben, intihara girişerek. İntihar deyince fazla süslü duruyor ama benimki o kadar da afilli değildi doğrusu. Korkak bir kaçış yöntemiydi sadece. Ayaklarımın beni suya atmayacağına neredeyse emindim. Yine de denedim, aklımın bir köşesinde aptal gibi abimi yeniden görme umudu taşırken hem de. Yapamadım.. Ne arkamda umut kırıntıları bırakmaya ne de Luhan'ın güzel yüzünü görmeden sonsuzluğa gitmeye el vermedi yüreğim.

İyiki de vermemiş.

"Sehun, uyan hadi." yorucu bir haftanın sonunda mutlaka güzel bir haftasonunun beklediğine inanırdım. Güzel bir haftasonunu daha güzel yapansa Luhan'ın sesiydi. Bacaklarıma toplanan çarşafa daha da dolanarak açtım gözlerimi. Uyanmamla burnuma kokuların dolması bir oldu. Zaten aç olan karnım daha da azgınlaştı ve aç olan başka bir şeyim daha vardı. Fakat onun için uygun bir zaman olduğunu düşünmüyorum.

"Naptın sen, bu ne?" pahalı bir parfüm koklar gibi gözlerim kapalı derin bir nefes aldığımda kıkırdadı. Nefis kokuyordu. Umarım doğum günümde yaptığı çorba faciasına dönmezdi çünkü hiç rol yapıp beğenecek dirayete sahip değildim şuan. Dün öğle yemeğinden bu yana nerdeyse mideme hiçbir şey girmemişti.

"Kahvaltı hazırladım. Sen olmayınca biraz elime yüzüme bulaştı ama bence idare eder." keşke hep sen olsan da eline yüzüne bulaştırsan be canımın çiçeği demek istedim. Ama biliyordum ki bu sadece üç ayın sonundaki ayrılığı hatırlatacaktı.

Uzattığı eline tutunup kaldırdım kendimi. Saçları karmakarışıktı ve eminim ellerini kullanamadığı için koluyla kaşırken mahvetmişti onları. Uyanır uyanmaz saçlarını düzeltmek diye bir alışkanlık edinmek istiyordum. Her gün, hiç aksatmadan.

"Elimi yüzümü yıkayıp geliyorum." boynuna sokulup öptüğümde kasıldı. Ona aniden dokunmayı seviyordum. Bir haftadır başka da bir şey yapamıyorduk zaten. Bazı geceler o kadar geç geliyordum ki yüzünü bile görmeden yatıyordum. Dükkanda çalışmak, bütün gün kitap taşıyıp durmak yorucuydu belki ama bu yıpratmıyordu beni, ertesi güne eksik başlamamın tek sebebi Luhan'ı göremeyişim oluyordu. Bu yüzden haftasonunu iple çekmiştim doğrusu. Birlikte vakit geçirmeye hasret kalmıştım.

"Çabuk gel patatesleri soğutma." kendini yavaşça çekip kollarımdan kaybolduğunda arkasından, süzülen bedenini izledim. Duş almak için zamanım olsaydı eğer görüntüyü beynimin deklanşörüne basıp ardı ardınca oynatır ve kendimi ıslak diyarlara sürüklerdim. Ama malesef canımın köşesini tek başına bekletemezdim.

"Bu nasıl oluyordu? Hayır böyle girmediğine eminim. E tersi de olmuyor? Of! Ne boktan kap bu böyle." tezgahta uğraştığı şeyi görme fırsatını yakalamadan birkaç saniye önce yaklaşıp güzel saçlarından iki tutam koku çaldım.

ROOM 520 | HunhanWhere stories live. Discover now